Giriş
Mondros Mütarekesi ve İki Kilise Arasındaki Yakınlaşma
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin yürürlüğe girmesinden sonra, gerek İtilaf Devletleri gerekse de bazı azınlıklar, bundan böyle Osmanlı Devleti’nin tamamen bağımsızlıktan yoksun kalacağına inanmışlardı. Özellikle Rumlar ve Ermeniler gibi kimi azınlık grupları, İtilaf Devletleri’nden de alacakları destekle, artık hedeflerine daha rahat ulaşabileceklerine inanıyorlardı. Ülkenin birçok bölgesi işgal edilip, tüm devlet işlerine işgalcilerin müdahale ettikleri bir ortamda devlete karşı isteklerine ulaşmaları için en uygun zamanın geldiğini düşünüyorlardı[1]. Bu süreci daha da hızlandırmak ve başarıyı kesinleştirmek için de bundan böyle ortak hedefler için iş-birliği içinde olmaları gerektiği kanısındaydılar. Bu görevi yerine getirecek olanlar da, tabii ki Osmanlı ülkesindeki Rum ve Ermenilerin büyük çoğunluğunu temsil makamındaki din adamları olan patriklerdi. Mütarekenin ardından Rum Patrikhanesi'nin başında Patrik Vekili/Kaymakamı Dorotheos Mammelis[2]; Ermeni Patrikhanesi'nin başında da Birinci Dünya Savaşı sırasında Kudüs'e sürgün edilen ve mütarekeyle birlikte tekrar İstanbul'a dönmüş olan Zaven Efendi (Zaven Der Yeghiayan) bulunuyorlardı[3].
Rum ayrılıkçı politikalarını desteklemek amacıyla kilise tarafından özellikle bu göreve getirilmiş olan Rum Patrik Vekili Dorotheos, “gözü pek, azimli ve zeki bir papaz” olarak tanınıyordu. Kendisi eskiden beri Rum kilisesinin Osmanlı yönetimiyle yaşadığı problemlerde sürekli ön planda olmuş, Rum kilisesinin en ateşli üyelerinden biri olarak ün yapmıştı[4]. İhtilalci kişiliği ve Türk Millî Mücadelesi'ne karşıtlığıyla tanınan Ermeni Patriği Zaven Efendi ise, görev süresi boyunca Osmanlı idaresi ile çatışma içinde, buna mukabil gerek yurt içindeki gerekse yurt dışındaki Ermeni terör komiteleriyle de sürekli yakın ilişkiler içinde olmuştur[5].
Ermeni Patriği Zaven Efendi'ye göre; Mütareke'den sonra yeni Türk Yönetimi, İttihatçı seleflerinin, devletin Ermeni unsurlarının yüreklerinde açtıkları yarayı iyileştirecek tek bir jest bile yapmamıştı. Türk halkı ve hükümet yüzlerce yıllık komşuları olan Ermenilerin yaşadıkları acı ve felaketleri seyretmişlerdi. Hatta bu durumdan içten içe mutlu oldukları bile söylenebilirdi[6]. Yine ona göre; Türklerin bu tutumuna karşılık, “Rum ve Ermeni Patrikhaneleri genellikle samimi ilişkiler içinde olmuşlar ve bu ilişkilerin soğumasına neden olabilecek herhangi bir problem ya da çatışma da yaşamamışlardı[7]. İki patrikhanenin ilişkileriyle ilgili, din adamları arasında sık sık görüşmeler yapılır, toplantılar düzenlenirdi. Ayrıca Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ndaki Rum mebuslar da Ermeni Patrikhanesi ile sürekli yakın ilişki içerisindeydiler. Bu sıcak ilişkiler Mondros Mütarekesi’nin ardından daha da gelişmiş ve iki patrikhane arasında kendilerince resmî bir işbirliği dönemi başlamıştı[8].”
Yunanistan Başbakanı Venizelos da Yunan gayelerine ulaşabilmek için Türkiye’deki Rum Patrikhanesi'ni ve Rum cemiyetlerini daha faal bir hale getirmek arzusundaydı. Bununla beraber ülkedeki diğer bir önemli Hristiyan grup olan Ermenilerle de işbirliği sağlayarak mütareke ortamından daha rahat istifade edebilmeyi hedefliyordu. Venizelos’un bu maksatla Ermenilere yakınlaşma talebi aynı şekilde karşılık bulmuş ve Ermeniler de Rumlarla işbirliğini olumlu karşılamışlardı. Mütareke’den sonra, 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelen İtilaf Devletleri donanması arasında yer alan Yunan savaş gemisini Rumlar ve Ermeniler bir arada ve coşkuyla karşılamışlardı. Mütarekenin hemen ardından başlayan Rum-Ermeni dayanışması, 6 Aralık 1918 tarihinde Ermeni Patriği Zaven Efendi’nin de çabalarıyla “Rum-Ermeni Birliği Komitesi”nin kurulmasıyla da artarak devam edecektir[9]. Bu komiteyi Venizelos’tan aldığı kesin talimat gereğince, Yunanistan’ın İstanbul’daki siyasî temsilcisi Kanelopulos idare ediyordu ancak komite en büyük desteği iki patrikhaneden alıyordu. Rum basını da işbirliğine destek sağlamak konusunda ciddi gayret gösteriyordu[10].
İstanbul’da iki patrikhane arasında başlayan işbirliği kısa sürede Anadolu’daki Hristiyan din adamları aracılığıyla ülkenin her yanına yayıldı. Kiliselerde ortak ayinler düzenleniyor, ortak dinî ve siyasî propagandalar yapılıyordu. Bu komitenin kurulduğu 1918 yılı Aralık ayı ortalarında, o sırada İngiliz işgaline uğramış olan Adana’da Ermeni ve Rum kiliseleri, Ermeni ve Yunan bayraklarıyla donatılmıştı[11]. Aynı durum Mütareke ve işgal dönemi boyunca İstanbul’da da yaşanmaya devam edecektir. Hatta Yunanistan’ın bütün resmî ve millî günlerinde yapılan kutlama ve etkinlikler, Yunanistan’la birlikte, ortak olarak buradaki tüm Hristiyanlar tarafından da kutlanmaya başlanacaktır[12].
8 Şubat 1919 tarihinde İstanbul’a gelen Fransız General Franchet d’Esperey, bir kurtarıcı gibi beyaz bir at üzerinde girdiği İstanbul’da Rumlar ve Ermeniler tarafından yine coşkuyla karşılanmış ve bu karşılama töreni kendilerince, Fatih'in İstanbul'a girişiyle benzeştirilerek, aynı ölçüler içerisinde değerlendirilmişti. Bu olaydan iki hafta sonra, General d'Esperey de Rum-Ermeni ittifakının resmiyet kazandığı Büyükada'yı ziyaret etmiş ve ellerinde Yunan ve Fransız bayrakları bulunan Rum çocuklarınca karşılanmıştı[13]. Mütareke ve işgal boyunca Rum ve Ermeni çocukları, sevinç ve kutlamaların her zaman en önünde bulundurulacaklardır. Osmanlı idaresi çocukların bu şekilde öne çıkarılarak çirkin hareketlerde bulundurulmalarının önüne geçmek için Rum Patrikhanesine “suret-i münâsibede vesâya ifâ ettirilmesi” kararını almış ama bu karar da çocukların olayların önüne sürülmesine engel olamamıştı[14]. 16 Mart 1920 günü İstanbul resmen işgal edildiğinde de Rum ve Ermeni çocukları çeşitli çarşı ve pazarlarda ve muhtelif yerlerde sokaklara dökülerek işgali kutlayacak ve “yağma olacak, kıtal olacak” diye sloganlar atacaklardır[15].
İşbirliğinin İtilaf Devletleri Açısından Önemi
Başta İstanbul'dakiler olmak üzere Türkiye'deki işgalci müttefik kuvvetler açısından da bu işbirliği çok önemliydi. Böylece işgalde arzuladıkları yerel desteği kolayca sağlamış olacaklardı. Bunun için mütarekenin hemen ardından azınlıkları devlete ve Müslüman halka karşı tahrik ve teşvik edecek faaliyetlere başladılar. Mondros Mütarekesi'nin dördüncü maddesine göre; İtilaf hükümetlerine mensup harp esirleri ile Ermeni esir ve tutuklular İstanbul'da toplanarak İtilaf kuvvetlerinin temsilcilerine teslim edileceklerdi. Ancak İstanbul'daki İtilaf temsilcileri mütarekenin üzerinden birkaç ay geçmeden, bu maddeye dayanarak adi suçlardan dolayı tutuklu olanlar da dahil olmak üzere tüm Rum ve Ermeni mahkumları serbest bıraktılar. Müslüman mahkûmların tutukluluğu aynen devam ederken gayr-ı Müslim tutuklulann tamamı salıverilmişti[16]. Bu durum elbette memlekette emniyet ve asayişin tamamen yok olmasına sebebiyet verecekti[17].
Ayrıca İtilaf Devletleri - özellikle istihbarat alanında - istihdam ettikleri elemanları da yerli Rum ve Ermenilerden seçiyorlardı. Kendi askerî istihbarat elemanları dışında Osmanlı toplumunun yapısına aşina, Türkçe’yi ve İngilizce başta olmak üzere İtilaf Kuvvetlerinin dillerini bilen ve bunlardan da önemlisi rahatlıkla güvenebilecekleri yerli unsurlar işgal kuvvetleri açısından önem teşkil ediyordu. Böylece İstanbul sokakları zamanla kamu güvenliği ve istihbaratla görevli polisler olarak İtilaf güçlerinin üniformalarını özellikle de İngiliz üniformasını taşıyan Rum ve Ermeniler’le doldu[18]. “Polis Müdüriyet-i Umûmîsi’nin Dâhiliye Nezâreti’ne gönderdiği 3 Haziran 1919 tarihli ve ‘gayet mahrem’ ibareli yazısında Rum ve Ermeni Patrikhaneleri’nce bu gençlerin İngiliz ve Fransız polisi olarak kaydedilmesinin teşvik edildiği ve sayılarının da binleri bulduğu ifade edilerek sözkonusu gençlerin ‘kendilerine telkin edilen Türk düşmanlığı fikri sevkiyle ve amirleri olan Fransız ve İngiliz subaylarının mahalli vaziyetin hakikatini ve halkın mizacıyla adetlerini bilmemelerinden faydalanıp her fırsatta Müslüman ve Türkler’e karşı sebepsiz takibat ve tutuklamalar yaptıkları ve bundan maksadın da Müslümanları heyecana sevk ederek İtilaf makamlarında memlekette anarşi olduğu fikrini uyandırmak olduğu' ifade ediliyordu. Yazıya göre Ermeni ve Rum gençlerinin bu şekilde istihdamının ve Müslümanlara karşı kışkırtıcı uygulamalar yapmalarının malum çevrelerce teşvik edilmesi, bu çevrelerin ‘payitahtta yaşayan Hıristiyanların hayatlarının tehlikede olup zulme ve baskıya maruz kaldıklarına dair Avrupa kamuoyunda bir fikir oluşturmak maksadıyla programlı olarak yaptıkları tahrik faaliyetlerinin en önemli kısmıydı'. Polis kayıtlarına göre aralarında pek çok sabıkalı ve mahkûmiyet almış kimselerin de bulunduğu bu kişiler, polise gelen çok miktarda şikâyete bakılırsa Müslümanlara karşı şu faaliyetlerde bulunmaktaydılar:
- Şantaj ve tehditle para istemek.
- Ruhani mercilerinden aldıkları talimat gereği sebepsiz tutuklama ve baskıda bulunmak.
- Dini ve mahalli adetlere yönelik haysiyet kırıcı davranışlarla Müslüman ahaliyi tahrik ederek karışıklık çıkartmaya çalışmak”[19].
İşbirliğinin Yazılı Bir Muhtıra Metni Olarak İlanı
18 Ocak 1919'da Paris Barış Konferansı'nın[20] açılması üzerine iki patrikhane, aralarındaki işbirliğini yazılı bir muhtıra metni haline getirmeyi tasarladılar. Hazırlanan metin Paris’teki Barış Konferansı’na gönderilecek ve iki milletin taleplerinin büyük devletlerce karşılanması istenecekti[21]. Rum Patrik Vekili Dorotheos ve Ermeni Patriği Zaven imzalarıyla açıklanan bu anlaşma metni şöyledir:
Rum-Ermeni Antlaşması
İstanbul Ekümenik Rum Patrikhanesi ve Ermeni Patrikhanesi arasında yapılan barış toplantısı muhtırası
“Osmanlı Ermenileri ve Rumları uzun yıllar benzer şehir ve köylerde beraber yaşamışlardır. İlişkileri sürekli devam etmiş ve birbirleriyle yakından alakalı komşu topluluklar olmuşlardır. Bu iki toplum, kaderlerinin aynı doğrultuda olduğunu ve ancak birbirlerine yakın bir şekilde bağlı kalırlarsa tamamen gelişeceklerini hissetmişlerdir.
Her iki topluluğun da özgürlüğünü elde etme amacı ve yakın doğuda güvenli, modern ve rahat yaşama planları aynıdır. Uzun süren eziyet dönemlerinde birbirlerini takdir etme noktasına gelmişlerdir ve birbirlerine karşı samimi arkadaşlık ve güven duygusu beslediklerini söylemekten mutludurlar. İki milletin ortak bir şekilde yargıya başvurmaları işte tam bu sebeptendir.
Türkler’in tutumu Anadolu ve Avrupa’ya gelip yerleştikleri zamandan beri hiç değişmemiştir. Askerî ve dinî yönetim her zaman berbat ve kaba metodları kullanmış ve bunları son derece acımasız bir tutuculukla uygulamıştır. Hiçbir reform, ne Tanzimat, ne de Meşrutiyet, Osmanlı Hükümeti’nin bu temel özelliğini değiştirmeye yeterli olamamıştır.
İki grup arasında çok net bir ayrıştırıcı çizgi vardır: Bir tarafta egemen Türk; diğer tarafta sevilmeyen, kafir ve reaya diye ezilen Hristiyan. Bugün bile Türk kendisini, mağlup ettiği insanların mutlak sahibi, onların kellelerinin üstünde yaşam veya ölüm kararına sahip ve sadece kendi çıkarları için onları tümüyle yok etmeye imkan verilmiş olarak görür.
Milletlerimizin tarihi, bütün insanlık tarihindeki en kanlı ve korkunç eziyetlerin tarihidir. Alçaklık, soygunculuk, gasp, zorla din değiştirme, cinayet ve katliam; hükümetin bizi yönetmek için son beş asırdır sürekli olarak kullandığı metodlar olmuştur.
İstanbul’dan en küçük köylere kadar tüm Türkiye’de yağmalamanın ve soygunculuğun yer almadığı tek bir yer bile yoktur. Bugün bile durum açıkça böyledir; kubbesinde hala hilali barındıran Ayasofya’dan, yasal sahipleri sürgün edilerek ya da katledilerek Türkler tarafından işgal edilmiş ve el konulmuş Ermeni ve Rum barınaklarına kadar.
Bu suçların affedilmesi ve yağmalamanın tam da işlenmiş olduğu yerlerde meşrulaştırılması ise emsali görülmüş bir şey değildir. Ayrıca son birkaç yıldır Yakın Doğu’da oynanan dram tarihte, Türk tarihinin en karanlık sayfalarından daha dehşetli bir yer almıştır.
Bugünün Türkiye’sinde sayıları, sadece iki buçuk milyon Rum ve bir buçuk milyon Ermeni’ye düşürülmesine rağmen; milletlerimiz özgürlüklerine kavuşturulsalar, sayıları on milyonlara varacaktır.
Müslüman bir topluluğun bu bölgeye gelmesi bu tür vahşi suçlarla olmuştur. Bu topluluğu tanımak, Türklerin bize karşı kullandığı yok etme metodlarını onaylamak ve teşvik etmek anlamına gelirdi.
Bizler bu vatanın daimi sakinleriyiz ve toprağını kendi terimizle ve kanımızla suladık. Hiçbir savaş meydanı, bizim beş asırdır aralıksız seyreden katliamlarda verdiğimizden daha fazla kurban almamıştır.
Her şeye rağmen biz hala bu ülkenin tek ilerici ve üretken unsurları olarak kalmaktayız. Türk, şimdiye kadar ve hala bizim vücudumuzdan beslenen korkunç bir parazit olmuştur. Ne tek bir medeniyet yapıtı üretmiş ne de tek bir şehir kurmuştur. Aksine her yerde ölümü ve yıkımı yaymıştır.
Daha fazla Türk boyunduruğu altında kalmaya zorlanmamamızı talep ediyor ve ne tür denetimlere maruz bırakılırsa bırakılsın böyle bir devlete uymayacağımızı bildiriyoruz.
Millî hakimiyetimizin tekrar kurulmasını istiyoruz. Eğer tüm Rumların ve Ermenilerin kendi millî devletlerinde yaşamaları imkansız bulunursa, içtenlikle, halkımızın en azından, durumların da gerektirebileceği gibi bir Yunan veya Ermeni Hükümeti altında yaşamalarını istiyoruz.
Karadeniz ve Akdeniz’e tamamen ve serbest girişi olan Büyük Ermenistan’a sahip olmayı istiyoruz ve biz Rumlar Kilikya’yı bütünü ile altı Ermeni vilayetine katılmış olarak görmekten mutlu olacağımızı bildiririz. Yasal olarak Yunanistan’a ait olan ama zorla elinden alınan bu toprakların tekrar iadesini istiyoruz ve biz Ermeniler, arzumuzun Trakya; İstanbul, Aydın ve Bursa vilayetleri; Biga bölgeleri (sancakları) ve İzmit’in Yunanistan’a katılması olduğunu bildiriyoruz.
Bu şekilde birleştiklerinde ülkelerimiz doğuda barışın sağlanmasında en güçlü etkenler olacaklardır.
Yukarıda belirtilen taleplerin kabul edilmesi yüce bir adalet çalışması olacaktır ve şundan eminiz ki bu sadece bizim milletlerimizin değil tüm insanlığın menfaatlerine olacaktır.”
Ekümenik Rum Patrik Vekili Dorotheos Ermeni Patriği Zaven İstanbul - 11/24 Şubat 1919[22]
Bu metnin bir kopyası da, o sırada Paris Konferansı dolayısıyla Paris’te bulunan Yunanistan Başbakanı Venizelos’a gönderildi ve “iki tarafın katılımı ve görüş birliğiyle” hazırlanan bu metindeki taleplerin Paris Konferansı’na katılan büyük devletlere iletilmesi istendi. Metni Paris’e, Patrikhane ruhani ve cismani meclislerinin kararıyla, bizzat Rum Patrik Vekili Dorotheos; Trabzon Metropoliti Hrisantos ve bazı Rumlardan oluşan bir heyetle beraber götürmüştü. 3 Mart 1919 tarihinde İstanbul’dan Paris’e hareket eden grup, orada aynı zamanda, millî emellerinin gerçekleştirilmesi için Venizelos’a destek olacaktı[23].
9 Mart 1919 günü de Dorotheos bir beyanname yayınlayarak; Rum Patrikhanesi ile Osmanlı Hükümeti arasındaki münasebetlerin kesildiğini ve Rumların artık tebaa görevlerinden affedildiğini açıkladı[24]. Aynı anlayışı Ermeni Patrikhanesi de uygulayacak ve her iki patrikhane de Rumların ve Ermenilerin artık devletle her türlü münasebetlerini koparmak için uğraşacaklardır. Örneğin bu tarihten itibaren Rum ve Ermeni Patrikhaneleri, mütareke döneminin şartlarının da rahatlığıyla, kendi ahalilerine “Osmanlı Devleti Pasaportu” kullanmayı yasaklayacak ve onun yerine kendilerince hazırlanan “Patrikhane Pasaportu” vermeye başlayacaklardır[25].
Paris Konferansı’nda Patrikhanelerin Faaliyetleri
Paris Barış Konferansı’na Ermeniler iki delegasyonla katılmışlardı. Ermeni Cumhuriyeti’ni temsil eden delegasyonun başında Avedis Aharonyan; Türkiye’den giden ve millî delegasyon denilen, bir bakıma bütün Ermenilerin temsilcileri oldukları belirtilen grubun başında da Bogos Nubar Paşa bulunuyorlardı[26]. Konferansa ortak olarak verilen yukarıdaki muhtıra metniyle beraber Venizelos da, Paris’te Rumlarla birlikte Ermeniler’in de haklarının savunucusu rolünü üstlenmiş gibi bir görüntü oluşuyordu. Teşvikleriyle İstanbul’da iki patrikhanenin işbirliğinin başlatıcısı olan Venizelos[27], bu sayede konferansta Türkiye ile ilgili konuların neredeyse tamamında kendisinin de muhatap kabul edilmesini sağlamaya çalışacaktır. Konferansta yaptıkları her konuşmada birbirlerini destekleyen Bogos Nubar Paşa ve Venizelos’un bu nutukları işbirliğinin en mühim noktalarından birini oluşturmuştur. İkilinin bu nutukları sonradan Arşak Çobanyan tarafından “Fraternité Arméno - Greque (Ermeni-Yunan Kardeşliği)” adıyla kitaplaştırılmıştır[28].
Konferansta 3-4 Şubat 1919 tarihlerinde yaptığı konuşmalarda Venizelos, Ermenilerle işbirliği içinde olduklarının özellikle altını çizmişti[29]. Ermenilerle olan ortaklığı giderek pekiştiren Venizelos, ilerleyen dönemde Anadolu’da yaşanacak olan Yunan işgalini dahi Türkiye’deki Ermenilerin özgürleştirilmesine hizmet eden bir faaliyet olarak açıklayacak ve Anadolulu Ermenilerin Yunan işgaline aktif şekilde destek vermelerini sağlayacaktır[30]. 13 Mayıs 1920 tarihinde, Paris Barış Konferansı’ndaki çalışmalarını Yunan Meclisi’nde anlatırken de, Yunan vekillere hitaben; “ümit ederiz ki, Başkan Wilson Büyük Ermenistan hudutlarını cömertçe çizsin” diyecektir[31].
Ayrıca Yunan Millet Meclisi’nin çeşitli oturumlarında da Anadolu’daki Rum-Ermeni birlikteliği görüşülmüş ve Yunan vekillerin Ermeniler lehine yaptığı konuşmalar dikkatleri çekmiştir. “Asil Ermeni milletine, Yunan halkının sempatilerinin belirtildiği” konuşmalarda vekiller, hükümetin Ermenilere sadece sempati duygusuyla bakmasının yeterli olmayacağını, gerekirse fiilî yardımlarda bulunması gerektiğini vurgulamışlardır[32].
Rum Patrik Vekili Dorotheos da konferanstaki faaliyetleri sırasında Ermenilerle imzaladıkları muhtıra metnine bağlı kalmış ve sadece Rumların değil Ermenilerin de temsilcisi gibi davranmıştı. Trabzon Metropoliti Hrisantos ile birlikte, patrikhaneler arasında imzalanan muhtıra metnini Paris Konferansı’na sunarken, muhtıra metnini de kanıt göstererek, kendisinin bütün Türkiye Hristiyanları adına hareket ettiğini belirtmişti[33].
Dorotheos sulh konferansında Venizelos’la ortak çalışmalar yürütürken, bir yandan da, Anadolu’daki Rum çetelerinin Yunanistan lehine faaliyetlerini devam ettirmelerini sağlamaya çalışmış ve Venizelos’a telkinleriyle, bir Yunan generalin İstanbul’a gönderilerek, ihtilalci Rumların teşkilatlanmalarına destek olmasını sağlamıştı[34]. Bu maksatla Yunan General Paraske Vopolos 30 Mart 1919 günü İstanbul’a gelmiş ve yine Rum ahalinin yoğun sevgi gösterileriyle karşılanmıştı[35]. Ayrıca Yunan Sefarethanesi çetelerin tahrik ve propagandalarına harcanmak üzere Rum Patrikhanesi’ne maddi destek de sağlıyordu[36].
Dorotheos Paris’ten ayrılıp, İstanbul’a dönerken kendisini uğurlayanlar arasında Venizelos da vardı. Venizelos patriği uğurlarken yüksek sesle “Yakında elinizi Ayasofya’da öpeceğim” demişti[37].
Patrikhane heyeti Paris’te bulunduğu sırada İstanbul’da Rumlar ve Ermeniler İtilaf temsilcilerinin de destekleriyle işbirliğini geliştiriyorlardı. 22 Şubat 1919 günü Beykoz Ermeni Mektebi’nde Rumların yortusu münasebetiyle Rumlar ve Ermenilerce ortak düzenlenen ve İngiliz ve Fransız zabitlerinin de iştirak ettiği toplantıda Hristiyan ahali Rum-Ermeni ittifakının önemi konusunda bilgilendirilmişti. Toplantıda konuyla ilgili konuşma yapan bir Ermeni şunları söylemişti:
“... bundan sonra düşmanlarımıza hadlerini bildireceğiz. Rum ve Ermeni ittifakı sayesinde onlar da bizim ne olacağımızı anlayacaklardır. Bakınız şimdiye (kadar) biz zavallılara yapmadık hakaret bırakmadılar. İtilaf Devletleri sayesinde düşmanların pençeleri altından kurtulacağız ve kurtulduk. Yaşasın İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunanistan ve Ermenistan; kahrolsun zalim düşmanımız ... ”[38]
Rum halkı da ellerinde Yunan bayraklarıyla kiliselerde mitingler tertip etmişler ve kiliselere Yunan bayrakları çekmişlerdi. Bağımsızlık istediklerini belirten Rumlar, Patrikhane tarafından hazırlanan aşağıdaki kararnameyi de desteklediklerini bildirmişlerdi:
“Devlet ve milletlerin mukadderatının tayin edildiği şu sırada beşyüz seneden beri esaret altında bulunan Rumlara tam istiklal verilmesini ve ileride Yakındoğu’da asayişin temini için bu müstakil idarenin Yunanistan’a ilhakını talep ve sulh konferansında İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya ve Yunan delegelerine arz için İstanbul Rum Patrik Kaymakamı tayin olunmuştur.”[39]
Hangi taraftan olursa olsun Türklere karşı kazanılan bir başarı her iki tarafı da sevindiriyordu. Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılarca işgali üzerine Ermeniler işgal dolayısıyla Yunanistan’ı tebrik ettiler. Venizelos Ermenilere verdiği cevapta; “Eminim ki, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali Ermeni cemaatine de bir hürriyet ve müsavât devresi açacaktır” demişti[40].
Dorotheos ve Zaven Efendi 3 Temmuz 1919 günü, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne yine ortak hazırladıkları şu dilekçeyi verdiler:
“Asayişsizlik ... Türkiye’de ... bu son zamanlarda hususî surette endişe ve telaşı mucip olmuştur. Millî savunma bahanesi altında Hristiyanlara saldırmaları için çetelerle milisler teşkilatlandırılmıştır ... Babıalî ... bu hareketi doğrudan doğruya desteklemektedir. Osmanlı hükümet adamları yeniden kitle halinde adam öldürmelerin önüne geçmek için, vatanseverlik duyguları hırpalanmış olan Türk milletinin heyecan halinin dikkate alınması lüzumunu, Müttefiklerin göz önünde tutmalarını teminen ileri sürüyorlar. Asayişsizlikten, esas itibariyle, Türk hükümeti mesuldür. Doğu Hristiyanlarının koruyucusu ve mazlum milletlerin kurtarıcısı olan Müttefiklerin münasip görecekleri tedbirleri almaları için temennilerimizi ortaya koymamız hususuna müsaadelerini rica ediyoruz.”[41]
Rum-Ermeni ittifakı ve iki Patrikhane arasındaki işbirliği Türklerle birlikte bir çözüme ulaşma fikrini tamamen ortadan kaldırıyordu. Ekim 1919’da Rum Pontus Gazetesi’ne bir demeç veren Ermeni Patriği Zaven Efendi, iki Hristiyan milletin işbirliği ve Türklerle münasebette bulunulmayacağı konusunda şunları söyledi:
“Müslüman vatandaşlarımızla teşrik-i mesâi edemeyiz ve bize verilen vaadlere asla inanamayız. Biz Ermeniler, Karadeniz Rumlarıyla birlikte hakkımızın yerine getirilmesini talepten geri durmayacağız. Her iki milletin gün geçtikçe kuvvetlenen siyasî dayanışması sayesinde emellerimizi gerçekleştireceğiz. Murahhas olarak gösterdiğimiz Venizelos’a büyük bir itimadımız vardır. Anadolu’dan pek az haber gelmekle birlikte alınan bilgilerden Ermenilere kötü muamelelerde bulunulduğu ve silah altına davet edildikleri bildiriliyor. İleride Ermeni Patrikhanesi’nin takip edeceği yol, Rum Patrikhanesi’nin takip edeceği harekete uygun olacaktır.”[42]
Ermeni Patriğinin bu beyanatı Rum Patrikhanesince de son derece olumlu karşılanmış, aynı tarihlerde Rum Patrikhanesinin, Anadolu'daki Rumların mal ve mülkleri hakkında bazı taleplerine dair Fransa Başbakanı Georges Clemanceau’ya çekecekleri telgrafa, Zaven Efendi’nin de imza atmasını istemişlerdi[43]. Bu olaylar sırasında, 17 Ekim 1919 günü, İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerini ziyaret eden iki patrik, olayları tamamen çığrından çıkaracak bir şekilde Müttefiklerden, “bütün Türkiye’nin işgal edilmesini” istemişlerdi[44]. Ayrıca 1919 yılı Eylül ayı başlarında İstanbul’a gelen Amerikalı General Harbord’ı[45] da, gelişinden kısa süre sonra, Rum ve Ermeni Patrikleri ile onların oluşturduğu heyetler birlikte ziyaret etmişler ve taleplerini dile getirmişlerdi[46].
Rum-Ermeni Birlikteliği Karşısında Millî Mücadele ve Atatürk
Ege bölgesini işgal eden Yunan ordusunun en büyük destekçileri, ortak hareket etmekte olan yerli Rum ve Ermeni çeteleriydi. İşgalci Yunan ordusu yerli Rum ve Ermeni çeteleriyle birlikte Müslüman köylerini yakıyor, Müslüman ahali bu çeteciler tarafından soyuluyordu. Çeteler tarafından Müslüman halka karşı her türlü yağma, gasp, zulüm ve işkence uygulanıyordu[47]. Yunanlıların Ege bölgesinde Rum ve Ermeni çetelerini de kullanarak yaptıkları zulümlerin asıl amacı; “yalnız gasb ve garetden ibaret olmayıb, o havalide Müslümanlık namına bir eser bırakmamak gibi bir siyaset-i imhakârâneye matuf” idi[48]. Yunan ordusu ve yerli çetelerin bu faaliyetlerini organize edenler de Patrikhanelerin emriyle çalışan bölgedeki Hristiyan din adamlarıydı. İznik Rum Metropoliti Vassilios’un; “Geride bir tek ferdi kalmamak üzere Türklerin tamamiyle yok olmasını ne kadar isterdim” şeklindeki beyanatı, Yunan ordusunun ve çetelerin yukarıda açıklanan gayeleri ile bir arada düşünüldüğünde iki grup arasındaki hedef birliğini çok güzel özetlemektedir[49].
Ayrıca çeteciler sadece Ege bölgesinde değil Rum ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu her yerde bu faaliyetlerini sürdürdükleri gibi[50], herhangi bir çete yalnız kendi bölgesinde faaliyet göstermekle kalmıyor, ulaşabildikleri civar yerleşimlerdeki diğer çetelere destek de sağlıyorlardı[51].
19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu’ya geçmesinden itibaren Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a yolladığı raporlarda bölgedeki Rum çetelerinin faaliyetlerinden bahsederken, Ermeni ve Rumların ortak hareket etmekte olduklarını da vurgulamıştı. Örneğin 5 Haziran 1919 tarihinde Havza’dan yolladığı bir raporda; ‘Rum ve Ermeni kundakçıların Hristiyan halkı şımartarak, bölgedeki asayişi yabancılara karşı bozuk göstermek maksadıyla çılgınca hareketlere yönelttiklerinden’ bahsetmişti[52]. Atatürk Anadolu’daki mücadelesi boyunca aynı konu üzerinde durmaya devam etmiş ve İstanbul'a da benzer birçok rapor göndermişti[53].
Atatürk Nutuk'ta da Anadolu'da iki azınlık grubun yaptıklarından ve iki patrikhanenin ortak çalışmalarından bahseder:
“... İstanbul Rum Patrikhanesi'nde teşekkül eden Mavri Mira[54] Heyeti vilayetler dâhilinde çeteler teşkil ve idare etmek kurmak, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Salib-i Ahmer'i, Resmî Muhâcirîn Komisyonu, Mavri Mira Heyeti'nin teshil-i mesâisine hadim. Mavri Mira Heyeti tarafından idare olunan Rum mekteblerinin izci teşkilâtları, yirmi yaşını mütecaviz gençler de dâhil olmak üzere her yerde ikmal olunuyor. Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira Heyetiyle hem fikir olarak çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor .. .”[55]
Atatürk yine Nutuk'da, bu konuda 20 Ekim 1919 günü, Amasya Görüşmeleri başladığında kendilerine ulaşan bilgileri şöyle özetler:
“.Rum ve Ermeni Patrikleri Kuva-yı Milliye aleyhinde Düvel-i İtilâfiyye mümessillerine müracaat etdiler. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Neologos[56] Gazetesi'nde neşr etdiği bir mektubla, harekât-ı millîyye-i âhireden dolayı Ermenilerin muhaceret etmekde olduklarını ilân etdi .,.”[57]
Bu konuya o tarihte Türk basınına yaptığı bir açıklamayla da cevap veren Mustafa Kemal Paşa, Patrik Zaven Efendi’yi, “Kuva-yı Milliyye’yi, Ermeni veya anasır-ı gayr-ı Müslime aleyhtarlığı ile şaibedâr etmek”le suçlamıştı:
“Patrik Zaven Efendi milletin sırf millî hukukunu müdafaa emeliyle vücuda getirdiği vahdeti, bir Ermeni veya anasır-ı gayr-ı Müslime aleyhdarlığı ile şaibedâr etmek istiyor. Bunun için hakikati bu kere de ayrıca açıklamaya mecburiyet görülmüştür. Evvela; Erzincan ve Erzurum havalisinden hicret eden katiyen hiçbir Ermeni ailesi yoktur. Sâniyen; İzmit, Adapazarı, Samsun ve havalisinde olduğu gibi bilcümle Anadolu’da asayiş ve beynelanasır hüsn-i âmîziş her zamankinden daha fazladır ve teşekkür edilecek durumdadır. Hatta Haymana vesâir mahaller rüesâ-yı ruhâniyesi ve Amasya, Tokat vesâir livâların ahali-i Hristiyaniyyesi tarafından hareket-i milliyyenin tamamen mürevviç bulundukları telgrafla Dâhiliye Nezâreti'ne ve ecnebi mümessillerine bildirilmiştir. Sâlisen; hilâf-ı hakikat olarak Anadolu harekât-ı milliyyesini Bolşevizm diye ilân eden, bu memleketi daima İttihatçı hareketiyle şuriş-i mütemadi içinde görmek ve göstermek isteyen Ferid Paşa Kabinesi’nin beyanatından ürkerek ihtimal birkaç zengin aile kendilerince emin gördükleri bir tarafa hanelerini nakletmişlerse bunun mütarekeden beri Adana ve havalisinde ve müstakbel Ermenistan’daki ekseriyeti teşkil için Ermeni komiteleriyle bizzat Patrikhane’nin teşvîkatına katılan ailelerdir ... Zaven Efendi’nin Neologos Gazetesi’nde ne maksatla yayınladığı malumunuz olan mektubun muhteviyatına lüzumundan fazla ehemmiyet atfetmeyi lüzumsuz görürüz”[58].
Londra Konferansı’nda Patrikhanelerin Faaliyetleri
Paris’te başlayan Barış Konferansı görüşmeleri, bir süre sonra İngiltere’nin başkenti Londra’ya aktarılmış ve orada devam ettirilmişti. Londra Konferansı 12 Şubat 1920 tarihinde toplanmış ve ilk oturumlar 10 Nisan’a kadar sürmüştür. Konferansta Türklerle yapılacak barış antlaşmasıyla ilgili tüm başlıklar gözden geçirilmiş ve meseleler ayrıntılı olarak incelenmek üzere çeşitli komisyonlara havale edilmişti. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Londra Konferansı henüz açılmadan, 1919 yılı Ocak ayı içinde, Paris sulh konferansında Ermeni temsilcilerine destek olmak için Paris’e gitmek arzusundaydı[59]. Ancak Paris’teki bu toplantıya katılamayan Zaven Efendi, Londra Konferansı toplanınca, bu defa kesinlikle orada bulunmak için harekete geçti. İstanbul Ermeni Patrikhanesi meclisince bu konuda çalışmak üzere görevlendirilen Zaven Efendi; aynı 12 Şubat 1920 günü, İstanbul’dan hareket ederek önce Paris’e gitti, oradan da görüşmelerin yapıldığı Londra’ya geçti. 23 Şubat 1920 günü Zaven Efendi Londra’ya ulaşmıştı[60]. İstanbul’dan ayrılmadan önce, Ocak ayı içinde Patrik Zaven Efendi, Paris’teki Ermeni temsilcisi Bogos Nubar Paşa’nın “isim günü” münasebetiyle Beyoğlu Balık Pazarı’nda bulunan Ermeni kilisesinde bir ayin tertip etti. Ayine İngiliz ve Fransız zabitleri ile birlikte Rum Patrik Kaymakamı, Kapı Kethüdası ve Rum ayânından bazıları da iştirak etmişlerdi. Ayinin ardından Bogos Nubar'ın Ermeniler için yaptığı faaliyetler anlatılıp, şahsına övgüler dizilmişti[61].
Zaven Efendi Londra'ya gitmek için yola çıkmadan önce de Ermenice gazetelere seyahatiyle ilgili bilgi vermişti. Buna göre; Patrik'in yanında Rönesans Gazetesi Başmuharriri Dikran Efendi tercüman sıfatıyla yer alacaktı. Patrik Efendi seyahatinden İngiliz ve Fransız komiserlerini haberdar etmiş ve seyahati esnasında her türlü kolaylığın gösterilmesini sağlamıştı. Patrik son olarak şunları söylemişti:
“... Milletin elem verici durumu mâlûmdur. Dünyanın geleceğini ellerinde bulunduran zevâta bunu anlatmak için Paris'e gidiyorum. Londra'ya da gitmem pek muhtemeldir.”[62]
Londra'da bulunduğu sırada İngiltere Kralı V. George, İngiltere Başbakanı Lord Curzon, Fransa Cumhurbaşkanı P. Deschanel, Fransa Başbakanı Alexandre Millerand gibi devlet adamlarıyla görüşmeler yapan Zaven Efendi[63]; Yunanistan Başbakanı Venizelos'la da görüşmüştü. Zaven Efendi, Venizelos'a Ermeni davası adına çabaları için teşekkür etmiş; Venizelos da Patrik Efendi'ye faaliyetleri konusunda kendisini desteklediğini belirtmiş ve bu iki Hristiyan milletin (Rumlar ve Ermeniler) aynı kader, aynı sıkıntılar ve aynı düşmanla karşı karşıya olduklarını vurgulamıştı. Ayrıca İstanbul'da bu iki millet arasındaki samimi ilişkilerin ve siyasî birlikteliğin kendisini mutlu ettiğini belirtmişti[64].
Paris'teki görüşmelere katıldıktan sonra 1919 Haziran'ında tekrar İstanbul'a dönmüş olan Rum Patriği Dorotheos da Londra'daki görüşmelere de katılmak üzere 1921 yılı Şubatında İstanbul'dan ayrılarak, Londra'ya gelmişti. Ancak Dorotheos Londra'da rahatsızlandı ve Nisan ayı içinde orada öldü. Dorotheos’un cenazesi İstanbul'a getirilip defnedildikten sonra Rum Patrikhanesi yeni patrik seçimi için hazırlıklara başladı ve Dorotheos'un yerine Kayseri Metropoliti ve Venizelos taraftarı Nikola patrik vekili olarak seçildi. Nikola döneminde de patrikhane Dorotheos dönemindeki faaliyetlerine aynen devam etti. Patrikhanenin Türkiye'ye karşı İtilaf Devletleri nezdinde teşebbüslerini sürdüren Nikola'nın patrik vekilliği döneminde Türk Ordusu Yunanlıları Sakarya Meydan Muharebesi'nde mağlup etmiş, Nikola da görevi boyunca Rum halkıyla birlikte Yunan ordusunun yanında olduklarını belirtmiş ve Rum halkın Yunanistan'a bağlılığını gevşetmemek için uğraşmıştı. Buna rağmen savaştan sonra Nikola'nın görevden alınarak yerine yeni bir patrik seçilmesi gündeme geldi ve kısa süren patrik vekilliğinin ardından 1921 yılı Aralık ayı başlarında Nikola patrik vekilliği görevinden azledildi[65].
Nikola'nın azlinden sonra, 8 Aralık 1921 tarihinde de aslen Giritli ve aynı zamanda Yunan vatandaşı olan, yine Venizelos yanlısı Meletios Metaksakis, İstanbul Rum Patriği olarak seçildi[66]. IV. Meletios adıyla patriklik makamına oturan Meletios Metaksakis, Venizelos'a olan hayranlığı ve Dorotheos ve Nikola'dan daha da aşırı fikirleriyle tanınıyordu[67]. Yunanistan'da Atina Metropoliti iken, Venizelos'la ortak faaliyetleri sebebiyle Kral Konstantin tarafından Atina'dan ve metropolitlik görevinden uzaklaştırılmış olan Meletios, patriklik görevinin yanında, Yunanistan Kralı Konstantin'e karşı, Venizelos ve destekçileri tarafından, merkezi İstanbul olarak teşkil edilen “Ethnik-i Amina (Millî Savunma)” hareketinin de başkanlığını yürütüyordu[68].
Meletios, göreve başladıktan kısa süre sonra Londra'ya gitti ve Dorotheos döneminde yarım kalan müzakerelere bir süre kendisi devam etti. Londra'da çok uzun zaman kalmayarak tekrar İstanbul'a döndü ve Yunan ordusunun başarı kazanmasına destek olabilmek için çalışmaya başladı. Meletios'a göre Türkiye Rumlarının kurtuluşa ermelerinin yolu kesinlikle Yunan ordusunun kazanacağı başarıya bağlıydı[69]. Yeni Patrik görev süresi boyunca katıldığı tüm dinî ve millî törenlerde, Rum halkının Yunan ordusuna maddi-manevi destek vermesini tavsiye edecektir. Bu sayede Bizans'ın yeniden canlandırılacağını savunan Meletios'un bazı ayinlerine Rum ahali, Bizans rozetleri ve Bizans bayraklarıyla katılmıştı[70].
İşbirliğinde Bir Kırılma Noktası: Trabzon
Mütarekeden sonra iki patrikhane tarafından imzalanan muhtıra metninde birçok yerin kime ait olacağı isim isim zikredilirken Trabzon'dan bahsedilmemişti. İki milletin de benzer haklar talep ettiği Trabzon'dan bu metinde bahsedilmemesi işbirliğinin en başından itibaren bu konuda bir ayrılığın var olduğunu gösteriyor. Temel hedefi Batı Anadolu'nun Yunanistan'a bağlanması olan ve İstanbul'daki Rum-Ermeni birlikteliğinin de başlatıcısı olan Venizelos, bu hedefine ulaşması karşılığında Trabzon'un Ermenilere bırakılabileceğini düşünüyordu. Ermeniler de Trabzon'un Ermenistan hudutlarına dâhil olduğunu iddia ediyorlardı[71]. Ancak başta Trabzon Rum Metropoliti Hrisantos olmak üzere bölgedeki Rumlar bu fikre kesinlikle karşı çıkıyorlardı. Onlara göre Trabzon kesinlikle kurulacak “Pontus Cumhuriyeti”nin sınırları içerisinde kalmalıydı. Rum Patriği Dorotheos ile birlikte Paris Barış Konferansı'na katılmış olan Hrisantos, Paris'te Venizelos'la da görüşecek[72] ve bu konuda büyük devletlerin desteğini sağlayabilmek için yoğun çaba harcayacak ama beklediği uluslararası desteği bulamayacaktır. Paris'ten tekrar Trabzon'a dönen Hrisantos, konferansta uğradığı hayal kırıklığına rağmen hedeflerine ulaşma azminden vazgeçmeyecek ve Ocak 1920’de önce Erivan’a, oradan da Tiflis’e giderek Ermeni yetkililerle Trabzon’un geleceği konusunda görüşmeler yapacaktır. Hrisantos Ermenilerle bir şekilde başlatacağı diyaloğun, Venizelos’un siyasî dehası sayesinde kesinlikle Rumlar lehine neticeleneceğini düşünüyordu. Ermenistan ve Gürcistan’da Ermeni yetkililerle görüşen Hrisantos, Trabzon’u tamamen Ermenilere bırakmaktansa, iki tarafın da üzerinde uzlaşabilecekleri bir “Rum-Ermeni Konfederasyonu” sayesinde iki kesimin de bölgedeki çıkarlarını sürdürebilecekleri bir anlaşma zemini oluşturmayı başarmıştı. Hrisantos’un İstanbul’daki Yunan Yüksek Komiseri Kanelopulos’a yolladığı raporlardan konfederasyon konusunda önemli adımlar atıldığı anlaşılsa da, bunun nasıl bir sistemde oluşacağı net değildi[73].
Nitekim “konfederasyon” konusu sadece iki taraf arasındaki bu görüşmelerle sınırlı kalacak ve barış görüşmelerinde de ciddi bir şekilde gündeme getirilmeyecektir. Paris ve Londra Konferanslarında, kurulması tasarlanan “Büyük Ermenistan” içinde zikredilmeyen Trabzon, Sevr anlaşmasında Erzurum, Van ve Bitlis ile birlikte Ermenistan’a dâhil edilecektir. Ancak Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması sayesinde Sevr Anlaşması yürürlüğe giremeyecek ve Lozan’da da Ermeni ve Rum taleplerinin haksız olduğu batılı devletlerce de kabul edilerek, genel olarak Ermeni ve Rum iddialarıyla birlikte Trabzon meselesi de kapanacaktır[74].
Mudanya Mütarekesi ve Rum-Ermeni İttifakının Sona Ermesi
1920 Kasımında Yunanistan’da Venizelos’un hükümetten düşmesinin ardından da İstanbul ve Anadolu’daki Rum-Ermeni ittifakı aynı şekilde devam etmişti[75]. 26 Şubat 1922 günü Arnavutköy Rum kilisesindeki ayine katılan Rum Patriği Meletios’un şerefine, bölgedeki tüm Rum ve Ermeni dükkanları kapatılmış hatta orada dükkânı olan bir Müslümanın dükkanı da Rumlar tarafından zorla kapattırılmıştı. Sokaklar Yunan bayraklarıyla donatılmış ve şenlikler düzenlenmişti[76].
Ancak Trabzon konusunda ortaya çıkan ayrılıktan sonra patrikhaneler arasındaki sıkı birlik bozulmaya başlamıştı[77]. Londra Konferansı’na katılan ancak konferanstan beklediği sonuçları elde edemeyen Zaven Efendi bir süre sonra yeniden İstanbul’a dönmüştü. Zaven Efendi konferanstan beklediği neticeyi elde edemediği gibi İstanbul’da Rum Patrikhanesi ile oluşturdukları işbirliği de artık eskisi gibi devam etmiyordu. 14 Temmuz 1922 günü Rum Patrikhanesi adına Ermeni Patriği Zaven Efendi’yi ziyaret eden Ordu Rum Metropoliti, ilişkileri tekrar canlandırmak adına, Zaven Efendi için bahsedilmeye değer ve önemli bir teklifte bulunmuştu. Metropolit, Ermeni Patrikhanesi’nin Rum Patrikhanesi ile ilişkilerden sorumlu olmak üzere bir komisyon kurmasını teklif ediyordu. Kendileri kısa süre önce, patrikhaneleri bünyesinde Ermeni Patrikhanesi ile ilişkileri yürütecek böyle bir komisyon kurmuşlardı. Böylece karşılıklı kurulacak iki komisyon ilişkilerle ilgili gelişmelerle meşgul olacaktı. Zaven Efendi’ye göre de; bu kritik günlerde böyle bir komisyona kesinlikle ihtiyaç vardı[78]. Zira ilerleyen zaman bu işbirliğinin aleyhine işliyordu. İki tarafın çakışan kimi talepleriyle birlikte Anadolu’da Kuva-yı Milliye’nin kazandığı başarılar[79], İstanbul merkezinde kararlaştırılıp, Anadolu’ya yayılan Rum-Ermeni ittifakında problemlere sebep oluyordu. Ancak bundan sonraki gelişmeler ilişkileri tekrar en baştaki canlı şekline döndürmeye yetmeyecektir. Özellikle 9 Eylül 1922’de İzmir Yunanlılardan kurtarılıp, İstanbul’un da tekrar Türklerin eline geçme olasılığı belirince Rum ve Ermeni derneklerinden kopmalar ve iki grup arasında karşılıklı suçlamalar başlayacaktır. Bazı Taşnak Partisi başkanları Yunanlıları, Ermenilerin yok edilişine neden olmakla suçlamışlardı. Hatta Taşnak başkanlarından Amadoni, 29 Ekim 1922’de, parti içinde Rumlarla işbirliğine devam edenleri suçlayıcı bir konuşma yapmıştı. Aynı şekilde Hınçak Partisi içinde de Rumlarla ittifakı sona erdirme düşüncesi belirmeye başlamıştı[80].
Bunlara rağmen ittifak tamamen bitmiş değildi. İki patrikle birlikte, işbirliğinden halen ümidini kesmeyerek mücadeleye devam etme kararında olan bazı Rum ve Ermeniler her halükarda ortaklığı sürdürmek taraftarıydılar. Rum Patriği Meletios, 25 Eylül 1922 günü İzmir Metropoliti Hrisostomos’un ruhu için Rum Patrikhanesi’nde bir ayin düzenlemiş ve ayinden sonra Ermeni Patriği Zaven Efendi ile birlikte ‘Rumların Anadolu’yu terk etmemesini, bunun için gerekirse ölünmesini, Hrisostomos kadar cesur olunması gerektiğini’ belirten bir bildiri yayınlamışlardı[81]. Rum ve Ermeni komitecilerden bazıları da, özellikle çeşitli kiliseleri sığınma yeri olarak kullanarak bir süre daha ortak çalışmaya devam ettiler. Ancak 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi sonrasında İstanbul’un da işgalden kurtarılacağının anlaşılması ve millî kuvvetlerin İstanbul’da kendilerini hissettirmeye başlamaları bu işbirliğinin tamamen ortadan kalkmasına neden oldu[82].
Bu gelişmelerin ardından, 1922 yılı Aralık ayı içinde, Ermeni Patriği Zaven Efendi Türkiye’yi terk ederek önce Kudüs’e oradan da Bağdat’a gitti. Lozan görüşmelerinin devam ettiği bu tarihlerde Rum Patriği Meletios da, Lozan’dan çıkacak bir kararla yetkilerinin hatta varlığının tehlikeye düşmesi endişesi içinde, Türklere barış mesajları veriyordu. “Ben Yunanistan’dan ziyade Türkiye’nin malıyım” diyen Meletios, Girit’te doğduğunu ve yıllarca Türkiye’ye hizmet ettiğini belirterek, basına - genel hatlarıyla - şu demeci vermişti:
“Türkler ve Rumlarla ile ilgili düne aid ne varsa unutalım, yeni bir sayfa açalım. Artık patrikhane sadece dinî işlerle ilgilenecektir. Geçmişte çok hata yaptık. Bundan sonra Türkler ve Hristiyanlar arasında dostluk köprüsü olmaya hazırız. Daha önce Rumlar tarafından yapılanlar bir cinnet hali idi. İstanbul’da Rumların yaptıklarına ehemmiyet vermek ağırbaşlı adamlara yakışmaz. Türkler aynı şeyi bize tekrarlamayacak kadar geniş gönüllüdür. Şu anda Türklere karşı olan hürmetimiz çok daha fazla artmıştır. Çünkü onlar verdikleri mücadele ile yaşamaya hakları olduğunu bütün dünyaya ispat ettiler”[83].
Ancak Lozan’daki görüşmelerin istediği gibi gitmediğini gören Patrik Meletios da, kısa süre içinde, bu çabalarından bir netice elde edemeyeceğini düşünüyordu. Lozan anlaşmasından arzu ettiği gibi bir metin çıkmayacağını ve artık eskisi gibi istediği her şeyi yapamayacağını anlayan Meletios, daha anlaşma imzalanmadan 10 Temmuz 1923 günü istifa ederek, kiliselerde dağıtılmak üzere hazırladığı bir beyanname ile Türkiye’deki Rum halkına veda ederek Yunanistan’a gitti[84].
Sonuç
Zaven Efendi’den sonra Meletios’un da Türkiye’yi terk etmesiyle Mondros Mütarekesi’nden sonra başlatılan işbirliğinin temel temsilcileri ve uygulayıcıları olan iki ihtilalci din adamı da ülkeden uzaklaşmış oldu. Mondros Mütarekesi’nden sonra gerek İtilaf Devletleri gerekse de ülke içindeki kimi azınlık grupları, Osmanlı Devleti’nin artık kesinlikle sonunun geldiğine ve Türkler’in bundan böyle bağımsız bir devletlerinin olamayacağına inanmışlardı. Rum ve Ermeni ittifakı bu inançtan yola çıkan iki etnik grubun bağımsızlık özlemlerine bir an önce kavuşma amacından başka bir şey değildi. Mütareke ve işgal dönemi boyunca her iki patrikhane de dinî birer müessese olmaktan ziyade, bir ihtilal ve savaş merkezi gibi çalışmışlardı. Dinî merkezlerinden aldıkları talimatlarla - başta işgalcilerle işbirliği olmak üzere - Türklere karşı birçok faaliyette bulunan Rum ve Ermeni ahali tarafından yapılanlarsa, ülkedeki Müslüman ve Hristiyan halkların birbirlerinden tamamen ayrışmalarına sebep oldu. Artık her iki taraf da birbirinin düşmanıydı. Mutlaka her iki tarafta da - Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında - az da olsa bitmeyen dostluklar yaşanmaya devam ettiği gibi bu durumun sonraki yıllarda da sürdüğü malumdur. Ancak mütareke dönemi bu anlamda en yakın ve samimi dostlukların dahi askıya alındığı bir dönem olmuştur. Bir tarafta imzaladıkları anlaşma metniyle omuz omuza, işgalcilerin de desteğiyle, Türkiye topraklarında bağımsızlıklarını ilan edeceklerini açıklayan kiliseler ve onların peşindeki Hristiyan ahali; diğer tarafta ülkeyi işgalden kurtarmak için savaşan Kuva-yı Milliye ve Müslüman-Türk halkı. Millî Mücadele’nin başarıya ulaşarak ülkenin işgalden kurtarılması kiliselerin hedefini boşa çıkarmış, Rum Patriği Meletios’un itiraf ettiği “cinnet hali”yle Müslüman halka yapılanların neticesi ise her iki patriğin de ülkeyi terk etmeleri olmuştur. Bu dönemde yaşananların neticesi sadece patriklerin Türkiye’den ayrılışıyla da sınırlı kalmayacak, Millî Mücadele’nin tüm Anadolu’da kesin zafere ulaşmasıyla, bu dönemde ülkenin birçok yerinde yaşanan onca olayın ardından Ermeni ve Rum ahalinin büyük çoğunluğu da artık burada kalamayacaklarını düşünerek Türkiye’yi terk edeceklerdir. Ülkede kalan Rum ahalinin çoğunluğuysa daha sonra mübadele ile Türkiye’den ayrılacaklardır.