GİRİŞ
Sivas Kongresi sonrasında faaliyetlerini doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’ya bağlı olarak yürütmeye başlayan Gebze ve civarı Kuva-yı Milliye kumandanı Yahya Kaptan’ın[1], İstanbul Hükümeti Harbiye Nezareti’nin de içinde olduğu bir operasyon sonucu 9 Ocak 1920 tarihinde Tavşancıl Köyü’nde katledilmesi Milli Mücadele döneminin karmaşık siyasi ilişkilerinin çarpıcı bir örneği olarak tarihe geçmiştir. Bu vakayı çarpıcı kılan pek çok unsurun şüphesiz en dikkate değerlerinden birisi de Ali Rıza Paşa Hükümeti görevdeyken ve bu hükümetin içerisinde Heyet-i Temsiliye’nin murahhası olarak bulunan Harbiye Nazırı Mersinli Cemal Paşa’nın onayı ve hatta girişimiyle gerçekleşmiş olmasıdır. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’ne bağlı İstanbul’daki teşkilatın iskeletini oluşturan Karakol Cemiyeti liderlerinin de Yahya Kaptan aleyhine tavır koymuş olmaları meselenin bir başka boyutudur. Yahya Kaptan çevresinde gelişen olayların Ali Rıza Paşa Hükümeti, Karakol Cemiyeti ve Heyet-i Temsiliye arasında yaşanan nüfuz mücadelesinin bir uzantısı olduğu pek çok çalışmada vurgulanmıştır[2]. Aslında Milli Mücadele tarihi açısından Yahya Kaptan isminin sahip olduğu özel önem, büyük oranda Mustafa Kemal Atatürk’ün bu isme Nutuk’ta vesikalarla beraber 25 sayfa gibi son derece geniş bir bölüm ayırmış olmasından kaynaklanmaktadır[3]. Bu andan itibaren Yahya Kaptan ismi Milli Mücadele’nin sembollerinden birisi haline gelmiş, Nutuk’ta neşredilen belgeler ve Atatürk’ün meseleyi yorumlama biçimi de sonraki çalışmalara temel teşkil etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta Yahya Kaptan meselesini detaylı bir şekilde anlatacak olmasını, bu meselenin “inkılap safahatından mühim birine dahil ve çok manidar” olmasıyla izah eder. Bu izah tarzı, pek çoğu Milli Mücadele’de önemli roller oynamış muhalif isimlerin İzmir suikasti davası vesilesiyle henüz tasfiye edilmiş oldukları düşünülürse, Atatürk’ün meseleyi güncel politikalara uygun bir yönde ele alacağının da işaretidir[4]. Atatürk’ün konuyla ilgili neşrettiği en erken tarihli belge, kendisine İzmit teşkilatı tarafından tavsiye edilen Yahya Kaptan’dan gelen Kuşcalı mahreçli ve 4 Ekim 1919 tarihli telgrafnamedir. Bu belgeye en yakın tarihli diğer belge ise yaklaşık bir buçuk ay sonrasına ait olup, 20 Kasım 1919’da İstanbul'dan Kara Vasıf Bey tarafından gönderilen ve Gebze Kaymakamı ile Yahya Kaptan'ı itham eden şifredir. Bundan sonra Yahya Kaptan hakkında İzmit'ten gönderilen lehte ve İstanbul'dan gönderilen aleyhte raporlar arka arkaya sıralanarak, Yahya Kaptan'ın katledilmesi olayı ile ilgili önemli değerlendirmeler yapılır. Buna göre; Ali Rıza Paşa Hükümeti ve İstanbul'daki teşkilat bu cinayetin işlenmesine ön ayak olmuştur ve bunun da iki önemli sebebi vardır: Birincisi Sait Molla'nın mensup olduğu gizli teşkilata bağlı olarak Gebze ve Kartal'da faaliyet yürüten çetelerin işlediği suçların Heyet-i Temsiliye'ye mensup şahıs ve müfrezelere yüklenmesinde ve böylece vatanperver yaşayan zevatın kandırılmasında gösterilen maharet, ikincisi ise İstanbul teşkilatı mensuplarının Heyet-i Temsiliye'den bağımsız hareket etmek konusundaki ısrarları ve bunu izzet-i nefs meselesi yapmalarının neticede onları yanlış bir yola sevk etmesidir[5]. Özellikle ikinci tespit doğrulanabilir mahiyetteyse de pek çok veri Yahya Kaptan olayının daha net anlaşılabilmesi için bazı ayrıntılar üzerinde yeniden durulmasının bir zorunluluk olduğuna işaret etmektedir. Bu ayrıntıların yanında Nutuk'ta ve konuyla ilgili yapılan çalışmalarda zikredilmeyen bazı belgeler de meselenin yeniden ele alınmasını gerektirecek önemdedir. Bu makalenin amacı da bilinen kaynakların yeniden değerlendirilmesi ve bazı yeni belgelerinde ortaya konmasıyla Yahya Kaptan hadisesinin daha doğru anlaşılmasına katkı sağlamaktır.
Nutuk'ta, gerek milli kuvvetlerin gerek Yahya Kaptan'ın Gebze ve civarındaki faaliyetlerine dair geçmişe yönelik her hangi bir bilgi bulunmamakta ve Yahya Kaptan'ın bölgedeki varlığı Ekim başından, yani Mustafa Kemal Paşa'nın doğrudan emrine girmesi tarihinden itibaren ele alınmaya başlanmaktadır. Yine Yahya Kaptan'ın Mustafa Kemal Paşa ile doğrudan temasa geçtiği 4 Ekim 1919 tarihinden, Kaptan aleyhine İstanbul'dan gönderilen 20 Kasım 1919 tarihli ve Gebze Kaymakamı ile Yahya Kaptan'ı suçlayan şifreye kadar geçen yaklaşık bir buçuk aylık süre zarfına ait her hangi bir belge de ortaya konmamıştır. Ne var ki bu bir buçuk aylık süreçte meydana gelen bazı olaylar Yahya Kaptan meselesinin daha kapsamlı değerlendirilmesi için son derece önemlidir.
Öncelikle Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçtiği 4 Ekim 1919 tarihinden önce Yahya Kaptan’ın Gebze’deki konumunu ortaya koymak gerekecektir. Bu irtibatın başladığı tarihe kadar Yahya Kaptan bölgede Karakol Cemiyeti bünyesinde faaliyet göstermekteydi. Dolayısıyla Yahya Kaptan’ın konumu da, mütarekenin akdinden Sivas Kongresi’nin toplanmasına kadar geçen dönemde Kocaeli yarımadasında milli teşkilat yapan Karakol Cemiyeti’nin faaliyetleri bağlamında değerlendirilmelidir.
SİVAS KONGRESİ SONRASI BÖLGEDE ARMHC’NİN TEŞKİLATLANMAYA BAŞLAMASINDAN ÖNCE KOCAELİ YARIMADASI’NDA MİLLİ TEŞKİLATLANMA VE YAHYA KAPTAN
Karakol Cemiyeti
Genel olarak Karakol Cemiyeti’nin Mondros Mütarekesi’nin akdedildiği 30 Ekim 1918 tarihinden birkaç gün sonra kurulduğu kabul edilse de bu tarihin mütarekeden on gün öncesine kadar götürülebileceğine dair önemli kanıtlar da mevcuttur[6]. Hüsamettin Ertürk’e göre cemiyetin kurulmasına dair talimat ülkeyi terk etmeden hemen önce Talat Paşa tarafından eski İaşe Nazırı Kara Kemal’e verilmiş ve Kara Kemal de bu talimatı Kara Vasıf Bey’e iletmiştir. Ertürk, Talat Paşa’nın böyle gizli bir cemiyetin kuruluşu için ileri sürdüğü gerekçeyi “İttihatçılıkta sebat edeceklerin gizli bir teşekkülle birbirlerine bağlanması gereği” olarak açıklar[7]. Hüsnü Himmetoğlu ise kuruluşa dair talimatın Enver ve Talat Paşaların her ikisi tarafından verildiğini ifade ederek cemiyetin maksatlarını daha şümullü olarak ortaya koyar. Buna göre halkın kötü tanıdığı İttihat ve Terakki Cemiyeti, Karakol isimli bu teşkilatla maskelenerek İmparatorluğun uğradığı kayıpların imkan nispetinde azaltılması için İtilaf Devletleri’yle mücadeleye devam edilecek ve bunu yaparken de İstanbul’un bütün imkanlarından ve her türlü yardımlarından faydalanılacaktı. Her iki Paşa’nın yurt dışında yapacağı faaliyetler Karakol Cemiyeti’nin faaliyetleriyle paralel yürütülecekti[8]. Ahmet Hamdi ( Başar)’a göre ise “Kara Kemal’in maksadı, Anadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğindeki Milli Kurtuluş Hareketi’ni bir İttihatçı hareketi haline sokarak etkisi altına almaktı. Bu hedefle başta eski Maliye Nazırı Cavid Bey olmak üzere bir çok İttihatçı kodamanlar birleşmişlerdi...”[9]. Kimi araştırmacılara göre cemiyetin ilk üç kurucusu Kurmay Albay Kara Vasıf Bey, Dava Vekili Refik İsmail Bey ve Emekli Yüzbaşı Baha Sait iken daha sonra Kel Ali (Çetinkaya), Yenibahçeli Şükrü (Oğuz), Çerkez Reşit ve sevkıyatçı Rıza da Kara Vasıf Bey tarafından kurucular arasına dahil edilmiş, bir üçüncü adım olarak Karadeniz Boğazı Komutanı Kurmay Albay Galatalı Şevket, eski 10. Kafkas Fırkası Komutanı Kurmay Yarbay Kemalettin Sami, Kurmay Albay Edip Servet* ve Piyade Yarbayı Rıza Beyler de dahil edilerek on bir kişilik ilk Merkez Heyeti oluşturulmuştur[10]. Karakol Cemiyeti’nin Kara Vasıf Bey tarafından kaleme alınan[11] “Teşkilat-ı Umumiye Nizamnamesinin birinci maddesi kuruluşun amacını şöyle açıklamaktadır: “Karakol Cemiyeti, milletin vahdeti, hürriyet ve hakimiyet-i mutlakasını ve vatanın siyasi, coğrafi ve iktisadi tamami ve istiklalini temine çalışır. İşbi mukaddesat-ı tabiiye-i milliye ve mülkiyeyi muhil her nevi ukud, kuyud ve şurudu suret-i katiyyede red ve keenlemyekun add ve ilan eder. İşbu hukuku milliye ve mülkiyeyi her mütecaviz ve müstevliye karşı icabında silah kuvvetiyle müdafaa ve muhafaza için Karakol Cemiyeti, milletin kudret ve hakimiyet-i milliyesine, alem-i İslam’ın salabet ve gayret-i diniyyesine, milletlerin hukuk-u tabiyelerini teslim ve müdafaa eden teşkilat-ı beynelmileliyenin müzaheret-i medeniye ve necibanesine istinaden Türkiye’de ber vech-i ati teşkilatı icra ve izhar eder”[12].
Nizamname’ye göre Cemiyet’in faaliyetleri sekiz bölümde toplanmaktaydı:
- Siyaset-i umumiye istihbarat, umur-u hariciye,
- Propaganda ve Karakol şubelerinin tesisi ve teşkilatı,
- Milli ordu ve muharebe çeteleri teşkilatı, seferberlik ve harekat-ı harbiyye,
- Kuvve-i umumiye, esliha, mühimmat, malzeme tedarik ve ihza-rı,
- Umur-u maliye ve hesabiye,
- Nakliyat ve sevkiyat,
- Muhabere, muvasala,
- Muamelat-ı zatiye, mahakim ve umur-u cezaiye[13].
Nizamnameye göre Karakol Cemiyeti’nin Merkez-i Umumi azalarının isimleri ve adetleri gizli tutulacak, Merkez-i Umumi’nin devlet daireleri, resmi makamlar, yabancılar, basın, siyasi partiler, kulüpler ve şahıslarla ilişkileri ise seçilecek beş delege ve onların son derece gizli bir şekilde seçeceği ekipler tarafından temin edilecekti. Bu beş delegenin her birinin başında olacağı daireler; 1- Siyaset, İstihbarat ve Hariciye, 2- Ordu teşkilatı, kuva-yı umumiye, silahlanma, seferberlik, harp harekatı ve hain kuvvetleri imha, 3- Sevkıyat, nakliyat, muhabere ve muvasala, 4- Gelir-gider, 5- Propaganda, muamelat-ı zatiye, yargılama ve cezalandırma işleriyle ilgilenecekti. Cemiyet yurt sathında köylere kadar varan bir teşkilat öngörmekteydi[14].
Karakol Cemiyeti’nin güvenilir kimselere gönderilen “Teşkilat-ı Umumiye Talimatname”sinde ise silahlı grupların teşekkülü ve bunların faaliyetlerine dair ayrıntılı açıklamalar mevcuttu. Talimatname, Osmanlı Ordusu’nun mevcut kadro ve askeri teşkilat esası üzerine kurulmuş gizli bir Milli Ordu’dan bahsetmekteydi ve bu ordunun başkumandanının, erkan-ı harbiyesi’nin, ordu, kolordu ve fırka kumandanları ile bunların erkan-ı harbiyelerinin seçilmiş ve tayin edilmiş olup gizli tutulduklarını beyan ediyordu. Milli Ordu teşkilatına dahil Karakol şubeleri kendi hududu içinde ve civar bölgelerde siyasal faaliyet yürüten gayr-ı Müslim unsurlarla ve Müslim yahut gayr-ı Müslim adi çetelerle de mücadele ederek emniyet ve asayişi temin edecek muharebe çeteleri teşkil etmekle mükelleftiler. Programda cemiyetin maksadının sair unsurları imha ve zarara uğratmak olmayıp yalnız sair unsurların Müslümanlara karşı yapacakları her cinayet ve zararı misliyle cezalandırmayı vazifelerinden saydığı ve bu sebeple kana kan, göze göz, mala mal alıp ve hem de mukabele-i bilmisilde asgari iki misliyle hareket edeceği açıkça ilan edilmişti. Ayrıca haince faaliyetler içinde bulunanlardan nüfuz ve etki sahibi olanlar uyarılara rağmen faaliyetlerine devam ederlerse, oluşturulacak fedai teşkilatları vasıtasıyla derhal idam olunacaklardı[15].
İstanbul sathında semt semt teşkilatlanan Karakol Cemiyeti[16] Anadolu’daki direnişin iyice şekillenmesiyle İstanbul-Anadolu arasında insan, malzeme ve bilgi akışı için deniz yolunun yanında güvenli bir karayolu güzergahı oluşturmak için “menzil teşkilatı” kurulmasına karar vermişti. Menzil teşkilatı kurulması işi cemiyetin Üsküdar şubesine tevdi edilmiş ve bu hattın komutanlığına da Yenibahçeli Şükrü (Oğuz) Bey tayin edilmişti[17].
Menzil hattının kurulması işi ile birinci derecede Kadıköy’de inzibat zabiti olarak görev yapan Yüzbaşı Dayı Mesut ve Maltepe Endaht Mektebi’nden Yavuz Fehmi Bey ilgilenmekteydi[18]. Cemiyet’in İstanbul’un Anadolu yakasındaki faaliyetlerini kolaylaştıran Üsküdar Jandarma Tabur Kumandanı Remzi Bey, Karadeniz Müstahkem Mevki Kumandanı Emin Paşa[19] gibi isimlerin yanında Gebze’de Hükümet Tabibi Doktor Fahrettin (Fahri Can) ve Maltepe Endaht Mektebi Müdürü Binbaşı Necati Bey gibi isimler bulunmaktaydı. Binbaşı Necati Bey milli çetelerin giyim ve iaşeleri ile ilgilenmekteydi[20]. Yukarıda sayılan isimler dışında Üsküdar Jandarma Tabur Kumandanı Remzi Bey’in yardımcısı Atıf Bey, Gebze Jandarma Kumandanı Nail Bey, Kartal Jandarma Kumandanı İzzet ve İzmit Jandarma Kumandanı Kerim Beyler de Menzil Teşkilatı’nın ihtiyaçlarını üstlenen isimlerdi. Menzil hattının Anadolu yakasındaki ilk durağı ise Sultantepe’de Şeyh Ata Efendi’nin Özbekler tekkesiydi ve hat Geyve’ye kadar devam etmekteydi. Şüphesiz ki gerek İstanbul-Anadolu arasında güvenli bir yol tesis etmek, gerek bölgedeki Müslümanları Rum çetelerin saldırılarından korumak için atılması gereken önemli bir adım da bölgede silahlı teşekküller oluşturmaktı. Bu kapsamda seyyar gruplar kurulmuştu. Bu gruplar ise Maltepe Endaht Mektebi Talim Heyeti’nden Yüzbaşı Fehmi, Yüzbaşı Hulusi (Demir), Mülazım Kazım, Kadıköy İtfaiye Tabur Kumandanlığı'ndan Mülazım Ali, Mülazım Küçük Osman, Süvari Mülazımı Bedri Beyler tarafından kumanda edilmekteydi[21]. Teşkilatın silahlı gücünü takviye eden en mühim gelişmelerden birisi ise bölgede faaliyet gösteren önemli Müslüman çeteleri bünyesine dahil etmiş olmasıdır. İhtida etmiş bir Bulgar olan ve Teşkilat-ı Mahsusa adına önemli faaliyetlerde bulunup mütarekenin ardından kurduğu çeteyle Mart 1919’dan itibaren Alemdağ civarında her hangi bir örgütle bağlantısı olmaksızın münferit olarak Rumlara karşı faaliyet yürütmeye başlayan Bulgar Sadık da bu kapsamda ikna edilerek çetesiyle beraber teşkilata dahil edilmişti[22].
Karakol Cemiyetinin Gebze’deki Yapılanması ve Yahya Kaptan’ın Bölgeye Gelişi
Karakol Cemiyeti'nin Kocaeli Yarımadası'nda en etkin olduğu bölge Gebze idi. Mütareke'yi takip eden aylarda Gebze kazasında kuvvetli bir İttihatçı yapılanmanın oluştuğu görülmektedir. Kaymakam Ferit Bey, Kadı Mithat Efendi, Jandarma Kumandanı Nail Bey ( 1919 Nisan ayında göreve başlayacaktır ), Müftü Hüseyin Hüsnü, hükümet tabibi Fahrettin[23], Hakim Nihat, Savcı Nazmi, Mal Müdürü Behram Efendiler gibi hepsi de mücadele yanlısı İttihatçı isimler burada bir araya gelmişlerdi[24]. Daha Mart 1919'da Rum Patrikhanesi, Gebze'de Müslüman köylülerin silahlandığı, bir takım Arnavut çeteler teşkil edilerek Hıristiyanlara karşı saldırılar tertiplendiği ve kaza idaresinin bu gelişmelere seyirci kaldığı yolundaki şikayetlerini Dahiliye Nezareti'ne bildirmiş ve Nezaret de 26 Mart 1919'da İstanbul Vilayeti’nden iddiaların incelenmesini istemişti[25]. Bu bağlamda Gebze’ye giden Üsküdar Jandarma Tabur Kumandanı Remzi Bey, başını Kesriyeli Arslan’ın çektiği, siyasal içeriği olmayan eylemlere iştirak eden ve 23 Mart 1919 tarihli tecil-i ceza kararnamesinden istifade etmek üzere jandarmaya teslim olan çete mensupları dışında, bölgede ne Arnavutlardan ve ne de asker kaçaklarından müteşekkil bir çete bulunmadığını rapor etti[26]. Ne var ki devam eden şikayetler üzerine kaymakam Ferit ve Müftü Hüseyin Hüsnü’nün Nisan sonunda görevlerinden azledildikleri ve Nail Bey’in de, yine aynı sebeplerle azledilen selefinin yerine Gebze Jandarma Bölük Kumandanlığı görevine bu sıralarda getirildiği anlaşılmaktadır. Yeni Kaymakam ise Nurettin Bey’di[27]. Ama ne Ferit Bey ve ne de Hüseyin Hüsnü Efendi Gebze’yi terk etmişlerdi. İngiltere Fevkalade Komiseri’nin Gebze eski kaymakamı Ferit, eski müftü Hüseyin Hüsnü ve yeni atanmış olan müftü ile Belediye Tabibi Fahrettin Efendi ve Jandarma Kumandanı’nın Hıristiyanlara karşı tahriklerde bulundukları ve Müslümanlara silah dağıttıkları yolundaki uyarısı üzerine[28], Dahiliye Nezareti 4 Ağustos 1919 tarihli yazısıyla inceleme yapılmasını İstanbul Vilayeti’ne bildirdi[29]. İnceleme talebi kendisine ulaşan Gebze Kaymakamı Nurettin Bey 12 Ağustos 1919 tarihli raporunda, ‘göreve başladığı Nisan sonundan itibaren yeni Jandarma Kumandanı Nail Bey ile beraber yaptıkları yoğun çalışmalar neticesinde kazanın şekavet pisliğinden temizlendiğini ama asayişin varlığından rahatsız olan ve İttihat ve Terakki’yi yeniden iktidara taşımaya azmetmiş eski kaymakam Ferit, eski müftü Hüseyin Hüsnü ve doktor Fahrettin’in “mevcut hükümetin meşru olmadığı, milletin harekete geçmesi gerektiği, milli teşkilata şiddetli ihtiyaç duyulduğu, Yunanlılar tarafından silahlandırılan Darıca Hıristiyanlarına karşı Müslümanların da silahlanması gerektiği, Enver ve Cemal Paşalar’ın Kafkasya, Rauf ve Mustafa Kemal Paşalar’ın da Erzurum’da birleşik bir kütle olarak bir araya gelip milli teşkilat yaptıkları” yolunda propaganda ve faaliyette bulundukları haberlerinin son derece artması üzerine Hıristiyanların büyük korkuya kapıldığını, Rum gazetelerinin Arnavut çetesinin Ferit ve zabitan tarafından himaye gördüğünü açıkça yazmakta olduklarını ve bu durumda halkı teskin etmek için Ferit, Hüseyin Hüsnü ve Fahrettin’in Gebze’den uzaklaştırılmalarını idari ve siyasi açıdan bir zorunluluk olduğunu bildiriyordu. Gebze Kaymakamı, yaptığı çalışmalarla kazada İttihatçı yapılanmanın önüne geçtiğini ve bölgesinde unsurlar arası olaylara izin vermeyeceğini de ifade ediyordu. Yeni Jandarma Kumandanı Nail Bey hakkındaki iddiayı da yalanlayarak, Nail Bey’in divan, köy bekçi ve korucularına nizama uygun olarak dağıtmaya zorunlu olduğu 150 adet silah dışında gayr-ı resmi olarak hiç kimseye silah vermediği, bekçi ve koruculara dağıtılan silahların asayişi sağlamak yolundaki katkısının hariçten çete taarruzlarının son bulmuş olmasından anlaşılabileceğini ifade ile Tavşancıl’a geldiği ihbar edilen bir miktar silahın ortaya çıkarılması için gerekenlerin yapıldığını bildiriyordu[30]. Üsküdar Mutasarrıflığının görüşü de Ferit, Hüseyin Hüsnü ve Fahrettin Efendiler’in Gebze’den uzaklaştırılmaları yönündeydi[31]. Bu bilgiler kendisine ulaşan Dahiliye Nezareti 28 Ağustos tarihli yazısıyla Ferit, Hüseyin Hüsnü ve Fahrettin Efendilerin ahaliyi hükümete karşı kışkırtmak ve unsurlar arasında düşmanlığı körüklemek suçlarından dolayı gereken tahkikatın acilen yapılarak evrakın da Divan-ı Harb-i Örfi’ye gönderilmesini İstanbul Vilayeti’ne emretti[32]. Doktor Fahrettin (Fahri Can) kendi anılarında köylülere silah dağıtılmasının kendi fikri olduğunu söylemektedir. Buna göre Gebze bölgesindeki Müslüman köylere karşı süregelen Şile-Yeniköy Rum eşkıyasının saldırıları ve jandarma kuvvetinin bu çetelerle mücadele edebilecek durumda olmaması sebebiyle, kendi önerisiyle Gebze Jandarma Bölük Kumandanı Yüzbaşı Nail Bey bütün köylerdeki gençlerin bir listesini alarak muhtarlar vasıtasıyla jandarma deposundaki silah ve cephaneyi köylülere dağıtmış, ayrıca bütün köylerde bir nöbet ve parola sistemi yürürlüğe sokulmuştu[33]. Anlaşılan Gebze Jandarma Kumandanı Nail Bey, İttihatçı yapılanmayla olan ilişkisini Kaymakam Nurettin Bey’den gizlemeyi başarabilmişti. Köylülere silah dağıtma işini yasal prosedüre dayandırmış ve Nurettin Bey’in şehadetiyle görevine devam edebilmişti.
Aslında Kaymakam Nurettin Bey’in Gebze’deki ilişkileri son derece karmaşıktır. Kendisi Nail Bey’i aklamaya çalışırken, ileride bölgedeki İttihatçılar tarafından istenmeyen adam ilan edilecektir ve aynı muameleye maruz kalacak olan Yahya Kaptan’ı Karakolculara karşı müdafaa edecektir. Nurettin Bey bölgede İttihatçı faaliyetleri engellediğini iddia etse de onun kaymakamlığı döneminde Rum çetelere karşı daha etkili bir girişim olarak Gebze Hükümet Tabibi Fahrettin Efendi, Kara Arslan çetesiyle irtibata geçti ve çete reisi Arslan Kaptan’ı Yeniköy Rum çetelerine karşı mücadele etme konusunda ikna etmeyi başardı. Buna paralel olarak Yüzbaşı Nail Bey de Gebze eşrafını, civardaki mal ve mülklerini Yeniköy Rum çetelerine karşı muhafaza etmesi karşılığında Arslan Kaptan’a her ay belli bir meblağ ödemeleri konusunda ikna ediyordu. Böylece daha önce Rum çeteleriyle karşı karşıya gelmemeyi tercih ederek ihtiyaçlarını da köylerden karşılayan Kara (Büyük) Arslan çetesi Gebze bölgesinin ilk seyyar milli kuvveti olarak ortaya çıkmış oldu. Bir süre sonra Sarı (Küçük) Arslan çetesi de kazanıldı. Bölgede güçlenen milli kuvvetlerin daha sistemli çalışması ve belli bir düzene kavuşması maksadıyla Yenibahçeli Şükrü Bey, Gebze mıntıkasındaki silahlı milli kuvvetlerin başına Yahya Kaptan’ın getirildiğini Gebze’ye bildirdi. Beraberinde on iki kişilik müfrezesi ve Osman Kaptan bulunduğu halde bölgeye gelen Yahya Kaptan Tavşancıl’ı kendisine karargah olarak seçti ve yerleştiği eve derhal bir jandarma telefonu bağlandı. Gebze Jandarma Bölük Kumandanı Nail Bey bütün karakollara Yahya Kaptan’a karşı saygıda kusur etmeyerek kendisini bir amir gibi görmeleri emrini verdi[34]. Yahya Kaptan’ın Tavşancıl’a geliş tarihi Şükrü Uras tarafından 1919 yılı Haziran ayı olarak verilmektedir[35]. Burada altı çizilmesi gereken meselelerden birisi de Yahya Kaptan’ın Kocaeli yarımadasındaki silahlı milli müfrezelerin değil, sadece Gebze bölgesindeki silahlı grupların başına getirilmiş olmasıdır[36]. Yüzbaşı Hulusi, Bulgar Sadık, Küçük Arslan gibi gruplar Yahya Kaptan’a bağlı değillerdi. Yahya Kaptan grubunun en önemli isimleri ise Büyük Arslan ve İdris Beylerdi. Nurettin Bey’in raporunda bahsettiği Tavşancıl’a giden silahlar meselesi de Yahya Kaptan’ın Ağustos ayında bölgede teşkilatını ikmal etmekte olduğunu göstermektedir. İleride görüleceği gibi, Yahya Kaptan’a bağlı silahlı adamların sayısı zamanla olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. Bunların ihtiyaçlarının, yine ileride görüleceği gibi yerel kaynaklardan ( aşar gelirleri ve tütün sevkıyatı gibi ) ve İstanbul’dan getirilen parayla karşılandığı anlaşılmaktadır. Halil Paşa anılarında, kendisi Tavşancıl’dayken Kara Vasıf Bey’in köye geldiğini ve Yahya Kaptan’a 4.000 lira teslim ettiğini anlatmaktadır[37]. Sonuç olarak Karakol Cemiyeti 1919 Sonbaharı’na girilirken Kocaeli yarımadasında artık önemli operasyonlara imza atabilecek bir konumdaydı.
Yahya Kaptan’ın Bölgedeki Faaliyetleri
Yahya Kaptan’ın bölgede Heyet-i Temsiliye öncesi döneme ait tespit edilebilen faaliyetlerinin başlıcaları şunlardır; Kurduğu teşkilatın silah ihtiyacını karşılamak için Şevket Turgut Paşa’nın Harbiye Nazırı olduğu dönemde Ahırkapı cephaneliğinden beş yüze yakın silah ve otuz sandık cephaneyi kaçırarak Tavşancıl’a getirmek, Darıcalı İstelyanos çetesini imha etmek, yine bir başka Rum çetesini de pusuya düşürerek önemli zayiat verdirmek, Darıca gümrüğündeki yetmiş beş çuval unu ele geçirerek Anadolu’ya göndermek[38]. Ne var ki aynı günlerde Yahya Kaptan’ın, bölgedeki vazifesine mevcut şartlar altında devam etmek konusunda çok istekli olmadığına dair veriler de mevcuttur. Halil Paşa ve Küçük Talat Bey’in Bekirağa Bölüğü’nden kaçırılması eyleminde, söz konusu şahısları Çamlıca’da teslim alarak Kocaeli Yarımadası’ndan çıkarmak konusunda İbrahim (Çolak) Bey tarafından ikna edilmeye çalışılan Yahya Kaptan, “yalnız müşkül vazifeler için aranıldığını, sair zamanlarda hatırını bile soran olmadığını” ifade ederek itiraza yeltenmiş ancak sonuçta görevi kabul etmişti[39]. Anlaşılan “sair zamanlarda hatırını bile soran olmadığı” ifadesiyle madden desteklenmediğini ima ediyordu ki yukarıda da belirttiğimiz gibi Kara Vasıf Bey bir hafta içerisinde 4.000 lirayı getirip Tavşancıl’da Yahya Kaptan’a teslim etme ihtiyacı hissetmişti. İzmit Mutasamflığı’nın Dahiliye Nezareti’ne gönderdiği 3 Eylül 1919 tarihli şifreden ise Değirmendere-İznik yoluyla Eskişehir’e doğru sevk edilen firarilere, Yahya Kaptan ve Arnavut Arslan’ın refakat ettiklerinin hükümet tarafından öğrenildiği anlaşılmaktadır[40]. Bu önemlidir zira İstanbul hükümetlerinin Yahya Kaptan’ın bölgedeki varlığı ve faaliyetleri konusundaki tavrında şüphesiz ki etkili olacaktır. Yahya Kaptan, başlangıçta kendisini destekleyen Gebze Jandarma Bölük Kumandanı Yüzbaşı Nail Bey’le de sorunlar yaşamaktaydı. Bu sorunun temelinde ise Yahya Kaptan’ın Nail Bey’i kendi üzerinde bir otorite olarak görmek istememesi yatmaktaydı. Nitekim Yahya Kaptan’ı Mustafa Kemal Paşa’ya öneren ARMHC İzmit teşkilatı sorumlusu Sırrı Bey bile Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği 12 Ekim 1919 tarihli telgrafta şu açıklamayı yapmayı gerekli görecektir: “Artık yüz göz olduğu Nail Bey’in Yahya Kaptan üzerinde nüfuz-u resmisi kalmadığından doğrudan doğruya taraf-ı samilerinden gönderilecek cerzebeli ve kudretli bir zabitin o civar teşkilatını emri altına alması katiyen taht-ı mecburiyededir”[41].
Heyet-i Temsiliye’nin İstanbul'un Anadolu Yakasında Teşkilatlanma Çabası ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yahya Kaptan’la İlişkiye Geçmesi
Heyet-i Temsiliye’nin İstanbul’un Anadolu yakasında teşkilat yapma girişimleri, Sivas Kongresi’nin ardından ARMHC’nin mümkün olan her yerde teşkilatlanarak nüfuz alanını genişletmek ve yine mümkün olan her yerde gerektiğinde silahlı harekat gerçekleştirmeye hazır milli müfrezeler teşkil etmek çabasının bir uzantısıdır. Heyet-i Temsiliye’nin bu faaliyetlerinin İstanbul'un Anadolu yakasındaki yansıması şu seyri takip etmiştir; 2 Ekim’de Yahya Kaptan’ın İzmit tarafından kendisine tavsiye edildiği günün akşamı (2/3 Ekim) Mustafa Kemal Paşa Sırrı Bey’e bir telgraf çekerek, İzmit’te olduğu gibi Gebze ve havalisinde de milli harekatın tesis edilmesi gerektiğini, bu kapsamda Gebze Jandarma Kumandanı Nail Bey’le irtibata geçilmesini bildirmiştir. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa hem Nail Bey’e ve hem de Yahya Kaptan’a özel selamlarının iletilmesini istemiştir. Bu telgrafta dikkat çekici önemli bir husus daha mevcuttur. Mustafa Kemal Paşa “diğer Arslan ve Kara Mehmet’in ilk fırsatta arzularının temini esbabına tevessül tabiidir” şeklinde bir ifadede bulunmaktadır[42]. Maalesef burada zikredilen Arslan’ın Küçük mü yoksa Büyük Arslan mı olduğu belirtilmemiştir. Büyük Arslan’ın Yahya Kaptan’ın emri altında olduğu düşünülürse Küçük Arslan’ın kastedilmiş olma ihtimali daha yüksek görünmektedir. Bu önemlidir zira Kara Vasıf Bey daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ya Küçük Arslan’ı savunurken, daha önce bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından bu isme Necati Bey vasıtasıyla parasal yardım yapıldığını ileri sürecektir[43] ki Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta ne Küçük Arslan çetesinden haberi olduğunu ne de böyle bir yardım yapmış olduğunu asla hatırlamadığını ifade etmektedir[44].
Aslında Nail Bey’le Sırrı Bey arasındaki temasın daha evvelden sağlanmış bulunduğu anlaşılıyor. 4 Ekim 1919 günü öğleden sonra Gebze Jandarma Bölük Kumandanı Yüzbaşı Nail Bey kaza kaymakamı Nurettin Bey’e, kendisinin bir aydan beri Teşkilat-ı Milliye ile temasta bulunduğunu ve Gebze’de bir takım tedbirler almaya memur edildiğini söyleyerek ertesi gün, yani 5 Ekim’de Teşkilat-ı Milliye tarafından özel bir memur gönderileceğini ve en uygun yolun sükunetle iltihak etmek olduğunu’ açıkça söylemişti. Bu kişi İzmit’ten gelen Sırrı Bey’dir. Bu gelişmeler üzerine Kaymakam Nurettin Bey durumu bizzat Üsküdar’a giderek ayın altısında Mutasarrıf Ziver Bey’e aktarır. Ziver Bey şimdilik kati bir emir gelene kadar, kazaya gelecek olan Milli Teşkilat temsilcilerinin kaza işlerine müdahale ettirilmemesi ancak kendilerine oradan merkezi hükümet ve hilafet makamıyla haberleşmede serbest olduklarının söylenerek kolaylık gösterilmesini tavsiye eder[45]. Tam bir Kuva-yı Milliye karşıtı olduğu bilinen Ziver Bey’in bu müsamahakar tutumunun sebebi ise Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin Anadolu’dan gelen baskılara dayanamayarak istifa etmesinin ardından Kuva-yı Milliye’ye daha yakın duran Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin henüz birkaç gün önce vazifeye başlamış olmasından kaynaklanan belirsiz atmosferdir. Beklendiği gibi Sırrı Bey Gebze’ye gelir ve 6 Ekim günü Bahriye Zabiti Zihni ve Jandarma Müfreze Kumandanı Sabahattin Beylerin de iştirakleriyle Yahya Kaptan’ın Kuva-yı Milliye’ye resmen iltihakı merasimi yapılır[46]. Aynı günün akşamı (6/7 Ekim) Üsküdar Mutasarrıflığına ‘Gebze Kazası Kadısı Midhat’ imzasıyla “eşraf ve ahali bugün öğleden sonra saat üçte hükümet dairesinde toplanarak Kuva-yı Milliye’ye iltihak ettiklerini resmen ilan eylemişlerdir. Biz de aynı hisse tabii olarak ahali ile beraber Kuva-yı Milliye’ye iltihak ve telgraf muhaberatı rabıtasını kestiğimizi bildiririz” mealindeki telgraf ulaşır[47]. Ertesi gün de (7 Ekim) Gebze Jandarma Bölük Kumandanı Nail Bey Kuva-yı Milliye’ye iltihak ettiğini ve Üsküdar Taburuyla bağlarını kopardığını bildiren telgrafını gönderir[48]. Nail Bey’in teminatı üzerine Sırrı Bey tarafından Gebze’ye davet edilen Üsküdar Jandarma Tabur Kumandanı Remzi Bey de aynı gün kazaya gelir ve kendisine Üsküdar ve civarında teşkilat yapılması görevi verilir. Üsküdar Merkez’in Kuva-yı Milliye’ye iltihakı ise hassas bir konu olduğundan emir geldiğinde gereği yapılmak üzere Mustafa Kemal Paşa’ya havale edilmiştir. İstanbul Jandarma Alay Kumandanı Nazmi Bey de Gebze’ye gelmiş, ne var ki Sırrı Bey kendisine tam olarak güvenemediğinden açılamamış ama milli harekete meyilli bulunduğunu Sivas’a bildirmiştir[49]. Bu noktada Gebze Kaymakamı Nurettin Bey’in kaza merkezine döndüğünde nasıl bir tutum sergileyeceği önem kazanmıştır. 7 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği başka bir telgrafta Sırrı Bey, Üsküdar’a gitmiş olan Nurettin Bey’in o gün Gebze’ye döndüğünü haber veriyor ve kaymakam hakkında izlenmesi gerektiğini düşündüğü yolu da izah ediyordu. Buna göre Gebze’de sadece teşkilat yapılmakla yetinilecekse kaymakamın görevine devam etmesine izin verilebilir ve durum teşkil olunacak Gebze Heyet-i Temsiliyesi’ne yazılabilirdi. Yok eğer milli bir hareket olacaksa o zaman kaymakamın bir müddet bekleme halinde kalması gerekliydi[50]. Ancak Hüseyin Hüsnü Efendi başkanlığında teşekkül eden Gebze ARMHC Heyet-i Temsiliyesi tarafından Sivas’a gönderilen 9 Ekim tarihli telgrafta, Kaymakam Nurettin Bey’in kazaya geldiği günden beri ahlaken arızalı bazı kişileri etrafına topladığı, fırkacılık yaparak ahali arasında nifak saçtığı ve öteden beri Kuva-yı Milliye harekatını küçümsediği bildirilerek Sırrı Bey tarafından işten el çektirilmiş olmasına rağmen ayın sekizinde Sırrı Bey’in Gebze’den gitmesiyle beraber işinin başına geçtiği ifade ediliyordu. Telgrafa göre ahali tarafından nefret edilen bu kişinin göreve devam etmesinin kazada istenmeyen sonuçlar doğurması muhtemeldi[51]. Ancak Sivas’tan Mustafa Kemal Paşa imzasıyla gönderilen cevapta şimdilik sükun ve intizamın muhafaza edilmesine çalışılması isteniyor ve İstanbul’dan Gebze’ye tahkikat için bazı isimlerin geleceği, gerekirse ilgili mercilere başvurulacağı ifade ediliyordu[52]. Nitekim Mustafa Kemal Paşa 12 Ekim’de Harbiye Nezareti Telgrafhanesi vasıtasıyla Beykoz’da Yüzbaşı Ali Şevket Efendi’ye çektiği ve Üçüncü Kafkas Fırkası eski kumandanı Kaymakam Kemal Bey’e verilmesini istediği telgrafında, gerek Gebze’ye ve gerek Adapazan’na tahkikat için güvenilir isimler gönderilmesini istiyordu[53].
8 Ekim’de ise bu sefer Kartal Jandarma Bölük Kumandanı Ahmet İzzet Bey ve Kartal Kaymakamı Fikri Bey Kuva-yı Milliye’ye iltihak ettiklerini Üsküdar Merkez’e bildiren telgraflar çekmişlerdi[54]. Böylece gerek Gebze ve gerek Kartal kazaları jandarma kumandanları ve sivil memurları ARMHC Heyet-i Temsiliyesi’nin otoritesini resmen tanıdıklarını ve Cemiyet’e iltihaklarını ilan ediyorlardı.
ARMHC’nin Gebze ve Kartal’ı bünyesine almasına paralel olarak cereyan eden bir girişimi de bölgede kendisine bağlı ve her an harekete geçmeye hazır silahlı bir kuvvet edinmekti. Atatürk Nutuk’ta bu girişimin özel amacını, düşmanların memleket dahilinde asayiş olmadığı, Hıristiyan ahaliye saldırılarda bulunulduğu ve bu saldırıların arkasında da teşkilat-ı millinin olduğu propagandasına bir zemin olmak üzere, kendilerinin teşkil ettirip özellikle Hıristiyanlar üzerine saldırttığı çetelerin faaliyetlerine mani olmak yolundaki tedbirler kapsamında ele almaktadır. Buna göre düşmanların bu çabaları özellikle İstanbul’a yakın bölgelerde yoğunlaşmış ve İstanbul Hükümeti’nin bile Kuva-yı Milliye’yi suçlamasına yol açacak kadar başarılı olmuştur. Bu faaliyetlere karşı İzmit mıntıkasında silahlı milli müfrezeler oluşturulup güvenilir subayların yardımları temin edilip bu hain çetelerin ortadan kaldırılması düşünülmüştür[55]. Heyet-i Temsiliye tarafından bu maksadı gerçekleştirecek bir kumandanı kendilerine tavsiye etmesi için İzmit teşkilatına danışıldığında Yahya Kaptan’ın ismi verilmiştir[56]. Neticede Mustafa Kemal Paşa’ya önerilen Yahya Kaptan konuyla ilgili olarak İzmit tarafından bilgilendirildiğinde Sivas’a kendisini tanıtan ve oranın emrine hazır olduğunu beyan eden bir telgraf göndermiş ancak bu telgraf İstanbul tarafından engellenmişti. 4 Ekim’de aynı mealdeki telgraf Gebze yakınlarındaki Kuşcalı’dan Sivas’a gönderildi. Yahya Kaptan’dan gelen bu telgraf Mustafa Kemal Paşa tarafından aynı gün cevaplandırıldı ve bulunduğu havalide kuvvetli bir teşkilat yapması, Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey vasıtasıyla Sivas’la irtibata devam etmesi ve hazır bulunması emredildi[57]. Ancak bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta çizdiği tablonun bölgede zaten mevcut olan Kuva-yı Milliye teşkilatını dışarıda bıraktığının altını çizmek gerekir. Bu dönemde bölgede onlarca seyyar ve sabit müfreze mevcuttu ve görüleceği üzere Yahya Kaptan’ın adamlarının sayısı da yüzlerle ifade ediliyordu. Yine telgraftan anlaşıldığı kadarıyla Mustafa Kemal Paşa ya Yahya Kaptan’ın sahip olduğu kuvvetten detaylı bir malumata sahip değildi ya da yeterli görmüyordu. Kara Vasıf Bey’in Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa’yı bu konularda fazlaca bilgilendirmediği düşünülebilir. Görüleceği gibi Kongre esnasında aralarında bir güven problemi zuhur etmiş ve bir daha da giderilememiştir. Mustafa Kemal Paşa İstanbul civarındaki teşkilata hiçbir zaman güven duymayacak ve Heyet-i Temsiliye’nin kontrolü altında yeniden yapılandırılmasına çalışacaktır.
Şunu da ifade etmek gerekir ki Mustafa Kemal Paşa’nın endişelerinden biri de çapulculuk meselesiydi. Heyet-i Temsiliye’ye bağlı olarak faaliyet gösterecek silahlı grupların bu tür davranışlara tevessül etmelerinin verilen mücadelenin amacının sorgulanmasına yol açıp meşruiyetine büyük darbe indireceğinin farkındaydı. Bu hassasiyetini İzmit’te teşkilatın başındaki Sırrı Bey’e yazdığı 2/3 Ekim 1919 tarihli yazısında ortaya koymuştur. Buna göre icap eden kuvvetler teşkil ve tertip edilmeli ancak kati lüzum görülmedikçe bunların kullanılmasında ihtiyatlı olunmalı ve mutlaka İzmit’teki Birinci Fırka kumandanıyla işbirliği yapılmalıydı. Bu faaliyetlerdeki en temel nokta da çapulculuğa kesinlikle meydan verilmemesi olarak tespit ediliyordu[58].
Heyet-i Temsiliye Açısından Yahya Kaptan Problemi
Yahya Kaptan’ın Mustafa Kemal Paşa’nın doğrudan emrine girmesinin hemen ardından gerçekleşen bazı yazışmalar, aslında Yahya Kaptan’ın pozisyonunun en başından beri önemli problemler barındırdığını göstermektedir. Yahya Kaptan’ı Mustafa Kemal Paşa’ya tavsiye eden Sırrı Bey de bu problemlerin farkına varmış durumdaydı ve vakit kaybetmeksizin Mustafa Kemal Paşa’yı uyarma ihtiyacı hissetmişti. Adapazarı’ndan Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği 12 Ekim 1919 tarihli telgrafta çekincelerini ve önerilerini açıkça ortaya koydu. Telgrafta Yahya Kaptan’a bağlı kuvvetlerin sayısı dört yüz olarak verilmekteydi ve bu sayının son yapılan yardımlar sonrasında Yahya Kaptan tarafından bine çıkarılacağında şüphe bulunmadığı ifade ediliyordu[59]. Öncelikle bu sayının üstünde durmak gerekir. Gebze gibi İstanbul’a yakın ve ancak psikolojik cephe sayılabilecek bir bölgede böylesi bir kuvvetin göze batmaması mümkün değildir. Rum çetelerle mücadele etmek için de hayli fazla bir kuvvettir ki zaten bölgede bu vazifeyi yerine getiren başka müfrezeler de mevcuttu.
Sırrı Bey bu kuvvetin miktarını ortaya koyduktan sonra Yahya Kaptan’ın parasal yardıma ihtiyacı olduğundan bahsettiğini ve bu konuda da haklı olduğunu ifade etmekteydi[60]. Bu kadar kalabalık bir kuvvetin çevreye rahatsızlık vermeksizin elde tutulabilmesi açısından bu talep gayet makuldü ve Sırrı Bey de bunu ifade ediyordu. Bundan sonra Sırrı Bey bizim açımızdan çok önemli bir değerlendirme yapmaktaydı : “ Artık yüz göz olduğu Nail Bey’in Yahya Kaptan üzerinde nüfuz-u resmisi kalmadığından doğrudan doğruya taraf-ı samilerinden gönderilecek cerzebeli ve kudretli bir zabitin o civar teşkilatını emri altına alması katiyen taht-ı mecburiyededir”[61]. Bu ifade aslında Yahya Kaptan meselesinin mahiyeti hakkında oldukça kritik veriler barındırmaktadır. Disiplin, ilk dönem Kuva-yı Milliyesi’nin en temel problemlerinden biriydi ve Yahya Kaptan’ın durumu da bir istisna teşkil etmemekteydi. Yahya Kaptan temelde iyi niyetli ve vatansever olabilirdi ama yürütülen mücadelenin nüanslarını kavrayabilecek, politik atmosferi doğru anlayarak mücadeleye uygun hareket tarzını seçebilecek ve doğru ilişkiler geliştirebilecek donanımdan yoksundu. Adamlarının ise her an yoldan çıkmaya meyyal olduklarında şüphe yoktur. Nitekim 9 Kasım 1919 tarihli ve İzmit’te Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Bey tarafından Sivas’a gönderilen bir telgrafta Yahya Kaptan’ın adamları için “haşerat” tabiri kullanılmaktaydı[62].
Burada dikkat çekici olan bir husus da Gebze Jandarma Bölük Kumandanı Nail Bey’in Yahya Kaptan üzerindeki nüfuzunu kaybetmesinin Sırrı Bey tarafından olumsuz bir durum olarak değerlendirilmesidir. Başından beri Yahya Kaptan ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki ilişkilerde aracı konumunda olan Sırrı Bey bile bölgedeki bir zabitin Kaptan üzerinde nüfuz sahibi olmasını gerekli görmekteydi. Nitekim bu uyarıyı dikkate alan Heyet-i Temsiliye’nin 14 Ekim 1919 tarihli kararına göre “Adapazarı’nda Sırrı Bey’in teklifi üzerine teşkilatını tevsi eden Yahya Kaptan’ın nezdine muktedir bir zabitin izamı Ali Fuat Paşa’ya yazıldı”[63] ve durum Sırrı Bey’e de bildirildi. Bu bildirimde Yahya Kaptan’ın o ana kadar yaptığı hizmetlere ayrıca vurgu yapılıyordu[64]. Şüphesiz ki bu vurgu, Yahya Kaptan’ın kendisine güvensizlik olarak telakki edebileceği bu yeni durum karşısında gönlünün alınması gereğini işaret etmekteydi.
Sonuç olarak Heyet-i Temsiliye’nin 31 Ekim tarihli kararına göre; “Gebze’de Kuva-yı Milliye Kumandanı Yahya Kaptan’ın refakatine Manastırlı Yüzbaşı Aguş Ali Efendi’nin talimat-ı lazıme itasıyla izamı İzmit’te Birinci Fırka Kumandanlığına yazıldı ve kendisine asayişsizliğe meydan verilmemesi bildirildi”[65]. Ancak ne Nutuk’taki belgelerde, ne de Yahya Kaptan ile ilgili herhangi bir eserde, Yüzbaşı Aguş Efendi veya başka bir zabitin Yahya Kaptan’la beraber çalıştığını gösteren hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla Yüzbaşı Aguş Efendi’nin Yahya Kaptan ile olan münasebeti, Yahya Kaptan meselesinin alevleneceği ileriki dönemlerde Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Bey’den talebi üzerine, meseleyle ilgili tahkikat yapmakla görevlendirilmiş olmasından ibarettir[66]. Bu durumda Heyet-i Temsiliye’nin kararının uygulamaya neden geçirilemediğini sormak gerekir. Bunun sebebine dair Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Bey’in İzmit’ten Sivas’a gönderdiği 9 Kasım 1919 tarihli telgrafta önemli ifadeler mevcuttur: “Yahya Kaptan ile Hurşit ve Yüzbaşı Aguş Efendi’yi kendisine tanıttırdım. İşine yaramayacağını söylüyor”[67] . Yahya Kaptan’ı emrine alması için bölgeye gönderilen Yüzbaşı Aguş Efendi, Yahya Kaptan hakkında “işime yaramaz” ifadesini kullanamayacağına göre bu ifadenin, kendisini emir altına almak üzere gönderilen Yüzbaşı Aguş Efendi hakkında Yahya Kaptan tarafından kullanıldığı kabul edilmelidir ki emir Sivas’tan gelse dahi Yahya Kaptan’ın, yanıbaşında kendisini kontrol edecek bir zabitle çalışmayı istemediği ve bunu açıkça ortaya koymaktan da çekinmediğini göstermektedir. Bu tavır aslında Yahya Kaptan’ın sorgulamaksızın boyun eğmesi gereken bir düzenlemeyi, içinde yer aldığı teşkilatın hiyerarşik yapısını anlamamazlığa vurarak sanki mesele kendi tercihine bırakılmış bir öneriymişçesine ele aldığını ortaya koymaktadır. Aslında başlangıçta Karakol Cemiyeti’nin emri altında olan Yahya Kaptan’ın Gebze Jandarma Kumandanı Nail Bey’le zaman içerisinde geliştirdiği ilişki biçimi de yöresindeki bir üste hesap verme konusundaki isteksizliğini işaret etmektedir ki Mustafa Kemal Paşa’nın doğrudan emri altına girmek fikri bütün bu nüfuz oyunlarından tamamen kurtulup rahatça hareket edebilmesini ve üstelik bunu yaparken en tepedeki liderin adamı olma ayrıcalığına kavuşmayı da beraberinde getirecekti.
Yahya Kaptan açısından Yüzbaşı Aguş Efendi’nin gönderilmesi olayı muhtemelen bir dönüm noktası oldu. Mustafa Kemal Paşa ile kendi arasında kurulduğunu varsaydığı özel ilişki biçiminin hiçbir zaman tasavvur ettiği biçimde gerçekleşemeyeceği ortaya çıkmıştı. Öte yandan Karakol Cemiyeti’nin düşmanlığını da üzerine çekmişti ve onlar da çok yakınındaydı. Bundan sonra Yahya Kaptan’ın son derece isteksiz bir tavır takındığı ve bölgeyi terk etmek için sürekli girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Bölgede kalması için kendisine dil dökülmesi gerekmekteydi. Yüzbaşı Aguş Efendi’yi reddetmesinin ardından Yahya Kaptan, Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Bey’e kendisine hiçbir taraftan yardım edilmediğini, silah, cephane, para ve elbiseye ihtiyacı olduğunu söylemiş ve ümitsiz bir ruh haliyle elindeki son parayla bir yerlere gitmek ve adamlarını da dağıtmak fikrinde olduğunu ifade etmişti[68]. Bunun da anlamı Yahya Kaptan’ın kendisiyle ilgili problemin bir emir komuta problemi olmayıp salt gerekli maddi desteğin sağlanamaması probleminden ibaret olduğunu kabul ettirmeye çalışması gibi gözükmektedir.
Rüştü Bey’in telgrafına dönecek olursak; Yahya Kaptan’a bu hususlarda yardım etmesi gereken merci İzmit teşkilatıydı ancak imkansızlıklar sebebiyle cephane haricindeki talepleri karşılanamamaktaydı. Bunun yanında Yahya Kaptan bir taraftan da İngilizler tarafından para verilmek suretiyle elde edilmeye çalışılmaktaydı ki bunu reddetmişti. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Rüştü Bey de Mustafa Kemal Paşa gibi Yahya Kaptan’ın bölgede kalması gerektiğini düşünüyordu. Ne var ki mevcut durumun bir açmaz olduğu telgrafının her satırının anlaşılmaktadır. Bu kuvvetin İzmit’e götürülüp asker gibi iaşe edilmesi çözüm olabilirdi ancak bunlara para da vermek gerekecekti. Bu durumda Rüştü Bey, bir başka çözüm yolu olarak Yahya Kaptan’ın ihtiyaçlarının karşılanması için İstanbul’da başvurabileceği bir merci tayin edilmesi ve ara sıra maksada göre buradan direktif almasının gerekli olduğunu ifade etmekteydi[69].
Diğer yandan Rüştü Bey Yahya Kaptan’ın bölgeyi terk etmesinin bir diğer muhtemel sonucunun da altını çiziyordu. Böyle bir gelişme yaşanırsa Yahya Kaptan’a bağlı kuvvetler başıboş kalacak ve bölge asayişini sürekli olarak ihlal eden çetelere dönüşeceklerdi. Yahya Kaptan’dan hiç istifade edilemese bile sırf bu duruma meydan vermemek için bölgede kalması temin ve eğer bu olamayacaksa önce adamlarının elindeki silahları toplamaya ikna edilmeliydi[70]. Ancak Heyet-i Temsiliye’nin elindeki maddi imkanlar Sırrı Bey’in ortaya koyduğu problemleri çözüme kavuşturabilecek düzeyde olmaktan uzaktı. Bu durumda Heyet-i Temsiliye’nin 11 Kasım tarihli kararı gereğince[71] Mustafa Kemal Paşa tarafından 12 Kasım’da Heyet-i Temsiliye namına Rüştü Bey’e gönderilen şifrede; Yahya Kaptan maiyetinin kıtaat misillü iaşesi fikrinin son derece uygun olduğu ancak Heyet-i Temsiliye’nin elinde para olmadığından bunların şimdilik hoş tutularak idare edilmelerinden başka çare olmadığı bildiriliyordu[72].
Yahya Kaptan önemsiz sayılabilecek bir kuvvete sahip olsaydı belki sorunsuzca bölgeden çekilebilirdi. Ne var ki elinin altında çok fazla sayıda adam vardı ve Mustafa Kemal Paşa da İstanbul’a son derece yakın Gebze’de doğrudan emrinde olan böyle bir kuvveti dağıtmak niyetinde değildi. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın açmazı da Yahya Kaptan ve adamlarının doğrudan idare edilmesindeki güçlüktü. Ne Mustafa Kemal Paşa ve ne de İzmit’teki güvendiği adamlar İstanbul’a daha yakın bölgelerdeki gelişmeleri ve atmosferi an be an takip edip Yahya Kaptan’ı gereği gibi yönlendirecek veya lüzumunda kollayabilecek konumda değillerdi. İstanbul teşkilatından kopartılan Yahya Kaptan’ın ihtiyaçları karşılanamıyordu. Rüştü Bey de telgrafında tam bu duruma işaret ediyor ve İstanbul’da bir mercinin tayinin artık kaçınılmaz olduğunu ifade ediyordu. Ancak böyle bir girişimin açık anlamı, Mustafa Kemal Paşa’nın Gebze’yi doğrudan idare edemeyeceğini kabullenmesi ve bölgede İstanbul teşkilatına yani Karakol Cemiyeti’ne muhtaç olduğunu itiraf etmesinden başka bir şey olamazdı. Ancak Karakol Cemiyeti ile Mustafa Kemal Paşa arasında bazen derinden ve bazen açıktan kendini hissettiren rekabet bu türden itirafları mümkün kılmayacak denli şiddetliydi. Bu rekabet 16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf kuvvetlerince resmen işgal edilmesi ve Karakol Cemiyeti’nin dağılmasına kadar sürecek ancak Yahya Kaptan’ın katledilmesi hadisesi de bu rekabet döneminin soru işaretleri ile dolu vahim bir hadisesi olarak tarihe geçecekti.