Giriş
Bilindiği üzere Fransız İhtilali ve müteakiben sanayi inkılabıyla birlikte Avrupa’da ve diğer ülkelerde dengeler sarsılmaya başlanmış; hürriyet, eşitlik, adalet, vb. kavramların arkasında emperyal devletler menfaat yarışına girmiş bulunuyorlardı. Napolyon’un Doğu Akdeniz ve Balkan politikaları, İngiltere’nin sömürgeler yönündeki yeni arayışları ve dünya siyasetine yön verme çabaları, Ruslar’ın Panslavist politikaları, birliğini henüz yeni kurmuş olan Almanya ve İtalya’nın “bu işte ben de varım” dercesine dünya sömürgecilik tarihinde yer almasıyla birlikte, statüko temelinden sarsılmaya başladı. Bu süreçte şüphesiz en fazla Balkanlar etkilendi. Özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Balkanlar’da Osmanlı nüfuzunun veya Osmanlı Barışı’nın kırılmaya başlanmasıyla, bu coğrafyada istikrarsızlık gittikçe arttı. Balkan Savaşı’na tekaddüm eden aylarda büyük devletlerin elaltından desteklediği Sırp, Bulgar ve Yunan milliyetçilik hareketleri, bölgedeki Müslümanlar ve farklı milliyette olanlar üzerinde ciddî bir baskı unsuru olmaya başladı. Bu baskılardan, Balkanlar’daki Müslümanlar özellikle Makedonya, Arnavutluk, İşkodra ve Kosova vilayetleri halkı çok etkilendi. Söz konusu coğrafyada Osmanlı hakimiyeti bulunmakla birlikte, Osmanlı’nın eski gücünü kaybetmeye başlaması ve dış tahrikler yüzünden bu bölgedeki karışıklıkların önü bir türlü alınamıyordu. Siroz’da mutasarrıflık ve Selanik’te valilik yapmış olan Hüseyin Kâzım Bey’in de haklı olarak tespit ettiği üzere, bu bölgedeki konsolosluklar ve metropolitlikler terör ve eşkıya faaliyetlerini sürekli tahrik ediyorlardı[1]. Balkan Savaşı’na yaklaşılan 1911 yılı başlarına gelindiğinde İşkodra ve Kosova’da istikrarsızlık gittikçe artmaya başladı.
Bu tarihlerde, Karadağ’ın başkenti Çetine’de Osmanlı Devleti’nin elçisi olan Alfred Rüstem Bey’in İşkodra ve Kosova vilayetlerinin durumuyla yakından ilgilendiğini biliyoruz. O, Çetine’deki diğer ülke elçileriyle görüşmeler yapıyor, bu bölgenin durumu hakkında raporlar hazırlıyordu. Bu bildiriye konu olan Alfred Rüstem Bey’in 7 Ocak 1911 tarihli raporu, Balkan Savaşı öncesinde Arnavutluk’un, Kosova ve İşkodra’nın durumunu anlama bakımından önemli görülmüştür. Söz konusu raporu analize geçmeden önce, Alfred Rüstem Bey’i kısaca tanımanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Alfred (Ahmet)[2] Rüstem Bey, siyaset ve diplomasi alanında yakın Türk tarihinde iz bırakan önemli bir şahsiyettir. Babası Polonya asıllı ve sonradan Müslüman olarak Osmanlı hizmetine girmiş bir hariciyecidir. Rüstem Bey genç yaşta Osmanlı hariciyesinde görev almaya başlamış ve Osmanlı-Türk menfaatlerini kararlı bir şekilde savunmasıyla dikkat çekmiş başarılı, dürüst bir diplomattır. Ülke menfaati için Bazı Osmanlı diplomatlarının yolsuzluklarını dile getirmekten çekinmemiştir. Mili konularda çok duyarlı ve cesur idi. Washington’da büyükelçi olarak bulunduğu sırada 1915’te asılsız Ermeni iddialarına karşı, Amerikan basınında Türk tezini ve doğruları savunmasıyla zamanın Amerikan yönetimince “istenmeyen adam” ilan edilmişti. Alfred Rüstem Bey, Mondros Mütarekesi sonrasında da millî bir çizgi takip ederek Millî Mücadele’nin bizzat içinde bulunmuştur. Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kuruluşunda yer almış, daha sonra Sivas Kongresi’ne katılmış ve Heyet-i Temsiliye’de danışman üye olarak görev almıştır. Ankara’ya geldikten sonra İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’a Ankara milletvekili olarak iştirak etmiş, Meclis kapatılınca yeniden aynı sıfatla Ankara’ya dönüp TBMM’de çalışmaya başlamıştır. Alıngan kişiliği sebebiyle Mustafa Kemal’le yaptığı bir tartışma sonucu 8 Eylül 1920’de milletvekilliğinden de istifa ederek Avrupa’ya gitmiş ve orada Türkiye lehinde yazılar yazmaya başlamıştır. Hizmetlerinden dolayı Atatürk tarafından “vatana hizmet” kaleminden kendisine bağlanan 150 lira maaşla gecimini sağlamış olan Rüstem bey, 1935’te 73 yaşında iken hayata gözlerini yummuştur[3].
Kısa hayat hikayesinden de anlaşılacağı üzere, hakkında fazla yayın olmamakla birlikte, Alfred Rüstem Bey, sıradan bir kişi olmayıp görüşlerine dikkat edilmesi gereken bir şahsiyettir. Onun Balkan Savaşı öncesi 1911 yılı başında İşkodra ve Kosova’nın durumuna dair raporu ve değerlendirmeleri, yakın tarih ve özellikle Kosova tarihini anlama bakımından önem arzetmektedir.
Şimdi, Alfred Rüstem Bey’in İşkodra ve Kosova vilâyetlerinin durumuna dair 7 Kanun-i sani (Ocak) 1911 tarihli gizli ve acele kayıt notlu raporunu aynen veriyoruz.
ÇETİNE SEFİRİ ALFRED RÜSTEM BEY’İN RAPORU[4]
“Sadaret-i Uzmaya
Bendeniz Çetine'ye muvâsalat-ı acizanemden beri biri Almanya sefiriyle diğeri Rusya sefiri ile olmak üzere iki mühim mülâkatda bulundum. Almanya Sefiri İşkodra ve Kosova vilayetleri ahvali hakkında bilhassa endiş-nak (düşünceli-sıkıntılı) görünmüşdür. Mumaileyhin kavlince memalikimizin bu kısmında geçen sene tarafımızdan pek çok hata’yane vaki olmuş idi. Mumaileyh “eğer iş bu hata’iyyatı tevlid eden yanlış siyaseti terk etmezseniz gelecek ilk baharda Arnavudluk’da pes-pend bir takım gavâil-i vahimeye düçar olursunuz” sözlerini ilave etmiş ve Arnavudlar’a karşı imkan-ı müsaid olduğu mertebede mülayımkârane ve müşfikane bir hatt-ı hareket ittihazını (s.2) suret-i umumiyede tavsiye ile beraber alelhusus esliha taşınması hususunda müsaidşikarane tavır alınmaklığımız lüzumunu ekîden der-pîş ve Avusturya’yı da Arnavudluk’ta yeni bir kıyam ibkasına çalışıyor gibi göstermeğe matuf olan ve daileri türhan? diye tavsif eylemişdir. Rusya sefiri de Arnavudluk meselesinden bahs etmişdir. Mumaileyh dahi Almanya sefiri ile hem-fikr görülüyor. Zira memurîn-i Osmaniye tarafından Mirditaliler’e (kanunlara ve emirlere uymamakla tanınan Hristiyan Arnavudlar) esliha tevzi’ edilmesi keyfiyetini pek ziyade takdir etmiş ve “bu keyfiyet işbu Arnavud çetelerinin geçen sene kıyam etmeleri üzerine silahlarının yedlerinde bırakılması ma’dasını istihsal eyleyen komşularına karşı (s.3) siyaseten dûn-ı küll ve mevkide bulunmasına nihayet vermiş oluyor. Arnavudluk’ta hükümferma olan halet-i mahsusanın icâbâtına tevafuk etdiği cihetle bî hakkın akilane ve hâkimane diye tavsif edilebilecek olan bu tedbir ittihaz edilmemiş olsa idi hükümetimizin erbab-ı kıyamı adeta mükafatlandırdığına hükm olunurdu” mealinde irade-i kelam etdikten sonra Devlet-i Osmaniye ile Karadağ beynindeki münâsebata nakl-i kelam ederek “sizin Çetine’deki memurininiz ya pek kolay yahut pek müşkil olacaktır. Vilayât-ı mütecavirede bulunduracağınız askerin miktarına ve bunların suret-i taksim ve tevziine muallaktır. Bu havalide metin vali düşünülmüş esas üzerine (s.4) teşkilat-ı tedafiiye icrası sizin içün zuhuru melhuz olan havâili bertaraf edecektir. Aksi takdirde — ki ahvalde bunu gösteriyor. Zira iki vilayetde yalnız bir fırka bulunduruyormuşsunuz- Pek çok havâil ve müşkilata tesadüf edeceksiniz. Karadağ’ın ahiren Avusturya’dan akd etmiş olduğu 3.500.000 Franklık istikrazât dahi beni düşündürüyor. Zira Karadağ’da hakikaten müdafiiyye-i milliye mevcut olduğundan bu para mavaz’-ı leh-i resmisinden gayri bir mahalle sarf olunabilir” mealinde irade-i lisan eylemişdir. (s.5) İrade etdiği lisandan dahi zat-ı ali-i nezaretpenahilerince anlaşılacağı üzre Rusya sefiri bizi Karadağ’a mütecavir olan vilayât-ı Osmaniyede ciddi bir takım tedâbir-i askeriye ittihazına teşvik eylemektedir ki bu keyfiyet hükümet-i meşyuasınca birkaç seneden beri takip olunan ve Balkanlar’da sulh ve müsâlemenin idamesine kaviyyen matuf bulunan politikada sabit-kadem olduğunun zaten hükümet-i müşarü’n-ileyhayı bu tarika sevk içün evvelce mevcut bulunan esbabdan ma’da bu sene İran’daki icraatından ve Çetine’deki hal ve mevkiden mütevellid bir takım esbab dahi mecbur olduğu nazar-ı dikkate alınırsa bu suretle hareket etmesindeki sebep hükümetçe pek kolay anlaşılır.
(s.6) Bendeniz İtalya’nın Karadağ’da pek ziyade hâiz-i nüfuz olduğunu umumi Rusya sefirinden sual eylemekliğim üzerine mumaileyh “hayır, her halde İtalya’nın Trablusgarb’daki hareketi zaten bütün Karadağlılar gibi Karadağ kralının dahi bunu alenen şiddetle tenkid ve muaheze etmesinden dolayı iki mem-leket beyninde bir aralık ciddî bir gerginlik husule getirmişdi. Kral-ı müşarü’n-ileyh İtalya’yı teskin içün işin başka bir surette cereyan etdiğini resmi gazete ile neşr ve ilan ettirmeğe mecbur olmuş idi” cevabını verdi. Fikr-i zati olmak üzere şurasını ilaveten arz ve işar etmeliyim ki (s.7) zât-ı âli-i nezaret-penahilerince zaten şüphesiz anlaşılmış olacağı vechle Karadağ’ın bu meseledeki suret-i hareketi Türkiye hakkında kendisinde birdenbire bir ihlas u meveddet hasıl olmuş olmasından değil belki bilcümle hükûmât-ı sağirenin İtalya’ nın hükümet-i Osmaniye’ye karşı yapdığı gibi kuvvetin su-i istimal edilmesine karşı şikâyet ve itirazda bulunmağı menfaatlerine muvafık görmelerinden ileri geliyor.
Avusturya sefiri burada değilse de akşama sabaha avdet edeceklerinden kendisiyle icrası arzusunda bulunduğum mülâkatı zât-ı âli-i nezaret-penâhilerine arz ve iş’arda tecviz-i kusur etmeyeceğim. Arnavudluk ahvali hakkında hasıl edebildiğim bir fikr-i zatîye göre Almanya sefirinin de söylediği vechle Arnavudlar’ı hükümet-i Osmaniye’ye rabt ve takrîb eden (s.8) ve üç seneden beri düçar-ı zaaf olan ravâbıtın takviyesi hakikaten hükümet-i Osmaniye’nin menfaati iktifasındandır. Hatta Arnavudlar’ın Osmanlılığın ağuşunda tutulması bizim içün bir hayat memat meselesi beyan edeceğim zira onların sadakati Devlet-i Osmaniye’nin hamiyet ve istiklali esaslarından biri makamında add ve telakki olunacaktır. Arnavudluk’ta hüküm ferma olan ahval orasının şimdiye kadar yaptığı gibi cebr ve şiddetle idaresine müsaid ve mütehammil değildir. (s.9) Asıl.. ihraz-ı tefevvuk etmesine çalışılması esas Türkiye’nin hayat-ı taze iktisab etmesi ve nâil-i refah ve saadet-hal olmasıdır. Bu esasa tevafuk etmeyen diğer bilcümle esaslar ber taraf edilmelidir. Binaen aleyh Arnavudluk’da kavanîn ve nizâmâtın tamami-i tatbiki esasına değil belki müsâedat icrası esasına müstenit bir usul-i idare tatbiki icab eder. Eğer memalik-i Osmaniye’nin iş bu kısmında meşrutiyet idaresinin imkan-ı esasiyesini tamamıyla tatbik edebileceğimiz zemanın husulünü tacil etmek istersek müradif-i siyasiye ibraz edelim. Ve Arnavudlar’ın kabileleri reislerine pek ziyade nüfuz-bahş olan teşkilat-ı ictimaiyesinden istifade edelim.
(s.10) Hükm ve nüfuzumuzun amilleri haline ifrağ içün emr-i idarede tatbik etdiği usul ve kavâidin hepsi de sakîm olmayan hakan-ı mahlûun yapdığı gibi anlara bezl-i âtıfet ve nükud edelim. Ba husus mahkumiyetleri hükümete ihanet gibi ef’alden değil, belki idare-i salikiyede icrası ale’d-devam teşci’ ve teşvik edildiği cihetle adeta hakan-ı sabıkın ihdas etdiği muhitin tabii ve hatta mecburi levazımatı addolunabilecek olan Osman(lı)lık nüfuz ve iktidarın su-i istimali gibi bir takım kazâhiden münbais bulunan Arnavudlar’ın afv ve ıtlakını ta’cil edelim. (s.11) Efkâr u mülâhazât-ı mesrudeye binaen Toptani Fazıl Paşa lehinde Paris sefirimiz tarafından ahiren icra olunan teşebbüse iştirak etmeyi vazifeden addeylerim. Bunların hepsi şüphesiz tedâbir-i ihtiyat- kârane- i askeriye ile ıslahat-ı idareye terk ve ihmal edilerek değil bilakis bunlara kerem verilerek yapılmalıdır. Fikr-i acizanemce ale’l-husus Arnavudluğun idaresi hususunda nazariyata tevfik-i(?) hareketde temerrüd etmemekliğimiz ve en sâlim tarz-ı idarenin şekl ve suret ile esas yek diğeriyle tesâdüm etdiği zamanlar şekl ve suretin esasa feda edilmesini istilzam eden tarz-ı idare olduğunu derk ve teyakkun (s.12) eyleyen amelperver hissiyat-ı vataniye erbabına yakışır bir suretde harekât eylemekliğimiz lazım geleceğini kanaat-i kâmile ile tekrar eylerim.
Türkiye- Karadağ münasebâtına gelince biraz daha tetkik etmeden evvel bu meseleden arîz ve amik bahs etmek istemem emr ü ferman.”
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Tam metnini verdiğimiz yukarıdaki raporu değerlendirdiğimizde şu sonuçlara ulaşmak mümkündür;
1- Almanya sefiri İşkodra ve Kosova’daki durumlara karşı oldukça alakadar görünmektedir. Ona göre Osmanlı idarecileri 1911 yılında bu bölgede ve Arnavutluk’ta bazı hatalar yapmıştır. Bu yanlış siyaset devam ederse 1912 ilkbaharında Arnavudluk’ta bazı vahim olaylar olabileceğine dikkat çekilmiştir.
2- Almanya sefirine göre, Arnavutlar’a karşı mümkün olan derecede mülayimkârane ve müşfikâne bir yaklaşım sergilenmeli, bu bölgeye Osmanlı yönetimince silah sevk edilmesinin doğru olduğu ifade edilmiştir. Sefire göre, Avusturya, Arnavutluk’ta yeni bir ayaklanma çıkarılmasına çalışmaktadır.
3- Rusya Sefiri de Almanya ile aynı düşüncededir. Osmanlı memurlarınca Hristiyan Arnavudlar olan Mirtidalilere silah dağıtılması Rusya tarafından olumlu karşılanmıştır.
4- Almanya ve Rusya sefirlerinin Mirtidalilere silah dağıtılmasını olumlu karşılamalarının görünürdeki sebebi Trablusgarp’ı işgal etmiş olan İtalyanlar’ın işgallerini Arnavutluğa genişletmesi endişesine yönelik görünmektedir. Ancak, Müslüman Arnavutlar’ın, özellikle İşkodra ve Kosovalılar’ın bu gelişmelerden uzun vadede zarar göreceği hususu Almanya ve Rusya tarafından şüphesiz biliniyor ve arzu ediliyor idi. Bu noktada zamanın Osmanlı yönetiminin, İttihatçıların siyasi hata içinde olduğu söylenebilir.
5- Rusya Sefiri, Osmanlı- Karadağ ilişkilerine de temas ederek, Osmanlı’nın işinin burada alınacak tedbirlere göre kolay veya zor olabileceğine dikkat çekiyor. Bu durumun civar vilayetlerde özellikle İşkodra ve Kosova’da bulundurulacak asker miktarı ve bunların yerleşimiyle yakından alakalı olduğuna vurgu yapmaktadır. Her iki vilayette yalnızca 1 Fırka (tümen) bulunmasının yetersizliğine işaret etmektedir. Ayrıca, Karadağ’ın Avusturya’dan aldığı 3.500.000 franklık borcun maksadı dışında askeri alanda kullanılmasının bölgede tehlikeli sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmaktadır. Rüstem Bey’in yorumuyla, neticede, Rusya sefiri Karadağ’a komşu Osmanlı vilayetlerinde İşkodra ve Kosova’da bir takım askeri tedbirler alınmasını teşvik etmektedir. Tabii ki bu teşviklerin arkasında, bölgede oluşacak gerginliklerden faydalanmak isteyenlerin hesaplarının da olabileceğini düşünmek gerekiyor.
6- İtalya’nın Karadağ’da nüfuz sahibi olduğu hususu sorulması üzerine, Rusya sefiri, bunun doğru olmadığını Karadağlılar’ın ve Karadağ Kralının İtalya’nın niyetlerini iyi bildiği ve bu yüzden iki ülke arasında bir gerginlik meydana geldiğini, Kralın daha sonra İtalya’yı teskine çalıştığını ifade etmiştir.
7- Rüstem Bey, bu günlerde Karadağ’ın Türkiye’ye yakınlık göstermesinin esas sebebinin Türkiye ile samimi ilişkiler içinde olmaktan ziyade İtalyan tehdidinden dolayı olduğu değerlendirmesini yapmaktadır.
8- Rüstem Bey, üç seneden beri, yani Sultan Abdülhamid’in hallinden sonra Arnavutluk vilayetleriyle bağlantının zayıfladığına işaret ederek, ilişkilerin kuvvetlendirilmesinin Osmanlı hükümetinin menfaatine olacağına temas ediyor. Hatta, Osmanlılık kavramı etrafında Arnavutlar’la beraber olunmasının onların sadakatinin kazanılmasının bir hayat-memat meselesi kadar önemli olduğuna dikkat çekerek, bunun da yolunun cebr ve şiddetten değil, bölgenin hüsn-i idare ile refah ve saadetine yönelik uygulamalarla sağlanabileceğine vurgu yapmaktadır. Tabii ki burada adı belirtilmemekle beraber İttihat Terakki’nin Arnavutluk, Kosova ve İşkodra’ya yönelik politikaları da bir nevi eleştirilmektedir.
9- Arnavutluk, Kosova ve İşkodra vilayetlerinde Osmanlılık kavramının inşası, huzur ve barışın korunması için sabık Sultan Abdülhamid’in bölgenin huzur ve refahına yönelik uygulamalarının doğruluğuna işaret edilerek, dostluğun kuvvetlendirilmesinde toplumun üzerinde nüfuz sahibi olan Arnavut kabile reisleriyle iyi diyaloglara girilmesi ve vatana ihanet gibi suçların dışında değişik davalardan hüküm giymiş olanların affedilmelerinin isabetli olacağına dikkat çekilmektedir.
10- Arnavutluğun idaresinde askeri tedbir veya idari ıslahatların ötesinde pratik gerçekler dikkate alınarak refaha yönelik uygulamaların öne çıkarılıp esasın şekl ve surete feda edilmemesine dikkat çekilmektedir.
Görüleceği üzere, Balkan Savaşı öncesinde Kosova, İşkodra ve Arnavutluk coğrafyası, özellikle Almanya, Rusya, Avusturya ve İtalya -tabiî ki raporda adı geçmese de İngiltere- gibi, devletlerin ilgi alanındadır. Özellikle bu güçlerin bölgedeki Müslümanlar aleyhine ve Hıristiyanlar lehine bir tavır içinde oldukları açıkça fark ediliyor. Sultan Abdülhamit iktidarının sonuna kadar, genellikle barış ve huzur içinde Osmanlı idaresi altında yaşayan Kosovalılar ve bölgedeki diğer unsurların huzuru, bir taraftan, İttihat Terakkinin yanlış politikaları diğer taraftan Batılı güçlerin emperyal niyetleri ve müdahaleleri ile bozulmuş gözüküyor. Bütün bu tablo karşısında, Rüstem Bey gibi akl-ı selim Osmanlı politikacıları Osmanlı Devletinin Kosova coğrafyasına yönelik politikalarının askerî ve siyasî reformlar yönünde olmaktan ziyade bölgenin iktisadî refahını ve sosyal barışını kuracak yönde olmasının önemine işaret etmişlerdir. 1389’dan itibaren 1912’ye kadar 5 asırdan fazla Osmanlı idaresinde kalan Kosova ile bugün Türkiye’nin köklü tarihi ve kültürel bağları bulunmaktadır. 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını kazanan genç Kosova Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyetinin dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesi, tarihin yüklediği bir sorumluluk olduğu kadar her iki ülkenin de menfaatine olacağı tartışmasız bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
EK: Çetine Sefiri Alfred Rüstem Bey’in Raporu’ndan bazı sayfalar (BOA, SYS, 150/33)