GİRİŞ
ABD yayılmacı politikası kapsamında toprakları dışında Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan üs ve tesis kurma çabası, İkinci Dünya savaşından itibaren artarak devam etmiştir. ABD hegemonyasının en önemli temsilcisi olan bu üs ve tesisler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeninde ABD’nin üstlendiği rol ile yeniden şekillenmiştir. Soğuk Savaş sürecinde ABD, SSCB’nin yayılmasını engellemek (çevreleme politikası) ve çıkacak büyük savaşı topraklarından olabildiğince uzakta karşılamak için üs ve tesislerini yeniden konumlandırmıştır.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB’nin tehditkâr tutumu neticesinde Batı, dolayısıyla ABD yanlısı bir dış politika benimsemişti. Bu kapsamda 23 Şubat 1945 tarihinde Türkiye ile ABD arasında yapılan anlaşma ile yeni bir süreç başlamıştır. Anlaşmanın ikinci maddesi “Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, tedarik edebilmek vaziyetinde bulunduğu ve müsaade edebileceği maddeleri, hizmetleri, sühuletleri veya malumatı Amerika Birleşik Devletleri’ne temin edecektir” ile Türkiye’nin ABD güvenliği için önemi vurgulanmıştı. Böylece Türkiye, karayollarını, limanlarını, hava meydanlarını, demiryolları ve istasyonlarını ABD’nin kullanımına izin vermiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’de ABD’li sivil ve askerî danışmanlar görülmeye başlanmıştır[1] .
Türkiye ile ABD arasında Soğuk Savaş yıllarında bir dizi anlaşma yapılmıştı. ABD’nin ekonomik ve savunma amacıyla yaptığı bu anlaşmalar iki ülke ilişkilerini şekillendirmiştir. SSCB’nin 29 Ağustos 1949 tarihinde Kazakistan’ın Semipalatinsk şehrinde nükleer bomba denemesini başarıyla sonuçlanmıştı. Böylece SSCB, ABD’nin yanı sıra dünyanın ikinci nükleer gücü hâline gelmişti. Bu durum ABD’nin SSCB topraklarını takip etmede üs ve tesislerin önemini artırmıştı. Türkiye’nin NATO’ya katılması (18 Şubat 1952) üzerine ülke topraklarında NATO’ya ait üs ve tesisler kurulmaya başlamıştır[2] . Türkiye’nin NATO’ya katılması sonrasında NATO Antlaşması’nın üçüncü maddesine istinaden ABD ile Türkiye arasında üs ve tesislerin kurulması amacıyla ikili anlaşmalar yapılmıştır. ABD ile Türkiye arasında 23 Haziran 1954 yılında imzalanan “Askerî Kolaylıklar Anlaşması” sonrasında Türkiye’de ABD yönetiminde üs ve tesisler kurulmuştur. Soğuk Savaş döneminde sayıları sürekli değişen bu üs ve tesisler ABD’nin stratejik planları kapsamında değişkenlik göstermiştir[3] .
CIA, 19 Kasım 1980 tarihinde hazırladığı belgede Türkiye’deki üs ve tesislere dikkat çekmiştir. Belge de ABD’nin Türkiye’de 40 üs ve tesisinin olduğu belirtilmiştir. Bunların 26’sının üs olarak kullanıldığı ifade edilmiştir. Bu üslerden Adana-İncirlik Hava Üssü ve İzmir-Çiğli Hava Üssünün en önemlileri olduğu belirtilmiştir. Stratejik konumundan ötürü Diyarbakır tesisinin SSCB’nin takip edilmesinde kritik önemine vurgu yapılmıştır. İran İslam Devrimi sonrasında, İran’da ABD tesislerinin kapatılması üzerine Türkiye’deki üs ve tesisler daha fazla önem kazanmıştır[4] .
Bu üs ve tesislerin kuruluşu ve faaliyetleri hakkında Türkiye ile ABD arasında bir dizi anlaşma yapılmış, bunlardan bir kısmı sözlü olarak onaylanmıştı. Bu nedenle üs ve tesislerde uzun yıllar yönetim ve yetki karmaşası yaşanmıştır. ABD üs ve tesisleri Türk kamuoyunda ancak 1964 yılındaki Kıbrıs Meselesi sonrasında gündeme gelmiş ve tartışılmıştı. Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler karşısında Türkiye’nin adaya müdahale kararına ABD karşı çıkmıştı. ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından kaleme alınan ve tarihe Johnson Mektubu olarak geçen diplomatik kriz iki ülke ilişkilerini son derece olumsuz etkilemişti. Johnson Mektubu, Türkiye kamuoyunda ABD ile ilişkilerin sorgulanmasına neden olmuştu. Türkiye İşçi Partisi, ABD’nin Türkiye’deki üs ve tesislerini egemenlik haklarına aykırı olduğunu belirterek seçim propagandası hâline getirmişti. O güne kadar kamuoyunda çok az yer bulan ve neredeyse sadece kurulduğu yerlerde varlığından haberdar olunan üs ve tesislerin varlığı geniş bir kesim tarafından tartışılmıştı[5] .
İki ülke arasındaki anlaşma karmaşası 1969 yılına kadar sürmüştür. TürkAmerikan Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması ile o güne kadar iki ülke arasında imzalanan anlaşmalar bir çatı altında toplanmış, üs ve tesislerin durumu yeniden ele alınmıştır. Türkiye’nin üs ve tesisler üzerindeki hakları genişletilmiştir[6] . Kamuoyundan gelen tepkileri azaltmak, üs ve tesislerin karmaşıklığını düzeltmek için yapılan anlaşma yeni bir döneminde başlangıcıdır. Bu dönem 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile sonlanmıştır. Türkiye’nin Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler karşısında gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’na ve öncesindeki 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında konulan haşhaş ekim yasağının kaldırmasına ABD sert tepki göstermiş ve 1975 yılından itibaren Türkiye’ye ambargo kararı almıştır. Ambargo zaten zor durumda olan ülke ekonomisini derinden sarsmıştır. Tüm çabalara karşın ABD’nin ambargoyu kaldırmaması neticesinde 26 Temmuz 1975 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye, toprakları üzerinde bulunan tüm ABD üs ve tesislerine el koymuştur. Bu hamle beraberinde SSCB ile yakınlaşmayı da getirmiştir. Soğuk Savaş sürecinde birçok kez kırılmalara sahne olan iki ülke ilişkileri, atılan adımlarla yeni bir sürece girmiştir. O güne kadar ABD üs ve tesislerinin varlığından rahatsızlığını her seferinde belirten SSCB, Türkiye’nin üs ve tesislere el koymasından memnuniyet duymuştur.
ABD, 1978 yılında ambargoyu kaldırması üzerine Türkiye’deki üs ve tesislerinde yeniden faaliyet göstermiştir. İran İslam Devrimi sonrasında, ABD’nin İran topraklarındaki tesislerinin kapatılması, SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi (Aralık 1979) ABD’nin bölgedeki güvenlik kaygılarını artırmıştı. Bu nedenle 29 Mart 1980 tarihinde Türkiye ile ABD arasında Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma da ABD’nin Türkiye topraklarında nerelerde üs ve tesis kuracağı, yönetimi ve faaliyetleri belirlenmiştir[7] .
ABD, Türkiye’de kurduğu üs ve tesislerden başta SSCB olmak üzere çevre ülkelere yönelik dinleme ve izleme faaliyetleri yürütmüştür. Bu kapsamda Soğuk Savaş yıllarının önemli casusluk projelerinden U-2 casusluk projesinin bir kısmı İncirlik Hava Üssü’nden yürütülmüştür. Bu durum Türkiye ile SSCB arasında krize neden olmuştur. Dinleme ve izleme faaliyetlerinin yanı sıra İncirlik Hava Üssü bir lojistik merkez hâline getirilmiştir. ABD bölgede yürüttüğü operasyonlarda İncirlik Hava Üssü’nü kullanmıştır[8] . Bunun yanı sıra CIA arşiv belgelerinde ABD’nin üs ve tesislerinden Türkiye’de de istihbarat ve propaganda faaliyetleri yürüttüğü görülmektedir.
Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’de kurulan NATO ve ABD üs ve tesisler Türkiye ile ABD ilişkilerinde son derece önemli bir yer tutmuştur. Bunun karşılığında SSCB ile ABD ilişkilerinde ve Türkiye ile SSCB ilişkilerinde gerginliğe neden olmuştur. Bu çalışmada ülkedeki ABD üs ve tesislerin nerelerde kurulduğu, üs ve tesislerde hangi faaliyetlerin yürütüldüğü, üs ve tesislerin ülke kamuoyunda nasıl bir etki yarattığı, Türkiye-ABD ve Türkiye-SSCB ilişkilerinde ne gibi rol oynadığı sorularına ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı Arşivi başta olmak üzere dönemi aydınlatacak birinci el kaynak, araştırma eserleri ele alınarak cevap verilmektedir.
ABD’nin Üs ve Tesis Kurma Faaliyetleri
Birinci Dünya Savaşı’na sonradan katılan ABD, İkinci Dünya Savaşı’na da tepkisiz kalmamıştı. Müttefikleri Fransa ve İngiltere’nin kaybetmesi durumunda ticaretine büyük darbe vurulacağını bilen ABD, önemli bir adım atmış ve 11 Mart 1941 tarihinde Senato’dan Ödünç Verme ve Kiralama (Lend and Lease) yasasını geçirmiştir. Bu yasa ile ülkelere yiyecek ve savaş malzemesi dâhil her türlü yardımı yapmanın önünü açmıştır. Ancak yardımların karşılığının nasıl alınacağı savaş sonrasına bırakılmıştı. 1941 yılında İngiltere ile imzalanan Ödünç Verme ve Kiralama Anlaşması neticesinde ABD, Karayipler’deki İngiliz üslerini himayesine almıştır. ABD kısa sürede Bermuda, Bahamalar, Jamaika, Antik, St. Lucia, Trinidad, İngiliz Guyanası, Nexfoundland gibi İngiliz üslerinde faaliyet göstermişti[9] .
ABD İkinci Dünya Savaşı’na katıldığında yaklaşık yüz adet üsse sahip iken, savaş sona erdiğinde Atlantik’ten Pasifik’e yaklaşık yüz ülkeye dağılmış iki binden fazla üs ve otuz binden fazla askerî tesis elde etmişti. ABD, savaş sona erdiğinde 8,3 milyon karacı, 3,3 milyon denizci ve beş yüz bin deniz piyadesini denizaşırı bölgelerde konuşlandırmıştı. 7 Ağustos 1945 tarihinde Potsdam Konferansı’nda konuşan ABD Başkanı Harry S. Truman yeni düzende üslerin konumunu şöyle belirlemişti:
“ABD bu savaş sonucunda bir kâr veya kişisel bir fayda elde etmek istememektedir. Buna karşın çıkarlarımızı ve dünya barışını korumak için gerekli olan askerî üsleri elimizde tutmaya devam edeceğiz. Askerî uzmanlarımızın savunmamız için hayati gördüğü üsleri elde edeceğiz. Bunu Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne uygun düzenlemelerle yapacağız[10]”
ABD Başkanı Harry S. Truman bu sözleriyle ABD üs ve tesislerinin önemini vurgulamıştır. ABD üs ve tesislerinin dönüm noktalarından birisi de NATO’nun kurulmasıydı. ABD gerek NATO kapsamında gerekse ikili anlaşmalar kapsamında dünyanın birçok yerinde üs ve tesisler kurmaya devam etmiştir. Feridun Akkor’un Milliyet gazetesinde ABD üs ve tesisleri hakkında 11 Ağustos 1966 tarihinde kaleme aldığı yazıda ABD’nin gelecek bir saldırıyı topraklarından uzak bir noktada karşılamak için dünyanın dört bir yanındaki üs ve tesislerine dikkat çekmiştir. Akkor, ABD Silahlı Kuvvetleri’nin üçte ikisinin toprakları dışında konumlandığına değinerek dünyanın farklı noktalarında ABD’nin 585 üsse sahip olduğunu ifade etmiştir[11] .
Türkiye’deki ABD Üs ve Tesislerinin Kurulması
ABD Soğuk Savaş sürecinde SSCB ile patlak verebilecek büyük savaşı olabildiğince topraklarından uzak bir noktada karşılamak için dünyanın çeşitli yerlerinde birçok üs ve tesis kurmuştur. Bu üs ve tesisler, çevreleme politikası kapsamında SSCB topraklarına yakın yerlerde yoğunlaşmıştır. Bu kapsamda SSCB’ye, Ortadoğu ve Balkanlara komşu olan, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile son derece stratejik bir noktada bulunan Türkiye ön plana çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB tehditleri karşısında ABD’den destek bulmaya çalışan Türkiye, kısa süre sonra bu desteği elde etmiştir. ABD, Türkiye’nin stratejik konumunu değerlendirmiş ve bu nedenle talebe olumlu cevap vermiştir. Türkiye’nin stratejik önemi CIA arşiv belgelerinde birçok kez vurgulanmıştır. Buna örnek olarak CIA’nın Türkiye hakkında hazırladığı 22 Aralık 1948 tarihli “Turkey” kitapçığında Türkiye’nin ABD güvenliği açısından önemi üzerinde durulmuştur[12]. Yine CIA 8 Ocak 1951 tarihli raporunda, ABD’nin SSCB karşısında Akdeniz’deki varlığını güçlendirmek için Türkiye’nin önemine dikkat çekmiştir. Bu nedenle Türkiye’ye yapılacak yardımların ülkedeki ABD varlığını güçlendireceğinin altını çizmiştir[13] .
Türkiye’nin stratejik konumu tarihin birçok döneminde olduğu gibi Soğuk Savaş yıllarında da ön plana çıkmıştır. ABD’nin Ankara Büyükelçisi (1948-1952) George Wadsworth tarafından 3 Mayıs 1951 tarihinde hazırlanan Doğu-Batı Mücadelesinde Türkiye’nin Durumu başlıklı raporda, Türkiye’nin patlak verebilecek büyük savaşta tarafsızlığını korumaya çalışacağına dikkat çekmiştir. Ancak Türkiye’nin tarafsız tutumuna karşın topraklarının güvenliği için üs ve tesisleri kendi lehine kullanıma açacağını belirtmiştir[14] .
Türkiye’de NATO üssü denildiğinde akla ilk gelen İncirlik Hava Üssü uzun yıllar bu konudaki tartışmalarında merkezinde yer almıştır. İncirlik Hava Üssü kurulmadan yıllar önce İkinci Dünya Savaşı yıllarında Adana son derece önemli bir istihbarat mücadelesine sahne olmuştu. ABD istihbarat teşkilatı The Office of Strategic Services-OSS (1942-1945), 1943 yılında Adana’da bir merkez kurmuştu. ABD Elçisinin Adana’daki yazlık evi istihbarat merkezi hâline getirilmişti[15]. ABD’nin bu hamlesi aslında bölgedeki istihbarat mücadelesinin bir parçasıydı. 7OSS’nin verdiği bilgiler ışığında bölgedeki Alman istihbaratının yoğun faaliyet yürüttüğü görülmektedir. Bu durum Adana’nın stratejik konumunu ön plana çıkarmıştır[16] .
ABD, 1948 yılından itibaren Türkiye’nin stratejik konumundan yararlanmak istemişti. Bu nedenle ABD Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Dairesi Büyükelçisi Edwin C. Wilson 25 Mayıs 1948 tarihinde Türkiye’de askerî bir muharebe merkezi kurulması için Türk yetkilileri ile görüşmeler yapmak üzere kritik bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ziyaret sonrasında ABD Genelkurmayı tarafından hazırlanan raporda (1949 Mayıs) İskenderun-Adana bölgesinde bir hava üssü kurulması için Türkiye ile anlaşma yapılması önerilmişti[17] .
SSCB’nin 29 Ağustos 1949 tarihinde nükleer bomba denemesi başarıyla sonuçlanması, nükleer güç olarak ABD tekelini sonlandırmıştır. Bunun yanı sıra Yugoslavya’nın SSCB’den ayrılarak Koniform kurması, Ortadoğu’daki gelişmeler ABD’nin Türkiye’de üs ve tesisler kurma planını hızlandırmıştır. 14 Mayıs 1950 Milletvekili Genel Seçiminde Demokrat Parti, NATO üyeliğini seçim propagandasında kullanmış, ABD’nin üs ve tesis kurma talebine ön şart olarak NATO üyeliğini sunmuştur[18]. Türkiye 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya üye olmuştu. Türkiye, NATO üyeliği sonrasında 25 Ağustos 1952 tarihinde imzaladığı NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi kapsamında NATO’nun ülke topraklarında askerî üs ve tesisler kurmasını ve personel bulundurmasını kabul etmiştir. Bunun yanı sıra sözleşmede yabancı personelin tabi olacağı kurallar belirlenmiştir[19]. NATO Sözleşmesi kapsamında 23 Haziran 1954 tarihinde Türkiye ile ABD arasında imzalanan Askerî Kolaylıklar Anlaşması ile ABD’nin ülke topraklarında üs ve tesis kurma ile askerî faaliyetlerde bulunmasının yasal zemini hazırlanmıştır[20] .
Bu anlaşma ile Türkiye topraklarında ABD üs ve tesisleri kurulmuştur. Ancak bu anlaşmanın imzalandığı gün ABD, Türkiye’ye verdiği nota ile anlaşmanın içinde yer almayan ancak sonrasında benimsenen geniş haklar elde etmiş, Türkiye’de bulunan ABD personelinden gümrük vergisi alınmaması ve eşyalarının aranmaması gibi ayrıcalıklar kazanmıştır. ABD’ye tanınan geniş haklar beraberinde birçok tartışmayı da getirmiştir[21] .
ABD Üs ve Tesislerin Yönetiminin Düzenlenmesi
Türkiye ile ABD arasında imzalanan anlaşmaların sayılarının çokluğu ve gizliliği nedeniyle hangi üs ve tesisin hangi tarihlerde kurulduğu, ne şekilde kullanıldığı konusunda kesin ifade kullanmak mümkün değildir. Ancak ABD, Türkiye’deki etkinliği yoğun olarak görülmüştür. Bu kapsamda 31 Mart 1957 tarihinde Türkiye’de 3.720 asker, 138 sivil ve 2.167 aile üyesi olmak üzere toplam 6.025 Amerikalı personel bulunmaktaydı. 15 Mart 1958’de bu sayı 6.449’u asker olmak üzere 10.573’e çıkmıştır. Sadece altı ay sonra 15 Kasım 1958’de bu sayı 13.247’ye ulaşmıştır. Hızlı bir artış gösteren personel sayısı 1970’li yılların başında 25.000’e ulaşmıştır. Ülkede bu kadar çok ABD personelinin bulunması beraberinde birçok sorunu da getirmiştir. ABD üs ve tesislerinin bulunduğu yerlerde ABD personeli ile bölge insanı arasında çeşitli asayiş sorunları yaşanmıştır[22] .
Türkiye’deki ABD üs ve tesislerinin siyasi ve askerî rolleri ön plana çıkmıştır. Bu rollerin yanı sıra anlaşmalardan doğan belirsizlik nedeniyle personel sorunları yaşanmıştır. Türkiye’de görev yapan personelin işledikleri suçlarla ilgili olarak NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi’ne göre gönderen ve kabul eden ülke yasalarında mevcut bir suçun işlenmesi durumunda bir tarafın yasalarınca suç teşkil edilmeyen fiilde yargılamanın nasıl yapılacağı açık değildi. Bunun yanı sıra suçun resmî görev sırasında işlenmesi durumunda yargılamanın gönderen ülkeye, ABD’ye, bırakılması önemli bir hukuki boşluğa neden olmuştu. Çünkü “resmî görev sırasında” ifadesini tespit edecek bir birim yoktu. Bunun üzerine 16 Temmuz 1956 tarihinde çıkarılan kanunla bu onay ABD’nin Türkiye’deki en üst rütbeli komutanına bırakılmıştır. Bu durum birçok kez suistimal edilmiştir[23] .
11 Mayıs 1956 tarihinde Çavuş Frank R. Boston Eskişehir’den Ankara’ya giderken beş çocuğa çarpmış ve üçünün ölümüne neden olmuştu. Çavuş Boston gözaltına alınmasına karşın resmî görev sırasında suçun işlendiği iddia edilerek, ABD tarafından, yargılama sonrasında ceza almasına karşın delil yetersizliğinden ötürü cezası uygulanmamıştı. Bir başka örnekte 5 Kasım 1959 tarihinde Ankara’da ABD’li bir yarbayın on bir askere çarparak birinin ölümüne sebep olduğu kaza da aynı kapsama alınmıştır[24]. Bir başka suistimal ise gümrüksüz alışverişlerde yaşanmıştı. ABD’li personelin gümrüksüz alışveriş hakkının bazı personel tarafından suistimal edildiği belirlenmişti. Robert M. Fresco’nun CIA arşivlerinde bulunan raporunda bu duruma değinmiştir. Robert M. Fresco, Ankara’da yaşayan bir ABD’li personelin sigara ve alkol gibi ürünleri ucuz alabildiğine ve kapı komşusu bir profesörün bu ürünleri gümrük vergisi nedeniyle alamamasına dikkat çekmiştir. Bu durumun bazı personeller tarafından ürünlerin ticaretinin yapılması suretiyle suistimal edildiğini ifade etmiştir[25] .
Bu sorunlar sadece Türkiye’de değil ABD üs ve tesislerinin bulunduğu birçok ülkede de yaşanmıştır. Bunun üzerine ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, 1956 Kasım ayında Frank C. Nash’ı görevlendirmişti. Nash, 31 Mart 1957’de yayınladığı raporunda Türkiye kısmında çözüm için öneriler belirtse de atılan adımlar sınırlı kalmıştır[26] .
ABD üs ve tesisleri Türkiye’de uzun yıllar bilinmezliğini korumuş, birkaç haber dışında kamuoyunda yer bulmamıştı. Gündeme gelmeyen üs ve tesislerin tartışılması ve kamuoyunda yer bulması 1964 tarihinde Kıbrıs Meselesi karşısında Türkiye’nin müdahale kararına ABD’nin karşı tavır almasıyla başlamıştır. ABD Başkanı Lyndon B. Jonhson tarafından Başbakan İsmet İnönü’ye gönderilen mektup (Johnson Mektubu) iki ülke ilişkilerini olumsuz etkilemiştir[27] .
Türkiye’de ABD üs ve tesislerini ilk eleştiren TKP’nin yayın organlarından olan ve Almanya’nın Leipzig şehrinden yayın yapan Bizim Radyo’dur. Bizim Radyo yayınlarında ABD üs ve tesisleri geniş yer tutmuş, bu üs ve tesislerin varlığı işgal olarak değerlendirilmiştir[28]. Bizim Radyo’nun yayınlarının yanı sıra ABD üs ve tesislerini kamuoyunda gündeme getiren Türkiye İşçi Partisi (TİP) olmuştur. TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 1965 Milletvekili Genel Seçimi kampanyası açılış konuşmasında ABD üs ve tesislerine geniş yer ayırmıştır. Bu üs ve tesislerin birer küçük Amerika olduğunu ve bu yerlere Türk polisinin ve Türk hâkiminin giremediğini belirtmişti[29]. TİP’in bu çıkışı ile üs ve tesisler kamuoyunda geniş yer bulmuştur. Konu kısa süre sonra TBMM gündemine de taşınmıştı. Abdi İpekçi’nin 21 Kasım 1965 tarihinde kaleme aldığı yazıda bu duruma dikkat çekmiştir. İpekçi, Senatör Sadi Koçaş’ın ABD’nin Türkiye’deki üs ve tesisleri hakkında TBMM’ye sunduğu yazılı soru önergesine değinerek, ABD üs ve tesislerinin önemli bir tartışma unsuru olduğunu ifade etmiştir. İpekçi, TİP’in söylevleri dışında kamuoyunda üs ve tesisler hakkında yeterince bilgi olmadığına değinmiştir. İpekçi, ABD üs ve tesisleri hakkında ellerindeki bilgiyi şöyle belirtmiştir:
“Memleketimizde, kontrolü tamamen Türk Genelkurmay’ına ait olmayan askerî üsleri iki kategoriye ayırmak mümkündür. Bunların bir kısmı diğer NATO ülkelerinde olduğu gibi ortak savunma için kurulmuş NATO üsleridir ve NATO Başkumandanlığına bağlıdır. Diğer bir kısmı ise Türkiye ile Amerika arasında yapılan özel ikili anlaşmalar neticesinde kurulmuştur. Tartışma konusu yapılan üsler bunlardır[30].”
Bu tartışmalar kapsamında üs ve tesisler kamuoyunda tartışmalara neden olsa da Başbakan Süleyman Demirel üslerin varlığını reddetmiş, bunların tesis olduğunu savunmuştur[31]. Üs ve tesislerin ülkenin egemenliği görmezden gelinerek adeta ABD toprağıymış gibi kullanıldığı tartışmaları kamuoyunda geniş yer tutmuştur[32] .
Başbakan Süleyman Demirel’in “Türkiye’de ABD üssü yok tesisi vardır” açıklaması karşısında Yaşar Kemal, Fethi Naci ve Doğan Özgüden tarafından çıkarılan Ant dergisi, 12 Eylül 1967 tarihli sayısında “Türkiye’deki Amerikan Üslerini Açıklıyoruz” başlığıyla Türkiye’deki ABD üs ve tesislerin listesini yayınlamıştı. Haber, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin AFM 87-3 sayı ve 25 Kasım 1963 tarihli USAF INSTALLATIONS DIRECTORY (Worldwide)-Dünyadaki Hava Kuvvetleri Tesisleri Rehberi’nde verilen bilgiler ışığında hazırlanmıştı. Haberde ABD’nin İncirlik (Adana) ve Çiğli (İzmir)’de birer hava üssü ile Ankara, Adana, İzmir, Manisa, Diyarbakır, Erzurum, Konya, İskenderun, Kocaeli ve Trabzon’da çeşitli harekât ve lojistik tesisleri bulunduğu ifade edilmiştir. ABD’nin harekât ve lojistik tesisleri arasında hava istasyonları, muharebe merkezleri, bakım merkezleri, subay lojmanları, idarehaneler, okullar, hastaneler, su tesisleri, park yerleri, eğlence merkezleri, spor salonları, servis istasyonları, depolar, ikmal merkezleri, meteoroloji istasyonları, hareket yerleri, petrol depoları, havaalanları, radyo verici istasyonları, postaneler, istikamet tespit merkezleri yer almıştır. Bunun yanı sıra ABD ile yapılan anlaşmalar doğrultusunda ABD’li personele ülkenin mevzuatı uygulanmadığı ve Türk yetkililerin üs ve tesislerin yönetiminde yetkili olmadığı ifade edilmiştir[33] .
Türkiye ile ABD arasında imzalanan anlaşmalar kimi zaman gizli yapıldığı gibi, sözlü olduğundan iki ülke tarafından anlaşmaların tutanakları tam olarak tutulmamıştı. Bu karışıklığı Başbakan Süleyman Demirel 7 Şubat 1970 tarihinde kamuoyuna açıklamıştı. Süleyman Demirel, 1945 yılından itibaren muhtelif tarihlerde Türkiye ile ABD arasında toplam 91 anlaşma imzalandığını belirtmiştir. Bu anlaşmaların sadece 16’sı kanunla onaylanmıştı. 12’si harita anlaşması, 6’sı yürürlükten kaldırılmış, 4’ü bilimsel anlaşma, 26’sı yardım anlaşması, 14 adet NATO ittifakı içinde alınan kararlar neticesinde yapılan anlaşma, 13’ü ise 1954 askerî kolaylıkları içeren anlaşmaydı. Süleyman Demirel konuşmasında iktidara geldikleri 27 Ekim 1965 tarihinden itibaren ABD ile ortak savunma amacıyla 15 anlaşmanın imzalandığını belirtmiştir. Bu anlaşmalar neticesinde İzmir (Çiğli) havalimanı ile Trabzon ve Samsun radar tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne devri için mutabakata varıldığı ifade etmiştir[34] .
Türkiye ile ABD arasında anlaşma karmaşası ve ABD’nin üs ve tesisleri tartışmasına Genelkurmay Başkanlığı da katılmıştı[35]. Genelkurmay Başkanı Cemal Tural yayınladığı emirde üs ve tesisler hakkında şu prensipleri belirtmiştir:
“Gizli ve Müşterek Savunma Tesisleri ile İlgili Prensipler[36]:
1. Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni arazi talepleri kabul edilemez,
2. Hâlihazır tesisler ilaveten yeniden tesis kurulmasına müsaade edilemez,
3. Tesisin statüsünü değiştiren fakat artışları ve evsafı değişiklikleri kabul edilemez,
4. Tesisler için ayrılmış arazi içinde ve tesisin işletilmesini aksatmayacak çapta en geniş tenis kortu olmak üzere bazı spor tesislerinin her defasında izine tabi olmak üzere müsaade edilebilir, fakat bunun dışında umuma açık hazine veya şahıs malı yerler için müsaade verilmez.”
Cemal Tural bunun yanı sıra ikinci bir emir daha yayınlamıştır[37] .
“Millî Seferberlik ve Antlaşmalar Daire Başkanlığı Antlaşmaları Şubesi için Prensipler:
Müşterek savunma tesisleri içinde kurulmuş ve faaliyette bulunan ABD okullarının genişletilmesi ile ilgili gelecek talepler kabul edilmeyecektir.
Müşterek savunma tesisleri içinde kurulmuş ve faaliyette bulunan ABD okullarının tesisleri dışında ve 625 sayılı konunun hükümlerine göre vazife görmeleri hususunda tahakkukuna çalışılacaktır.
ABD askerî posta hizmetleri kaldırılacak, ABD personelinin posta hizmetleri PTT’ce karışlanacaktır.
Radyo ve televizyon servisinin kuruluş ve faaliyetleri Türk Milli mevzuatına uygun olacaktır.”
Yukarıda görüldüğü üzere Türkiye’deki ABD üs ve tesislerinin varlığı ve yönetimi hakkında karışıklık bulunmaktaydı. Hangi üs ve tesisin hangi anlaşma ile kurulduğu kesin değildi. Bu üs ve tesislerin bazıları sözlü anlaşmalar ile kurulmuştur. ABD üs ve tesislerinin bu durumu TİP tarafından sık sık gündeme getirilmiş ve kamuoyu oluşturulmuştur. Başbakan Süleyman Demirel her seferinde üs ve tesisleri tartışma konusu olmaktan çıkarmaya çabalamıştır. TİP’in üs ve tesisleri eleştirel tutumu ülke kamuoyunda her geçen gün daha fazla destek bulmuştur. Bu durum Mart 1966 tarihinde ABD Ankara Büyükelçisi ile bir araya gelen Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Haluk Bayülken tarafından gündeme getirilmişti. Haluk Bayülken, TİP’in etkisiyle kamuoyunda anlaşmaların varlığından haberdar olunduğunu ve bunları açıklama ihtiyacı duyulduğunu ifade etmişti. Bunun yanı sıra anlaşmalarda muhtelif değişiklik önerileri ortaya koyulmuştu. ABD, geniş haklar tanıyan anlaşmalarda değişiklik taleplerine karşı çıkmıştı. Ancak 7 Nisan 1966 tarihinde Türkiye tarafından değişiklikler hakkında nota verilmişti. ABD, 18 Nisan 1966 tarihli cevabında değişiklik önerilerini kabul etmiştir. Böylece 3 Temmuz 1969 tarihli “Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması” (OSİA) süreci başlamıştı[38] .
Türkiye ile ABD arasında 3 Temmuz 1969 tarihinde Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. Öncesinde yapılan anlaşmalardaki karışıklık ve Türkiye’nin ABD ilişkilerinin sorgulanır hâle gelmesi sonrasında imzalanan anlaşma ile iki ülke arasında yapılan anlaşmalar revize edilerek tek metinde birleştirilmişti. Anlaşma gizli olması nedeniyle 23-25 Ocak 1970 tarihlerinde Millet Meclisinde, 27-28 Ocak 1970 tarihlerinde Senato’da yapılan kapalı oturumda ele alınmış kamuoyuna da sadece temel prensipleri hakkında bilgi verilmiş, içeriği belirtilmemişti. Başbakan Süleyman Demirel sonraki günlerde yaptığı açıklamada anlaşmanın karşılıklı egemenlik ve eşitlik prensibinde hazırlandığını, üs ve tesisler hususunda ise Türkiye’nin onayı olmadan hareket edilmeyeceğini, ortak kullanım esas alındığını belirtmiştir. Anlaşma metni ancak ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosundan sonra 16- 17 Mart 1975 tarihinde Hürriyet gazetesi tarafından yayınlanmıştı[39] .
Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması ikinci maddesinde: “Millî olağanüstü hâllerde T.C. hükûmeti, olağanüstü hâl devresinin bütün süresi boyunca, işbu anlaşmanın amaçlarını göz önünde tutarak, millî mevcudiyetinin korunması için ihtiyaç duyulan kısıtlayıcı tedbirleri almak hakkına sahiptir.” ifadesi ile ülke topraklarındaki ABD üs, tesis ve personel durumu hakkında belirleyici yapıda söz hakkı elde etmiştir. Bunun yanı sıra ABD’nin Türkiye’deki faaliyetleri hakkında Türkiye’nin onayı anlaşmanın üçüncü maddesinin ilgili bentlerinde belirtilmiştir:
“b) Müşterek savunma tesislerinin amaç, mahiyet, mahal, süre ve şümulleri önceden T.C. hükûmeti tarafından tasvip olunacaktır.
c) Müsaade edilen personel gücünün genel kuruluşu ve ABD tarafından sağlandığı şekilde teçhizatın ana sistem ve sınıfları, önceden T.C. hükûmeti tarafından tasvip olunacaktır.
d) Yukarıda kayıtlı hususlar, her tesis veya tedbir için yapılacak uygulama anlaşmalarında belirtilecek görevlerin mahiyeti ile mütenasip olacaktır.
e) İşbu anlaşmanın ve ilgili uygulama anlaşmalarının amaçlarına uygun olanlar hariç, müsaade edilen personel gücüne, T.C. hükûmetine önceden haber verilmeden ve tasvibi alınmadan ilavelerde bulunulamaz.
f) İşbu anlaşma ve ilgili uygulama anlaşmalarının amaçlarını helaldar etmeyenler hariç, müsaade edilen personel gücünden, önceden istişare edilmeden ve gerekli ihbarda bulunulmadan, azaltmalar yapılamaz.
g) Müşterek savunma tesislerinde, bu tesislerin amaç, mahiyet ve faaliyetlerine tesir etmeyenler hariç T.C. hükûmetine önceden haber verilmeden ve tasvibi alınmadan, bilahare hiçbir değişiklik yapılamaz.
h İşbu anlaşma mucibince kurulmuş müşterek savunma tesislerinin çalışması için zaruri olan malzeme, teçhizat ve ikmal maddeleri, tarafların yetkili makamları arasında önceden istişare yapılmadan Türkiye’den çıkarılamayacaktır. Her hâlükârda, Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının görevini aksatacak hiçbir nakil ameliyesine tevessül edilmeyecektir.”
Bunun yanı sıra üs ve tesislerin statüsü beşinci maddede belirtilmişti:
“Madde 5- İşbu anlaşmanın amaçları için T.C. hükûmeti tarafından tahsis edilen arazi üzerinde ABD tarafından veya onun namına inşa veya tesis olunan, toprağa merbut mallar dâhil, bilumum gayrimenkuller, inşa veya tesis tarihlerinden itibaren T.C. hükûmetinin malı olacaktır[40].”
Üs ve Tesislere El Konulması
ABD ile Türkiye ilişkilerinde Soğuk Savaş yıllarında en gergin dönem ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargo sürecinde yaşanmıştır. 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında uygulanmaya başlanan haşhaş ekim yasağının kaldırılması kararına tepki olarak ABD ekonomik yardımı kesmişti. Bu kararın hemen ardından Kıbrıs’ta meydana gelen darbe sonrasında adadaki Türk nüfusa karşı girişilen saldırıları önlemek için yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı, ABD’deki Yunan lobisini harekete geçirmişti. Haşhaş ekim yasağının kaldırılması, Kıbrıs Barış Harekâtı ve Yunan lobisinin faaliyetleri ülkedeki Türkiye karşıtlığının güçlenmesini sağlamış böylece ambargo kararı alınmıştır. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yaklaşık 1 milyar doları bulan faturası karşısında alınan ambargo kararı, zaten uzun süredir ülkede var olan ekonomik darboğazı iyice çıkmaza sokmuştur[41] .
Türkiye ve ABD yöneticilerinin -ABD, ambargo kararı karşısında ikiye bölünmüştü. Bölgesel çıkarları nedeniyle ambargonun kaldırılmasını isteyen ABD Başkanı ve Dışişlerinin karşısında lobilerin etkisinde kalan ABD Temsilciler Meclisi ambargonun uygulanması yönünde tavır takınmıştı- çabalarına rağmen ambargonun kalkmaması büyük hayal kırıklığına neden olmuştu[42] . CIA, ambargonun ülkedeki etkisi üzerine yaptığı değerlendirmede Süleyman Demirel’in, (Bülent Ecevit tarafından sert bir dille eleştirilmişti) Kıbrıs, Ege Adaları ve ABD ambargosu konusunda yumuşak bir dış politika izlemesi iç politikada olumsuz etki yarattığından ötürü daha fevri adımlar atabileceğini belirtmiştir. Bu değerlendirmeden kısa süre sonra ABD’ye verilen notada 3 Temmuz 1969 tarihli Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nın (OSİA) tekrar gözden geçirileceği belirtilmiştir[43] .
Türkiye ambargonun kalkması yönündeki tüm çabalara rağmen herhangi bir sonuç alamaması üzerine, ABD’ye karşı tutum değiştirmeye başlamıştı. İç politikada yöneltilen sert eleştirileri azaltmak için Demirel hükûmeti, ABD Büyükelçiliğine gönderdiği notada 30 gün içinde ambargonun kaldırılmadığı takdirde üs ve tesislere el konulacağını belirtmiştir[44]. ABD’nin nota karşısında istenilen adımları atmaması üzerine Türkiye, (Bakanlar Kurulu kararı ile) ABD ile yapılan 3 Temmuz 1969 tarihli Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nın (OSİA) hukuki geçerliliğini kaybettiğini belirterek, 26 Temmuz 1975 tarihi itibarıyla İncirlik Hava Üssü dışındaki tüm üs ve tesislere el koymuştur[45] .
Bu gelişme ABD tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Ambargo kararının kaldırılması hususunda ABD Başkanı Gerald Ford, temsilciler meclisine çağrı yapsa da başarı elde edememişti. CIA, Türkiye’nin askerî tesislere el koymasının ABD savunmasında değişikliğe neden olmayacağını, Türkiye’nin bu istikamet doğrultusunda öneminin ve katkısının devam edeceğini belirtse de ABD nezdinde derin endişe duyulmuştur. NATO elçisi Ercüment Yavuzalp’in, ABD Büyükelçisi William B. Mocamber ile görüşmesinde tesislerin el konulmasında ABD askerlerine dost ve ittifak kuvvetleri olarak davranılması için çağrı yaptığı belirtilmiştir[46] .
Milliyetçi Cephe hükûmeti başından beri sürdürdüğü politikanın bir gereği olarak ABD ile ilişkilerde önemli bir kırılma yaşanmadan tepkilerini sürdürmeye devam etmiştir. CIA, Süleyman Demirel’in her ne kadar ABD ilişkilerine zarar verecek bir adım atmayacağını ön görse de ABD’li yetkililerin ambargonun son bulma vaadine rağmen, ambargonun kalkmamasının iç politikada önemli bir baskı hâline geldiğini ve bu nedenle Süleyman Demirel’in çıkmaza girdiğini belirtmiştir. Ambargonun devam etmesi durumunda kamuoyunun baskısıyla Demirel’in yeni adımlar atabileceği ifade etmiştir. Askerî teçhizat ihtiyacını karşılamak için SSCB’nin de olduğu başka ülkelerle ilişkilere girebileceği uyarısını yapmıştır[47] .
Türkiye, 25 Temmuz 1975 tarihli Bakanlar Kurulu kararı[48] ile 26 Temmuz 1975 tarihi itibarıyla ABD üs ve tesislerine el koymuştur. Tesislerde bulunan PX mağazalarının bir kısmı kapatılırken NATO bünyesinde olan kesimde ise sadece NATO askerlerinin kullanımına izin verilmiştir. Bunun yanı sıra ABD’nin C-130 uçaklarının kullandığı havalimanlarında ücretlendirmeye gidilmiştir[49] .
Türkiye’nin üs ve tesislere el koyması ABD’nin bölgede yürüttüğü faaliyetlerini olumsuz etkilemişti. Türkiye’nin Kıbrıs ve haşhaş meselesinde geri adım atmaması üzerine ABD bölgedeki çıkarları nedeniyle ambargo kararında yumuşamaya gitmiş ve 6 Ekim 1975 tarihinde alınan karar ile 5 Şubat 1975 öncesinde Türkiye tarafından parası ödenen 185 milyon dolarlık askerî malzemenin gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun karşısında ABD Başkanı tarafından her 60 günde bir Kongre’ye Kıbrıs konusunda rapor verilmesi şartı konulmuştur. Türkiye, ABD’deki gergin havayı yumuşatmak için Şubat 1976’da Kıbrıs’tan 2.000 askeri çekeceğini açıklamıştı. Türkiye’nin bu hamlesi ambargonun kalkmasına yeterli olmamıştır[50] .
ABD, Türkiye’nin bu hamlesi karşısında yeni çözüm arayışlarına girmiş bu süreçte Türkiye’de oluşan tepkiyi azaltmak için talep edilen yardımı Almanya Federal Cumhuriyeti üzerinden sağlamaya çalışmış ancak Almanya Federal Cumhuriyeti ikna edilememiştir[51]. ABD’nin bu çabasının en önemli nedeni üs ve tesislerdeki faaliyetlere devam edebilmektir. Türkiye’nin, ABD üs ve tesislerine el koyma kararı ABD yönetiminde derin kaygı ve endişe yaratmıştır[52]. Gelişmeler karşısında hazırlanan 20 Ağustos 1975 tarihli raporda Türkiye’nin ABD güvenliği açısında ne kadar önemli olduğu vurgulanmıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin üs ve tesislere el koymasının ABD’nin yürüttüğü faaliyetlere zarar verdiği üzerinde durulmuştur. Bu nedenle raporun son kısmında öneriler sunulmuştur. Bu öneriler, Türkiye ile yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalamak, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu askerî yardımı NATO üzerinden sağlamak, Kongre’de müzakereleri devam ettirmek ve Türkiye’deki üs ve tesisleri azaltmaktı[53] .
ABD Başkanının Ulusal Güvenlik Danışmanlarından General Alexander M. Haig’in, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ile 13 Şubat 1976 tarihinde yaptığı görüşmede Türkiye’deki ABD üs ve tesisler ele alınmıştı. Semih Sancar, üs ve tesislerin kullanımı için silah ambargosunun kaldırılması gerektiğini belirtmiş, bunun yanı sıra ekonomik yardım sağlanması ve Yunanistan’ın desteklenmekten vazgeçilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Sancar, Türkiye ile ABD ilişkilerinin Kıbrıs Meselesi’nden ayrı olduğunu, bu mesele çerçevesinde değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulamıştır[54] .
Bunun üzerine Türkiye ile ABD arasında 26 Mart 1976 tarihinde Savunma ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. Anlaşmada üs ve tesislerin durumu tekrar ele alınmış ve Türkiye’nin üs ve tesisler üzerinde yetkileri artırılmıştı. Bu anlaşmayla ambargonun yumuşaması amaçlanmıştır[55]. Ancak Yunanistan’ın anlaşma karşısında takındığı tavır, ABD’deki Yunan lobisini harekete geçirmiş ve anlaşma ABD Kongresi tarafından kabul edilmemişti[56]. Bunun yanı sıra anlaşmada ön görülen yardımın yetersiz olduğu gerekçesiyle anlaşma TBMM tarafından onaylanmamıştı[57] .
Üs ve Tesislerin ABD Kullanımına Geri Verilmesi
Türkiye’nin tüm çabasına karşın ambargonun kalkmaması üzerine ülkede “Millî Savunma Konsepti” adıyla millî savunmanın temelleri atılmıştır. Lobi faaliyetlerinde yeterince etkin olamayan Türkiye, yerli kaynaklar oluşturmak için SSCB desteğini almaya çalışmıştır. Her ne kadar SSCB ilişkilerinde çekingenlik son bulmasa da 23 Haziran 1978 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit’in SSCB ziyaretinde imzalanan “Siyasi Belge” NATO çevrelerinde kaygıya neden olmuştur. Bunun yanı sıra Rauf Denktaş’ın Kıbrıs görüşmelerinde Maraş bölgesine 35.000 Rum göçmenin kabul edilebileceğini ve bölge de geçici bir yönetim kurulabileceğini açıklaması ambargo kararı üzerinde etkili olmuştur. Bu gelişmeler neticesinde 26 Temmuz 1978 tarihinde Senato, 1 Ağustos 1978 tarihinde Kongre ambargoyu kaldırma kararı almıştı. 95-384 sayılı kanunun 26 Eylül’de ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından imzalanması neticesinde ambargo kaldırılmıştır[58] .
ABD’nin 1975’ten itibaren uyguladığı ambargoyu kaldırmasıyla Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. ABD, üs ve tesislerinde yeniden faaliyet göstermişti. Başlayan yeni dönemde bölgede yaşanan gelişmeler Türkiye’nin önemini artırmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin 1969 yılında yapılan Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nı kaldırma kararı sonrasında yeni bir anlaşma ihtiyacını belirtmişti. Yeni anlaşma da Türkiye’ye güvence verilmesi ve ABD’nin bölgedeki faaliyetlerinde kolaylık sağlanması ile ilgili hususların ön planda tutulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu kapsamda ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ronald I. Spiers tarafından görüşmelere başlanmıştır[59] .
SSCB’nin Afganistan’ı işgali ve İran İslam Devrimi bölgedeki dengeleri alt üst etmiştir. Soğuk Savaş’ın seyrini değiştiren bu gelişmeler ABD’yi kaygılandırmıştır. İran İslam Devrimi sonrasında ülkede bulunan ABD üs ve tesislerinin kapatılması ile Türkiye, ABD’nin en ileri üs ve tesislerine sahip konuma gelmişti. Bu durum ABD ile Türkiye ilişkilerini yeniden şekillendirmiştir[60] .
ABD, İran’da yaşanan gelişmeler neticesinde Türkiye’ye baskısını artırmıştır. 14 Eylül 1979 tarihinde ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından Başbakan Bülent Ecevit’e gönderilen mektupta U-2 casus uçaklarının Türkiye’deki üsleri kullanmasını talep etmişti[61]. Başbakan Bülent Ecevit, 21 Nisan 1979 tarihli cevap mektubunda Türkiye ile SSCB ilişkilerine zarar vereceğinden ötürü talebi kabul etmemiştir[62]. ABD’nin bu talebi basında da geniş yer tutmuştu. Bülent Ecevit, U-2 casus uçuşlarının ancak SSCB’nin onayı sonrasında gerçekleşebileceğini belirtmişti[63]. ABD’nin talebi hakkında muhalefet lideri Süleyman Demirel, “U-2’ler bir çatışma hâlinde Türkiye’yi topun ağzına getirir. Türkiye, büyük devletlerin çatışma sahası olmamalıdır. Dünyanın başka yerinden uçsunlar” ifadesiyle karşı çıkmıştır[64] .
Bülent Ecevit’in U-2 casus uçuklarının üsleri kullanmasını kabul etmemesi ABD tarafından tepkiye neden olmuştur. Bu tepki Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in Haziran 1979 tarihindeki ABD ziyaretinde de hissedilmişti. Evren’in bu ziyaret kapsamında ABD Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede U-2 casus uçuşları gündeme gelmişti. Kenan Evren, Başbakan Bülent Ecevit’in kararının net olduğunu ifade etmiştir. Kenan Evren’in belirttiğine göre Savunma Bakanı nezaket dışı tepki göstermiştir[65] .
ABD’nin U-2 casus uçuşları için Türkiye’den üslerin kullanılması için izin alamamasından kısa süre sonra Ecevit hükûmeti istifa etmiş ve Demirel hükûmeti kurulmuştur. ABD, Bülent Ecevit’in aksine Süleyman Demirel’e daha olumlu bakmıştı. Oysa U-2 casus uçuşları için ülkedeki üslerin kullanılmasına Bülent Ecevit’in yanı sıra Süleyman Demirel de karşıydı. Bunun yansıması Mathew Nimetz görüşmesinde ortaya çıkmıştı. ABD, Türkiye ile yeni bir anlaşma yapmak ve ülkedeki faaliyetlerini artırmak için 8 Ocak 1980 tarihinde Türkiye’ye gelen ABD’li yetkili Mathew Nimetz, Başbakan Süleyman Demirel ile yaptığı görüşmede istediği sonucu alamamıştır[66] .
İran İslam Devrimi sonrasında bölgedeki dengelerin alt üst olması sonrasında Türkiye’ye birçok ABD heyeti gelmişti. Yapılan görüşmelerde yeni bir anlaşma üzerinde durulurken, ülkedeki üs ve tesis faaliyetleri güvence altına alınmaya çalışılmıştı. Başbakan Süleyman Demirel, ABD’nin bu yöndeki talepleri karşısında ekonomik yardım talebini açık açık ifade etmişti. Türkiye ile ABD arasındaki görüşme süreci devam ederken ABD Başkanı Jimmy Carter’in Tahran Büyükelçiliği’nde rehin tutulan 49 görevlinin casusluk suçundan yargılanmaları durumunda müdahale açıklaması kamuoyunu hareketlendirmişti. ABD’nin muhtemel bir İran müdahalesinde Türkiye’deki üsleri kullanıp kullanmayacağı gündeme gelmişti. İki ülke arasındaki hukuki boşluk beraberinde tartışmaları da getirmişti. Bu süreçte Milli Birlik Grubu Senato üyesi Suphi Gürsoytrak 11 Aralık 1979 tarihinde Türkiye’deki ABD ve NATO’ya Ait Üs ve Tesislerin Adedi ile Yönetim Şekline Dair Senato Araştırması önergesi vermişti. Gürsoytrak önergede: ABD ve NATO üs ve tesisleri veya benzerleri, bunların sayıları, görevleri, emir komuta ilişkileri, Türk komutanlarının üs ve tesislerdeki görevi ve bunların kullanımı hususunda yasal belgelerin mevcut olup olmadığının araştırılmasını istemişti[67]. Gürsoytrak’ın önergesi sonrasında Araştırma Komisyonu kurulmuştu[68]. Araştırma Komisyonu yaklaşık beş aylık hazırlık sürecinde raporunu hazırlamıştı[69] .
ABD, SSCB’nin bölgedeki faaliyetlerini önlemek için Türkiye ile yeni bir anlaşma yapma gerekliliğini belirtmiştir[70]. Bunun üzerine ABD Başkanı Jimmy Carter, 21 Şubat 1980 tarihinde Başbakan Süleyman Demirel’e bir mektup göndermişti. Carter mektubunda yeni anlaşmanın ilişkilerde önemli bir kilometre taşı olacağını belirtmiş, Türkiye’ye verilecek ekonomik ve askerî desteğin bu anlaşma ile güvence altına alınacağını ifade etmiştir[71]. Gelişmeler üzerine Türkiye ile ABD arasında 29 Mart 1980 tarihinde Türkiye-Amerika Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşma 18 Kasım 1980 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından onaylandıktan sonra 1 Şubat 1981 tarihli 17238 sayılı Resmî Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir[72] . Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükûmetleri Arasında Tesisler Konusunda 3 Numaralı Tamamlayıcı Anlaşma’nın ilk maddesine göre, Türkiye, Sinop (elektromanyetik izleme), Pirinçlik (radar uyarı uzay izleme), İncirlik (hava harekât ve destek), Yamanlar (İzmir), Şahintepe (Gemlik), Elmadağ (Ankara), Karataş (Adana), Mahmurdağ (Samsun), Alemdağ (İstanbul) ve Kürecik (Malatya) (muhabere tesisleri), Belbaşı (sismik bilgi toplama) ve Kargaburun (radyo seyrüseferi) üs ve tesislerinde ABD’nin faaliyetlerine izin verilmişti. İkinci maddede bu üs ve tesislerde her iki ülke personelinin ortak faaliyet göstereceği, ilgili hükûmetlerle istişare sonrasında istihbaratların paylaşılacağı kararlaştırılmıştı. Üçüncü maddede üs ve tesislere ABD, Kuvvetlerinin Komutanı sıfatı ile Türkiye ise Tesis Komutanı sıfatıyla atama yapacaktı. Dördüncü maddede üs ve tesislerde görevli personelin artışı Türk makamlarının iznine bağlanmıştır. Bunun yanı sıra diğer tamamlayıcı anlaşmalarla üs ve tesislerin kullanım yöntemleri belirlenmiştir. Bu anlaşmalar[73];
• Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri hükûmetleri Arasında Tesisler Konusunda 3 Numaralı Tamamlayıcı Anlaşma
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 1 Numaralı Ek Sinop Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 2 Numaralı Ek Pirinçlik Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 3 Numaralı Ek İncirlik Tesisi Uygulama Anlaşması
• İncirlik Uygulama Anlaşmasına Ek Adana Askerî Terminal Kontrol Sahası İçinde Hava Trafik Hizmetlerine Ait Usuller
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (A) Numaralı Ek Yamanlar Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (B) Numaralı Ek Şahintepe Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (C) Elmadağ Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (D) Numaralı Ek Karataş Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (E) Numaralı Ek Mahmurdağ Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (F) Numaralı Ek Alemdağ Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 4 (G) Numaralı Ek Kürecik Muhabere Yeri Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 5 Numaralı Ek Tesisler Dışındaki Birleşik Devletler Kuruluşları ve Faaliyetleri Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 6 Numaralı Ek Belbaşı Tesisi Uygulama Anlaşması
• 3 Numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması’na 7 Numaralı Ek Kargaburun Tesisi Uygulama Anlaşması
Türkiye’deki ABD Üs ve Tesislerinde Yürütülen Faaliyetler
Soğuk Savaş, istihbarat faaliyetleri açısından adeta bir devrim olmuştur. Teknolojik gelişmeleri istihbarat tekniklerini de şekillendirmişti. Gelişen silah teknolojisinde casusluk faaliyetlerinde zorluk çeken istihbarat örgütleri yeni yollara başvurmuşlardır. ABD, istihbarat faaliyetleri bakımından o güne kadar kullanılan tekniklerin yeni savaşta yeterli olmayacağını fark etmiş bunun için yeni girişimlerde bulunmuştu. SSCB’nin geniş bir coğrafyaya sahip olması nedeniyle mevcut istihbarat yöntemleri ile takibi son derece zordu. Bu nedenle istihbarat faaliyetlerinde devrim niteliğinde adım atarak en eski istihbarat yöntemini teknolojinin yardımıyla etkili bir hâle getirmiştir.
SSCB’nin, 1957 Ekim’de ilk uyduyu uzaya fırlatması askerî ve stratejik olarak son derece önemli bir adımdı. Böylece ABD, Kore Savaşı sonrasında kurduğu Stratejik Hava Komutanlığı (SAC-Stratejic Air Command) sayesinde elinde tuttuğu hava üstünlüğünü kaybetmişti. ABD, SSCB’nin böylesine önemli bir adım atması üzerine istihbarat faaliyetlerini artırmış ve U-2 gibi son derece önemli projeleri ortaya koymuştur. U-2 casus uçaklarının İngiltere, Almanya, Japonya, Norveç ve Türkiye’den havalandığı bilinmektedir[74]. ABD Hava Kuvvetleri Komutanı Stuart Symington, Aralık 1948 tarihinde Ulusal Güvenlik Konseyine sunduğu raporda, Türkiye’yi SSCB işgalinde fiilen direniş gösterebilecek tek ülke olarak belirtmişti. Bunun yanında Türkiye’yi orta menzilli bombardıman uçaklarının üssü olarak göstermişti[75] .
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile Türkiye arasında bir dizi ikili anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmalar neticesinde ABD, Türkiye topraklarında bir dizi askerî, lojistik ve istihbarat merkezleri kurmuştur. Bu nedenle Adana, Diyarbakır ve Bandırma’da hava üsleri oluşturulmuştu[76]. Adana’da bulunan İncirlik Hava Üssü imkânları bakımından ön plana çıkmıştı. Buradan ilk olarak Genetrix projesi kapsamında faaliyet yürütülmesi amaçlanmıştı. Genetrix projesi, hava durumu takip balonlarının yüksek çözünürlüğe sahip kameralar yerleştirilerek istenilen bölgelerin izlenmesini içermekteydi. ABD, 10 Ocak 1956 tarihinde Türkiye’de Genetrix projesini yürütecek balonları ve personeli Adana’ya göndermişti. Balonların kontrolünün zorluğu ve olumsuz hava koşulları nedeniyle istenilen sonuç alınamamıştı. Bunun yanı sıra SSCB’nin tepkisi gecikmemişti. SSCB Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrei Gromyko, ABD’nin Moskova Büyükelçisine verdiği notada ABD’yi SSCB topraklarını ihlal etmekle suçlarken bu duruma son verilmesini istemiştir. Bunun üzerine ABD projeyi durdurma kararı almıştı. Böylece Genetrix projesi kapsamında Adana’da bulunan ABD personeli 1956 Mart ayında ayrılmıştı[77] .
CIA tarafından oluşturulan Oilstone/Aquatone projesi[78] U-2 casus uçuşlarının ilk etabını oluşturmaktadır. Uzun menzilli uçuşların sağlanması için hazırlanan belgede İncirlik Hava Üssü’nün imkânları vurgulanmış, uçuşlar için son derece uygun olduğu belirtilmiştir[79]. Bu kapsamda ABD’nin Ankara Büyükelçisi yerine vekâlet eden Maslahatgüzar Foy D. Kohler, Başbakan Adnan Menderes ile görüşmüştü. Görüşmede Kohler, Adnan Menderes’e U-2 Projesini sunmuş ve faaliyetleri hakkında bilgi vermişti. Bu bilgilendirme sonunda U-2 casus uçaklarının İncirlik Hava Üssü’nü kullanması için onay vermesini talep etmişti. Başbakan Adnan Menderes bu görüşme sonrasında İncirlik Hava Üssü’nden U-2 casus uçuşlarının yapılmasına izin vermiştir[80] .
U-2 Projesi çok yönlü bir projedir. CIA tarafından başlatılan ve yürütülen bu proje 1953 yılında ortaya atılmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılmaya başlanan casus uçuşlarının geliştirilmiş uçaklar sayesinde yeniden yapılması öngörülmüştür. Yeni uçaklar radarlar tarafından tespit edilememesi için 70.000 fit (21.300 m.) yükseklikte uçabilecek hâle getirilmişti. Bunun yanı sıra uçaklara net görüntü alınabilmesi için yüksek çözünürlüğe sahip kamera ve fotoğraf makineler yerleştirilmişti. İzlenmenin kolay olması için SSCB 13 bölgeye ayrılmış, bölgelerin özellikleri ve önemine göre sınıflandırılmıştı. U-2 casus uçaklarının gözetleme yapacağı bu bölgelerin coğrafi özellikleri ve konumları belirtilmişti[81] .
ABD bölgedeki gelişmeler karşısında sadece istihbarat faaliyetleri sürdürmemiştir. Bunun yanı sıra Lübnan (1958) ve Ürdün (1970) de yaşanan gelişmeler karşısında Türkiye’deki ABD üsleri son derece önemli bir rol oynamıştır. Lübnan’da 1958 yılında Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında yaşanan çatışmalar karşısında Lübnan Cumhurbaşkanı’nın ABD’den yardım istemesi üzerine ABD müdahale etmişti. Bu müdahale de İncirlik Hava Üssü kullanılmıştı. Bu üssün kullanılmasında Türkiye’den izin alınmadan gerçekleştirildiği iddiaları ortaya atılmıştır[82]. İncirlik Hava Üssü, tarihe ‘Kara Eylül’ olarak geçen olayda da kullanılmıştı. Filistinlilerin Ürdün’e sürülmesi ve Ürdün’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) faaliyetlerini artırması üzerine Ürdün Kralı Hüseyin’in ABD ve İsrail’den yardım istemesi üzerine ABD tarafından 1970 yılında müdahale gerçekleşmişti. Bu müdahale de İncirlik Hava Üssü lojistik merkez olarak müdahaleye destek vermiştir[83] .
ABD üs ve tesislerinden propaganda faaliyetleri de yürütülmüştür. Amerika’nın Sesi (Voice of America) yayınlarının yanı sıra, Çiğli, İncirlik, Karamürsel, Trabzon ve Samsun’dan yerel radyo yayınları yapılmıştır. Bu yayınlarda gündemdeki gelişmeler aktarılmış ve Amerikan kültürünü yaymak amacıyla yayınlar yapılmıştır[84] .
ABD üs ve tesislerinden SSCB ve Ortadoğu ülkelerinin faaliyetleri izlenmiş ve takip edilmiştir. ABD’nin bu üs ve tesislerden Türkiye’yi de izleyip izlemediği cevaplanmayı bekleyen bir sorudur. CIA arşiv belgelerinde Türkiye’deki gelişmeler hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır. CIA’nın kuruluşu itibarıyla Türkiye’yi önemli bir merkez olarak gördüğünden ülke içindeki faaliyetler hakkında da detaylı bilgiye sahip olduğu görülmektedir. Bu durum U-2 casus uçaklarının Türkiye’yi de izlediği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. CIA’nın 25 Temmuz 1958 tarihinde Diyarbakır’daki askerî hareketlilik hakkında verdiği raporda bu durum açık bir şekilde görülmektedir[85] .
ABD üs ve tesislerinde görevli personel, bölge insanı ile dikkat çekici ilişkiler kurmuştur. Yukarıda ifade edildiği üzere yaşanan asayiş olaylarının yanı sıra personelin para karşılığında çocukları alarak evlatlık edindiği iddiaları ortaya atılmıştır. Sabah gazetesinde Murat Karaman’ın 09.01.2018 tarihinde yayınladığı habere göre; İncirlik Hava Üssü’nde görev yapan personel bölgedeki bazı ailelerden çocukları para karşılığından evlat edinmişlerdi. Habere göre Adana’da bazı ailelerden para karşılığında satın alınan çocuklar ABD personeli tarafından ülkelerine götürülmüşlerdir[86] .
Üs ve Tesislerde Bulunan Yabancı Personelin Kaçırılması
Türkiye’deki ABD üs ve tesisleri yukarıda belirtildiği üzere Kıbrıs Meselesi sonrasında Johnson Mektubu ile tartışılır hâle gelmişti. Bu tartışmalar ışığında Türkiye’deki sol gruplar tarafından ABD’nin üs ve tesislerinin işgalci olduğu belirtilmişti. Türkiye’de yaşanan anarşi olayları yerini eylemlere bırakmıştı. Kurulan örgütler ses getirecek eylemler yapmaya başlamışlardı. Ses getiren eylemlerden birisi de 04 Mart 1971 tarihinde Deniz Gezmiş liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti Terör Örgütü listesinde yer alan Türkiye Halk Kurtuluş Örgütü tarafından Ankara Balgat’taki Tuslog Det-18 ABD tesisinden 4 Amerikalı askerin kaçırılmasıdır. Jimmie Sexton, Larry J. Heavner, Richard Caraszi ve James Gholson’u kaçıran örgüt, otuz altı saat süre tanıyarak 400 bin dolarlık fidyenin ödenmemesi durumunda bu isimlerin kurşuna dizileceğini belirtmişti[87]. Ses getiren eylem sonrasında güvenlik güçleri tarafından kapsamlı bir arama başlatılmıştı. Tüm aramalara karşın kaçırılan personel bulunamamıştı. Örgüt tarafından tanınan 36 saatlik sürenin dolması üzerine rehinelerin hayatlarından endişe duyulmuştu. 08 Mart 1971 tarihinde dört rehine de serbest bırakılmıştı[88] .
ABD’li 4 rehineyi kaçırma eylemini gerçekleştiren Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan kısa süre sonra yakalanmışlardı[89]. CIA, Deniz Gezmiş’in yakalanması sonrasında ABD Başkanı’na verdiği brifingde Deniz Gezmiş’in yakalanması sonrasında onu kurtarmak için Türkiye’de ses getirecek bir eylemin gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ABD’li personelin veya üst düzey yetkililerin kaçırılabileceği endişesi dile getirilmiştir[90] .
CIA’nın tahmini kısa süre sonra gerçekleşmişti. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanması ardından idam cezasına mahkûm edilmesi ile ilgili olarak yeni bir eylem gerçekleşmişti. 27 Mart 1972 tarihinde Ordu’nun Ünye ilçesindeki hava radar üssünde görevli üç İngiliz teknisyen kaçırılmıştı. Ünye’de bulunan bir evden kaçırılanların bırakılması için ön şart Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasıydı[91]. Eylem gerek yurt içinde gerekse yurt dışında büyük ses getirmişti[92] .
Güvenlik güçleri sıkı takip sonrasında 30 Mart 1972 tarihinde eylemcilerin Kızıldere Mevkiinde bir evde olduğunu öğrenmiş ve operasyon düzenlemişlerdi. Çıkan çatışmada eylemciler arasında Ertuğrul Kürkçü dışında Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Saffet Alp ve Hüdai Oral’ın yanı sıra İngiliz üç rehine Charles Turner, Gordan Banner ve Joe Law (Milliyet gazetesi Kanadalı olduğunu iddia etmiştir) hayatını kaybetmiştir[93] .
Türkiye-SSCB İlişkilerinde ABD Üs ve Tesisleri
Türkiye, SSCB ilişkileri Soğuk Savaş yıllarında kimi zaman yakınlaşan kimi zamanda gerginleşen bir süreç yaşamıştır. Krizlerle dolu bu süreçte iki ülke ilişkilerinin iyileşmesi önündeki engellerden birisi de Türkiye’deki ABD üs ve tesisleri olmuştur. SSCB, sınır komşusu Türkiye topraklarındaki üs ve tesislerden rahatsızlığını sık sık dile getirmiştir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB’nin tehditkâr tutumu[94] neticesinde ABD yanlısı bir dış politika benimsemiştir. SSCB, Türkiye’nin ABD yanlısı bir politika izlemesine ve NATO üyeliğine şiddetle karşı çıkmıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin NATO üyeliği sürecinde Türkiye’ye verdiği notada şöyle belirtmiştir[95]:
“Atlantik devletlerinin birleşmiş bir ordu kurmak ve ona Batı Almanya birliklerini katmak, silah yarışına girişmek, yabancı topraklarda Amerikan askerî üsleri kurulmasına razı olmak gibi hareketleri, başta Amerika olmak üzere, emperyalistlerin saldırı politikasına alet olduklarını gösterir. Türk topraklarında da Amerika askerî komutanlığının ve Amerikan mütehassıslarının idare ve yardımı ile hava ve deniz üsleri kurulmakta, Sovyet sınırlarına yakın yerlerde hava meydanları yapılmaktadır. Şu hâlde Türkiye’nin Pakta daveti de topraklarının saldırgan emellerle askerî üsler vücuda getirmek için kullanılması arzusuna dayanmaktadır. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin komşusudur, bu gibi olaylarla ilgisiz kalamaz. Bu sebeple temas edilen sorunlar hakkında Türkiye’den izah beklemektedir. Saldırgan Atlantik bölgesine girmekle ve yabancı üslerin kurulması için topraklarından yararlanılmasına izin vermekle yüklendiği sorumluluğa Türkiye hükûmetinin dikkatini çekmek gerekli sayılmaktadır.”
SSCB, Türkiye’nin NATO üyeliğine ve neticesinde sınırında ABD üs ve tesislerinin kurulmasına karşı çıkmıştır. Bu yeni bir sürecinde başlangıcı olmuştur. SSCB, Türkiye’ye ABD üs ve tesislerinden duyduğu rahatsızlık nedeniyle notalar vermiştir. Buna örnek olarak SSCB, 4 Şubat 1956 tarihinde ABD’ye ve Türkiye’ye verdiği notada Türkiye sınırlarında bulunan üslerden gönderilen balonların (Genetrix Projesi) istihbarat amaçlı olduğunu belirtmiş, bunun kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Türkiye 11 Şubat 1956 tarihli cevabında bu balonların meteoroloji amacıyla kullanıldığını bu nedenle SSCB’nin iddiasını reddetmişti[96] .
SSCB’nin Sputnik Uzay aracını yörüngeye oturtması ABD’de büyük tedirginliğe neden olmuştur. Bu durum SSCB’nin kıtalar arası göndereceği füzelerle ABD’yi vurabileceği tehlikesini ortaya çıkarmıştır. Bunun üzerine ABD, Jüpiter Projesini hazırlamıştı[97]. ABD bu kapsamda NATO üyelerine füzelerin yerleştirilmesi için yaptığı teklifi sadece İngiltere, İtalya ve Türkiye kabul etmişti. Diğer ülkeler nükleer başlıklı füzelerin kendi topraklarında bulunmasının açıktan SSCB’ye tehdit olacağı gerekçesiyle reddetmişlerdi. Türkiye’nin Jüpiter füzelerinin yerleştirilmesi kararı sonrasında SSCB Başbakanı Nikolay Bulganin’in Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği mektupta, Jüpiter füzelerinin Türkiye topraklarında olmasını kabul etmeyeceklerini ve bu durumun Türkiye açısından büyük risk oluşturduğunu belirtmiştir. Bu mektup aynı zamanda Soğuk Savaş yıllarının en büyük krizlerinden birisi olan Küba Füze Krizinin de başlangıcıdır. Nikolay Bulganin’in 8 Ocak 1958 tarihinde başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği bir başka mektup son derece dikkat çekiciydi. Bulganin, iki ülke arasında silahsızlanma isteğini belirttikten sonra, parasını ödemeden topraklarında füze konuşlandırmanın güvenliğini korumayacağının altını çizmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin bunları kullanamayacağını vurgulamış bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Bir tek kibrit büyük bir yangın çıkarabilir, ancak ilk yanan kendisi olacaktır”. Başbakan Adnan Menderes 25 Şubat 1958 tarihinde verdiği cevapta füzelerin savunma amacıyla kurulduğunu ifade etmiştir.Mektup diplomasisinden SSCB istediğini alamayınca 13 Aralık 1958 tarihinde Türkiye’ye nota vermiştir. SSCB, Türkiye ile ABD arasında yapılan anlaşma sonrasında Türkiye’nin NATO nükleer üssü hâline geldiğini belirtmişti. SSCB, 25 Mart 1959 tarihinde yaptığı açıklamada füzelerin Eisenhower Doktrini’nin bir devamı olduğunu belirterek tepkisini dile getirmiştir[98] .
Ekim 1959 tarihinde Türkiye ile yapılan anlaşmada 15 tane Jüpiter füze sisteminin (IRBM) kurulması kararlaştırılmıştır. Anlaşmaya göre füzeler Türkiye’nin, nükleer başlıklar ABD’nin olacaktı. Füzeler, ABD’nin Avrupa Yüksek Müttefik Kuvvet Komutanı tarafından ABD-Türkiye ortak onayı ile kullanılabilecekti. Füzelerin bulunacağı üste iki ülke askerleri bulunacak ve ikili veto sistemi oluşturulacaktı[99]. Jüpiter füzeleri, SSCB’nin doğal olarak tepkisini çekmişti. SSCB Devlet Başkanı Nikita Kruşçev, ABD Başkan yardımcısı Richard Nixon’a 1959 yılında bu rahatsızlığı en üst düzeyde iletmiştir[100] .
Ekim 1962’de Küba Füze Krizi patlak vermişti. SSCB, Jüpiter füzelerinin daha fazlasını ABD’nin hemen yanı başına hem de hiç fark etmeden yerleştirmişti. Nikita Kruşçev, John F. Kennedy’ye gönderdiği mektupta, Küba ablukasını kaldırıp adaya saldırmama konusunda anlaşma sağlanırsa füzeleri çekeceğini belirtmişti. Ancak ikinci bir mektupta ön koşul olarak Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin kaldırılması da konulmuştu[101]. Bu durum ABD Kongresi’nde sert tartışmalara neden olmuştu. ABD’nin bölgedeki faaliyetleri ve egemenliği tartışılmıştı[102]. Bunun üzerine ABD Başkanı Kennedy’nin kardeşi Robert F. Kennedy, SSCB’nin Washington büyükelçisi Dobrinin’le görüşmüştü. Robert Kennedy görüşmede Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesini kabul etmiş ancak bu anlaşmanın gizli kalmasını istemişti. ABD Başkanı Kennedy, NATO üyesi ülke başkanlarına gönderdiği mektupta Jüpiter füzelerinin müzakere edilmediğini belirtse de SSCB ile anlaşmışlardı[103] .
Sovyet Büyükelçi Jüpiter füzelerinin kesin hedefte olduğunu belirterek yaşanacak bir krizde İzmir’in üçüncü dünya savaşının Hiroşima’sı olacağı tehdidinde bulunmuştu. John F. Kennedy böylesine bir pazarlığın Nikita Kruşçev’in taleplerini artıracağı ve Türkiye’nin pazarlık unsuru olmaktan büyük kaygı duyacağı için cevap mektubunda belirtilen hususların göz önüne alınmadan krizin çözülmesi gerektiğini belirtmiştir. Soğuk Savaş’ın en yoğun diplomasi dönemlerinden birinin yaşandığı bu süreçte Kruşçev, Küba’daki füzeleri çekmeyi kabul etmiştir. ABD’nin herhangi bir fedakârlık yapmadığı düşünülebilir; ancak ABD geliştirdiği Polaris denizaltılarının daha etkili olacağı ve yönetiminin tek elden gerçekleşeceği için bir süredir Jüpiter füzelerinin kaldırılması için Türkiye’yi ikna etmeye çabalamaktaydı. Selim Sarper’in böylesine bir adımın Türkiye’yi mahcup edeceğini belirterek reddetmesinin ardından füzelerin Türkiye’ye iadesi gündeme gelmişti. Küba Füze Krizi sonrasında füzelerin Polaris denizaltıları ile değiştirilmesine karar verilmiştir. 24 Nisan 1963 tarihinde yapılan açıklama ile Türk Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin son füzenin de ülkeden çıkarıldığını belirtmesiyle kriz sona ermiştir[104] .
SONUÇ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya iki bloka ayrılmıştır. Doğu Blokunun egemen ülkesi SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye yönelik tehditleri ülkeyi Batı Blokuna dolayısıyla ABD’ye yakınlaştırmıştır. ABD bu yakınlaşma ile Türkiye’ye ekonomik yardımlar sağlamıştı. Bu yakınlaşma Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sonrasında iyice pekişmiştir. Bu yeni süreç NATO ve ABD’nin Türkiye topraklarında üs ve tesisler kurmasının da yolunu açmıştır. ABD’nin SSCB’yi çevreleme politikası kapsamında Türkiye önemli stratejik bir noktada yer almaktaydı. SSCB ve Ortadoğu’ya komşu olması, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına sahip olması ABD nezdinde Türkiye’nin önemini artırmıştı. Bu amaçla kısa sürede Türkiye toprakları üzerinde birçok üs ve tesis kurulmuştur. Lojistik merkezi olarak kullanılmasının yanı sıra üs ve tesislerden dinleme ve izleme faaliyetleri yürütülmüştür. Türkiye, istihbarat faaliyetlerinden Genetrix ve U-2 gibi projelerin önemli noktalarından birisi olmuştur. Bu kapsamda Soğuk Savaş sürecinde yaşanan gelişmeler ve ABD’nin tutumu doğrultusunda üs ve tesislerin sayısı değişmiştir.
ABD’nin Türkiye topraklarında kurduğu üs ve tesisler uzun yıllar gizliliğini korumuştur. Bu süreçte Türkiye ile ABD arasında yapılan anlaşmalarla elde edilen geniş haklar sayesinde bu üs ve tesisler kontrol edilemediği gibi faaliyetleri hakkında da yeterince bilgi sahibi olunamamıştır. ABD, Türkiye’deki üs ve tesislerden yürüttüğü faaliyetler için izinlerini birçok kez sözlü olarak almıştır. İki ülke ilişkilerinde önemli bir unsur olan üs ve tesislerden ABD istediği gibi faydalanmıştır. Öyle ki, görevli ABD personeli Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına değil, ABD’nin kanunlarına tabi tutulmuştur. Bu durum beraberinde suistimalleri de getirmiştir.
Türkiye’deki ABD üs ve tesislerinin kamuoyundaki tutumu ABD ile ilişkilerin paralelinde olmuştur. Bu nedenle ilişkilerin sorgulanmasında üs ve tesislerin varlığı eleştiri konusu olmuştur. 1964 yılında Kıbrıs’ta yaşanan olaylar Türkiye gündeminde geniş yer tutmuş ve müdahale kararı alınmıştı. ABD müdahale kararına açık bir şekilde karşı çıkması beraberinde ABD ilişkilerinin de sorgulanmasına neden olmuştur. Bu süreçte özellikle Türkiye İşçi Partisi’nin üs ve tesislerin varlığını eleştirmesi, egemenlik haklarını ihlal ettiği iddiaları geniş bir kesim tarafından desteklenmiştir. Başbakan Süleyman Demirel her defasında üslerin varlığını reddederek, tesis olduklarını öne sürse de kamuoyundaki tavır değiştirememiştir. İki ülke arasında 3 Temmuz 1969 tarihinde imzalanan Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması ile Türkiye’nin üs ve tesisler üzerinde yetkileri artırılmıştır. Anlaşmanın bir başka dikkat çeken yönü ise Türkiye’nin gerekli gördüğünde üs ve tesislere el koyma yetkisi tanınmasıydı. Türkiye bu yetkiyi 1975 yılında ABD’nin silah ambargosu kararı sonrasında uygulamıştır. ABD yönetiminin tüm çabasına karşın ambargonun yürürlükten kalkmaması üzerine Türkiye’nin attığı bu adım ABD’nin bölgedeki faaliyetlerini de tehlikeye düşürmüştür. Ancak Türkiye bu süreçte bu karara paralel adımlar atmak yerine, ABD ile ilişkileri iyileştirmeye devam etmiştir.
1978 yılında ambargonun kaldırılmasıyla ABD üs ve tesisleri tekrar kullanmaya başlamıştır. İran İslam Devrimi sonrasında bu ülkedeki varlığının sona ermesiyle Türkiye’deki üs ve tesisler daha fazla önem kazanmıştır. Bu kapsamda 29 Mart 1980 tarihinde iki ülke arasında yapılan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nda üs ve tesislerin durumu detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Anlaşma da ABD’nin Türkiye’de hangi üs ve tesisleri kullanacağı, idaresinin nasıl yürütüleceği gibi unsurlar net bir şekilde belirlenmiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı arşiv belgelerinde ABD’nin Türkiye’deki üs ve tesislere ne kadar önem verdiği görülmektedir. ABD, üs ve tesisleri SSCB ve Ortadoğu ülkelerini dinlemek ve izlemek gibi faaliyetlerin yanı sıra müdahale için de önemli bir lojistik merkez olarak kullanmıştır. ABD, Türkiye’deki askerî hareketliliği de üs ve tesisler sayesinde takip etmiştir. Bu nedenle Türkiye’deki üs ve tesisler ülke güvenliğinden ziyade ABD’nin güvenliği için önemli rol üstlenmiştir. Üs ve tesislerin varlığı Türkiye’yi kimi zaman hedef hâline getirmiştir. Üs ve tesislerin varlığı TürkiyeSSCB ve Türkiye-Ortadoğu ülkeleri arasında sık sık sorun oluşturmuştur.
EKLER
KAYNAKÇA
Arşiv Belgeleri
ABD Dışişleri Bakanlığı Arşivi (FRUS)
FRUS, Action Memorandum From the Assistant Secretary of State for European Affairs (Vest) to the Under Secretary of State For Political Affairs (Newsom), Circular 175 Procedure—Request for Authorization to Negotiate with the Government of Turkey a New Agreement to Govern the Operations of United States Defence Installations in Turkey, 3 Kasım 1978, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 124.
FRUS, Action Memorandum From the Assistant Secretary of State for European Affairs (West) to the Under Secretary of State for Political Affairs (Newsom), Request for Authorization to Negotiate with Government of Turkey a New Agreement to Govern the Operations of United States Defence Installations Turkey, 3 Kasım, 1978, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 124.
FRUS, Cyprus Negotiations, 31 Temmuz 1975, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 183.
FRUS, Letter From President Carter to Turkish Prime Minister Demirel, 21 Şubat 1980, Foreign Relations of United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 148.
FRUS, Letter From Turkish Prime Minister Ecevit to President Carter, 21 Nisan 1979, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 135.
FRUS, Memorandum From The President’s Assistant for National Security Affairs (Kissinger) to President Nixon, 09 Eylül 1970, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXIV, Middle East Region and Arabian Peninsula, 1969-1972; Jordon, September 1970, Document 213.
FRUS, Memorandum From the President’s Assistant for National Security Affairs (Kissinger) to President Nixon, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXIV, Middle East Region and Arabian Peninsula, 1969- 1972; Jordon, September 1970, Document 315.
FRUS, Memorandum of Conversation, 19 Haziran 1975, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 228.
FRUS, Memorandum of Conversation, 24 Mart 1976, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 241.
FRUS, Memorandum of Conversation, 29 Mayıs 1975, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 227.
FRUS, Memorandum of Discussion at the 309th Meeting of The National Security Council, Washington, 11 Ocak 1957, Foreign Relations of the United States, 1955-1957, National Security Policy, Volume XIX, Document 105.
FRUS, Minutes of a Washington Special Actions Group Meeting, 19 Eylül 1970, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXIV, Middle East Region and Arabian Peninsula, 1969-1972; Jordon, September 1970, Document 267.
FRUS, Paper Prepared in Response to National Security Study Memorandum 227, U.S. Security Policy Toward Turkey, 20 Ağustos 1975, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 234.
FRUS, Proposal By The Soviet Delegation No. 1369 (767.68119/7-545), The Black Sea Straits, Foreign Relations of The United States: Diplomatic Papers, The Conference of Berlin (The Potsdam Conference), 1945, Volume II, Document 1369.
FRUS, Restoration of Aid to Turkey, 23 Haziran 1975, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 229.
FRUS, Soviet Perspectives on Turkey and Greece: Status and Outlook, 2 Mart 1980, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 28.
FRUS, Telegram From the Department of State to the Embassy in Turkey, 29 Eylül 1978, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 123.
FRUS, Telegram From the Department of State to the Embassy in Turkey, Presidential Letter to Prime Minister Ecevit and Talking Points, 14 Nisan 1979, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document 134.
FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State, US-GOT (Government of Turkey) Relations; Defence Negotiations, 13 Nisan 1979, Foreign Relations of the United States, 1977-1980, Volume XXI, Cyprus; Turkey; Greece, Document, 133.
FRUS, The Secretary’s Meeting With Turkish Foreign Minister Caglayangil, 26 Mart 1976, Foreign Relations of The United States, 1969- 1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 242.
FRUS, Turkish Aid, 26 Haziran 1975, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 230.
FRUS, U.S. Emissary to Break Greek/Turkish/Cyprus Impasse, 16 Şubat 1976, Foreign Relations of the United States, 1969-1976, Volume XXX, Greece; Cyprus; Turkey, 1973-1976, Document 189.
JFKL (John F. Kennedy Presidential Library and Museum), Capabilities of the Soviet Threater Forces, 5 Aralık 1962, NIE 11-14-62; RFK, Başlıksız, National Security Action Memorandum, 30 Ekim 1962, NSF.
JFKL, McGeorge Bundy, Depoyment of IRBM’s to Turkey, National Security Action Memorandum, 6 April 1961, NSF, RSF: NATO-Weapons (Cables-Turkey), Box 226.
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Arşivi
CIA, Turkey’s Position in The East-West Struggle, 03 Mayıs 1951, CIARDP79R01012A000300020009-6.
CIA, RDP82-00038R001000160021-2.
CIA, 06 Haziran 1969, CIA-RDP79T00827A001800080003-8.
CIA, Mayıs 1975, CIA-RDP86T00608R000500180009-0.
CIA, 17 Haziran 1975, CIA-RDP79T00975A027800010028-3.
CIA, 18 Haziran 1975, CIA-RDP79T00975A027800010030-0.
CIA, 23 Haziran 1975, CIA-RDP79T00975A027800010038-2.
CIA, The President’s Daily Brief, 17 Haziran 1975, CIARDP79T00936A012700010006-0.
CIA, The President’s Daily Brief, 18 Haziran 1975,CIARDP79T00936A012700010007-9.
CIA, The Economist 19-25 Mayıs 1979, Turkey and America Dimming Eyes, CIA-RDP88-01315R000400380046-0.
CIA, Sam Cohen, U-2 Flights Disquieting For Turkey, The Christian Science Monitor, 16 Mayıs 1979, CIA-RDP88-010315R000400380061-3.
CIA, John Lawton, Turkey Demands More U.S. Aid For Use of Bases, The Washington Post, 9 Mayıs 1979, CIA-RDP88-01315R000400380094-7.
CIA, CIA-RDP88B00679R000600350001-9.
CIA, CIA-RDP33-02415A000800300001-8.
CIA, CIA-RDP33-02415A000800300018-0.
CIA, CIA, This Report Includes The Following Countries: Iran, Iraq, Jordan, Syria, Turkey, 25 Temmuz 1958, CIA-RDP78T05447A000300010016-5.
CIA, CIA-RDP64B0034R000200140014-4.
CIA, CIA-RDP64B00346R000200170028-6.
CIA, CIA-RDP80B01676R001800010017-6.
CIA, Turkey, 22 Aralık 1948, CIA-RDP78-01617A001400020001-3.
CIA, Contribution To NIE-9: Turkey, 8 Ocak 1951, CIARDP79R01012A000300020004.
CIA, Turkey’s Position in The East-West Struggle, 12 Şubat 1951, CIARDP79R01012A000300020014-0.
CIA, 07 Mart 1956, CIA-RDP62B00844R000200010278-5.
CIA, 12 Aralık 1956, CIA-RDP33-02415A000200180033-3.
CIA, 22 Haziran 1958, CIA-RDP75B00514R000200050018-1.
CIA, 05 Ekim 1960, CIA-RDP92B01090R002600040004-2.
CIA, 14 Eylül 1970, CIA-RDP88-01215R00040020017-9.
CIA, The President’s Daily Brief, 19 Mart 1971, CIARDP79T00936A0093AA170001-6.
CIA, Central Intelligence Bulletin, CIA, 19 Mart 1971, CIARDP79T00975A018500100001-5.
CIA, 02 Temmuz 1975, CIA-RDP79T00975A027900010004-8.
CIA, 09 Temmuz 1975, CIA-RDP79T000865A001300220001-4.
CIA, 22 Temmuz 1975, CIA-RDP79T00865A001400120001-4.
CIA, 23 Temmuz 1975, CIA-RDP79T00975A027900010038-1.
CIA, 28 Temmuz 1975, CIA-RDP79T00975A027900010046-2.
CIA, 28 Temmuz 1975, CIA-RDP79T00865A001400260001-9.
CIA, 08 Nisan 1976, CIA-RDP79T00975A028800010014-7.
CIA, West Europe Report, 19 Kasım 1980, CIA, RDP82- 00850R000300050022-9.
TBMM Arşivi
TBMM, Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi
Süreli Yayınlar
Ant Dergisi
Coventry Evening Telegraph
Günaydın
Hürriyet
Liverpool Echo
Milliyet
Resmî Gazete
Sabah
Kitaplar
Açıkgöz, Anjel, Bizim Radyo’da Nazım Hikmet, Tüstav Yayınları, İstanbul 2004.
Akalın, Cüneyt, Soğuk Savaş ABD ve Türkiye’de Olaylar-Belgeler (1945-1952), Kaynak Yayınları, İstanbul 2003.
Akalın, Cüneyt, “Soğuk Savaşta ABD’li Liderlerin Türkiye’nin Stratejik Planlarına Müdahaleleri”, Prof. Dr. İlhan Unat’a Armağan, yay. haz. Sertaç Başeren, Esra G. Dardağan Kibar, Funda Keskin Ata, Nimet Özbek Hadimoğlu, Barış Teksoy, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 2012.
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, Alkım Yayınevi, İstanbul 1990.
Armaoğlu, Fahir, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri (Açıklamalı), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.
Bölme, Selin M., İncirlik Üssü ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, İletişim Yayınları, İstanbul 2012.
Çankaya, Özden, Bir Kitle İletişim Kurumu Tarihi TRT 1927-2000, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003.
Dışişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Temmuz 1969, 58, Ankara 1969.
Erhan, Çağrı, “1960-1980: Göreli Özerklik-3, ABD ve NATO’yla İlişkiler (681-715)”, Baskın Oran (Edt.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl Vaşington Büyükelçiliği, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999.
Evren, Kenan, Kenan Evren Anıları, 1. Cilt, Milliyet Yayınları, İstanbul 1990.
Gönlübol, Mehmet, Kürkçüoğlu, Ömer, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1990), Siyasal Kitapevi, Ankara 1993.
Hale, William, Türk Dış Politikası 1774-2000, Mozaik Yayınları, İstanbul 2003.
İpekçi, Abdi, Coşar, Ö. Sami, İhtilalin İçyüzü, 1. Cilt, Uygun Yayınevi, İstanbul 1965.
Holmes, Amy Austin, Social Unrest and American Military Bases in Turkey and Germany since 1945, Cambridge University Press, New York 2014.
Kennedy, Robert F., Thirteen Days: A Memoir of the Cuban Missile Crisis, W.W. Norton & Company, 1999.
Küçük, Sami, Rumeli’den 27 Mayıs’a İhtilalin Kaderini Belirleyen Köşk Harekâtı, Mikato Yayınları, İstanbul 2008.
Lachowaki, Zdzislaw, Foreign Military Bases in Eurasia, Stockholm International Peace Research Institute (sirpi), CM Gruppen, Bromma 2007.
Pedlow, Gregory W., ve Welzenbach, Donald E., The Central Intelligence Agency and Overhead Reconnaissance The U-2 and OXCART Programs, 1954-1974, History Staff Center for the Study of Intelligence, Central Intelligence Agency, 1998.
Sönmezoğlu, Faruk, Türk Dış Politikası 1945-1991, Der Yayınları, İstanbul 2016.
Şahin, Haluk, Johnson Mektubu: Türk-ABD İlişkilerini Değiştiren Olayın Perde Arkası, Gendaş Kültür Yayınları, İstanbul 2002.
Tellal, Eren, “1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1, SSCB’yle İlişkiler”, ed. Baskın Oran, Türk Dış Politikası (1919-1980) Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
Tunçkanat, Haydar, Amerika Emperyalizm ve CIA (Merkez Haberalma Teşkilatı), Tekin Yayınevi, Ankara 1987.
Tunçkanat, Haydar, İkili Anlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, İstanbul 2001.
Ünlü, Barış, Bir Siyasal Düşünür Olarak Mehmet Ali Aybar, İletişim Yayınları, İstanbul 2002.
Veiner, Tim, Küllerin Mirası Bir CIA Tarihi, Koridor Yayıncılık, İstanbul 2009.
Makaleler
Akipek, Ömer İlhan, “NATO Kuvvetleri Sözleşmesine Göre Vazife Kavramı ve Türkiye’deki Tatbikatı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Dergisi, C 24, S 1, Ankara 1967, ss.9-25.
Bernstein, Barton J., “The Cuban Missile Crisis: Trading the Jupiters in Turkey”, Political Science Quarterly, S 95, Bahar 1980, ss.97-125.
Bölme, Selin M., “Soğuk Savaş’ta NATO-ABD-Türkiye Üçgeninde Askerî Üsler: Süreklilik ve Değişim”, Uluslararası İlişkileri, S 34, İstanbul 2012, ss.51-71.
Ege, Kondrad, “U.S. And NATO Bases Turkey”, CounterSpy, S 3, 1980, ss.22-25.
Ülman, A.Haluk, “NATO ve Türkiye”, AÜSBF Dergisi, S 4, Ankara 1967, ss.143-167.
Tezler
Aydın, Songül, 12 Mart 1971 Öncesinde Ant Dergisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008.
Kıyanç, Sinan, ABD Arşiv Belgelerinde Türkiye’de Askerî Darbeler (1960-1980), Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Muğla 2018.
Raporlar
Türkiye İşçi Partisi Genel Merkezi, Çalışma Raporu Üçüncü Büyük Kongre 9-12 Kasım 1968, Ankara 1968.