Giriş
Bu çalışmanın amacı, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin idealize ettiği temel paradigmalara tüm benliği ile bağlı olan, ilk gençlik yıllarından beri içselleştirdiği politik ve düşünsel yaklaşımların başarıya ulaşmasını coşkuyla karşılayan ve II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte derinleşen bu iki olgunun etkisiyle kendisini Cemiyet'in başat figürleri arasına sokacak kadar yüksek bir özgüven sergileyen Rıza Tevfik'in bu süreçteki politik etkinliklerini mercek altına alabilmektir.
Bu bağlamda kendisinin, değişen rejimin yeni sahiplerinden biri olduğunu vurgularcasına gönüllü bir kolluk kuvveti kimliğine bürünmesine yol açan bu süreçte yaşadığı ilk hayal kırıklıklarına rağmen Cemiyet'in lider kadrosu ile aynı dünya görüşünü paylaştığı için yörüngesinde bir değişikliğe gitmediğini de vurgulamak istedik.
Bu çalışmayı kaleme alırken resmi yayınlara ve dönemin önde gelen gazete ve dergilerine de başvurmakla birlikte, konuya daha çok temas eden hatırat ve araştırma-inceleme türündeki eserler üzerinde yoğunlaştım. Hiç şüphesiz, ele alınan hatıratların sübjektif değerlendirmeler içerdikleri gerçeği yadsınamaz; bununla birlikte konuyu olabildiğince nesnel biçimde yansıtabilmeyi amaçladım ve konuyla ilgili yetkin telif eserleri referans gösterme cihetine gittim. Kapsam açısından da II. Meşrutiyet'in ilanı ile bunu izleyen secim süreci arasında yer alan zaman periyodu üzerinde yoğunlaşmaya çalıştım.
II. Meşrutiyet Dönemi'nin İlk Evresindeki Politik Etkinlikleriyle Rıza Tevfik
Rıza Tevfik, II. Meşrutiyet döneminin henüz ilk günleri yaşanmakta iken, bir yandan İTC'nin, Hürriyet, Musavat ve Uhuvvet gibi Fransız Devrimi'nden ilham alan prensiplerine dayanan ilkesel propagandası üzerinde yoğunlaşmış,[1] bir yandan da Merkez-i Umumi'den aldığı emirle kendisi gibi propaganda çalışmalarına katılan[2] yardımcısı[3] ve jimnastik öğrencisi[4] Selim Sırrı (Tarcan) ile birlikte, İstanbul genelinde atlı polisleri çağrıştıran bir kolluk kuvveti gibi asayişin teminine çalışmıştı[5].
Devrim süreciyle birlikte, yığın eylemlerinin bayram coşkusu içinde sansür ve hafiyelik kaldırılmış, oluşan yasal boşluk nedeniyle her türlü toplantı ve gösteri kayıtsızca yapılır hale gelmiş, göstericilerle devlet adamları arasında yer yer doğrudan temaslar dahi söz konusu olmaya başlamıştı[6]. Anadolu gibi İstanbul'da da istikrar hızla bozulmaktaydı. Sultan Abdülhamid'in süt yeğeni Fehim Paşa'nın öldürüldüğü, Tahsin Paşa, Mektepler Nazırı Zeki Paşa, Ebulhüda Efendi, Bahriye eski Nazırı Hasan Rami Paşa, Mabeynci İzzet Paşa gibi devlet tecrübesine sahip isimlerin ise ancak İTC kasasına giren yüksek meblağlar sayesinde yurtdışına kaçabildikleri bilinen bir gerçekti[7]. Asayiş bozukluğunun Meşrutiyete atfedilmesinden endişelenen cemiyet, yayınladığı bir bildiri ile memurları göreve çağırmıştı. Bahriyeye bağlı bazı küçük rütbeli subaylarla erlerin işlerini bırakarak topluca terfi etmek istemeleri, yalnızca kumandanlarını değil İTC kadrolarını bile endişeye sevk etmişti[8].
İradesinin dikkate alınacağını tevehhüm eden geniş halk kitleleri, oluşmaya başlayan bu bilince dayanarak farklı talepler doğrultusunda mobilize olmuş, ihtilalin baş rol oyuncusu gibi doyumsuz bir kimliğe bürünmüştü[9].
Rıza Tevfik, arkadaşı ile giriştiği propaganda etkinlikleri bağlamında ilk önce bu probleme el attı ve İstanbul halkını ve özellikle kentli gençleri günümüzde İstanbul Üniversitesi merkez binası olarak kullanılan Serasker Dairesi'nin önünde topladı; hemen akabinde de uzun bir nutuk irad ederek kendisini dinleyenlerden “hürriyete” sadık kalacaklarına dair söz aldı[10].
Ancak, kendi inisiyatifi ile üstlendiği koruma ve kollama görevinin başlangıç noktası olan bu gelişmenin[11] önceki evrelerinden ciddi biçimde rahatsızlık duymuştu. Çünkü Meşrutiyetin ilanı ile birlikte arkadaşları Nureddin Ferruh, Kıbrıslı Tevfik ve Şevket Bey'lerle birlikte hareket eden Selim Sırrı Bey,[12] Serasker Dairesi önünde sarayı hedef alan ve halkı tahrik eden radikal bir konuşma yapmış, böylece Meşrutiyete geçilmiş olmasına rağmen hem can güvenliği tehlikeye girmiş hem de halkın Yıldız Sarayı'na yürümek istediği anlaşılmıştı.
Bunun üzerine, sabahın erken saatlerinde bindiği vapurla Kıbrıslı Mustafa Paşa'nın Kandilli'deki yalısına gelmiş ve propaganda çalışmaları nedeniyle kısılan sesine rağmen dikkat çektiğimiz gelişme hakkında bilgi vererek fikir almaya çalışmıştı. Yapılan istişarelerden sonra kendisiyle görüşmek için hazırlattıkları sandalla Said Halim Paşa'nın Bebek'teki yalısına gelen Mustafa Paşa ile Selim Sırrı Bey'i karşısında gören Rıza Tevfik, Selim Sırrı Bey'i sert biçimde eleştirmiş ve basiretsizlikle suçlamıştı.
Toplum nezdindeki itibarını gündeme getirerek Selim Sırrı Bey'e destek olmasını isteyen Mustafa Paşa'ya ise olumlu cevap vermiş ve on yedi gün sürecek bir sorumluluğu kendisi ve arkadaşına yükleyerek “İstanbul Komiseri" gibi çalışmaya başlamıştı. Konuyla ilgili etkinlikleri bağlamında önce arkadaşıyla birlikte maşeri bir kalabalığa sahne olan Harbiye Nezareti önüne gelerek Selim Sırrı Bey'in yatıştırıcı bir konuşma yapmasını sağlamış ancak daha sonra arkadaşlarıyla birlikte geldiği Hasan Paşa Karakolu önünde beklemedikleri bir gelişme ile karşılaşmıştı.
İstibdat döneminde bu karakola adı verilen Hasan Paşa tarafından işkence ile öldürülen kişilerden yüksek sesle bahseden bir genç kalabalıkları harekete geçirmişti. Bunun üzerine derhal duruma müdahale eden Rıza Tevfik ve Selim Sırrı Bey olması muhtemel kanlı bir hadiseyi güçlükle önlemişler, ancak, halkı yatıştırmak isteyen Karakol Kumandanı Vasıf Paşa'nın protestocu grubun arasına sürüklenmesini önleyememişlerdi. Fakat, Rıza Tevfik ve Selim Sırrı Bey, çok geçmeden ulaştıkları Yıldız Cami'inin önünde, kendilerini çok farklı bir atmosferde bulmuşlardı. Meydan tamamen boştu, ortada ne silahşorlar, ne yaverler, ne de Mabeyn katipleri vardı. Sadece çalmakta olan bandonun sesi duyuluyordu.
Bir süre sonra Müşir Nuri Paşa, Yaver-i Ekrem Müşir Şakir Paşa, İkinci Fırka Kumandanı Müşir Şevket Paşa ve Çerkes Mehmet Paşa Mabeyn kapısından çıkmışlar, coşkuyla yapılan dualardan sonra Erkan-ı Harbiye Müşiri Abdullah Paşa padişahın “Şevketmeab efendimizin cümlenize selamı var. Bunu tefhime beni memur buyurdular. Hissiyat-ı tazimkaranenizden de memnun ve mesrur oldular. Fakat bu sıcakta, herkesin burada bunalmamasını, iş ve güçlerine dönmesini irade buyurdular" şeklindeki halkı sükunete davet eden beyannamesini yüksek sesle okumuş ve bunu işiten halk aynı noktadan yürüyüşe geçen bandoyu takip etmeye başlamıştı. Bu sırada, kalabalıkların, padişaha coşkun sevgi gösterilerinde bulunduğu görülüyor, hayatlarında bir kez olsun kendisine bakabilmek için birbirleriyle yarıştıkları dikkat çekiyordu. Çünkü, Selim Sırrı Tarcan'ın yıllar sonra yazacağı gibi, halk, istibdat dönemi uygulamalarından Sultan Abdülhamid'i değil, devlet kadrolarında yuvalanmış bazı istihbarat elemanlarını ve emniyet güçlerini mesul tutuyordu[13]. Ayrıca kamuoyu, Meşrutiyet'in ilan edildiği günlerde meydana gelen tedhiş olayları dolayısıyle böylesine sert tedbirlere başvuran bir kadronun Kanun-i Esasi'yi iyi niyetle yürürlüğe koyacağına da inanmamaktaydı[14].
Her zaman muhatabının düzeyine göre konuşmayı prensip edinen Rıza Tevfik neredeyse ara vermeksizin sürdürdüğü propagandaları esnasında, Kürt hamallara da hitap etti ve arkadaşı gibi kısık olan sesiyle, hedefine varmaya çalıştı[15].
Sultan II. Abdülhamid'in polis gücü sinmiş durumda olduğu için bu noktada ona ve arkadaşına önemli görevler düşmüştü[16]. Üç ay kadar süren bu kritik süreçte,[17] selamlık resmi inzibatı[18] ve Beyazıt Zabıta Müfettişi olarak kendisinden söz ettirmekte ve İTC'nin gösterdiği politik hedefler üzerinde yoğunlaşmaktaydı[19]. Ancak biraz da kurumlanarak[20] yerine getirdiği her iki görevini de, durumdan vazife çıkarmak suretiyle kendi inisiyatifi ile üstlenmişti[21].
Bu gibi etkinlikler için saraya dilekçe yazarak zorla bahşiş talebinde bulunan ve sayıları azımsanmayacak kadar fazla olan başıbozukların disiplin altına alınmalarını isteyen Sultan Abdülhamid'in emrine muhatap olan Rıza Tevfik, bunun üzerine derhal harekete geçerek arkadaşı ile Yıldız Sarayı'na gitti. Yakın dostlarından Reşad Halis Bey'i, maaşlarını geciktirdiği gerekçesiyle arabasının etrafını sarmak suretiyle tartaklayan tüfekçi Arnavutları ikna ederek kurtardıktan sonra[22] uygulamaya koyabildiği başarılı bir strateji ile bozulan asayişi tekrar tesis etti[23].
Bir kolluk kuvveti gibi etkin olduğu bu dönemde halkın diliyle konuşabildiği ve onlara ihtilalci bir önderden çok meşrutiyet prensiplerini izah eden bir profesör gibi hitap edebildiği için başarılı olmuş ve eğitimsiz kitleleri istediği istikamete yönlendirebilmişti. Bazı isimlere göre o dönemde bu performansı gösterebilecek[24] ve ortaya çıkması muhtemel bir takım kanlı olayları önleyebilecek başka bir isim de yoktu[25].
Rıza Tevfik, aynı dönemdeki bir diğer etkinliği ile oldukça yaygın olan piyesli konferanslara katılarak, toplumu, cemiyetin politikaları doğrultusunda mobilize etmeye çalıştı. Ancak, özellikle davet edildiği bu konferanslarda konunun bütünlüğüne aykırı biçimde farklı meselelere temas ederek sözü fazlasıyla uzattığı da görüldü[26]. Fakat, her şeye rağmen Şeyhülislam Cemaleddin Efendi'nin, Sultan II. Abdülhamid'in Kanun-i Esasi'yi eksiksiz tatbik edeceğine dair yemin ettiğini bildiren 28 Temmuz tarihli açıklamasından sonra da “İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin nümayişlerinin hitam bulduğunu" ifade etti ve olaylar tamamen yatışmamış olsa da imza attığı önemli başarıya dikkat çekti[27].
Rıza Tevfik, oldukça yorucu günler geçirdiği, hatta Selim Sırrı Bey ile Yüksekkaldırım'da at koşturduğu[28] bu dönemde, Halide Edip (Adıvar) Hanım'ın Burgaz Adası'ndaki köşküne giderek bir nebze de olsa İstanbul'un boğucu atmosferinden uzaklaşmaktaydı[29]. Ancak bir müddet sonra arkadaşı ile birlikte davet edildiği İTC İstanbul Merkezi'nde açık hava toplantıları v.b etkinliklerden pek de hoşlanmayan silahlı komitecilerden Kara Kemal'in aşırıya gidilmemesi yolundaki örtülü tehditlerine muhatap olunca yine arkadaşıyla birlikte derhal cemiyet merkezini terk etti ve bir daha bu tarz etkinlikler içine girmedi[30]. Yıllar sonra “bir hürriyet bayrağı gibi semt semt korkmadan dolaştığı" ve yeni rejim adına İstanbul'u teslim aldığı bu günlerini[31] hatırlayacak ve duygusallığı ile ön plana çıkan şu mısralara imza atacaktı:
“Kendimi gizledim her bir gönülde
Bin eda gösterdim bir gonca gülde
Aşkımla zarızar olan bülbülde
Vatan hasretiyle figana geldim.
Hey Rıza! hayali hakikat sanma
Çocukluk resmine bakıp aldanma
Sözüm efsanedir sakın inanma
Ben yalnız kendimi seyrana geldim.”[32]
Rıza Tevfik Meşrutiyetin ilk evresinde bu etkinliklerle meşgulken çok istemesine rağmen İstanbul'a gelemediğini ve davasına omuz veremediğini düşündüğü Ali Kemal Bey[33] tarafından, “kendisine selamı bile çok görerek farklı çizgilerde yer aldığını vurgulamak isteyen bir kişi” olarak algılanmaktaydı[34]. Rıza Tevfik bu gerçeği öğrendikten sonra “herkesten fazla özgürlükçü olduğu için davası uğruna ciddi bedel ödemiş” olduğuna inandığı arkadaşının sahte kahramanlardan çok daha fazla sevinmeye hakkı olduğunu düşünerek işin içyüzünü araştırmaya başladı. Gençliğinden beri Fransız Devrim tarihini ve tanınmış Fransız devrimcilerinin biyografilerini okuyarak bilenen ve saltanata şiddetle muhalefet eden bir devrimcinin böyle bir konumda bulunmasına bir anlam verememekte, bu muammanın kendilerince çözülmediği takdirde objektif tarihçiler tarafından mercek altına alınacağını düşünmekteydi[35].
Rıza Tevfik, işaret ettiğimiz sorulardan hareket eden bir yaklaşım tarzını benimsedikten sonra psikolojik çözümleme metodunu da kullanarak yaptığı araştırmalar sonucunda, sorunun temelinde, hizipler arası mücadele olgusunun yattığı yönünde bir tahminde bulundu[36]. Tabii, gelecekte kendisini de etkileyecek olan bu olgunun henüz dışında yer almakta, o anda olaylara çok farklı bir pencereden bakmaktaydı.
Diğer taraftan, bizzat kaleme aldığı anılarına bakılırsa, Rıza Tevfik, yakınları ile de uzak düşme pahasına, cemiyete hizmet edebilmek için çalışırken Doktor Nazım ve Bahaeddin Şakir gibi önde gelen İTC mensuplarının hedefi olmuştu. Politik kariyerinin henüz başında bir genç olduğu için de gücünün zirvesinde olan cemiyeti büsbütün karşısına almaktan çekinmiş ve sabırla beklemek zorunda kalmıştı. Söz konusu gelişmeye Kocabaş Arif ve ismini vermek istemediği bir dostunu referans göstererek temas eden Rıza Tevfik[37], yıllar sonra bile olsa İTC'nin neden olduğu korku atmosferinden kurtulamadığını gösteriyordu.
Fakat bu tepkilere rağmen, gösterdiği performans dolayısıyla, İTC camiasının bir çok önde gelen ismi tarafından takdirle karşılandığı da bir gerçekti[38]. Nitekim, bir süre sonra, İTC'nin Selanik'te bulunan Merkez-i Umumisi, İstanbul'a gönderdiği önemli simalarından Selanikli Rahmi Bey vasıtasıyla kendisini kutladı[39]. Hiyerarşik yapının en üstünde yer alan bu organ, cemiyetin fiili-hukuki etkinliklerinin merkez noktası konumundaydı ve gelecekte kurulacak olan “Fırka” ile cemiyet arasında koordinatör işlevi görecekti[40].
Fakat Rıza Tevfik, muhatap olduğu bu nazik jestin gerçek sahiplerinden Enver Paşa[41] dışında kimseyi tanımamaktaydı[42]. II. Meşrutiyet'e önderlik eden bu Osmanlı subayı ile, beş altı ay kadar önce, bir akşam yemeği münasebetiyle ziyaret ettiği Mehmet Emin Bey'in Serencebey yokuşundaki evinde tanışmıştı. “Genç, mahcup, ciddi tavırlı, yüzü gözü düzgün bir zabit” diye tanımladığı Enver Bey'i (Paşa) kendisine takdim eden Mehmet Emin Bey, “ümit vaad eden, istidatlı, münevver ve hamiyetli bir genç” şeklindeki övgü dolu ifadeleri kullanmıştı[43].
Rahmi Bey ile görüşmesinden bir süre sonra Merkez-i Umumi'den gelen bir davetname ile karşılaşan Rıza Tevfik, bulduğu ilk fırsatta Selanik'e gitti ve toplantı halindeki İTC önderlerinin arasına katıldı.
Bugün olduğu gibi o dönemde de Makedonya'nın merkezi sayılan ve çekici bir sahil kenti olan Selanik, Batının serbest ve kozmopolit kimliğine uygun bir ticaret ve siyaset merkezi olarak göz doldurmaktaydı. Tarihi süreç içinde yeni bir etnik unsur bölgeye yerleşmiş ve egemen olmuştu. Kent, sadece işaret ettiğimiz ticari kimliği ile değil bunun yanı sıra özgürlük mücadelelerinde önemli bir merkez olması ile de tanınır olmuştu. Bu etkinliğini özellikle oldukça kapalı örgütler olan Mason localarında göstermekteydi. Gerçi, Manastır ve Kosova bölgelerinde de geçmişten gelen bir duyarlılık söz konusuydu, ancak Osmanlı Avrupa'sının merkezi olarak da görülen Selanik çok daha elverişli bir konumdaydı[44]. İkinci sırada ise oldukça aktif durumdaki Serez Mason locası geliyordu[45].
Jön-Türk hareketinin uzantısı konumundaki bu kadro, Terakki ve İttihad Cemiyeti ile akdedilen antlaşmadan sonra faaliyetlerine hız vermişti. Kolektif idareyi esas alması hasebiyle kolejyal nitelik arz eden merkezleri[46] on üyeden oluşmakta, öncelik sıralamasına göre ilk dört ismin, Bursalı Tahir, Naki, Talat ve Mithat Şükrü Bey'ler oldukları, bunları, Bursalı Hakkı, Edip Servet, Ömer Naci, Kazım Nami, Rahmi[47] ve İsmail Canbolat Bey'lerin takip ettikleri görülmekteydi. Bu on devrimciden sonra cemiyete dahil olanlara “ 110”'dan başlayarak ardışık olarak çoğalan birer numara verilmiş, nizamname de Talat, Rahmi ve İsmail Canbolat Bey'ler tarafından hazırlanmıştı. Mason Locası'na dahil olan “ayrıcalıklı” üyelere “liebeveyn kardeş” (ana-baba bir kardeş), yalnız cemiyete üye olanlara ise “lieb kardeş” (baba bir kardeş) ismi verilmekteydi[48]. Açılan yeni sayfayla birlikte Selanik'teki kadro arasında yer alan Miralay Hasan Rıza, Erkan-ı Harb Kaymakamlarından Faik ve Cemal, aynı birime bağlı Binbaşı Fethi (Okyar), İsmail Hakkı, Rıza Tevfik yakın dostlarından dava vekili ve hukuk müderrisi Manyasizade Refik,[49] Talat, ve Rahmi Bey'lerin özellikle aktif durumda oldukları görülmekteydi[50]. O esnada posta memuru olarak görev yapmakta olan Talat Bey, hızla tırmanan otoritesini kullanarak, arkadaşları Mithat Şükrü ve Rahmi Beylerle birlikte Üstad-ı A'zamlığını Emmanuel Karasu'nun yaptığı Selanik Mason Cemiyeti'ne girmiş[51] ve Masonik çizgiyi İTC ile özdeşleştirebilmek için o gün için pek de bilinmeyen bu yaklaşım tarzının İslami prensiplerle örtüştüğünü iddia etmişti[52]. Talat Bey'in bu girişimleri neticesinde 16 Ağustos 1322 (29 Ağustos 1906) tarihi itibariyle Mason locasına giren İTC sempatizanı Türklerin sayısı 70'i bulmuştu[53]. İlginçtir ki, bu sonuçta en büyük pay sahibi olan Talat Bey'in kader çizgisi de Rıza Tevfik gibi Allinace İzraelit okulu ile çakışmış, Türkçe hocası olarak ders verdiği bu kurum sayesinde Fransızca dersleri de almıştı[54].
Ancak, iki isim arasındaki benzerlik bu kadarla kalmıyordu. Nitekim, Rıza Tevfik gibi, Talat Bey'in de, güvenli bir çalışma ve örgütlenme ortamı bulabilmek için yakınlık kurduğu Mason localarıyla ilişkisi, yüzyılın ilk yıllarına kadar uzanıyor[55]. Ramsaur'a göre Bektaşîliği tercih etmesi de benzer bir nedenden kaynaklanıyordu[56]. Rıza Tevfik, konuyla ilgili bir soruya cevap verirken Talat Paşa'nın da kendisi ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi gibi hem Mason hem de Bektaşi olduklarını açıklamıştı[57]. Ancak, bugün olduğu gibi o gün de böyle bir çizgiyi benimsemek, insan fıtratı ile telifi kabil olmayan bir takım şartların yerine getirilmesi gerekmekteydi. Nitekim, Jön-Türk örgütüne üye olmak isteyenler dehşet veren bir takım ritüellerden sonra bu amaçlarına ulaşmakta ve dönüşü ancak “ölüm” olan bir yola girdiklerini kabul etmekteydiler[58].
Tamamı bu esrarengiz süreçten geçtikten sonra cemiyete girmiş olan merkez üyeleri arasında Rıza Tevfik özellikle “halinde biraz gurur sezer gibi oldum" diye betimlediği Enver, Talat ve ilk kez tanışma imkanı bulduğu Mahmut Şevket Paşa, Enver, Talat (Paşa), Rahmi, Doktor Nazım, Doktor Bahaeddin Şakir ve yakın dostu Cavit Bey'leri karizmatik bulmuştu[59]. Tanıma imkanı bulamadığı için hayıflandığı Kolağası Niyazi Bey ise katılımcılar arasında bulunmamaktaydı[60]. Anılarında ifade ettiği gibi Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım bile kendisini saygı ile karşılamışlardı.
Sonuçta, Cavit Bey'in yönlendirmesiyle cemiyet için düzenlenen yardım kampanyasına katılan Rıza T evfik, yüklüce bir bağış yapan Mahmut Şevket Paşa ile temas kurdu[61] ve kentteki ilk icraatlarından birine imza attı.
Cemiyette başat rol oynayan Talat Bey,[62] o dönemde henüz rekabet içine girmediği dava arkadaşları Enver ve Cemal Beyleri milli kahraman olarak görüyor ve halkın da bu şekilde tanımasını yeni rejimin oturması bakımından yararlı görüyordu. Fakat bu düşüncesini açtığı Rıza Tevfik, milli kahramanlığın ilanla değil kazanılarak elde edileceği gerçeğinden hareketle onun bu yaklaşımını doğru bulmadığını açıkça ifade ederek[63] cemiyet içindeki yerini daha da sağlamlaştırdı.
Öteden beri sürdürdüğü propaganda maksatlı açık hava toplantılarına Selanik'te de devam eden Rıza Tevfik, bir gün önce kentin ünlü kıraathanelerinden Olimpospalas'ta yaptığı uzun bir konuşmadan sonra Beyazkule bahçesine giderek kentteki Musevi azınlığa hitaben İbranice bir konferans verdi. Bir soru üzerine ifade ettiği gibi, çocukken öğrenim gördüğü Sion mektebi Alliance İzraelit'de öğrendiği İspanyol tarzı İbranice'siyle verdiği bu konferansa ciddi biçimde ilgi gösteren kentteki Osmanlı Musevilerini düşünceleriyle etkiledi, nükteleriyle de keyiflendirdi. Hatta, kimi zaman yüksek sesle dile getirdikleri takdirlerine bile mazhar oldu[64].
Balkanların kozmopolit yapısını çok iyi yansıtan bir çarşı olarak gördüğü Hürriyet Meydanı'nda ünlü Bulgar Komitacısı Sandansky[65] ile yaptığı görüşme ise Rıza Tevfik'in kentteki son etkinliği oldu. Müslüman halka şiddetin her türlüsünü uygulayan bir isim olarak gördüğü bu olumsuz figür ile, bir önceki etkinliği gibi, yine Cavit Bey'in aracılığı temas kurduğu bilinmekte ve ortak düşmanları olan yerleşik Osmanlı politik rejimi hakkında görüş alış verişinde bulunduğu zannedilmekteydi[66]. Nitekim çok geçmeden dönemin Selanik Valisi İbrahim Bey'den cesaret alan Sandansky, Sofya'da gerçekleştirdiği bir dizi bombalama eylemiyle Bulgar ayrılıkçı hareketine önderlik edecek ve kurulacak hükümette Adliye Nazırı payesini kazanacak kadar itibar sahibi olacaktı[67].
Fakat konunun çok daha ilgi çekici bir tarafı daha vardı. İTC, özellikle Makedonya odaklı ayrılıkçı Bulgar hareketini saf dışı edebilmek için organize olduğunu iddia etmekte ve rejimin hafiyelerine yem olmadan hedefine ulaşabilmek için İstanbul'u değil Selanik'i merkez ittihaz ettiğini ifade etmekteydi. Nitekim, O dönemde İstanbul'daki İTC örgütü ancak on kişiden oluşmakta ve son derece dar bir alanda faaliyet göstermekteydi[68].
Rıza Tevfik, Selanik'de bu şekilde bir çalışma içindeyken azimli, enerjik ve hevesli bir devrimci olarak tanıdığı Ali Kemal Bey, herkesçe takdir edilen tarih bilinci ve politik birikimi açısından Talat, Enver, Dr. Nazım ve Bahaeddin Şakir Bey'lerden çok daha ileri bir noktada olmasına rağmen Selanik'teki kadronun da içinde yer almıyordu. Ancak, Rıza Tevfik'e göre bu kasıtlı bir tavrın neticesi olmayıp yalnızca bir talihsizliğin eseri idi[69].
Cemiyete sadakati ve bu ve benzeri hizmetleri İTC önderlerince takdirle karşılanan Rıza Tevfik, 1908 yılında yapılacak olan seçimlerde İTC listesinden Edirne Mebus adayı olarak seçimlere katıldı. Cemiyet, Sadayı Millet gazetesinin 6 Ekim 1908 tarihli nüshasında yayınlanan seçim beyannamesiyle, vekillerin Meclise karşı sorumlu olacaklarını, görev süreleri sınırlandırılacak olan a'yan üyelerinin 2/3'ünün halk tarafından belirleneceğini ve padişaha sürgün yetkisi veren Kanun-i Esasi'nin ilgili 113. maddesinin kaldırılacağını taahhüt ediyordu[70]. Ancak, beyannamesinde böylesine yoğun bir liberalizm taraftarı kesilen cemiyet, adaylarını tespit ederken gerçek yüzünü gizleyememiş ve kendi rıza ve desteğinden mahrum kişilerin yolunu ciddi biçimde kesmişti[71]. Nitekim, cemiyetin aday gösterdiği kişilerin çoğu, şehirlerdeki serbest meslek sahipleri ile feodal toprak sahipleri arasından gelmekteydi[72].
2 Ağustos 1908 tarihinde Padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe giren İntihab-ı Mebusan Kanunu'na göre seçimler iki dereceli olarak yapılacaktır[73]. Canlı bir propaganda döneminin yaşandığı bu seçim süreci, Kasım ve Aralık aylarındaki oy verme işleminden[74] sonra birçok yerde arzusu istikametinde adaylar bulamadığı için aristokrat adaylara yönelmek zorunda kalan İTC'nin göreceli başarısıyla neticelendi[75]. Ancak, Rıza Tevfik'i de 281 üyeden oluşan Mebusan Meclisi'nin[76] bir parçası yapan bu başarının[77] pek de adil olmayan bir oy verme işlemi sonucunda ortaya çıktığı reddedilmesi mümkün olmayan bir gerçekti. Yalnızca Türkçe bilen ve vergi veren erkeklere seçme ve seçilme hakkı tanınmış[78], o gün için oldukça azınlıkta olan muhalifler, toplum nezdinde hatırı sayılır ölçüde taraftarı bulunan İTC'den çekindikleri için dikkate değer bir eleştiride bulunmaktan çekinmişlerdi[79]. Ayrıca seçimlerde nisbi temsil sistemi yerine her elli bin kişilik nüfusa bir Mebusun düştüğü dar bölge sistemi uygulanmış, her sancak ve nahiye bir seçim bölgesi kabul edilmişti[80]. Bu da seçim sürecine gölge düşüren diğer bir sebepti.
II. Meşrutiyet döneminin ilk günlerini bu şekilde geçiren Rıza Tevfik çok geçmeden bu ve benzeri olumsuzlukların artarak derinleştiğini görecek ve şiddetli bir hayal kırıklığına uğrayarak tavır değiştirmek zorunda kalacaktı.
Sonuç
II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte, İTC' nin Fransız Devrimi'nden ilham alan temel prensiplerinin ilkesel propagandası üzerinde yoğunlaşan Rıza Tevfik, uğruna mücadele ettiği hareketin iktidarı ele geçirmiş olmasından kaynaklanan aşırı bir özgüvenle, kendisini olduğundan çok daha kudretli görerek, ortaya çıkan otorite boşluğunu bir nebze olsun telafi edebilmek için İstanbul genelinde gönüllü kolluk kuvveti gibi çalışmıştır. Ancak, üstün hitap kabiliyetini ve aktif kişiliğini kullanarak yerine getirdiği ve Sellim Sırrı Bey ile birlikte çalıştığı bu etkinliği sırasında ortaya koyduğu performans nedeniyle fazlasıyla ön plana çıkınca, cemiyetin radikal kanadının müdahalesiyle karşılaşmış ve İTC'nin birbirleriyle mücadele eden hiziplerden oluşan siyasi bir yapı olduğunu fark etmiştir.
Üç ay kadar süren bu dönemden sonra etkinliklerini takdirle karşılayan Umumi Merkez'in çağrısı üzerine gittiği Selanik'te sözkonusu hakikati bizzat müşahede etmesine rağmen geri adım atmayarak İstanbul'da başladığı etkinliklerine burada da devam eden Rıza Tevfik, dillerini çok iyi bildiği için yerli Yahudiler'e propaganda yapmış, Osmanlı Devleti'ne isyan ederek bir çok katliama imza atan Bulgar Komitacısı Sandansky ile görüşmüş ve Cemiyet'in Edirne Mebus adayı olarak girdiği tartışmalı seçimlerden başarı ile çıktıktan sonra da siyaset dünyasına adım atmıştır.
Yukarıda bahsedilen böylesine olumsuz yaklaşım ve uygulamaları ilk kez fark eden Hürriyetçi bir idealist olarak politik yörüngesini değiştirme gereği duymaması kendisinin siyasi ikbali uğruna prensiplerinden taviz vermiş olabileceği ihtimalini hatıra getirmektedir. Bu bağlamda Cemiyet'in lider kadrosuna mensup bir çok isimle aynı toplumsal örgütlenmeler içinde yer almış olması da göz ardı edilmemesi gereken bir realitedir.
Kaynaklar
Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki (1908-1914) (Çev. Nuran Yavuz), II. Baskı, İstanbul 1984.
Akşın, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, III. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara 2001.
Adıvar, Adnan, “Rıza Tevfik'le Başbaşa”, Her Hafta, 3 Nisan 1948.
Adıvar, Halide Edip, “Hamallara Meşrutiyet Dersi”, Yeni İstanbul, 5 Kasım 1955.
-------, Memoirs of Halidé Edip, New York 1926.
Ali Kemal, Ömrüm, Hece Yayınları, Ankara 2004.
Apak, Kemalettin, Ana Çizgileriyle Türkiye'de Masonluk Tarihi, İstanbul 1953.
Aybars, Ergün, İstiklal Mahkemeleri, II. Baskı, Milliyet Yayınları, İstanbul 1998.
Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa, III. Baskı, C. IIII, Remzi Kitabevi, İstanbul 1981.
Bahçe, nr. 4, 12 Ağustos 1324.
Bölükbaşı, Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, (Ed. Abdullah Uçman), II. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2008.
Bölükbaşı, Rıza Tevfik, “Devriye”, Arkın, Ramazan Gökalp; Rıza Tevfik, Hayatı- Şiirleri, Arkın Kitabevi, İstanbul 1934.
Çapanoğlu, Münir Süleyman, “Çapanoğlu ve Rıza Tevfik”, Ölümünden Sonra Rıza Tevfk,(Der. Mustafa Ragıp Esatlı), Sinan Matbaası,İstanbul 1952.
Bölükbaşı, “Rıza Tevfik”, Filozof Rıza Tevfik, Hayatı Hatıraları, Şiirleri (Ed. Hilmi Yücebaş), V. Baskı, Milliyet Dağıtım, İstanbul 1978.
Çeltikçi, Fikret, Hürmasonluk Tarihinden Notlar, İstanbul 1952.
Çetik, Mete, “Osmanlı Solundan Bir Portre: Yané Sandansky ”, Tarih ve Toplum, C. XXII, Sayı: 128, Ağustos 1994.
Daver, Abidin, “Rıza Tevfik'e Dair”, Cumhuriyet, nr. 9192, 3 Ocak 1950.
Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, XI. Baskı, İstanbul 1977.
Felek, Burhan, “Merhum Filozofu Nasıl Tanımıştım?”, Ölümünden Sonra Rıza Tevfik.Feylesof Rıza Tevfik, Hürriyet ve İ'tilaf Kütüphanesi Neşriyatı, No: 1, İstanbul 1328.
Goloğlu, Mahmud, III. Meşrutiyet, I. Kitap, Başnur Matbaası, Ankara 1970.
Gözübüyük, Şeref, Açıklamalı Türk Anayasalan, İşlenmiş Basım, Turhan Kitabevi, Ankara 1995.
İkdam, nr. 5232, 18 Kânun-ı Evvel 1908 (1324).
İnal, İbnü'l'Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, II Baskı, İstanbul 1969.
Kadri, Hüseyin Kazım, Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım (Ed. İsmail Kara), II. Baskı, Dergah Yayınları, İstanbul 2000.
Kandemir, Feridun, Kendi Ağzından Rıza Tevfik, İstanbul 1943.
Karabekir, Kazım, İttihat ve Terakki Cemiyeti (1896-1909), Emre Yayınları, İstanbul 1993.
Kaygusuz, Bezmi Nusret, Bir Roman Gibi, İzmir 1955.
Kuran, Ahmed Bedevi, Osmanlı İmparatorluğu'nda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, Baha Matbaası, İstanbul 1956.
Meclis-i Mebusan Birinci Devre-i İçtimaiye,4 Kanun-i Evvel 1324-5 Kanun-i Sani 1327, Meclis-i Mebusan Başkitabeti, İstanbul 1 Mart sene 1328.
Okyar, Osman- Seyitdanlıoğlu, Mehmet, Fethi Okyar'ın Anıları, II. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1999.
Olgun, Kenan, 1908-1912 Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın Faaliyetleri ve Demokrasi Tarihimizdeki Yeri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2008.
Orhon, Orhan Seyfi, “Serab-ı Ömrüm”, Aydabir, nr. 4, 1 Aralık 1935.
Ömer Seyfeddin, Efruz Bey: Hürriyete Layık Bir Kahraman, İstanbul 1919.
Ramsaur Jr., Ernst Edmondson, Jön-Türkler ve 1908 İhtilali (Çev. Nuran Ülken), Sander Yayınları, İstanbul 1972.
Saraçoğlu, Cemaleddin, “Padişah ve Rıza Tevfik”, Yeni Asır, 4 Ağustos 1955.
Şehsuvaroğlu Bedi, “Filozof Doktor Rıza Tevfik”, Filozof Rıza Tevfik, Hayatı, Hatıraları, Şiirleri.
Tanör, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), V. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000.
Tanyeli, Ahmed Hamdi, “Geçmiş Günlerden Anılar”, Filozof Rıza Tevfik, Hayatı, Hatıraları, Şiirleri.
Tarcan, Selim Sırrı, “Filozof Rıza Tevfik'e Açık Mektup”, Akşam, nr. 11223, 10 Ocak 1950.
-------; “Hatıralarım”, Canlı Şahitler, C. IV, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1946.
Til, Enis Tahsin, “Rıza Tevfik Bey”, Akşam, 6 Ocak 1950.
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasal Partiler, C. III, Hürriyet Vakfi Yayınları, İstanbul 1989.
Tunçay, Mete,Türkiye'de Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Cem Yayınları, İstanbul 1989.
TBMM ZC (Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi) (II. Devre), C. XXVII.
Uçman, Abdullah, Rıza Tevfik'in Şiirleri ve Edebi Makaleleri Üzerine Bir Araştırma, Kitabevi, İstanbul 2004.
Ulunay, Refi' Cevat, Rıza Tevfik-Şiirleri ve Mektupları, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul.
-------; “Üstadım Seni Unutmadık”, Ölümünden Sonra Rıza Tevfik.
-------; “Yeni Yılın Büyük Matemi”, Ölümünden Sonra Rıza Tevfik.
Yalçın, Hüseyin Cahit, “Meşrutiyet Hatıraları”, Fikir Hareketleri, Sayı: 76, İstanbul.
Yazman, Aslan Tufan, Atatürkle Beraber (1919-1939), III. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1984.
Yöntem, Ali Canip, “RızaTevfik Selanik'de”, Filozof Rıza Tevfik, Hayatı Hatıraları, Şiirleri,
Zürcher, Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık (Çev.: Nüzhet Salihoğlu), İletişim Yayınları, İstanbul 2003.