Birinci Dünya Savaşı esnasında ailelerini kaybeden çocukların korunması ve ihtiyaçlarının karşılanması önemli bir mesele olmuştur. Yetimlerin güvenli ve sağlıklı bir ortamda bulunabilmeleri için tedbir alınmaya çalışılmıştır. Savaş ortamının vahametini anlamak açısından şu bilgiyi vermekte fayda vardır. 1914-1918 yılları arasında açlık ve hastalık gibi nedenlerle sadece İstanbul’daki çocuk ölümü sayısı 24.279 olmuştur. İstanbul’da böyle bir tablo yaşanırken Anadolu’daki Türk ve Ermeni yetimlerin durumunun zorluğunu anlamak güç değildir[1]. Hükümet, yetimlerin sorunlarını çözmek için gayret sarf etmiştir. Yetimler arasında en büyük sayıyı kuşkusuz Anadolu’da yaşanan kargaşa esnasında ailelerini kaybeden Türk ve Ermeni yetimleri tutmaktaydı. Vilâyetlere gönderilen yazılarla tehcir esnasında ailelerini kaybeden Ermeni çocuklarının yetimhanelere yerleştirilmesi ve ihtiyaçların karşılanabilmesi için yetimhane olarak kullanılabilecek binaların durumu sorulurken[2], gerekirse müslüman köylerde Ermeni çocuklarının bakımlarının sağlanabileceği belirtilmiştir[3]. Kimsesiz kalan çocukların bakımını üstlenen Darüleytam’ın hizmetlerini de belirtmek gerekmektedir. 25 Kasım 1914’te kurulan, 1915 yılından itibaren faaliyete geçen ve önceleri İttihat ve Terakki fırkasına bağlı olarak faaliyet gösteren Darüleytam savaş yıllarında ailelerini kaybeden çocukların bakımını üstlenmiştir. İstanbul’da ve bazı şehirlerde açılan yetimhanelere çocuklar yerleştirilmiştir. Kısa süre içerisinde bu çocukların sayısı 16.000’e ulaşmıştır. Yetimhaneler, savaşın uzaması ve yaşanan problemler nedeniyle 2 Nisan 1917 tarihli bir kararla devletin himayesine alınmıştır. Bir defaya mahsus olmak üzere 150.000 lira nakit ve 500 dönüm arazi tahsis edilmiştir. Daha sonra çıkarılan ek bir kararla posta, telgraf, tütün ve içki vergilerinden düzenli gelir sağlanmıştır[4]. Hükümet, Ermeni yetimleri için aldığı tedbirleri vilâyetlere bildirmiştir. Yine bir yazıda Ermeni çocuklarının yetimhanelere gönderilmesi, bu tedbirin yeterli olmaması halinde çocukların Müslüman ailelerin yanına yerleştirilmesi ve ihtiyaçlar için çocuk başına ayda 30 kuruş tahsisatın ayrılmasının istendiği görülmektedir[5]. Bu dönemde ilgilenilmesi gereken çocuk sayısı Darüleytam’ın olanaklarını gerçekten zorlamaktaydı. 1917 yılında kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, Hilal-i Ahmer gibi kuruluşlar savaşın ve yaşanan karışıklıkların mirası olan kimsesiz çocuklara yardım etmeye başlamışlardır. Bu gibi faaliyet yürüten kuruluşlardan biri de Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’dir. Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin amacı Müslüman Osmanlı Kadınlarını çalışma hayatına dahil edebilmekti. Bununla birlikte Anadolu’dan İstanbul’a gönderilmeye başlanan çocuklarla da ilgilenmiştir. Savaş yıllarında Kadınları Çalıştırma Cemiyeti ilk olarak Anadolu’dan gönderilen 750 çocuğu İstanbul’daki şubelerinde barındırmıştır. Fakat daha sonra 1.800 çocuğun daha gönderileceği haber alınınca, bu çocuklarla ancak geçici bir süre ilgilenmek mümkün olabileceğinden cemiyet Dahiliye Nezareti’ne başvurarak bu çocukların evlere ve işyerlerine yerleştirilmelerini teklif etmiştir. Osmanlı Devleti'nin her yerinden gelen çocukların etnik kimliklerini tespit etmek bazen çok zor olmaktaydı. Erkek çocukların sünnetli olup olmadığına bakılarak bir ölçüde bunu anlamak mümkün iken kız çocukları için, yaşı küçükse ve şivesinden de bir şey anlaşılamıyorsa bu mümkün olamamaktaydı. Anlaşıldığı kadarıyla Kadınları Çalıştırma Cemiyeti yetim olarak kendisine gönderilen bazı Ermeni çocuklarını da savaş yıllarını güvenli bir ortamda geçirebilmeleri için Türk ailelerin yanına yerleştirmiştir[6]. Bu durum Mondros Mütarekesi’nden sonra Ermeni çocuklarının Türkleştirilmek amacıyla ailelerin yanına verildiği suçlamalarına neden olmuştur[7]. Daha Mütareke imzalanmadan önce tehcir edilenlerin geri dönüşleri kararlaştırılmıştı. Ermeniler eski yerlerine dönmeye başlarken, hükümet vilayetlere gönderdiği bir tamim ile müslüman ailelerin yanında bulunan hristiyan çocukların akrabalarına veya cemaatlerine teslim edilmesini istemekteydi[8]. Hükümet, yetimhanelerde ve evlerde bulunan Ermeni çocuklarının talep olması halinde ait oldukları cemaate ve akrabalarına teslim edilmesi için sürekli talimatlar göndermiştir. Yetimhanelerdeki Ermeni çocuklarının akrabaları tarafından alınabilmesi için Dahiliye Nezareti’nden Maarif Nezareti’ne yazı yazılmıştır[9]. Mütareke sonrasında ortaya çıkan en karmaşık meselelerden birisi yetimlerin durumu olmuştur. Bu dönemde yetim karmaşası had safhaya ulaşmıştır. Patrikhane ve Ermeniler, Ermeni çocuğu olduğu iddiasıyla Türk çocuklarına talip olmaya başlamış, şayialar ve asılsız açıklamalar birbirini takip etmiştir. İtilaf devletlerine başvuran Ermeniler ve Rumlar her türlü talebi iletebilmekteydiler. Özellikle İngilizler, Ermenileri her konuda kayırırken Türklerin haklı olmasını pek önemsememekteydiler. Can ve mal güvenliği tehdit altındaydı ve her an bir eve İngilizlerle, Ermenilerin gelmesi ve evdeki bir Türk çocuğunu Ermeni olduğu iddiasıyla almaları tehlikesi vardı. Bu dönemde İngiltere’nin uyguladığı politika Calthorpe’ın tabiriyle “hiçbir Türk’e hiçbir yardımda bulunmamak” şeklindeydi[10]. Bu arada zaman zaman İtilaf devletleri yetimhane olarak kullanılan bazı binaların boşaltılmasını istemekteydi. Bu gibi durumlar ve yetim sayısının fazla olması çeşitli sıkıntılara yol açmaktaydı. Mesela 17 Kasım 1918 tarihinde Bebek’te bulunan yetimhane boşaltılmış ve burası Fransız rahibelere tahsis edilmiş ve burada bulunan yaklaşık 1.200 kadar çocuk Ortaköy’deki Hatice Sultan yalısına nakledilmiştir[11]. Yalının yetersiz kalması üzerine Kağıthane’de Çağlayan Kasrı’nın da yetimlere tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Anadolu’dan İstanbul’a sürekli yetim gönderildiği görülmektedir. Yine bir habere göre, İstanbul’a gelecek 750 yetimin nereye yerleştirilebileceği düşünülmekteydi. Ayrıca Anadolu’daki yetimhaneler ile ilgili önemli kararlar alınmaktaydı. Şöyle ki, Edirne, Bursa, Konya ve Kırklareli şehirlerinde birer yetimhane bırakılması ve diğerlerinin lağv edilerek İstanbul’a nakli kararlaştırılmaktaydı[12]. Mütareke döneminin karmaşası esnasında bazı aksaklıklar da olmuştur. Basında yetimlerle ilgili çıkan bazı haberler gerçekten üzüntü vericidir. Mesela bir haberde, şehirde perişan ve sefil vaziyette bazı çocukların olduğu ve bunların çoğunluğunun şehit çocukları olduğundan bahisle bu çocuklarla ilgilenmek için hükûmet, zenginler ve cemiyetler göreve davet edilmekteydi[13].
27 Kasım 1918 tarihli bir habere göre hükûmet, patrikhaneden kimlerin nezdinde yetim bulunduğu ve henüz teslim edilmediğini açıklayan bir cetvel hazırlamasını istemiştir[14]. Patrikhaneden Polis Müdüriyeti’ne verilen bir cetvelde üç yetim gösterilmiştir. Yine habere göre, nerede yetim bulunduğuna dair malumat alınırsa oraya cetvel takdim edileceği belirtiliyor ve Enver Paşanın Küçükçekmece’deki çiftliğinde elli kadar yetim bulunduğu rivayeti dile getiriliyordu[15].
Yetimlere yardımcı olmak için yabancı ülkelerden de destek söz konusuydu. Bu ülkelerin başında Amerika gelmekteydi. Fakat anlaşıldığı kadarıyla bu yardımlar sadece Ermeni yetimleri kapsamaktaydı. Bir başka haberde Amerika Salib-i Ahmer’inin Ermeni yetimleri için erzak ve giyecek gönderdiği bildiriliyordu[16].
8 Ocak 1919 tarihinde Dahiliye Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılan yazıda Makriköy’de islâm hanelerinden alınan kızların isim listesi belirtilmekteydi. Bu kızlardan bazıları müslüman olduğunun anlaşılmasıyla daha sonra iade edilmiş, ayrıca Ermeni oldukları anlaşılan yetimler Patrikhaneye teslim edilmişlerdi[17]. 16 Ocak 1919 tarihli haberde Polis Müdüriyeti’nden yapılan açıklamada kimin nezdinde Ermeni çocuğu varsa 1 hafta içinde Polis merkezine teslim etmesi gerektiğinin bildirildiği, yapılacak şikayet ve müracaatların Polis Müdüriyeti’ne olması gerektiğinin açıklandığı haber veriliyordu[18]. 18 Ocak 1919’da vilayetlere gönderilen yazıda, Ermeni yetimlerin Ermeni cemaati olan yerlerde onlara tesliminin gerektiği bildirilmekteydi[19].
19 Ocak 1919 tarihinde Amiral Webb’in İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı mektuptan, o yıllarda Türk ailelerin ne gibi bir tehlike yaşadıkları, kendi çocuklarının her an alıkonulacağı endişesini taşıdıkları ve bunda haklı oldukları anlaşılmaktadır. Webb mektubunda vali atamalarının, basının, demir yollarının kendi kontrollerinde olduğunu, hapishanelerdeki Ermeni ve Rumları serbest bıraktıklarını, Ermeni kız ve kadınlarını Türklere ait evlerden diledikleri gibi kurtardıklarını(!), istedikleri her şeye el koyduklarını itiraf etmekteydi[20]. Bu sırada milliyetleri konusunda ihtilaf olmayan Ermeni yetimlerin Ermeni müesseselerine teslim edildiği görülmektedir. 3 Şubat 1919 tarihli haberde Konya’da inceleme yapmaya giden heyet beraberlerinde 20 Ermeni yetimi getirmiştir[21].
Hükûmet, gönderdiği talimatlarla müslüman ailelerin yanında veya resmi ve hususi müesseselerde bulunup da şu ana kadar cemaatlerine teslim edilen Ermeni yetimlerinin sayısının bildirilmesini istemiştir[22]. Savaş yıllarında kimsesiz kalan Ermeni yetimlerinden bazıları müslüman ailelerin yanına yerleştirilmişti. Mütareke’den sonra bu çocuklar talep olursa akrabalarına teslim edilmekteydi. Bu sırada hükümet, bazı çocuklara talep olmamasına rağmen evlerdeki çocukların yetimhanelere gönderilmesini istemiştir. Herhalde bundan amaç, çocukların ailelerce alıkonulduğu suçlamasından kurtulmak olmuştur. Yine anlaşıldığı kadarıyla çocukların çoğu alıştıkları insanlardan ayrılmak istememektedirler. Bu yüzden gönderilen yazılarda çocukların arzularına bakılmaksızın yetimhanelere teslimi ifadesi kullanılmaktadır. Kayseri mutasarrıflığına çekilen telgrafta müslüman ailelerin yanındaki Ermeni çocuklarının komisyonlara tesliminin gerektiği belirtiliyordu[23]. 5 Şubat 1919 tarihinde Canik mutasarrıflığına, muhacirin yetimhanesine yerleştirilen sekiz Ermeni kızına iyi davranılması ve iaşe ettirilmesi, evvelce yanlarında bulundukları müslüman ailelerin yanına gitmelerine müsaade edilmemesi talimatı verilmekteydi[24]. Yine verilen talimat ile Ermeni yetimlerin Ermeni cemaatine teslimi, cemaat teşkilatı olmayan yerlerde resmi makamlara gönderilmesi istenmekteydi[25]. Canik mutasarrıflığına gönderilen şifrede Fatsa kazasında müslüman ailelerin yanında bulunan 13 Ermeni kız çocuğunun Samsun yetimhanesine teslim edilmesi gerektiği bildirilirken[26], bir başka yazıda ise müslüman ailelerin yanında bulunan Ermeni yetimlerinin rıza ve muvafakatlarına bakılmaksızın hemen cemaatlerine teslimi hususu belirtilmekteydi[27].
Hükûmet, milliyeti belirsiz çocukların durumunu aydınlatmak için de faaliyet göstermiştir. 17 Şubat 1919 tarihli haberde Polis müdüriyetinin İtilaf zabıtasıyla beraber çalışarak milliyeti şüpheli olanların durumunu ortaya çıkaracağı belirtilerek, bu husus ile meşgul olmak için polis müdüriyetinde bir daire oluşturulacağı bildiriliyordu[28]. Müslüman yetimlerin gayri müslim olduğu iddiasıyla talep edilmesi ve alıkonulmaya başlanması üzerine vilayet ve mutasarrıflıklara 20 Şubat 1919 tarihinde yazılan yazıda uyarılarda bulunulmuştur. Resmî ve özel müesseselerle, müslüman hanelerde olan gayri müslim yetimlerin akrabalarına ve cemaatlerine tesliminin kararlaştırılmış olduğu fakat bu esnada müslüman olan çocukların hristiyan cemaatlerce alınmasına karşı tedbirli olunması ve bu hususa dikkat edilmesi istenmekteydi[29].
16 Nisan 1919 vilayetlere gönderilen yazıda Ermeni çocuklarının iadelerinin herhangi bir zorluğa sebebiyet vermeden gerçekleşmesi ve bu konuda ihmali olacak memurların ağır bir şekilde cezalandırılacağı ifade edilmekteydi.[30] 20 Nisan 1919’da Polis Müdüriyetinden Dahiliye Nezareti’ne yazılan yazıda Konya Öksüz Yurdu talebesi olan İsmail’in Ermeni olduğu iddiasıyla İngilizler tarafından İstanbul’a sevk edildiği, tahkikat neticesinde Ermeni olmadığının anlaşıldığı bildirilmekteydi[31]. Daha önce de belirtildiği gibi kimliği meçhul yetimler arasında kız çocuklarının durumu oldukça belirsizdi ve asıl tehlikeyi özellikle onlar yaşamaktaydı. Bu arada İtilaf zabıtalarının desteğini alan Ermeniler müslüman olduğu bilindiği ve bu konuda resmi evrakları da olduğu halde gerek erkek ve gerekse kız çocuklarını Ermeni olduğu iddiasıyla evlerinden, annelerinin yanlarından toplattırmaktaydılar. Bu mesele giderek büyüyen bir problem haline gelmiştir[32]. 28 Nisan 1919’da Polis Müdüriyeti’nden Dahiliye Nezareti’ne gönderilen raporda bir Amerikalı, bir Türk ve bir Ermeni kadınından oluşan 3 kişilik bir heyet teşkil edildiği, bir hane tutulduğu ve müslüman ailelerin gözetiminde olan Ermeni yetimlerinin Osmanlı polisine müracaata lüzum görmeden İtilâf devletleri polislerinin desteğiyle toplanmaya başlandığı bildirilmekteydi. İki kız çocuğunun Ermeni olduğu iddiasıyla alındığı ve Çengelköy’de Fuçucu sokağı 26 numaradan Yüzbaşı Abidin Bey’in ailesinden alınan Nimet isimli kız çocuğunun da 3 gün patrikhane’de kaldıktan sonra ailesine teslim edildiği bildirilmekte, böyle bir hane ve heyet oluşturulurken hükümetten hiçbir resmi izin alınmadığı hatırlatılmaktaydı[33]. 3 Mayıs 1919 tarihli bir haberde Ermeni patrikhanesinde, Ermeni zannıyla tevkif edilmiş bir çok müslüman kızlarının olduğu belirtiliyordu. Bazı örnekler verilmekteydi. Şöyle ki[34];
- Çengelköy’de Fuçucu sokağında 26 numaradan Yüzbaşı Abidin Bey’in hanesinden (Nimet) adında bir kız çocuğu alınmıştır. Vaktiyle bunun müslüman olduğu gazetelerde yazılmış ve Patrikhanede dahi islâm olduğu üç günlük tahkikattan sonra anlaşılarak polis müdüriyetine iade edilmiştir.
- Papaz Hamayak Efendi tarafından Ermeni zannıyla Gevri namında bir kız çocuğu alınmış ve İhtiyat Küçük Zabit Mektebi’nde bulunan biraderine bile gösterilmekten imtina edilmiştir.
- Nureddin Efendinin (Afife Canan) ismindeki kız çocuğu da alınmıştır. Halbuki bu kızın 325 senesinde çıkarılmış Tezkere-i Osmaniyesi bile mevcuttur.
- Ortaköy’de Doktor Necib Beyin hanesinden (Kevser) namındaki kız çocuğu da alınmıştır.
6 Mayıs 1919’da Dahiliye Nezareti, Hariciye Nezareti’ne çeşitli hanelerden çocukların Ermeni oldukları iddiasıyla toplandığını yazmaktaydı[35]. 7 Mayıs 1919 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne gönderilen bir yazıda şu anda Ortaköy’de oturan İpsala eski kaymakamı Refik Beyin evinden 6 yaşındaki bir kızın alındığı oysa İpsala’nın köylerinde bu kızın müslüman erkek kardeşleri olduğu ve yine Üsküdar’da Papas Hamayak’a gönderilen diğer bir kızın da Müslüman olduğunun anlaşıldığı ve Polis Müdüriyeti’nce çocukların iadelerinin istendiği belirtilmekteydi[36]. 20 Mayıs 1919’da Polis Müdüriyeti’nden Dahiliye Nezareti’ne yazılan yazıda Ermeni patrikhanesinin takririnde yer alan yetimlerden Hediye isimli kızın toplama memurlarından Bogos Efendiye teslim edildiği İzmit Bahçecik yetimhanesinden gönderilen dört çocuktan Osman ismindeki çocuğun müslüman olduğunu tespit eden babası ve annesinin mektubu olduğu için iade edildiği, Çamlıca yetimhanesindeki Şahantuk ve Üsküdar’da Binbaşı Kazım Beyin evinde bulunan kızların yaşlarının 20’den fazla olması sebebiyle hareket ve tercihlerinde serbest oldukları, Karabet Müsteciyan hakkında haberleşmelerin devam ettiği ve hali hazırda nerede olduğunun anlaşılamadığı ve Hasköy’deki Ali’nin yanındaki kız hakkında şu ana kadar herhangi bir işlem yapılmadığı belirtilmekteydi[37]. 22 Mayıs 1919’da Polis Müdüriyeti, Dahiliye Nezareti’ne yazdığı raporda yine yetimler hakkında bilgi vermekte ve tehcir esnasında yetim kalan Ermeni çocuklarının hadiselerle bir ilgileri olmadığı ve sadece insani amaçlarla himaye edildikleri ve bunların harp bitince mensup oldukları cemaate teslimlerinin kararlaştırıldığını belirtmekteydi[38]. Harpten sonra Polis Müdüriyeti’nde Birinci Şube’de milliyetleri belirsiz çocukların durumunu tahkik için araştırma yapıldığı ve bu araştırmaya Patrikhane’den görevlendirilen Çakıryan Efendinin katıldığı açıklanarak, Çakıryan Efendinin Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nde bulunan yetimlerin kayıtlı olduğu defteri aldığı ve üzerinde tahrifat yaptığı, bunun amacının bir çok islâm yetimini Ermeni yapmak olduğu, pek çok islâm yetiminin de patrikhaneye götürülerek kötü muamele gördüğü belirtiliyordu. Milliyetleri belirsiz çocukların oluşturulan bîtarafhaneye[39] sevkine başlandığı, gösterilen her türlü kolaylığa rağmen, islâm hanımlarının evlerinden alındığından bahsedilmekteydi. Kadıköy’de Ali Yekta Beyin hanesinden Hayriye Hanım’ın alınarak bîtarafhaneye gönderildiği haber verilmekteydi. Bîtarafhanede yapılan kasti ve haksız uygulamalar karşısında burada görev yapan Sadiye Hanım daha fazla dayanamamış ve Şişli komiser muavinliğine yazdığı bir yazıyla son olarak bir çocuğun daha hristiyanlaştırıldığı ve bîtarafhaneden çıkarılarak bir eve götürüldüğü, kendisinin pek çaresiz ve üzgün olduğu, mutlaka bir şeyler yapılması ve bir çare bulunması gerektiğini bildirmiştir. 24 Mayıs tarihinde Dahiliye Nezareti, Sadarete yazarak milliyetleri şüpheli çocukların durumunu tetkik için bir komisyon kurulduğu halde, bazı Ermenilerin cebren islâm hanelerinden çocukları aldığı ve patrikhaneye yahud Şişli’deki bîtarafhaneye götürdüğü ve hristiyanlaştırmaya çalıştıklarını bildirmekteydi[40]. 5 Haziran 1919 tarihli bir gazete haberinde patrikhaneye alınan müslüman çocuklar meselesinin iyice büyüdüğü gözükmektedir. Kayseri’den getirilip İngilizler tarafından Ermeni Patrikhanesine gönderilen 220 müslüman çocuğa Ermeni olduklarını açıklamaları, baba ve anneleri sorulunca da söylemeleri için birer isim öğretmişler ve çocukları teslim almaya gelen polislere çocukları teslim etmemişlerdir[41]. Çocuklar hristiyan olmadıklarını açıkladıkları ve din değiştirmedikleri için dövülmüşlerdi. Hatta 10 tanesi hastaneye yatırılacak kadar hırpalanmıştı[42].
6 Haziran 1919 tarihli gazetede Ermeni patrikhanesinin Türk gazetelerinde çıkan yazılardan rahatsız olduğu, çocukların müslüman ve dayak yeme olaylarının gerçek olmadığı cihetiyle Ermeni Patriğinin Kapı Kahyası Hamamcıyan Efendi’nin Dahiliye Nezareti’ne giderek protesto ettiği bildirilmektedir. Basın ise milliyetinden şüphe edilen çocukların tarafsız komisyona sevki gerekirken önce patrikhaneye götürüldüğünü ve yazılanların yanlış olmadığını ileri sürmektedir[43].
Kayseri’den getirilen çocuklar meselesi Ermeni basınında da yer bulmuştu. Ermeni basını bu çocukların bir kısmının Ermeni yetimi olduğunu ileri sürerek rakamsal bilgiler vermekteydi. Ermeni gazetelerine dayanarak verilen haberde Kayseri’den getirilen 220 çocuk hakkında tahkikat yapıldığı bu çocukların 108’inin Ermeni, 85’inin Türk olduğunun anlaşıldığı ve 27 çocuğun hüviyetleri tespit edilemediğinden bîtarafhaneye nakl olunduğu açıklanmaktaydı[44]. Türk çocuklarının Ermeni olduğu iddiasıyla Patrikhane tarafından aldırılması hadiseleri ve milliyetlerinde şüphe olan yetimlerle ilgili konular toplumda çok gerginlik yaratmıştır. Rahatsızlıkların artması üzerine Polis Müdüriyeti basın açıklaması yapmak zorunda kalmış ve milliyetlerinde tereddüt olan yetimlerin durumunun aydınlatılması görevinin kendilerinde değil Dahiliye Nezareti ile Eytam Müdüriyeti’nde olduğunu ifade etmiştir[45].
8 Kasım 1919 tarihinde Hüdavendigar vilâyetine Bursa Ermeni İnas yetimhanesinden kaçan on beş yaşındaki Vartanuş Torosyan ve on beş yaşında Anjel Nişanyan isimli kızların müftünün nezdinde bulunduğuna dair Patrikhane tarafından başvuruda bulunulduğu yazılmaktaydı[46]. Hüdavendigar vilayeti’nden 23 Kasım 1919’da yazılan yazıda ise kızlar hakkında verilen bilgilerin doğru olmadığı, birinin islam olduğu ve Hasan Efendi isimli birinin kızı olduğu, diğerinin ise Keskin kazası eski Ceza Müdürü Hüsnü Bey’in manevi kızı olduğu ve tehcirden çok önceleri Hüsnü Bey’in nezdinde bulunduğunun anlaşıldığı haber verilmekteydi[47].
Hükümetin bu dönemde Ermeni yetimhanelerine çeşitli şekillerde kolâylık sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Ermeni mülteci ve yetimleri için düzenlenecek konserlerden Darülaceze’ye ait %10’luk rüsumun alınmaması kararlaştırılırken[48], bu durum Darülaceze Müdüriyetine bildirilmekteydi[49]. Yine, Ermeni patrikhanesinin Ermeni yetimhanelerine nakdi yardım yapılması talebi değerlendirilerek aylık 1.000 lira yardım yapılması planlanmıştır[50]. Ayrıca Bakanlar Kurulu, Şişli’de Ermeni mezarlığı bitişiğinde bulunan bir arsanın 15.000 liraya satın alınarak Ermeni darüleytamına bağışlanması kararı almıştır[51].
Yine 1920 yılında Amerikalılar tarafından İstanbul’da yapılan bir araştırmada yetimhanelerdeki farklı milletlerden olan çocukların 3.827 tanesi Ermeni, 2.798 tane de Türk’tü. Ayrıca Katolik kilisesine bağlı yetimhanelerde 171 çocuk vardı ve bunların bir kısmı Ermeni idi[52]. Raporda belirtilen bu rakamlar mutlaka her gün değişmekte ve farklılık arz etmekteydi. Ermeni yazarlar ise bu yıllardaki yetimler konusunda sürekli abartılı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bir yazara göre 1920’nin sonlarına doğru Ermeni patrikhanesi Türk yetimlerinin yarısının hala Ermeni yetimi olduğunu düşünmekteydi. Yine Ermeni raporlarının iddiası 1921 sonlarına kadar 3.000-5.000 kadar Ermeni yetiminin Türklerden alındığı şeklindeydi[53]. Oysa belgeler ve yaşanan hadiseler gerçeklerin farklı olduğunu göstermektedir. Aslında Türk yetimlerinin ciddi bir Ermenileştirme tehlikesiyle karşılaştığı görülmektedir. Yetkililer bu dönemde Ermeni yetimlerinin bir kısmının Türk olduğu konusunda açıklamalarda bulunmuşlardır[54]. Bu konuda verilebilecek bir çok örnek bulunmaktadır. Bir gün Doktor Abdüsselam Paşa’nın hanesinden manevi kızı alınıp Ermeni yetimhanesine götürülür. Kız buradan kaçarak Paşanın evine gelir. Paşa da İngiliz işgal kuvvetleri nezdinde olayı protesto eder. Buna rağmen Paşanın manevi kızı hanesinden alınır. Adres bu sefer Bulgar yetimhanesidir. Paşanın bu olayı iç ve dış kamuoyuna anlatmak amacıyla İngilizce, Almanca ve Fransızca mektuplar yazması üzerine, en sonunda İngilizler protestoları durdurmak amacıyla İttihatçı olduğu iddiasıyla Paşa’yı Malta’ya sürmüşlerdir[55].
Mesela bir başka olay Kuleli Askeri Lisesi’nin bir kısmına Ermeni yetimhanesi olarak el konmasından sonra yaşanmıştır[56]. Kuleli Askeri Lisesi’ne yetimlerin getirilmesinden sonra Amerikalılar Ermeni yetimleri ayrı bir binada toplamak isterler. Bir heyet Ermeni çocukları tespit etmek amacıyla sınıfları dolaşır. Burada öğrenci olarak bulunan İrfan, yine kendisi gibi öğrenci olarak Kuleli’de bulunan kardeşi Mehmet’in Ermeni olduğu iddiasıyla seçilmesi üzerine onu kurtarabilmek ve Türk olduğunu anlatabilmek için büyük uğraş vermiştir. Böylece Mehmet şansının yardımıyla Ermeni yetimi olarak götürülmekten kurtulmuştur[57].
Bu arada Kuleli Askeri Mektebi’ne Ermeni yetimhanesi olarak İngilizlerce el konmasının ayrı bir tartışma konusu olduğu anlaşılmaktadır. Mektebin Ermeni yetimhanesi olması üzerine İngiliz Fevkalade Komiserliği nezdinde yapılan teşebbüste Kuleli talebesi için tahsis olunan Maçka silahhanesinin ve onun karşısındaki hastahane binasının bile talebe için yeterli olmadığı, oysa Kuleli mektebinin yetimhane için büyük kısmının kullanılmadığı, Ermeni yetimhanesi için Beylerbeyi sarayının yakınındaki bina ve Yeniköy’deki Raif Paşa köşkünün kullanılabileceği teklifinin, komiserlikçe olumsuz karşılandığı belirtiliyordu[58]. Yetkililer, Kuleli’deki Ermeni yetimlere farklı yer bulmak için teşebbüslerde bulunmuş ve nihayet uzun uğraşlar sonunda bir mutabakat sağlanmıştır. Mektep ancak bazı şartlarla boşaltılmıştır. 18 Nisan 1922 tarihli mutabakata göre, eski hastahane ile şimdiki hastahane, Beylerbeyi eski Jandarma mektebi ve Beylerbeyi sarayının diğer tarafındaki bina Ermeni eytamına tahsis edilecek ve buraları 7 sene boyunca her türlü vergi ve icardan muaf olarak kullanılacaktı[59].
9 Ocak 1921’de Polis Müdüriyeti’nden Dahiliye Nezareti’ne yazılan yazıda Ermeni Muavenet-i Milliye Cemiyeti ve İngiliz zabıtası tarafından eski Şeyhülislam merhum Musa Kazım Efendi’nin hanesinden alınan Hacer isimli kızın yapılan tahkikat neticesinde Ermeni olmadığının anlaşıldığı bildirilmekteydi[60]. Mütareke’den hemen sonra başlayan Türk çocuklarının Ermeni olduğu iddiasıyla kaçırılması hadiselerinde sürekli bir artış olmuştur. 13 Ekim 1921 tarihine kadar hristiyan oldukları iddiasıyla müslüman ailelerin yanından alınan çocuklar ve bu konuda yapılan işlemler hakkında hazırlanan cetvel şöyledir[61];
Böylece 13 Ekim 1921 itibariyle hakkında tahkikat ve işlem yapılmış çocuk sayısı 670 olmaktadır.
Yine Dahiliye Nezareti’nin 1921’de bastığı bir broşürde darüleytamlardaki yetimlerle ilgili bir tablo verilmektedir. Buna göre[62];
Böylece bu rapora göre de hakkında muamele cereyan eden çocuk sayısı toplam 732 olmuştur[63].
Türk çocuklarının Ermenilerce kaçırılması 1922 yılında da devam etmiştir. 2 Ocak 1922’de Şeyhülislam Nuri Efendi, Sadarete yazdığı yazıda bir çok müslüman kızın hanelerinden alınarak Patrikhaneye veya Ermeni ve Rum yetimhanelerine nakledildiklerini bazılarının ise hristiyan ailelerin yanına hizmetçi olarak verildiğini belirtmekte ve bu hale bir son verilmesi için sürekli şikayet yapıldığını bildirmekteydi. Ayrıca gönderdiği ekte velileri tarafından yapılan şikayetler ve çocuk hakkında bilgi içeren bir liste vermekteydi. Listede belirtilen çocuklar hakkında kısaca şu izahatlar yapılmaktaydı[64];
- Dilekçe veren kişi Hafize Hanım. Süleyman ismindeki oğlunun Kuleli Mekteb-i İdadisinde iken bir sene önce hristiyanlara mahsus serpuş (şapka) ve boynunda salib (haç) ile geldiği ve şu an Adadaki Ermeni eytamhanesinde olduğunu belirtiyordu.
Çocuğun nerede olabileceği kaydı: Adadaki Ermeni darüleytamında
- Dilekçe veren kişi Fatma Leman Hanım. Nesibe isimli çocuğunun hanelerinden Ermeni yetimi olduğu gerekçesiyle müttefik zabıtalarınca alındığını bildirerek çocuğunun kurtarılmasını istemekteydi.
Çocuğun nerede olabileceği kaydı: Çocuğun nerede olduğu bilinmiyor. Müttefik zabıtalarının kayıtlarından hareketle bulunabilir.
- Dilekçe veren kişi Ümmü Gülsüm Hanım. Latife isimli çocuğun muhtelit bir zabıta heyeti tarafından Ermenidir denilerek alındığını, Ermeni olmadığı anlaşılınca Rum Patrikhanesi tarafından makbuzla alındığını belirtmekteydi
Çocuğun nerede olabileceği kaydı: Çocuğun, Beşiktaş Köyiçi Rum kızlar yetimhanesinde 26 numarada Eleni adıyla kayıtlı bulunduğu ve Rum hanelerinden birine hizmetçi olarak verilmesinin muhtemel olduğu
- Dilekçe veren kişi Nazmi Bey, Manevi kızı Fatma’nın İngiliz ve Türk polisleri ile Ermeni tercüman tarafından Ermeni çocuğudur denilerek alındığını belirtip kendisine teslim edilmesini istemekteydi.
Çocuğun nerede olabileceği kaydı: Çocuğun nerede olduğu bilinmiyor. Müslüman olduğuna dair evraklar İngiltere sefaretine iletildi.
24 Ocak 1922’de Sadaret’ten yazılan bir yazıyla mesele izah edilerek çocuklar hakkında Hariciye Nezareti’ne de bu konuda bilgi verilmekteydi.
Bu arada yabancı misyonların ve özellikle Amerikan yardım kuruluşlarının ilgilendiği Ermeni yetimlerin yurt dışına götürülmesi Türk-Fransız ve Ermeni çarpışmaları esnasında gerçekleşmiştir. İngiliz ve Fransızların desteğiyle 3.000 yetim 1920 yılında Kıbrıs’a götürülmüştür. Amerikan yardım kuruluşu Relief, 1921 yılından itibaren Güneydoğu Anadolu’daki yetimleri Suriye’ye sevk etmeye başlamıştır. 1922’nin sonunda Relief’in çalışmalarıyla Türkiye’den Suriye’ye götürülen yetimlerin sayısı 8.000 olmuştur ve çoğunluk Ermeni’dir[65]. Böylece Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Güneydoğu’da kurulmuş olan Ermeni yetimhaneleri Suriye’ye taşınmıştır[66].
2 Aralık 1922'de bir yazışmada Relief’in Ermeni yetimleri İstanbul’dan vapurla götürmesi esnasında Ermeni yetimlerin arasındaki 1.000 kadar çocuğun müslüman olduğu bilgisi üzerine bu çocukların tespit edilip ayrılması istenmiştir. Kazım Karabekir Paşa’nın yaptırdığı tahkikatta da Kars’taki Ermeni yetimlerin arasından 100 kadar çocuğun müslüman olduğu anlaşılmıştır[67].
Mütareke döneminin karmaşık ortamında Ermeni yetimi olduğu iddiasıyla Türk çocuklarının alınması meselesi Türk toplumunda büyük üzüntüye sebep olmuştur. Bu arada kendini ifade edemeyen ve kimsenin sahip çıkamadığı bazı Türk çocukları ne yazık ki Ermeni yetimhanelerinde büyümek zorunda kalmıştır. Yetimler meselesi uzun bir süre gündemi meşgul etmiştir. Türk basınının gösterdiği tepki ve hükümetin konuya daha fazla eğilmek durumunda kalması pek çok Türk yetimini muhtemel bir Ermenileştirme akıbetinden kurtarmıştır.
1962 yılında Fransız tabiiyetinde olan bir Ermeni karı-koca Türkiye’ye geldiklerinde bir tanıdıklarına şu açıklamayı yapmıştır[68];
“Efendim, bizim çocuğumuz 15 yaşında tifo oldu ve çok ağır bir hastalık geçirdi. Annem de “Bu çocuk kurtulursa ben gerçeği aileme anlatacağım” diye bir adak yaptı ve oğlumuz kurtuldu. Annem hepimizi topladı ve dedi ki “Beni babanız-babamız da orada Marsilya’daki Ermeni yurdundan aldı ve evlendi. Ben orada yetiştirildim. Ama aslında ben Ermeni değil Türk’üm. Çünkü I.Dünya Savaşında Yugoslavya’dan göçen bir aileyiz. Benim bir abim vardı;Sabri. Bir kardeşim vardı. Ben küçüktüm. Sonra Fransız konsolosluğu bir takım çocukları Ermeni’dir diye alarak Fransa’ya kaçırdı ve beni de bir Ermeni okuluna koydular. Ben de orada kimseye bir şey söyleyemedim. Senelerce bu sırrı gönlümde taşıdım ama şimdi size açıklıyorum”
Sonuç olarak şu söylenebilir. Yetimler meselesi bir dönemin en önemli sorunlarından biri olmuştur. Savaş esnasında Osmanlı hükümeti, belgelerde de ifade edildiği gibi Ermeni yetimleri yetimhanelere yerleştirmiş bunlar yetersiz kalınca güvenli bir ortamda bulunabilmeleri için müslüman ailelerin yanına vermiş ve ihtiyaçları için tahsisat ayırmıştır. Yetimlerin güvenliği için düşünülen bu tedbir, Ermeni çocuklarının Türkleştirilmek istendiği iddialarının ileri sürülmesine neden olmuştur. Oysa şu unutulmamalıdır ki, bunun gibi tedbirler sayesinde bir çok Ermeni yetimi savaşın acımasız koşullarında hayatta kalabilmiştir. Savaştan sonra Ermeni komiteciler tarafından öldürülen Dr. Bahaddin Şakir Bey (İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden), Birinci Dünya Savaşı’nda ailelerini kaybeden iki Ermeni yetimini Doğu Anadolu’dan İstanbul’a getirtmiş, bu yetimlerin bakım ve eğitim masraflarını üstlenmiştir[69].
Her devirde bilinen ve gerçekleşen husus şudur: Bir savaşta ve savaş sonrasında en büyük sıkıntıyı ve acıyı çocuklar yaşamaktadır.