Giriş: I. Dünya Savaşında Türk-Rus Muharebelerine Kısa Bir Bakış
Seferberlik ilan eden Osmanlı Devleti zorunluluk olmadıkça fiilen savaşa girmek arzusunda değil idi. Ancak, Türk Donanması Komutanlığına atanan Alman Amiral Souchon’un 29 Ekim 1914’te Rus liman şehirlerini bombalaması ve arkasından Rusya’nın 2 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilan etmesiyle Osmanlı Devleti kendini fiilen savaşın içinde buldu. Savaş önce Kafkas cephesinde yoğunlaştı. Türk sınırını geçen Rus kuvvetleri Erzurum istikametine yönelmiş 7 Kasım’da başlayıp 10 gün devam eden çatışmalarda her iki taraftan da çok sayıda esir ve kayıp verilmişti[1]. Ancak, Rusların bu ilerleyişini durdurmayı ve Rus kuvvetlerini çevirmeyi amaçlayan ve 22 Kasım’da başlayan Sarıkamış harekâtı, gerek hava şartları gerekse, teçhizat eksikliği ve özellikle sevk ve idaredeki yetersizlikler yüzünden Türk kuvvetleri açısından ciddi kayıplarla sonuçlanmıştı. Kaynaklarda bu harekâta katılan 9. ve 10. Kolorduların büyük kayıplar verdiği 15 bini esir olmak üzere 75 bin üzerinde zayiat verildiği ifade edilmektedir. Rusların da bu muharebelerde verdikleri kayıp 32 bin civarında idi[2]. Rusların Doğu Anadolu’daki harekâtı Ermeniler ’in de yardımlarıyla takip eden aylarda devam etti. Haziran 1915’te Van, 16 Şubat 1916’da Erzurum ve Muş, 3 Mart’ta da Bitlis Rus kuvvetlerinin eline geçti. 25 Temmuz 1916’da Erzincan Rus işgaline uğradı. Bu arada bir başka Rus kolu Rize ve Trabzon’u işgal etti[3].
1916 yılı yaz aylarına kadar Kafkas cephesinde bu çarpışmalar devam ederken, Galiçya’da da Ruslara karşı bir cephe açılmış bulunuyordu. Öte yandan, Rusların başarılarını izleyen Romanya, tarafsızlığını bozup, itilaf devletleri safında savaşa girdi. Bu durum karşısında Osmanlı kuvvetleri Romanya’ya karşı da asker sevk etmek durumunda kaldı. Romanya cephesine gönderilen 6. Kolordu, Dobruca savaşlarına katıldı. 1916 yılı sonbaharı ve kışına kadar Galiçya ve Romanya cephelerinde savaş devam etti. Ancak, yaklaşan kış şartları Türk ve Rus ordularının yer aldığı bütün cephelerde savaşı yavaşlattı ve 1917 baharında Rusya’da patlak veren Bolşevik ihtilali Rus ordusunun savaş azim ve kararını gittikçe azalttı. Savaş 15 Aralık 1917’de fiilen sona erdiği vakit, savaşın başlangıcından bu yana geçen üç yıldan fazla sürede Rusların da kayıp ve esirleri olmakla birlikte Türk ordusu çok sayıda kayıp ve esir verdi. Şimdi, I. Dünya Savaşında Rus kuvvetlerine esir düşen Türk askerlerinin durumuna bir göz atalım.
1- Türk Savaş Esirlerinin Sayısı ve Durumları
I. Dünya Savaşı’nda Türk ve Rus ordularının karşılaştığı Galiçya ve Romanya cephesi ile Kafkas cephelerinde savaş süresince karşılıklı olarak çok sayıda esir verildiği bilinmektedir. Bu savaşta Türk ordusundan Rus kuvvetlerine esir düşen askerlerin sayısı hakkında çeşitli rakamlar verilmekle birlikte bu sayının 65.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir[4]. Kaynaklarda, bu sayıdan ancak 50.000 civarında Türk esirinin Rusya’ya sevk edilebildiği kalanının savaş meydanlarında ve yollarda öldüğü veya öldürüldüğü belirtilmektedir. Rusya’ya sevk edilen Türk savaş esirlerinden 5000 kadarı Ukrayna, 20.000’i Kafkasya, 10.000 kadarı Sibirya ve geri kalanları Rusya’nın diğer yerlerindeki esir kamplarına gönderilmiştir. Zaman içerisinde bu esirlerden 20-25 bin kadarı çeşitli yollarla Türkiye’ye dönebilirken geri kalan çok sayıdaki Türk savaş esiri maalesef Rusya’da hayatlarını kaybetmişlerdir[5]. Ukrayna’daki esir kamplarına gönderilenler daha ziyade Avrupa cephelerinde özellikle Galiçya cephesinde esir olanlar idi. Öte yandan, Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’nda bulunan askerî esir kampından da Ukrayna’ya esir sevki yapılıyordu. Ukrayna’daki Türk savaş esirleri daha ziyade Kiev, Harkov, Yuzovka/Donetsk, Dnepra/Petrovsk şehirlerinde bulunuyorlardı. Kırım da esir sevkiyat noktalarından biri idi[6]. Gerek Ukrayna, gerekse Kafkasya ve Rusya’nın diğer bölgelerindeki Türk esirlerinin esaret yılları, tabii ki savaşın acı faturası olarak, çeşitli sıkıntı ve dramlarla doludur. Bu dramlara şahit olan bölgedeki yerli Türk ve Müslüman halklar, esir Türk askerlerine ellerinden gelen insanî yardımları yapma gayreti içinde olagelmişlerdir. Bu maksatla çeşitli yardım komiteleri kurdukları bilinmektedir.
Birkaç örnek vermek gerekirse, esir sevki sırasında mola verilen istasyonlardan Tiflis’te İslam Cemiyet-i Hayriyesi, Gence’de Gence Gençlik Teşkilatı, Türk esirlerine yiyecek, giyecek yardımları yapmış, hasta olanların tedavileriyle ilgilenmişlerdi. Bunun gibi, diğer şehirlerde de o şehrin cemiyet-i hayriyesi esirlerle yakından ilgileniyordu. Türk ve Müslüman halkın yanı sıra müttefik veya tarafsız ülkelere ait Kızılhaç teşkilatlarının da Türk esirlere zaman zaman yardım yaptıkları görülmüştür. Galiçya cephesinde sevk edilen Türk esirlere Alman, Avusturya-Macaristan Kızılhaçları bazı yardımlarda bulunmuşlardı[7].
Cepheden esir kamplarına sevkle başlayan dram, daha sonra bu kamplarda yaşananlarla devam etmişti. Esirlerin sevki sırasında bazı Rus birlik komutanları esirlere savaş esiri kurallarına göre davranırlar iken, pek çok subay da esirlere davranışlarında kuralları hiçe sayıyorlar idi. Özellikle, Rus ordusu içindeki Ermeni ve Rumlar Türk esirlerine çok kötü davranıyorlardı. Literatürde bu konuda çok olaya rastlanmaktadır. Meselâ, Sarıkamış esirlerinden biri yaşadığı olayı şöyle anlatıyor; “Ebubekirgilin Mehmet, hasta olan ağabeyi Muhittin’i sırtında taşıyordu. Biraz sonra öldüğünü anladığımız ağabeyini yere bırakmasını söyledikse de o razı olmadı. Geceden bekleyen Rum ve Ermeniler tekrar etrafımızı çevirmişti. Bir kısmı Mehmet’i döverken biri de sopasını sırtındaki ölüye vuruyordu. Böylece dirimize ve ölümüze vura vura trene bindirdiler”[8]. Maalesef benzeri olaylara sıkça rastlanıyordu.
Çeşitli çile ve sıkıntılardan sonra kamp yerlerine ulaşabilen esirleri buralarda da zor günler bekliyordu. Gerek esirlerin çokluğu, gerekse Rusya’nın içinde bulunduğu ekonomik zorluklar, esir kamplarındaki hayatı çok zorlaştırmıştı. Esirlerden M. Arif Ölçen bu esir kamplarında yaşadıklarını şöyle anlatıyor; “Açlıktan ölecek gibiydik. Garnizonda et diye verilen kar altında sakladıkları kurtlanmış öküz ve manda kafalarıydı. Suda haşlayarak yiyorduk. Kokusundan midemiz bozuluyor ve kusuyorduk. Yaz mevsiminde küplere basılan lahana yaprağıyla çorba pişiriyorduk. Çorba öylesine kötü kokuyordu ki onu da içemez olduk”[9]. Yine o günlerdeki esareti yaşamış Yd. Subay Faik Tonguç da hatıralarında, koca Rus ülkesinin yokluktan kıvrandığından bahsederek, salamura tuzlu lahanayı ancak 3-5 saat su içinde beklettikten sonra, tuzunu hafifletip kaynatarak yediklerini söylüyor[10]. Esir kamplarındaki genel uygulama, esir erlere günde bir fund ekmek, yemek olarak da sıcak su ve lahanadan ibaret çorba, haftada bir de yağsız haşıldan ibaret idi[11]. Ukrayna ve Rusya’daki esir kamplarındaki tablo aşağı yukarı böyle idi. Kamplarda açlık ve sefalet kol geziyordu.
2- Türk Savaş Esirlerinin Türkiye’ye Getirilme Çalışmaları
Osmanlı Hükümeti ve daha sonra TBMM Rusya’daki Türk esirlerinin durumu ve bunların Anadolu’ya getirilmeleriyle ilgili çeşitli çalışmalar içinde olmuşlardır. Esirlerin mübadelesi ile ilgili ilk teşebbüs 15 Aralık 1917’de imzalanan Brest-Litovsk ateşkes antlaşmasında yer almıştır. Bu ateşkes antlaşmasında Petrograd’da bir “karma komisyon”un toplanması kararına varılmıştır.
Osmanlı Hükümeti, eski Atina elçisi Galip Kemali (Söylemezoğlu) Bey başkanlığında bir Türk heyetini 12 Ocak 1918’de Petrograd’a gönderdi. Ancak bu görüşmelerde tatmin edici sonuç alınamadı, birkaç yüz malul Türk savaş esiri ve sivilin yurda dönüşü kararına varılabildi[12]. Esirler konusundaki teşebbüsler devam etti. Ocak 1918’de Kırım’da kurulan ve ömrü kısa olan Bolşevik Tavrida Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasında esirler konusunda bir antlaşma yapıldı. 12 Şubat 1918’de de Ukrayna Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasında bir antlaşmaya varıldı. Bu antlaşma çerçevesinde, Türkiye’den Kırım’a deniz yoluyla Rus esiri gönderildi ve aynı gemi dönüşte 232 Türk esirini İstanbul’a getirdi[13]. Takip eden günlerde de benzer seferler yapıldı. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk antlaşmasında esirlerin mübadelesiyle ilgili maddeler yer aldı. Daha sonraki aylarda Alman komisyonları vasıtasıyla da Ukrayna’dan ve Rusya’dan bazı esirlerin Türkiye’ye getirilmeleri mümkün olabildi. Ancak bu tür teşebbüsler sınırlı sayıda esir mübadelesi olarak kaldı. Bu yıl yani 1918 yılı içerisinde ne kadar esirin yurda getirildiği hususunda kesin bir bilgiye ulaşamamakla birlikte, bazı kaynaklarda Kafkasya ve Ukrayna limanlarından 4600 civarında esirin Türkiye’ye getirilebildiği belirtilmektedir[14]. 1919-1920 Rusya’da istikrarsızlığın arttığı yıllardı. Dolayısıyla bu yıllarda da esirler konusunda elle tutulur sonuçlar alınamadı. 1920 yılı Mart ayında Sivastopol’den az sayıda Türk esiri yurda getirilebildi.
TBMM açıldıktan sonra Ankara Hükümetinin Rusya’daki Türk esirler konusuna özel bir önem verdiğini görüyoruz. Sovyetlerle olan dostluk ilişkileri çerçevesinde Türk savaş esirleri hususu da önemli müzakere konularından biri olmuştur. Ankara Hükümeti 28 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova’da Esirlerin İadesi Sözleşmesi’ni imzaladı[15]. Aşağı-yukarı 6 ay sonra da 17 Eylül’de Moskova’da Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile benzer nitelikli bir Esir Mübadele Sözleşmesi imzalanmıştır[16]. Bu sözleşmeler çerçevesinde, Ukrayna ve Rusya’ya zaman zaman heyetler gönderilerek Türk esirlerin yurda dönüşlerinin sağlanmasına çalışılmıştır. TBMM’nin bu konuda yoğun bir mesai harcadığına şahit oluyoruz. TBMM’nin Rusya’daki esirlerle ilgili mesaisine arşiv belgeleri ışığında bakmak istiyoruz.
Meclisin 3 Mayıs 1922 tarihli oturumunda; Sivastopol ve civarında 4000 kadar asker ve sivil Türk esirinin toplandığı ve bunların aç ve perişan bir halde bulunduklarına temas edilerek, söz konusu esirlerin yabancı memlekette bırakılmalarının uygun olamayacağı ve bunların ve sivil esir ailelerinin ilk çıkacakları iskelelere kadar nakil ve iaşelerinin temini için Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nin bütçesinde 100 bin liralık bir tahsisatın yapılmasına karar verilmiştir[17]. Burada, esir sayısı ifade edilmiş olmakla birlikte aslında bu rakamlar çok sağlıklı veya kesin sayılar değil idi. Bazı duyum ve kayıtlardan elde edilen genel rakamlar idi. Yazışmalardan, esirlerle ilgili gelişmelerde Milli Müdafaa ve Umur-ı Sıhhiye ve Muavenet-i İctimaiyye Vekâletlerinin aktif görev aldığını anlıyoruz. Sıhhiye Vekâleti’nin 12 Temmuz 1922 tarihiyle Baş Vekâlete yazdığı yazıdan anladığımıza göre; Rusya’da ne kadar Osmanlı savaş esirinin bulunduğu hususunda Harbiye Nezaretinden kesin bir cevap alınamamış, ancak mevcut kayıt ve muhtelif yerlerden gelen listelere göre esaretten henüz dönmemiş 1198 subay ve 5000 civarında asker tespit edilebildiği ve fakat bu sayının daha fazla olmasının kuvvetle muhtemel olduğu ifade edilerek esirlerin Hilal-ı Ahmer vasıtasıyla Türkiye’ye getirilmeleri hususu dile getirilmiştir[18]. Eylül-Ekim aylarında da esirlerin sayısı ve Türkiye’ye getirilmeleri hususunda ilgili makamlar arasında yoğun yazışmaların yapıldığını biliyoruz[19].
Fakat şu bir gerçek ki, Rusya’daki bazı sıkıntılar ve belirsizlikler yüzünden bırakın esirlerin yurda getirilmesini, nerede ne kadar esir olduğunun tespiti bile tam olarak yapılamıyor idi. 1922 Kasım ayı sonu itibarıyla Müdafaa-i Milliye Vekili, esirlerle ilgili durum ve gelişmeleri Heyet-i Vekile Başkanlığına gönderdiği raporda şöyle dile getirmektedir:
1- Rusya ile yapılan antlaşma gereğince yurda getirilecek esirlerin sayısı ve halen bulundukları yerler hakkında Vekâletimizde henüz doğru ve kesin bir bilgi yoktur. Yalnız 13 Eylül 1922 Moskova’daki müzakereler sonunda Hariciye eski Vekili Bekir Sami Bey tarafından TBMM’ne takdim edilen raporda Rusya’daki subay ve er Türk esirlerin toplamı 12000’i geçkin olarak tahmin edilmektedir.
2- Bundan başka Novorosky’de bulunan Yzb. Ahmet Saim Bey’in dönüşünde 14 Temmuz 1922’de verdiği raporda halen Güney Rusya’da Vakızlar (?)- İstavropol- Ruşof hattı güneyinde ortalama 5000 civarında esirimizin bulunduğu tahmin edildiği bildirilmekte, Viladika kazasında da çok sayıda esirimizin bulunduğu istihbar edildiği ifade edilmektedir.
3- Sivastopol ve Yalta’da binlerce esir ve muhacirin toplandığının haber alınması üzerine buraya gönderilen vozoganbotun kapasitesi daha fazla olmasına rağmen ancak 345 esir ile 1 Ağustos 1922’de Trabzon limanına geldiği.
4- Kırım’da açlıktan ölüme mahkûm bırakılan Tatar muhacirlerin Türkiye’ye gelme arzuları 17 Eylül 1922’de Hariciye Vekâletine bildirilmiş ancak yapılan değerlendirme sonucu bölgedeki İslam çoğunluğuna zarar gelmemesi için Tatarların göçten men edildiği ifade edilmiştir.
5- Kuzey Kafkasya’daki Türk esirlerinin yurda getirilmelerini temin için yeterli tahsisatla bir yetkilinin gönderilmesinin gereği Hariciye Vekâleti’nden bildirilmiştir.
6- 1917-1920 yıllarında Rusya’daki ihtilal sırasında, esirlerimiz muhtelif Rus komutanlar tarafından memleketlerinize sevk edileceksiniz denilerek toplatılmış ancak çeşitli Rus köylerine dağıtılmışlardır. Dolayısıyla esirler pek dağınık bir vaziyettedir. Bu duruma göre; esirlerimizin, gönderilecek bir-iki memurla toplanmasının neredeyse imkânsız olduğu, ancak, Rusya hükümeti tarafından esirlerimizin muayyen merkezlere toplatılması ile söz konusu memurlar bir dereceye kadar başarılı olabileceklerdir. Pek fazla uzayan bu meselenin halli, ancak Rusya’nın yardımı ve iyi niyetle konuya yaklaşımıyla mümkün olabileceğinden bu konuda gerekli teşebbüsün yapılması hususu arz olunur[20]. Müdafaa-i Milliye Vekili’nin bu raporundan, konunun oldukça karmaşık, belirsiz ve çözümünün de pek kolay olmadığı anlaşılıyor.
TBMM Tiflis temsilciliğinin önemli mesailerinden birini Kafkasya’daki Türk esirlerinin durumu oluşturuyordu. Tiflis temsilcisi Ahmet Muhtar, Kasım 1922 ortalarında Hariciye Vekâleti’ne gönderdiği raporda; Kuzey Kafkasya’da bin türlü eziyet ve zorluk içinde Tiflis’e kadar gelebilen yüzlerce asker ve sivil Türk esirin kısmen Batum ve kısmen Kars yoluyla yurda gönderildiği ancak Gürcü hükümetinin bir sürü engelleme ve zorlukları ile nakliye araçlarının yetersizliği yüzünden esirlerin maruz kaldığı eziyet ve çilenin tasvirinin mümkün olmadığını ifade etmektedir. Ahmet Muhtar, her tarafı kangren olmuş ve kurtlandığından dolayı bir sivil esirin iki gün önce ücretli olarak bir Alman hastanesine yatırıldığından bahisle esirlerin içinde bulunduğu duruma işaret ederek, müzmin bir mesele haline gelmiş olan bu konunun hem milletimizin şerefiyle ilgili hem de devletimizin bu bî-çare vatandaşlarımıza karşı borcu olduğundan bir an önce bir hal çaresi bulmak gerektiğini arz etmiştir[21]. Esirlerle ilgili bu gelişmeler, vakit geçirilmeden TBMM’nin gündeminde yer alıyor, neler yapılabileceği hususu görüşülüyordu[22]. Bu faaliyetlerden olarak, Rusya’daki Türk esirlerinin celp ve sevk işleri için Müfettiş Dr. Ahmet Fikri Bey ve refakatinde Mustafa Efendi Meclis tarafından görevlendirilmiştir[23].
Rusya’daki otorite boşluğu, siyasî çalkantılar ve ekonomik sıkıntılar yüzünden, esirlerin düzenli olarak Anadolu’ya getirilme çabalarından istenilen sonuçlar alınamazken, kimi esirler de kendi başlarının çarelerine bakmak durumunda kalıyorlardı. Meselâ, Şark Cephesi K.V. Ali’nin bir raporunda ifade ettiği üzere; Kırım ve civarında çok esir olup bunlar şehir ve kasabalara dağılmış ve dönememe ümitsizliği ve parasızlık yüzünden bir kısmı evlenmiş bir kısmı da buralarda iş bulmuş idi[24]. Türkiye’ye dönemeyen esirlerden Buhara ve Hive hükümetlerinin talepleri üzerine Müslüman okullarında öğretmenlik yapmaya başlayanlar vardı. Hatta bu öğretmenlerin Taşkent, Buhara ve Hive’de kalabilmeleri için Moskova’daki elçilik vasıtasıyla Ankara Hükümeti ile gerekli yazışmalar yapılmış, İcra Vekilleri Heyeti’nin 4 Şubat 1923 tarihli oturumunda, bunların hukuki durumları bir karara bağlanmıştı[25]. Öte yandan Sibirya ve Rusya’nın değişik yerlerine dağılmış esirler arasında Japonya’ya nakledilenler olduğunu da biliyoruz. Bu durumda olan esirlerin aileleri ilgili makamlara sürekli müracaatla esirlerin Türkiye’ye getirilmelerini talep ediyor, Moskova elçiliği ve Hilal-i Ahmer vasıtasıyla teşebbüsler yapılmakla birlikte dönemin karmaşık şartları yüzünden bir türlü sonuç alınamıyordu[26].
Rusya’daki esirler meselesi, TBMM’nin öncelikli mesaileri arasında yer almakta devam etmiştir. Hatta esirlerin durumunu yerinde incelemek üzere Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili Rusya’ya gitmiştir. Dönüşünde, 6 Mart 1923’te İcra Vekilleri Riyaseti’ne gönderdiği bir yazıda; Rusya’da bulunduğu sırada birçok Türk esirin Sivastopol ve diğer yerlerde pek perişan bir halde kaldıklarına, aralarında pek çoğunun öldüğüne bizzat şahit olduğunu ifade ederek, bu esirlerin sevk ve iade işinin kendi vekâletine verildiğini, bunun için bir memur tayin ettiğini, ancak Hariciye Vekâleti’nce antlaşmalarda yer alan iade müddetinin sona erdiğinden bahisle memurun gönderilemeyeceğinin belirtildiğini, bu durumda ne yapılması gerektiğini sormuştur[27]. Bu durum İcra Vekilleri Heyetinin 15 Mart 1923 tarihli toplantısında görüşülmüş[28] ve alınan karar gereğince İcra Vekilleri Reisi Mustafa Kemal, ilgili Vekâlete gönderdiği emirde; “antlaşma ile birbirine bağlı iki komşu devletin esirlerinin bu suretle süre kaydıyla zorluk ve sefalete düşürülmesi tabii ki iki tarafça da onaylanamayacağı cihetle gerek Bakü’den gerekse geniş bir alan olan Rusya’nın iç mıntıkalarından gelecek esirlerin müreffehen sevkiyatları hususunun gereğinin acilen yerine getirilmesi ve neticenin bildirilmesı’ni rica etmiştir[29].
Görüleceği üzere, esirlerin yurda getirilmeleri hususunda çeşitli bürokratik problemler de yaşanıyor ancak bunlar hukuki çerçevede çözülerek bir an önce sonuca varılmak isteniyordu. Öte yandan hukuki meselelerin yanı sıra işin bir de mali boyutu vardı. Esirlerin Türkiye’ye getirilmeleriyle ilgili bütçeden ayrı bir tahsisat yapılıyordu. Bir fikir vermek gerekirse, 1922 bütçesinden 20.000 lira ayrılmış ancak bu miktarın yetersiz kalması üzerine Meclisin 22 Temmuz 1923 tarihli oturumunda 20.000 lira daha ilave edilmesi kararına varılmıştır[30]. Takip eden yıllarda da esirlerin yurda getirilme meselesi, TBMM’nin ciddi mesaileri arasında yer almaya devam etti. 1924 yılında Rusya’daki Türk esirlerin tespitini yapmak ve yurda dönüşünü sağlamak üzere 4 yüzbaşıdan ibaret bir heyet gönderildiğini biliyoruz. Hatta 22 Ekim 1924 tarihli kararname ile heyet başkanına 3 diğerlerine 2,5 İngiliz lirası yevmiye tahsis edilmişti[31].
Bütün bu çabalara rağmen maalesef istenilen sonuç alınamıyor idi. Yozgat milletvekili Ahmed Hamdi Bey, Ocak 1925’te meclise verdiği soru önergesinde; Rusya’ya gönderilen heyetin nerede ve ne işle meşgul olduğu, Türkiye’de dolaşan Rus heyetine her türlü yardım ve kolaylığın sağlandığı halde, Rusya’daki Türk heyetine niçin gerekli yardımın yapılmadığı ve hatta zorluk çıkarıldığı, esir düşüp ölü veya diri olduğundan haber alınamayan yüzlerce subay ve binlerce erin aile ve akrabalarının son bir ümit ile bu meseleyi gözyaşlarıyla takip ettikleri halde henüz sonuç alınamayışı, Rusya’daki esirlerimizin tahmini sayısının hükümetçe bilinip bilinmediği hususlarının Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nce cevaplandırılmasını istemiştir[32]. Tabii ki bu sorulara tatmin edici cevap verilememekle beraber, TBMM 7 Mart 1926’da yayınlanan bir kanun[33] ile elçilik ve konsolosluklar marifetiyle her iki tarafta kalan esirlerin yurtlarına dönebilmeleri için yeni bir teşebbüste daha bulunmuştur.
Sonuç
Bütün bu gayret ve mesaiye rağmen dönemin olağanüstü şartları çerçevesinde, arzu edilen sonuca ulaşıldığı söylenemez. Kayıtlarda en fazla 25 bin civarında esirin yurda dönüşünün sağlandığı anlaşılmakla birlikte 40 bin civarında Türk esirin akıbetinden maalesef kesin olarak haber alınamamıştır. Yukarıdaki yazışmalardan da anlaşılacağı üzere, bu esirlerden izi kaybolup oralarda evlenip yerleşenler, bir iş bulup hayatını sürdürmeye çalışanlar, başka ülkelere geçebilenler olduğu gibi, büyük bir kısmı esir kamplarına sevk edilirken veya kamplarda hayatlarını kaybetmiş olmalılar. Yakın tarihin bu acı gerçekleri günümüzde, taraf ülkelerin ortak tarih olguları olarak dostluk ve komşuluk ilişkilerini ancak geliştirme yönünde değerlendirilebilmelidir. Böyle düşünülürse, gelecekte benzer acıların yaşanmasının önüne geçilebilir, ülkeler arasında dostluk, kardeşlik ve barış kavramlarının gelişmesine katkı sağlanabilir.
EKLER
KAYNAKÇA
I- Arşiv Vesikaları
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)
030/ 18/ 03. 29. 14
030. 18/ 05. 14. 10
030. 10 / 55.363.2 (7)
030. 10/ 55.362. 12. (3).
030. 10/ 55.362. 12. (1).
030. 10/ 55.362. 12. (2)
030. 10/55. 362. 18. 6.
030. 10/ 55. 362. 18. 4.
030. 10/ 55. 362. 18;
030. 10/ 55. 362. 18. 2.
030. 10/ 55. 362. 18. 7.
030. 10/ 55. 362. 18. 8.
030.10/55. 363.6. (3)
030. 18/ 6. 49. 11.
030.10/6.32.1 (2).
030.10/55. 363.4. (3)
030.10/55. 363.6. (1)
030.10/55. 363.6. (4)
030.18/7.25.14
030.18.01.011.51.19
030.10/7.40.19 (2).
II- Tez, Kitap ve Makaleler
Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3.Ordu Harekâtı,
C. I, II, Genkur. Yay., C.7. Ankara 1993.
Düstur, 3. Tertip, Ankara 1944, BİRİNCİ, İhsan, “Sarıkamış Kahramanları”, Hayat Tarih Mecmuası, Şubat 1967.
TONGUÇ, Faik, Birinci Dünya Harbinde Bir Yedeksubayın Hatıraları, Ankara 1960.
KÖSTÜKLÜ, Nuri, “1920’li Yılların Başlarında Kırım ve Kazan Türklerinin Yaşadığı Açlık Felaketi ve Türkiye’nin Yardımları”, Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikasında Kemalizm Uluslararası Sempozyumu, 19- 21 Mayıs 2011, Kazan- TATARISTAN; Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.XXVII, Sayı:80, Ankara 2011, s. 293-325.
KURAT, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Ankara 1990.
KUTLU, Cemil, I. Dünya Savaşında Rusya’daki Türk Savaş Esirleri ve Bunların Yurda Döndürülme Faaliyetleri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, AİİT Enstitüsü, Erzurum 1997.
Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Rusya Üsera Murahhası Yusuf Akçura Bey’in Raporu, Dersaadet 1335.
ÖLÇEN, M. Arif, Vetluga Irmağı, (yay. Hazırlayan; Ali Nejat Ölçen), Ankara 1994.
SÖYLEMEZOĞLU, G. Kemali, Hariciye Hizmetinde 30 Sene, İstanbul 1949.
YERASİMOS, Stefanos, Türk Sovyet İlişkileri—Ekim Devriminden Milli Mücadele’ye, İstanbul 1979.