ISSN: 1011-727X
e-ISSN: 2667-5420

Mehmet Demiryürek

Anahtar Kelimeler: Sait Molla, Ankara Hükûmeti, İttihat ve Terakki, Tevhid-i Efkâr gazetesi, Muhalifler

Giriş

Sait Molla, Mütareke Dönemi’nde (1918-1922) Türk Millî Mücadelesine muhâlefeti ve İngiliz taraftarlığıyla öne çıkan ve Atatürk’ün Nutuk adlı eserinde üzerinde önemle durulan şahsiyetlerden biridir. Bununla birlikte bugüne kadar Sait Molla’nın gerek hayatı ve gerekse fikirlerini ayrıntılı olarak ele alan bir biyografik çalışma henüz yapılmamıştır. Gerçi “Said Molla ve Türkçe İstanbul Gazetesi”[1] adlı bir Yüksek Lisans Tezi vardır. Bu tez ayrıntılı ve güzel bir çalışmadır. Fakat Sait Molla’nın Mudanya Mütarekesi (1922) sonrasındaki hayatından çok az bahsedilmektedir. Bu durum muhtemelen tezin kapsamından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu tezde esas olarak Sait Molla’nın Millî Mücadele devrindeki tutum ve davranışları ile fikirleri değerlendirilmiştir. Tarık Zafer Tunaya’nın[2], İlhami Soysal’ın[3] Fethi Tevetoğlu’nun[4] ve Cengiz Dönmez’in[5] İngiliz Muhipler Cemiyeti’ni konu alan çalışmalarında da Sait Molla’nın 1922 yılı sonrası hayatı ele alınmamıştır. Bu da yine çalışma konularının kapsamından kaynaklanmaktadır.“Yüzellilikler” ile ilgili bir araştırma[6] ise konuya önemli katkılar sağlamakla birlikte bazı eksiklikler göze çarpmaktadır. Fakat bu durumun nedeni herhalde Yüzellilikler konusunun genişliğidir. Çünkü iyi bir araştırma yapıldığı görülmektedir. Öyle ki bizim bu makalemizde söz konusu edeceğimiz beyannameden/risaleden de görebildiğimiz kadarıyla, ayrıntıya girilmeden ilk kez bu çalışmada kısaca bahsedilmiş ve sadeleştirilerek bazı alıntılar yapılmıştır.

Yukarıda isimleri zikredilen çalışmaların her biri Sait Molla ile ilgili belirli bir dönemi aydınlatmakta ve değerlendirmektedir. Sait Molla’nın tam bir biyografisinin yazılması aşamasında büyük katkıları olacağına kuşku yoktur. Biz de Sait Molla’nın ileride yazılacak biyografisine katkıda bulunabilmek amacıyla daha önceki bir çalışmamızda Sait Molla’nın Türkiye dışındaki hayatını, ama özellikle yaklaşık 5 yıl süren Kıbrıs’taki hayatını ele almış, Kıbrıslı Türklerle olan ilişkilerine değinmiş, Kıbrıs’ta iken yazdığı mektupları ve yayımladığı beyannameyi değerlendirmiş ve Kıbrıs beyannamesini tam metin olarak yayımlamıştık.[7]

Öyle görünüyor ki Sait Molla'nın yurt dışındaki hayatı süresinde ortaya çıkan önemli özelliklerinden birisi de hemen hemen her gittiği yerde bildiriler yayımlamış olmasıdır.[8] Bu çalışmamızda Sait Molla'nın 3 Aralık 1923 tarihinde “Muhaliflere Hitabım” adıyla yazdığı risaleyi tahlil etmeye çalışacak ve risalenin yeni harflere çevrilmiş metni ile eski harfli metnini ek olarak yayımlayacağız.

Konuya başlamadan önce Sait Molla'yı kısaca tanıtmak yerinde olur kanatindeyiz. Abdülhamit Devri Şeyhülislamlarından Cemaleddin Efendi'nin yeğeni ve Anadolu Kazaskerliği payesine sahip Mustafa Neşet Molla'nın oğlu olan Sait Molla, 1880 yılında (H.1297, R.1296) İstanbul'da doğmuştur. Ravza-i Terakki, Şems-ül Maarif ve Numûne-i Terakki okullarında tahsil gördükten sonra Medreset-ül Kuzat'a girmiş ve 1903 yılında mezun olmuştur. Eğitimini Fatih Camii dersiamlarından Tokatlı Şakir Efendi'nin yanında sürdürmüş ve icazetname almaya hak kazanmıştır.

1892 yılında “tarik” maaşı almaya başlamış, 1900 yılında Mektubî-i Meşihat-ı Ulya Kalemi Hulefalığı'na ve 1902 yılında da bu göreve ilaveten Bâb-ı Fetva Sicil kalemi Müdür Muavinliği'ne tayin edilmiştir. 1904 yılında Küçük Çekmece Kadı vekilliğine, aynı yıl içinde ayrıca Şura-yı Devlet Bidayet Mahkemesi Aza Mülâzımlığı'na atanmıştır. 1908 yılında Şura-yı Devlet İstinaf Mahkemesi Azalığı'na terfi etmiştir. 1909 yılında bu görevden ayrılarak Galata Kadı Müşavirliği'ne atanmıştır. 1910 yılında Mahşer adlı bir gazete çıkarması ve beyannameler yayımlaması üzerine Divân-ı Harb-i Örfî tarafından 2 ay hapse mahkum edilmiş ve görevden alınmıştır. 14 Ocak 1911 tarihinde Bingazi Livası Kadılığı'na tayin edilmiş ise de oraya gitmeden 14 Nisan 1911 tarihinde Eyüp Kadılığı'na tayin edilmiştir. Ancak göreve başlamadan yeniden Galata Kadı Müşavirliği'ne atanmıştır. Fakat bu göreve de başlayamamış, daha sonra da Üsküdar Kadı Müşavirliği'ne tayin edilmiştir. 1912 yılında Mahkeme-i Evkâf Kadı Muavinliği'ne, 1913 yılında da Anadolu Kazaskerliği Müşavirliği'ne tayin edilmiştir.

1915 yılında Osmanlı Devleti’nin bütün mahkemelerinde avukatlık yapabilme hakkı kazanarak avukat olmuştur.

1916 yılında Medreset-ül Kuzat “sınıf-ı mahsus Kitabet-i Resmiye” öğretmenliğine atanmış ise de öğrenci olmadığından maaşı kesilmiş, kendisi de görevden ayrılmıştır.[9] 1918 yılı sonunda Yeni İstanbul (Türkçe İstanbul) gazetesini yayınlamış, 1919 yılında İngiliz Muhipler Cemiyeti’ni kurarak cemiyetin başkanlığını yapmıştır. 1920 yılında bir süre Adliye Müsteşarlığı görevinde bulunmuştur.

A. BÜYÜK TAARRUZ VE SAİT MOLLA’NIN TÜRKİYE’DEN KAÇMASI

1. Mudanya Mütarekesi, Muhalifler ve Sait Molla

26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan “Büyük Taarruz” sonunda elde edilen kesin Türk zaferi, İstanbul’da bulunan ve başından beri Kuva-yı Millîye’ye muhalif olan kişileri telaşa düşürmüştü. Suçlarının farkındaydılar ve sonuçtan endişeliydiler. Onların bu telaşlı halleri İstanbul’daki milliyetçilerin gözünden kaçmıyor ve adım adım izleniyorlardı. Nitekim “23 Eylül 1922 yevm-i Cumartesi” tarihli bir istihbarat raporu muhâliflerin içinde bulunduğu durumu ve onların ruh hallerini ve şöyle yansıtmaktadır:

“21 Eylül 38 Perşembe günü saat alafranga birde Â’yândan Vasfi Hoca’yı (Ferit)[10] acele olarak Balta Limanı’ndaki ikâmetine çağırdı. Ferit; bütün muhalifinin isimleriyle beraber firârî Kuva-yı İnzibâtiye’ye dahil olmuş ve muhalefet miyânında teşekkül etmiş cemiyetler efradının ve rüesâsının isimlerini hâvi defterin alelacele tanzim edilmesini emr etmiş. Kuva-yı Millîye buraya geleceği anlaşıldığı taktirde —İngilizlerle görüştüm- birkaç vapur bizim için verilecek, bizi alıp götürecektir, demiş. Vasfi, Fırka’ya[11] hemen geldi. Meseleyi, yani Ferit’in söylediği sözleri ve emri tebliğ etti. Ve merkûmûn telakki eyledikleri bu emrin harice ifşa edilmemesi için tahlîf ve tahallüf icra edilmiş müzâkere neticesiyle bu mesele son derece ketûm tutulması karar altına alınmıştır. Defterin tesbiti vaktin adem-i müsâadesine mebni ertesi güne ta’lik olundu. Vasfi Hoca ertesi Cuma günü, ale-s-sabah yine Feritle görüşmek üzere Balta Limanı’na gitti. Ve Balta Limanı’nda Ferit’in kâtib-i husûsisi binbaşı tekaüdlerinden Tevfikle görüştü. Tevfik, Hoca Vasfi Efendiye: Paşa, sizinle görüştükten birkaç saat sonra ailesi ve mahdumu Sami ve Sami’nin ailesi olduğu halde Balta Limanı’ndan bir istimbota binerek Küçük Çekmece’ye gittiğini ve oradan da şimendifere râkiben Avrupa’ya hareket ettiğini söylemiş. Vasfi, Ferit’in kendisini ve Fırkayı iğfâl ederek firâr ettiğini anlayarak müteessir olup pürtelaş fırkaya geldi. Kemâl-i heyecanla Ferit’in firâr ettiğini anlattı. Derakab efrâd arasında keyfiyet yayılarak heyecan ve teessür kesb-i şiddet eyledi. Rüesânın da efrâdı Ferit gibi iğfâl ederek kaçacaklarını düşünerek rüesâyı tehdîde kıyâm ettiler. Tanzim edilecek matlub defter bütün bütün hatırdan çıktı.”[12]

Raporun devamında, muhâlifleri yatıştırabilmek için İngiliz Elçiliğine gidilip sefirle görüşülmesi ve gerekli tedbirlerin alınması şeklinde bir karara varıldığı, bu iş için “Fırka Reisi Sadık ve Gümülcineli İsmail” in temsilci tayin edildiği ve bu kişilerin İngiliz Büyükelçisi ile görüşmeye gittiği belirtilmektedir. Rapora göre, “bunların akşama kadar gelecekleri mülâhazasıyla efrâd Fırka’da saat yediye kadar beklediler. Gidenler gelmedi. Ve geceyi sefâret-hânede geçirdiler. Bugün ba’d-ez-zeval saat birde yalnız olarak Sadık geldi. Bir hayli efrâd, Fırka’da kemâl-i heyecanla intizâr ediyorlardı. Evvelâ, heyet-i idare a’zâsından Arnavut (Ata) Hoca efrâdı bir odaya toplanarak evvelâ: içinizde yabancı olup olmadığı sordu. Hayır! Yabancı yoktur, cevabı alındıktan sonra, reis Sadık Bey, İngilizlerden geldi. Bugün için katiyyen muhâlefet için bir muhâtara olmadığını ve telaşa mahall olmadığını ve endişe edilmemekliği söyledi. İçlerinden Eyüp Şube reisi Kenan ve daha birkaç kişi izahât istemiş ise de Ata Hoca, reisten aldığım emir bu kadardır, fazla söz söylemeğe salâhiyyetim yoktur diyerek ifadede bulundu. Onun üzerine Ata heyet-i idarenin müctemi’ bulunduğu yukarıdaki odaya gitti. Bir çeyrek saat sonra fırka reisi Sadık geldi. Arkadaşlar! İşitiyorum ki son derece müteessirsiniz. Emin olunuz. Eğer buraya Kuvâ-yı Millîye gelirse evvelâ beni bu muhâlif kapısı önünde asılınca sizin hiçbirinizi ele vermem.[13] Kuvâ-yı Millîye’nin buraya gelme şâyiası yüzde doksan dokuz yalandır. Kuvâ-yı Millîye buraya gelemez. Müsterih olunuz, diyerek teselli etti. İçinize yabancı almayın, son derece itina edin, bu sırada kendinizi sakının. Bir vukuâta mahall vermeyin, dedi, gitti.”

Muhâlifler arasında bulunan Sait Molla da telaşa kapılanlardan birisiydi. Çünkü üç yıldır mücadele ettiği hareket tam başarıya ulaşmak üzereydi.[14] Diğer çoğu muhâlif gibi onun da sığınabileceği tek yer İngiliz Elçiliğiydi. “21 Eylül 1922 Cuma” tarihli bir başka istihbarat raporuna göre, “Ali Kemâl, Said Molla, Mehmet Ali ve Sadık ve rüfekası Rayn’dan Kuva-yı Millîye’nin İstanbul’a duhûl edemeyeceği cevabını alarak müsterih olmuşlardır.”[15] Bununla birlikte Sait Molla’nın da aralarında bulunduğu bazı muhâlifler işi şansa bırakmak niyetinde değillerdi. Bu nedenle 21 Eylül 1922 Cuma günü “(Ferit)in firar etmesi üzerine rüesâ-yı muhalifinden Gümülcüneli İsmail, Vasfi Hoca, Ata Hoca, Sabık Dahiliye Nazırı Mehmet Ali, Ali Kemâl, Said Molla, fırka kâtib-i mes’ulü Rıfkı, pasaportlarını”[16] almış bulunuyorlardı. Sait Molla’nın pasaportu Harington tarafından verilmiş özel bir pasaport idi.[17]

2. Sait Molla’nın Türkiye’den Kaçışı

Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra Sait Molla ortadan kaybolmuştur. 16 Ekim 1922 tarihli bir belgeye göre “Said Molla Beyoğlu’nda bir mahalde muhtefîdir. Fransız Karargâhı’nda Yüzbaşı Halit merkûmun firârını temini va’d etmiş.”[18]tir. Oysa bu tarihten bir hafta kadar önce, 11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Mütarekesi öncesinde, Sait Molla’nın yurt dışına çıkmış olduğu anlaşılmaktadır. Fatih Mehmet Sancaktar’a göre, 17 Ekim 1922 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesi Sait Molla’nın firar ettiğini yazıyordu.[19] Sait Molla’ya göre ise, kendisi kaçmamış, “Mudanya mukavelenamesinden evvel” kendi arzusu ile Türkiye’den ayrılmıştır.[20]

Sait Molla’nın Türkiye’den kaçtıktan sonra ilk olarak Romanya’ya gittiği bilgisi genel olarak kabul görmektedir.[21] Fakat 4 Ocak 1923 tarihli bir gazete haberi Sait Molla’nın “Viyana’ya savuşmuş”[22] olduğunu yazmaktadır. Haberi veren Tevhid-i Efkâr gazetesidir. Bununla birlikte bu haberin yayımlanmasından yaklaşık bir buçuk ay sonra, 18 Şubat 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde “Molla Mel’unu Nerede?” başlıklı kısa bir yazının yayımlandığı görülmektedir. Yazıda “Meşhur ve mahud Said Molla da hakikaten evvelce de yazdığımız gibi, Köstence’ye gelmiş. Şimdi de Bükreş’te bulunuyormuş.”[23] denildiğine göre bu tarihte Sait Molla’nın Romanya’da olduğu açık olarak ortaya çıkmakta ama Viyana’ya gittiği haberi karanlıkta kalmaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki Sait Molla Türkiye’den çıktıktan sonra ölümüne kadar geçen sürede şu rotayı izlemiştir: Romanya-Fransa-İtalya-Mısır-Kıbrıs-Yunanistan.[24]

3. Sait Molla’nın Romanya'dan Yazdığı Mektup

Sait Molla Romanya’da bir yıla yakın kalmıştır. Bu zaman zarfında Türkiye’de hakkında yapılan yayınlardan haberdar olduğu ve zaman zaman Türkiye’deki gazetelere mektuplar gönderdiği anlaşılmaktadır. Bu mektuplardan birisi 9 Nisan 1923 tarihli olup Vatan gazetesine gönderilmiştir.[25] Gazeteye göre, Sait Molla’nın mektubunun okunması “eğlenceli bir şeydir.” Çünkü “Mütarekeden sonraki habasetlerde en faal bir rol oynadığında umûmun ittifak ettiği bu adam yavaş yavaş kendisini bize hareket-i millîyenin müessisi diye satacaktır.” Bununla birlikte Vatan gazetesi daha fazla yoruma yer vermeyerek Sait Molla’ya verilecek cevabı Tevhid-i Efkâr gazetesine bıraktığını belirtmiş ve mektubu yayımlamakla yetinmiştir.

Sait Molla’nın yazdığına göre, mektubun yazılma nedeni Vatan gazetesindeki bir yazıda Sait Molla’nın adının geçmiş olmasıdır. Buna göre, gazetenin sahibi Ahmet Emin (Yalman) Malta anılarından bahsederken, Malta’ya gitmeden önce yolda Sait Molla ile karşılaştığını ve Sait Molla’nın hemen İngilizlere telefon ederek kendisini ihbar etmesinin muhtemel olduğunu yazmıştır. Buna göre Sait Molla’nın bu mektubu yazmadaki amacı, bu iddiaya cevap vermek ve gazetenin mektubu yayımlamaya cesaret edip etmeyeceğini öğrenmektir.

Bununla birlikte mektup dikkatlice okunduğu zaman Sait Molla’nın bundan daha fazlasını söylediği, kendisinin yaptığı faydalı işleri şahitler göstererek birer birer saydığı ve kendisini çok önemli bir adammış gibi göstermeye çalıştığı da görülmektedir.

İngilizlerin istihbarat dairelerini ve askerî makamlarını tanımadığını ve ömründe hiç kimseyi bu makamlara şikayet etmediğini iddia eden Sait Molla’ya göre, o yalnız İngiliz Sefarethanesini bilmekte ve ilişkilerini yazılı olarak bu kuruluşla sürdürmektedir. Bu durum yayımlanacak hatıralarında delilleriyle ortaya konulmuştur.

Sait Molla, mektubu yazmasına neden olan duruma kendince böyle açıklık getirdikten sonra, kendisinin ne kadar faydalı işler yapan bir kişi olduğunu şahitler göstererek ispatlamaya çalışmakta ve şu iddiaları öne sürmektedir:

1. Sait Molla, Maltaya ilk kafile gönderilirken kendi gazetesiyle İçişleri Bakanı’na “hücum” etmiş ve diğer tüm gazeteler susarken kendisi bu duruma itiraz eden tek gazeteci olarak kalmıştır. Malta’ya ikinci kafile gönderme işini üstlenen Fabien Bennett ile düşman olmuş ve General Milne’e konuyla ilgili yazılı itirazda bulunmuştur.[26]

Ayrıca “Sahte suikast beyân-nâmesinde ise beyân-nâmenin neşr olunduğu gün İngiliz Muhipleri Cemiyeti reisi olmaklığım sıfatıyla benimle görüşmek isteyen Kolonel Cromvel’e bunun men’ olduğunu delâiliyle söyleyen ben idim. Hatta bugün itirazâtta bulunmaklığımın mûcib-i teessüf olduğunu telefonla bana söyledikleri zaman beni tedavi etmek üzere yanımda bulunan Akil Muhtar Bey de verdiğim cevapları işitti.” demekte ve kendisine bir de şahit göstermektedir.

2. Sait Molla’nın ikinci iddiası Dr. Adnan Adıvar’ın Anadolu’ya geçmesine yardımcı olduğudur. Mektubunda Vatan gazetesi sahibi Ahmet Emin Bey’e hitap ederek şöyle demektedir: “Lütfen Doktor Adnan Bey’e sorunuz? Anadolu’ya ne zaman hareket etti? Celâl Muhtar Bey’den ne gibi bir haber aldı? Celâl Bey’e kim telefon etti? Müsteşarlığımda Divan-ı Harb-i Örfî mahbesinin adliye tevkif-hânesinde olması bahanesiyle nasıl bir gayretle bazı masumları tahlîs ettiğimi de kendi gazetenizin koleksiyonundan öğreniniz.”

3. Sait Molla'ya göre, müsteşarlık döneminde kendisine hücum eden şahsı dahi, onu özel olarak cezalandırma kudretine sahip iken, o, buna tenezzül etmeyerek hukuk yolunu tercih etmiş ve ilgili şahsı mahkemeye vermiştir. Çünkü kendisi uğraşacağı kimse ile açıkça uğraşmaktadır. Gizli intikamlardan, namusuzluklardan her zaman kaçmıştır. Onun “itikadı” budur. Haydarîzâde buna tanıklık edebilir.

4. Sait Molla'nın yaptığı yararlı işlerden biri de mültecilere yardım konusudur. Ona göre, “Yave ve civarından İslâm muhacirlerinin İstanbul’a ithâline müsâade olunmadığı bir dakikada Hilâl-i Ahmer” Sait Molla'ya mürâcaât etmiş ve onun girişimiyle binlerce kişi yokluktan ve yağmadan kurtarılmıştır. Celâl Muhtar Bey buna şahittir.

Yaptığı bu işleri sıraladıktan sonra, Sait Molla, kendi kendine şu yorumda bulunmaktadır: “Görüyorsunuz ki sizi görüp de haber vermek tenezzülünden çok uzak bulunuyorum.”

Sait Molla'ya göre, eğer kendisi İngilizlere Ahmet Emin'i ihbar etmiş olsaydı, Ahmet Emin'in gazetesinin aranması gerekirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir. Bu da Sait Molla'nın bu işlerin ne kadar uzağında olduğunu gösterir. Çünkü Ahmet Emin, kendi kendine gidip teslim olduğunu yazmıştır. Bunları belirten Sait Molla, kendince konuya şu cümle ile son noktayı koymuştur: “İşte sizinle rüfekanızın zanları hep böyle yanlıştır.”

Sait Molla bu konu vesilesiyle hakkındaki bir başka iddiaya da cevap vermektedir. Sait Molla'ya göre, Tevhid-i Efkâr gazetesi kendisinin Padişah Vahdettin'i kandırdığını yazmıştır. Oysa kendisi Sultan Vahdettin ile hayatında hiç görüşmemiştir. Mabeyn-i Hümayun görevlileri bunun tanığıdır. Kendisi, önemli bir mevkide olduğu halde Şura-yı Saltanat'a da katılmamış, hatta siyasî hayatın içinde bulunduğu dört buçuk sene içinde Saray'a ancak dört veya beş defa, o da resmi mecburiyet dolayısıyla gitmiştir.

Sait Molla'ya göre, o bunları kendisini temize çıkarmak için yazmamaktadır. Çünkü buna tenezzül edecek, kendi kanâatinden fedada bulunacak bir adam değildir.

Sait Molla ilgili mektubunun sonuna doğru sözü yine İngilizlere getirmekte ve şöyle yazmaktadır:

“İngilizlerle bir tarîk-i i’tilâf bulunmazsa Türkiye’nin Avrupa Devleti hâlinde bulunmasına imkân göremediğim gibi Asya’da da teşettütten hali olarak yaşayıp müttehid bir hâlde bulunmaklığımızı müstahîl görürüm. Sulhü ve bilhassa ferda-yı sulhde takarrür edecek netice-i kat’iyyeyi bekleyelim.”

İleri sürdüğü fikirler doğrultusunda kendi kendini değerlendiren Sait Molla şu cümlelerle mektubuna son vermektedir:

“Bu kanâatte olan bir adamın idare-i hâzıra nezdinde kendisini tenzih ve tebriyeye kalkmak istemiyeceği bedîhî olduğu gibi, hükûmetçilik işine kat’iyyen veda’ ettiğim bir sırada böyle bir maksat ve gayeye hâdim olmayacağımı da takdir edersiniz. Ma’mafih siz nasıl isterseniz öyle telakki etmekte muhtarsınız efendim.”

Sait Molla 1923 yılı Ekim ayı başlarında Romanya’dan sınırdışı edilmiştir. Romanya’dan sınırdışı edilme nedeni “neşr ettiği bir risale ile Türkiye Mümessili (Mehmet Ali) Bey’i tezyîf ve tahkir” etmesidir.[27] O tarihte Kıbrıs’ta yayımlanmakta olan Hakikat gazetesi de haberi bu şekilde vermiştir.[28] Oysa Tevhid-i Efkâr’ın verdiği açıklayıcı bilgiye göre “Mehmet Ali Bey Türkiye mümessili değil esbak dahiliye nazırıdır ve firarilerlendir .”[29]

Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, Sait Molla gibi Romanya’da bulunan kaçaklardan birisi idi. 1923 yılı ortalarında Sait Molla ile aralarında bir anlaşmazlık yaşanmıştır. Çatışmanın nedeni açık olarak gazetelere yansımamış olmakla birlikte[30] iki tarafın birbirleri aleyhinde yayınlar yaptığı anlaşılmaktadır. Vatan gazetesinde 16 Ağustos 1923 tarihinde yayımlanan bir habere göre “İstanbul’da millî idarenin tesisi üzerine Romanya’ya iltica etmiş olan Sait Molla ile esbak Dahiliye Nâzırı Mehmet Ali Bey’in son zamanlarda araları açılmıştır. Sait Molla ve Mehmet Ali Bey Romanya’da yekdiğeri aleyhinde davalar ikame ettikleri gibi birbirlerini teşhîr için bir takım varakalar”[31] yayımlayıp dağıtmaya başlamışlardır. Söz konusu bu “varaka” lardan birisi 15 Ağustos 1923 tarihinde Vatan gazetesine ulaşmıştır.

Gazeteye göre, Fransızca olarak yazılan bu yazı muhtemelen Mehmet Ali Bey taraftarlarınca yayımlanmıştır. Çünkü bu yazıda Sait Molla'nın iddiaları[32] reddedilmekte ve “Sait Molla’nın kasden ika-i harik, eytâm sandığından para sirkati, Defter-i Hakanî vesâikini tahrif cürümlerinden dolayı maznûn bulunduğu” ve “Amcası Cemaleddin Efendi merhûm hakkında casusluk yaptığı” iddiaları ile bazı aile meselelerine yer verilmektedir.

Gazeteye göre, bu yazıda ayrıca Sait Molla'nın Romanya'da karanlık işlere giriştiği iddia edilmekte ve hakkında bazı ağır kelimeler kullanılmaktadır. Bu kavga ve Sait Molla'nın bu iddialara verdiği cevap konusunda ayrıntılı bilgiler sahip değiliz. Ancak Sait Molla Romanya'dan sınırdışı edildiği için onun bu kavgayı kaybettiğini düşünebiliriz.

B. SAİT MOLLA’NIN NİCE RİSALESİ: “MUHALİFLERE HİTABIM”

Romanya Bakanlar Kurulu kararı ile Romanya'dan çıkarılan Sait Molla'nın Fransa'ya gittiği anlaşılmaktadır. Nitekim Sait Molla, 1925 Mayısında Kıbrıs'ta yayımlanan Söz gazetesine yazdığı bir mektupta “Nice’te”[33] bir beyanname yayımladığını belirttiği gibi, “Muhâliflere Hitabım” adıyla yayımladığı beyanname sonunda da “Nice:3 Kânun-ı evvel 923”[34] ifadesi bulunmaktadır. Öyleyse söz konusu beyanname Fransa'da yazılmış demektir.

Fakat Sait Molla'nın uzun süre Fransa'da kalmadığı anlaşılıyor. Çünkü BCA'da bulunan ve 18 Aralık 1923 tarihini taşıyan bir belgeye göre, Sait Molla İtalya'da bulunmaktadır ve “Muhâliflere Hitabım” adlı risale de İtalya'da yayımlanmıştır.[35]

Sait Molla bundan sonra önce Mısır'a, sonra Kıbrıs'a ve oradan da Yunanistan'a gitmiş ve 14 Temmuz 1930 tarihinde Yunanistan'da ölmüştür.[36] Öyleyse Sait Molla'nın Türkiye dışındaki rotasını Romanya, Fransa, İtalya, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan şeklinde tesbit edebiliriz.

1. Risalenin Ele Geçmesi ve Türkiye’ye Girişinin Yasaklanması

Sait Molla’nın “Muhaliflere Hitabım” adını taşıyan risalesi 3 Kânun-ı evvel 339 (3 Aralık 1923) tarihini taşımaktadır. Fransa’da yazılan risale zarflara konularak mektup şeklinde Türkiye’ye gönderilmiştir. Bu risalenin bir nüshası BCA’de (Ankara) bulunmaktadır. Arşiv belgelerine göre, “Türkiye Posta ve Telgraf ve Telefon Müdüriyet-i Umumiyyesi İstanbul Baş Müdüriyeti, Tahrirat Kalemi” tarafından “Baş Müdür” imzasıyla Ankara’daki “Müdüriyet-i Umumiye Canib-i Alisine” bir yazı gönderilmiştir. 16 Kânun-ı evvel 1339 (16 Aralık 1923) tarihini taşıyan bu yazıya göre “İtalya’dan 14 Kânun-ı evvel 1339 tarihinde İstanbul İttihad-ı Mevrûde Dairesi’ne vürûd eden ve Roma’da Sait Molla tarafından [Muhaliflere Hitabım] ünvanını taşıyan muhtelif adamlara ait” 126 adet risale ele geçirilmiş ve bu risalelerin bir nüshası bu yazının ekinde Ankara’ya gönderilmiştir. Ankara’ya gönderilen nüsha “Boğaziçi Yeniköy’de Hariciye Müsteşar-ı sabıkı İhsan Bey Efendiye” gönderilmiştir. Risale ile zarfın üzerindeki yazının benzerliği nedeniyle, zarfın üzerindeki yazının da Sait Molla’ya ait olduğu düşünülebilir.

Posta İdaresi tarafından ele geçirilen risalenin bir nüshasının Ankara’ya gönderilme nedeni ise Ankara’da incelenerek dağıtılmasında “mahzur olup olmadığının” telgrafla İstanbul’a bildirilmesi isteğidir. Bu tarihte henüz 150’likler listesi hazırlanmış değildi. Ama Sait Molla yakından tanınan ve zaferden sonra ülkeden kaçan önemli kaçaklardan biriydi. Bu nedenle onun bu risalesinin sorun yaratabilir olduğu düşünülmüş olmalıdır.

Posta Telgraf ve Telefon Müdüriyet-i Umumiyesi’nin bu yazısı ve ekindeki risale 2 gün içinde Ankara’ya ulaşmıştır. Dahiliye Vekaleti konunun ivedilikle ele alınmasını sağlamış ve Başvekalet tarafından 18/12/39 (18 Aralık 1923) tarihli bir kararname hazırlanmıştır. Bu kararnameye göre “İtalya’da Said Molla tarafından [Muhaliflere Hitabım] ünvanıyla intişâr eden risalenin mündericât-ı muzırresine binaen men’-i idhali Dahiliye Vekaleti’nin teklifi üzerine icra vekilleri heyetince bit-tasvip keyfiyetin vekalet-i müşarunileyhe tebliği karargir olmuştur.”[37]

Bakanlar Kurulu’nun, risalenin içeriğinin zararlı görülerek Türkiye’ye girişinin önlenmesi şeklindeki kararı 19/12/39 (19 Aralık 1923) tarihli bir yazıyla Cumhurbaşkanının onayına sunulmuştur. Bu kararın Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl Paşa tarafından hemen onaylandığını düşünebiliriz. Çünkü Mustafa Kemâl Paşa, Sait Molla'nın Millî Mücadele dönemindeki faaliyetlerini yakından biliyordu.[38] Zira Sait Molla'nın mektupları milliyetçiler tarafından ele geçirilip Ankara'ya gönderildiği gibi, Türkçe İstanbul gazetesindeki yazıları da okunmuştu. Meselâ Sait Molla, bir yazısında Türk Millî Mücadelesi'nde önemli bir yeri olan Sivas Kongresi'ni bir cüretkârlık olarak nitelendiriyor ve şöyle yorumluyordu:

“Anadolu’nun birkaç şehrinde başında Selanikli Mustafa Kemâl Paşa olduğu hâlde buradan giden bazı kimselerin ferasetkâr cür ’etleri; memleketi öyle bir hâle getirdi ki artık ne himayeden, ne mandadan, ne müzaheretten bahse imkân kalmadı. Hatta bu vaziyet; evvelce karilerimize tebşir ettiğimiz veçhile muavenet ve müşâvere suretiyle de vatanımızda bir hüsn—i netice husulü ihtimalini de hemen hemen kat’ etti.”[39] Sait Molla'nın bu ve buna benzer yazıları ile millî mücadele aleyhindeki mektupları henüz unutulmamıştı.

2. Risalenin İçeriği

Beyannamenin içeriği ile ilgili ayrıntılara geçmeden önce bu konuda daha önce yazılanları gözden geçirmek yararlı olacaktır. Görebildiğimiz kadarıyla bu bildiriden sadece Şaduman Halıcı[40] bahsetmekte ve şöyle demektedir:

“1923’de ‘Muhaliflere Hitabım’ başlığı altında bir broşür yayınlayan Sait Molla, bu broşürde kendisi gibi Türkiye’den kaçan muhâlif kesime seslenmekte ve aldatıldıklarını söyleyerek dikkat etmelerini istemektedir.

‘...Zavallı vatanı boğazına kadar borca sokan, ... masum kardeşlerimizi savaş meydanlarına sürerek öldüren, köylerimizi erkeksiz bırakan, zavallı milletimizi halkımızı senelerden beri Fransız sermayedarlarına esir eden o İttihat ve Terakki ileri gelenleri bugün eski kuvvetini kazanmak için herkesi kandırırken sizleri de kandırmayı başarıyor.

Biz neye muhâliftik, bir kere gayemizi düşünelim. Bu memleketi perişan eden o sefil, o İttihat ve Terakki ileri gelenleri değil mi? Ankara’ya neden karşıt bulunuyorduk? Aralarındaki İttihatçıları görerek Anadolu cereyânının ittihatçı cereyanı olduğuna inandığımızdan değil mi? Fakat görmezler mi ki bugün vaziyet değişti? Anadolu erkânı, İttihatçıların ileri gelenlerini Lozan’da suçüstü yakaladı... Şimdi ise Anadolu’ya türlü türlü sebep ve fırsatlarla hücum etmek, Ankara’yı ezerek yerlerine geçmek için çalışmaya başladılar...

Ankara’nın kusursuz olduğuna kani değilim. Fakat bugün ortada biri memleketi parçalayan diğeri memlekete namus ve mevki kazandıran iki parti var.”

3. Risaledeki İmza

Sait Molla’nın Türkiye’den kaçtıktan sonra gerek yazdığı mektuplarda ve gerekse yayımladığı beyannamelerde kullandığı imzaların da ayrı bir önemi vardır. Örneğin Sait Molla, Kıbrıs’ta yayımladığı beyannamede “Esbak Türkiye Adliye Müsteşarı ve İstanbul Gazetesi Baş Muharriri”[41], yine Kıbrıs’ta iken İngilizlere yazdığı mektuplarda “Türkiye’deki İngiliz Muhipleri Cemiyeti eski başkanı ve İstanbul adlı Türkçe gazetenin ser muharriri ve Eski Adliye Müsteşarı” ve “Türkiye’deki Adliye Nezareti Eski Müsteşarı ve İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı ve Avukat”[42] gibi imzaları kullanmıştır. O, söz konusu risalesinde ise sadece “Sabık Adliye Müsteşarı Sait” imzasını kullanmıştır. Dolayısı ile Sait Molla’nın kime nasıl hitap edeceği konusu üzerinde özenle durduğunu söylemek mümkündür.

C. RİSALENİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Biz Sait Molla’nın, söz konusu risalesinde öne sürülen fikirlerini 6 başlık altında ele alıp yorumlayacağız. Bu temel başlıklar ise şunlar olacaktır:

1. Sait Molla, Muhalifler ve İttihat ve Terakki

2. Sait Molla ve Osmanlı Hanedanı

3. Sait Molla ve Ankara Hükümeti ve Siyasî İnkılâplar

4. Lozan Antlaşması’nın Gerektirdiği Af Kanunu

5. Sait Molla ve Tevhid-i Efkâr Gazetesi

6. Sait Molla, İngiltere ve Fransa

1. Sait Molla, Muhalifler ve İttihat ve Terakki

Said Molla'nın söz konusu risalesinde üzerinde önemle durduğu konulardan birincisi İttihat ve Terakki olmuştur. Aslında 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanından sonra iktidarı elinde bulunduran İttihat ve Terakki ile Sait Molla'nın yıldızı en başından beri barışmamıştır. Siverek mebusu Nurettin Bey ile olan kavgası ve Sait Molla'yı İstanbul'dan uzaklaştırma girişimleri sonucunda Sait Molla sert bir İttihatçı aleyhtarı olmuştur. Mondros Mütarekesi'nin (30 Ekim 1918) imzalanmasından kısa bir sonra da Yeni İstanbul (Türkçe İstanbul) gazetesini yayınlamaya başlayarak dönemin geçer akçesi olan İttihatçı avcılığına o da katılmış, Anadolu hareketine karşı olmuş ve İngiliz mandası[43] taraftarlığı yapmıştır.

Risalenin ilk cümlesinde artık siyasetten çekildiğini açıklayan Sait Molla kendisinin de aralarında bulunduğu muhâliflere hitap ederek şöyle demektedir:

“Memleketin inkısamı için sizi İttihad ve Terakki alet etmek istiyorEvet Karlsbad’da, Münih’de akd olunan mukavelelerde ey bîçare eski muhâlifler, ey İstanbul’un memuriyet, mevki küskünü yeni muhâlifleri sizlerin birer alet-i şer ’ve nifâk olmaktan başka bir san’atınız yoktur. Memleketi, vatanı perişan eden, en güzel, en zengin kıt’alarımızı elimizden kaçıran, zavallı vatanı boğazına kadar borca sokan en büyük faciaları, cinayetleri bilâ-perva irtikâb eden, binlerce muhalif ve masum kardeşlerinizi bil-iltizam cephe-i harbe sevk ederek öldüren, köylerimizi erkeksiz bırakan, zavallı memleketimizi, halkımızı senelerden beri Fransız sermayedârlarına esir eden o İttihad ve Terakki sanâdidi bugün eski mevki’ini kazanmak için herkesi kandırırken sizleri de kandırmağa muvaffak oluyor.”[44]

Sait Molla'ya göre, muhâliflerin başına gelenlerden İttihat ve Terakki sorumludur. Onları bu hale getiren İttihat ve Terakki'dir. Çünkü İttihat ve Terakki, muhâlifleri “aç, sefil, vatandan mehcûr” bırakmış, “toprak” yedirmiş,onların tırnaklarını sökmüş, sopalar altında ezerek diyar diyar süründürmüş ve onları çeşitli zulümlere maruz bırakmıştır. Fakat İttihat ve Terakki, şimdi o acı günleri “hilekârlıkla” unutturmak ve muhâlif bulunduğu Ankara'ya karşı onları kullanmak istemektedir.[45]

Bu dönemde bazı eski İttihat ve Terakki üyelerinin Ankara ile anlaşmazlığa düştüğü, muhâlefete geçtiği ve eski muhâliflerle işbirliği yapmayı tasarladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle Sait Molla kendisi gibi olan muhâlifleri uyarmakta ve şöyle demektedir:

“Dikkat ediniz. Ömrünüzde onların irtikâb ettiği enva’ı cinayât ve ihanâttan binde birini irtikâb etmediğiniz halde şimdi onlara kanarsanız onlardan daha fena bir mevkie düşeceksiniz.”[46]

Bundan sonra Sait Molla kendisinin ve kendisi gibi olup da hem İttihat ve Terakki’ye hem de Anadolu’da başlayan Türk Millî hareketine muhâlif olanların “niçin muhâlif” olduklarını açıklamaya çalışmakta ve sözlerini şöyle sürdürmektedir:

“Biz neye muhâliftik? Bir kere gayemizi düşünelim. Bu memleketi perişan eden o sefil İttihat ve Terakki sanâdidine değil mi? Ankara’ya neden muarız bulunuyorduk? Aralarındaki ittihatçıları görerek Anadolu cereyânının ittihatçı cereyânı olduğuna kail olduğumuzdan değil miydi?”[47]

Sait Molla Anadolu hareketine karşı olduğunu gizlememekte ama bunun nedenini İttihat ve Terakki’ye atfetmektedir. Bu ifadelerde Sait Molla’nın samimi olduğu düşünülebilir. Çünkü Anadolu hareketini bir İttihat ve Terakki hareketi/girişimi olarak gördüğü bir gerçektir. Nitekim 4-11 Eylül 1919 tarihinde toplanan Sivas Kongresi’nin ardından kendi gazetesinde yazdığı yazı bunu açıkça göstermektedir. Sait Molla’nın ilgili yazısı “Anadolu’daki Cür’etlerin Sonu” başlığını taşımaktadır. Sait Molla bu yazısının sonunda Kongre ile ilgili olarak şöyle demektedir:

“Hülâsa memleket; bugün ittihatçı zihniyetiyle son vaziyeti almaktadır. Anadolu’dakilerin son cür’eti, kendilerinin istikbâlini mahv ettiği gibi vatanın da vaziyetini istediğimiz şekilden başka bir hale ilka eylemektedir.”[48]

Sait Molla’ya göre, her ne kadar başlangıçta Anadolu hareketini idare edenler içinde İttihat ve Terakki mensupları var idiyse de şimdi durum değişmiştir. “Çünkü Anadolu erkânı; ittihatçıların sergerdelerini Lozan’da cürm-i meşhûd halinde yakaladı. İsmet Paşa; onları Fransız sermaye-dârlarına milleti esir etmek isterken tuttu. Hariciye Nazırı sıfatıyla da millet meclisinde bu hakikati adeta hepimizin enzâr-ı ibretine vaz’etti. Bu ihanet çetesi; yakayı ele vermeleri neticesinde nihayet bugün kendilerine has olan nifâk ve şerleriyle yaygaraya başladılar. Üzerlerine mes’uliyyet-i kanuniye almamak için de suret-i haktan görünmeği unutmadılar. Şimdi ise Anadolu’ya türlü türlü fırsat ve sebeplerle hücum etmek, Ankara’yı ezerek yerlerine geçmek, yahut onları kendi nüfûz ve emirleri altında bulundurmak için o kara günlerde baykuş gibi zavallı milletimizin başına üşen ma’hud şarlatan, şaklaban gazeteleriyle çalışmağa başladılar. Diğer taraftan sizin muhâlefetinizi Ankara’nın aleyhine çevirip sizleri ne yaptığını ve hangi gaye için muhâlefete girdiğini bilmeyen ahmaklardan addetti. Sizden çeteler toplamağa kalktı. İşte size gazeteleriyle “hıyânet cephesi” nâmını veren bu hakikî hain ve mel’unlar asıl şimdi sizi hıyânete sevk ediyorlardı.”[49]

Sait Molla'ya göre İttihat ve Terakki mensupları memlekete ihanet etmiş, memleketi parçalamıştır. Ayrıca Ankara hükûmetine atfedilen kötü hareketler de ittihatçılar onlarla beraberken meydana gelmiştir ve “O fenalıkların hepsini o ittihatçılar irtikâb ettiğine şüphe edilemez. Zirâ gördüğümüz o fenalıklar vaktiyle rüesâ-yı ittihadiyeden gördüğümüz fenalıkların nev’inden idi ki bu nev’ler onların şahsiyetine mahsûstur.” İttihatçılar “adam parçalayan, hunharlıktan zevk alan”[50] insanlardır.

İttihat ve Terakki ileri gelenlerini “caniler, katiller, memlekete ihanet edenler” olarak değerlendiren Sait Molla'ya göre, onlar “bütün dünyanın Türk’e sürmek istediği lekenin hakikî sahipleri”dir. Ona göre “İttihatçılar; Bağdad’ı, Basra’yı, Elcezire’yi, cihanın üzerine titrediği o sevgili Irak’ı, Suriye’yi, Şam’ı, Halep’i, Kudüs’ü, Maan’ı, Beyrut’u, Cebel-i Lübnan’ı, islâmiyetin kıblegâhı olan Mekke-i Mükerreme’yi, Medine-i Münevvere’yi, Yemen’i, Asir’i, Havran’ı, Trablusgarb’ı, Bingazi’yi, Rodos’u, Girid’i, Sakız’ı, Midilli’yi, bütün Cezayir-i Bahr-i Sefid Vilayetini, Selanik’i, Kosova’yı, Yanya’yı, İşkodra’yı, Manastır’ı bütün Rumeli’yi otuz sekiz milyon ahâlisi, zengin madenleri, enva’ menabi-i serveti ile on üç sene içinde Osmanlı padişahlığından ayırdıktan, Bosna ve Hersek’in, Rumeli-i Şarkî’nin, Mısır’ın, Kıbrıs’ın padişahlıkla alâkasını”[51] kestikten sonra memleketi küçültmüşlerdir. Öyleyse asıl vatan hainliği ittihatçılara muhâlif olmak değil, Ankara'ya karşı onlarla işbirliği yapmış olmaktır.

Sait Molla, “muhaliftik ve muhalifiz” diye sözlerini sürdürürken bir kez daha asıl muhâlifliklerinin İttihat ve Terakki’ye karşı olduğunu belirtmekte ve şöyle devam etmektedir:

“Fakat kendimizden başka iş başına gelenlerin hepsine muhalif değiliz. Hayır Efendiler. Herkese muhâlefete muhâlefet demezler. Menfaâtperestlik derler. Biz İttihat ve Terakki’ye muhâliftik. Ve ona hatta o isme muhâlif kalmakla mantıkî bir hareket takip etmiş oluruz.”[52] Sait Molla bu sözleri ile hem muhâliflere takip etmeleri gereken yolu gösteriyor hem de Ankara’ya karşı açık bir cephe almaktan kaçınmış oluyordu.

“Bugün siyasetten çekiliyorsam bu feragatim esbâb-ı saireye müstenittir ki atiyyen bu sebepler de anlaşılacaktır. Bu beyân-nâmemle siyasette az çok beraber çalıştığım rüfekaya, sizlere veda ederken muhtıramın mealini kemâl-i ehemmiyetle telakki ve derpîş etmenizi bütün samimiyyet-i vicdaniyyemle tavsiye ve rica ederim.”[53] diyerek muhâliflere seslenen Sait Molla, risalesinin sonunda sözü bir kez daha muhâliflere getirerek şöyle diyordu:

“Efendiler; tekrar ediyorum: Pek mühim bir ân-ı tarihî yaşıyoruz. Şevseniz de sevmeseniz de bugün Ankara’da mevcut olan hükümetin bütün cihâz-ı hayatiyyesiyle takviyesine muvaffak olamazsanız buna mümânaat edenlere kat’iyyen iştirak etmeyiniz. Tarih karşısında hakikî hain olmaktan korkalım.”[54]

2. Sait Molla, İmparatorluk ve Osmanlı Hanedanı

Sait Molla’ya göre, İttihat ve Terakki idaresi İmparatorluğu küçültüp kuşa çevirdikten sonra “üç dört milyon nüfusluk bir Türkiye’nin imparatorluk, padişahlık olarak kalmayacağı tabii”[55] idi. Ona göre, aslında Osmanlı Hanedanı da devlet idaresi yeteneğinden mahrumdur. Bu konuda “Hanedan-ı Âl-i Osmanı pek güzel tanıyoruz. Mevcudu içinde asr-ı hâzıra göre devlet idare edebilecek bir ferdi gösterebilir misiniz?” diyen Sait Molla, “Dört buçuk sene makam-ı hilâfet-i islâmiyye ve saltanat-ı Osmaniyyede bulunmuş” olan Vahdettin hakkında ise açık bir fikir ortaya koymaktan kaçınmaktadır. Bununla birlikte ona göre, Vahdettin de İttihatçılara muhâliftir ve İttihatçılar Ankara’dan ayrıldıktan sonra Ankara’ya muhâlefet etmekten vazgeçmiştir. Sait Molla Vahdettin’in bu tavrını şöyle değerlendirmektedir:

“Hakan-ı müşarünileyh de kûşe-i vahdette bulunmağı tercih ettiklerini ve memlekette kan dökülmesini, nifak zuhûrunu arzu etmediklerini hareketleriyle her birerlerimize gösteriyorlar ki bu bence kendileri iş başına gelseler bile haleflerinden nevmîd olduklarını binaenaleyh işi böylece meşiyyet-i ilâhiye bırakmakta memleket için hayır gördüklerini gösterir.”[56] Sait Molla bu sözleriyle eski padişahın, bu tavrı ile, muhâliflere takip etmeleri gereken yolu göstermiş olduğuna da inanmaktadır.

3. Sait Molla ve Ankara Hükümeti

Sait Molla bu risalesinde Ankara hükûmetine karşı açık bir muhâlefet göstermemekte, Anadolu’ya/Ankara’ya karşı olan eski muhâlefetinin ise Anadolu’da/Ankara’da bulunan İttihat ve Terakki mensuplarından kaynaklandığını açıklamakta ve risalenin yazıldığı tarihte Ankara hakkındaki düşüncelerini aşağıdaki şekilde dile getirmektedir.

l.Sait Molla’nın asıl muhâlif olduğu Ankara hükümeti değil, bu hükûmet bünyesindeki İttihat ve Terakki mensuplarıdır. Ona göre, şimdi bazı İttihat ve Terakki mensupları da Ankara Hükümeti’ne karşı muhâlefete başlamışlardır. Fakat Ankara kuvveti Türkiye’ye “iki yüz seneden beri kimsenin temin edemediği bir muvaffakiyeti istihsâl”[57] etmiştir. Öyleyse Ankara’ya muhâlefet ederek İttihatçılarla işbirliği yapıyor görünmek doğru bir hareket değildir. Aksi takdirde muhâlifler yıllardır muhâlefet ettikleri İttihatçılarla birlikte hareket etmiş olacaklardır. Bu da muhâlifliğe aykırıdır.

Sait Molla’ya göre, Ankara da “kusursuz” değildir ama İttihat ve Terakki “memleketi” parçalamış, Ankara ise “memlekete namus ve mevki” kazandırmıştır. Ayrıca Ankara’ya isnâd olunabilecek kötülükler yapılırken İttihat ve Terakki mensupları onlarla beraber olduğu için bu kötülükleri yapan Ankara kuvveti değil, İttihatçılardır. Sait Molla’ya göre, İstiklâl mahkemeleri de kanlı mahkemelerdir ama “Lozan’da en büyük ihaneti irtikâb eden İttihat ve Terakki sergerdesini Hariciye Nazırı Meclis-i Millî’de söylediği halde onu bir İstiklâl Mahkemesi’nin emir ve hükmü”[58] altına alamıyor. Çünkü “Aralarındaki vahşiler ayrıldıktan sonra o kanla hareket etmek Ankara için kabil olamıyor. ”[59]

İttihat ve Terakki ile Ankara kuvvetini birbirinden ayırmaya özen gösteren Sait Molla’ya göre, İttihat ve Terakki Türk milletine dünyanın leke sürmesine neden olmuş iken Ankara, “Türk namını cihânda lâyık olduğu tahârete nail”[60] etmiştir.
Sait Molla bu tarihte Ankara hükümeti tarafından gerçekleştirilen bazı siyasî inkılâplara da değinmektedir. Ona göre, muhalifler, padişahlığı kaldırıp Cumhuriyeti ilan etti diye Ankara’yı suçlayabilirler. Ama bunda haksızdırlar. Çünkü “Harpten sonra cihanın her tarafında görülen enva’-ı taklibât gibi biz de memleketimizde böyle bir inkılâbı emri vaki halinde görüyoruz.”[61] diyen Sait Molla, ayrıca şu soruyu da sormaktadır:

“Almanya İmparatorluğu nerede? Avusturya İmparatorluğu, Rusya İmparatorluğu nerede?”[62]

2.Sait Molla’ya göre, Ankara’ya muhalefet yanlıştır. Özellikle “Kaynarca Muahedesi’nden beri iki yüz sene mütemadiyen sukût eden Türkiye’yi Lozan Konferansı ile kurtaran ve bütün dünyanın nazar-ı ihtirâmını kazanan rüesâ-yı ittihadiyeden ayrılarak da basiret ve kiyasetini ispat eden bir hükümete muhâlefet etmek artık aklımızdan geçmemelidir.”[63] Sait Molla, “biz eskiyi isteriz” demenin ve “vatanı” karıştırmanın bir manası yoktur diye düşünmektedir. Çünkü, bu, vatanda bölünmeye ve biri İstanbul, diğeri Ankara olarak iki başlılığa yol açabilir. Ankara’ya muhâlif olan İttihatçıların istediği de budur.[64]

Sait Molla bu konuda muhâlifleri uyarırken, böyle bir gelişmeyi mümkün de görmektedir. Fakat öyle olsa bile muhalifler bu oyuna alet olmaktan sakınmalıdırlar. İttihatçılardan uzak durmalıdırlar.[65]

Sait Molla bu risalesinde bir iddiada daha bulunmakta ve kendisinin, bir anlamda, ne kadar ileri görüşlü olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Bu iddiaya göre, Sait Molla, “mütarekenin daha çok ibtidalarında henüz bugünkü Cumhuriyet heyeti daha Ankara’ya gelmedikleri bir zamanda Hilafet ve Saltanatın yekdiğerinden ayrılacağını”[66] söylemiş ve “Beyoğlu Mutasarrıfı Saadettin ve Hariciye Müsteşarı İhsan ve Bahriye Miralayı Enver ve Ahmet Rıfat Bey Efendilerin yanında” bu kanâatini yazarak bir “ariza” ile “Sultan Vahidettin Han Hazretlerine irsâl ve takdim” eylemiştir. Onun bu düşünceleri “Elbette .. bir kerametten mülhem değildi.”[67] Ama, bu sözler gerçek olmuştur. Bu nedenle şimdiki sözleri de aynı mantığa dayandığı için dikkate alınması gerekli olan sözlerdir. Sait Molla, bu risalesiyle TMMM'ne bir de mesaj vermekte ve şöyle demektedir:

“Ümid ederim ki bu samimiyyet ve ihlâsımı nazar-ı dikkate alarak millet meclisi erkânı ricâl-i hükûmet bile aralarındaki vifâk ve ittifâkı teşdîd edecekler ve her türlü nifâk ve teşettütten mücânebet eyleyecekler ve husûsuyla hükûmet kuvvetinin en küçük bir parçasını bile dinî ve millî nâmlarla İstanbul’da veya sair mahallerde yüksek mevki’ temin etmek isteyenlerden birine vermek ve bu suretle şîrâze-i hükûmeti çözüp çorap söküğü vaziyetini istihzâr etmekten hazer, katiyyen hazer edeceklerdir.”[68]

4. Lozan antlaşması'nın Gerektirdiği Af Kanunu

Sait Molla bu risaleyi yazdığı zaman Ankara hükümeti Lozan Antlaşması'na göre çıkaracağı af kanundan muaf tutulacak 150 kişilik listeyi henüz hazırlamamıştı. Ama bir af kanunu gündemde idi. Bu nedenle Sait Molla bu risalesinde bu konuya da değinmektedir.

Sait Molla'ya göre, Ankara hakkında yukarıdaki sözleri söylemesi için Mustafa Kemâl Paşa'dan para almamıştır. Ama böyle bir iddiada bulunanlar olabilir. Bu nedenle bunu açıklama gereği duyan Sait Molla gündemdeki af kanununa değinmekte ama “hükûmetin avfını kabul edemem.” demekte ve sözlerini şöyle sürdürmektedir:

“Ben Jöde’nin Fransa harbinden sonra Fransa’nın iade-i asâyiş ettiğini beklediği, ondan sonra Fransa’ya giderek beraâtini istihsâl ettiği gibi avukatlığımda herkesin gözü önünde yazıhaneme kadar gelerek mahkeme-i temyiz mukarrerâtını fâş eden, müsteşarlığımda Faik ve Muhittin Beyler arasında tahaddüs eden bir davada hangi tarafa emr edersem onun lehine hükmedeceğini söylemek küstahlığında bulunan, Adliye merdiveninde Kozmidi Efendi’nin koltuğuna girerek mümaileyhden istimdâd eden reislerden İstanbul mahkemelerinin tathîr olunacağı, mehâkimde yalnız hak ve vicdanın hâkim olacağı yakın bir zamanda berâatimi kendim istihsâl edeceğim. Başkalarının beni afına ihtiyacım yoktur.”[69]

Sait Molla bu arada bir de güç gösterisinde bulunmakta ve şu iddiada bulunmaktadır:

“Ben isteseydim bugün San Remo’dan başlayarak öyle bir muhalefet cephesi tesis edebilirdim ki muahedemizin tasdiki bile tehlikeye uğrayabilirdi.”[70] Fakat bunlar, iddiaya göre, vatanın parçalanmasına neden olacağı için Sait Molla tarafından tercih edilmemiş, aksine Sait Molla “San Remo’dan başlayarak bilakis nifâk ve şikâkı kaldırmak ve bugün mülkümüzde teessüs eden hükümete müşkilât göstermemek cihetini tercih etmeği namus, hamiyyet, vicdan borcu”[71] bilmiştir. Bununla birlikte Sait Molla şu itirafta da bulunmaktadır: “Efendiler! Benim de infialâtıma tabi olduğum dakikalar oldu. İttihat ve Terakki şebekesinin tesiriyle İstanbul’da aleyhimde yapılan tesvilâta, vicdansızlığa, hasb-el-beşeriyye muğber olarak böyle bir hücuma davrandığım dakikaları geçirdim. Netice itibarıyla infialime galebe ettim. Ben eskiden de, şimdi de vicdanımın, kanâatimin adl ü mantıkın icâb ettirdiği ahvâl ve harekâttan ayrılmadım.”[72]

5. Sait Molla ve Tevhid-i Efkâr Gazetesi

Sait Molla’nın söz konusu risalesinde İttihat ve Terakki dışında ikinci büyük yeri Tevhid-i Efkâr Gazetesi ve onun sahibi ve başyazarı Velid Ebuzziya tutmaktadır. Sait Molla’ya göre, Tevhid-i Efkâr ve onun sahibi İttihatçılarla yakın işbirliği içindedir ve asıl “hıyânet cephesi” muhâlifler değil, Tevhid-i Efkâr gazetesi ile onun sahibi ve İttihatçılardır[73].

Sait Molla bu risalesinde Tevhid-i Efkâr gazetesi ve sahibi hakkında çok sert bir dil kullanmaktadır. Bunun nedeni ise 2-3 yıldanberidir Tevhidi Efkâr gazetesi ile Sait Molla arasında bir çatışmanın yaşanıyor olmasıdır. Sait Molla’nın risalesini daha iyi değerlendirebilmek için Sait Molla Tevhid-i Efkâr çatışmasının temeline ve 1923 yılında Sait Molla Türkiye dışında iken gazetenin Sait Molla hakkında yazdıklarına bakmak yararlı olacaktır.

4 Ocak 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesi “Firârî Molla” başlıklı bir yazı yayımlamıştır. Bu yazıya göre, İstanbul’daki cinayet mahkemesi 3 Ocak 1923 tarihinde, Sait Molla’yı (gazeteye göre “mahud Molla habisini”) “üç sene küreğe mahkûm ve hukuk-ı medeniyyeden ıskat” etmiş, ama bu konuda çok geç kalmıştır.

Çünkü “Molla ununu elemiş ve eleğini asmış, işlerini bitirmiş. Bütün malını, mülkünü de yoluna koyup sağlam kazığa” bağlamıştır. Sait Molla “bir iki şahsî cürüm değil eytâma, adliyeye, memlekete birçok cinayetler ve hıyânetler irtikâb etmiş” bir kişidir ve Tevhid-i Efkâr gazetesi “Molla’nın şirretlikleri ayyuka çıktığı, henüz millî ordumuzun taarruza başlamamış bulunduğu” bir zamanda Sait Molla’nın yakasına yapışmış ama bir şey elde edememiştir. Bu sırada Molla’nın İstanbul’daki evi yanmış[74] ve Sait Molla evinin Tevhid-i Efkâr gazetesi sahibi Velid Ebuzziya tarafından yaktırıldığını ileri sürerek hakkında dava açmıştı. Fakat mahkeme gazete sahibinin beratine karar vermiş ve bu kez de Velid Ebuzziya Sait Molla’ya karşı iftira davası açmıştır. Mahkeme Sait Molla’yı gıyabında yargılayarak “3 sene müddetle küreğe konulmasına ve hukûk-ı medeniyyeden bilâ-ıskat emvâl-i mevcûdesinin usûlen idare ettirilmesine ve mesârif-i muhakemenin istifâsına”[75] karar vermiştir.

Tevhid-i Efkâr gazetesi daha sonraki zamanlarda da Sait Molla aleyhindeki yayınlarını sürdürmüş ve “Molla Mel’unu Nerede”[76], “Sait Molla Romanya’yı Karıştırmaya Başladı”[77] ve “Câni Sait Molla”[78] gibi başlıklar altında Sait Molla ile ilgili haberler vermiş ve konuyu gündemde tutmuştur. Özellikle “Sait Molla Romanya’yı Karıştırmaya Başladı” başlıklı yazıda, gazete, Sait Molla için “mel’un, leîm (alçak), irzâl (rezil), habîs (pis), ucûbe-i fıtrat (garip yaradılışlı), sahtekâr, câni, müfteri (iftiracı)” gibi ifadeler kullanmıştır. Gazete ayrıca Sait Molla’yı bilerek kendi evini yakıp sigortadan para almakla, İngilizlerden para almakla ve eytâm idaresinde yolsuzluk yapmakla[79] da suçlamıştır.

Sait Molla risalesinde bu yazılara cevap verirken adeta ağzını açmış, gözünü yummuş ve idialara çok sert cevaplar vermiştir. Sait Molla’ya göre, Tevhid-i Efkâr muhâliflere em>“hıyânet cephesi”[80] adını vermiştir. Ama asıl hain Tevhid-i Efkâr ve İttihatçılardır. Sait Molla’ya göre “Tevhid-i Efkârdın veled-i ma’ruf-ziyânı[81] padişahı aldatmak için telgraf tasnî’ ettiğini 7 Teşrin-i sâni tarihli gazetesinde itiraf ediyor. Aynı zamanda Ali Rıza Paşa kabinesinin istifası üzerine Anadolu’dan gelen telgrafları Refik Halid Bey’in verdirmediğini karıştırarak gazetesinde çevirdiği tekerlemelerle şimdiki Anadolu idaresini ahmak yerine koyup onları aldatmak istiyor.”[82] Sait Molla’ya göre, oysa o tarihte Refik Halit’in Posta müdürü olmadığını Ankara çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla aslında “veled-i merkûm bu sözlerinin heyet-i mecmûasıyla kendisinin yalancı, muğfil, sahtekâr, namussuz bir adam olduğunu itiraf etmiş”[83] olmaktadır. Sait Molla’ya göre, artık “bu sokak piçinin hilelerine bütün milletin dikkat etmesi zamanı gelmiştir.”[84]

Velid Ebuzziya hakkında bu ağır sözleri söyleyen Sait Molla, kendisinin “Veled-i ma’ruf-ziyânı fazla teşhir”[85] ettiğinin sanılmamasını ve bu sözlerinin “şahsî bir maksada atf” edilmemesini de istemektedir. Sait Molla’nın ondan bahsetmesinin nedeni “İsmet Paşa’nın istikbâli bahanesiyle Köstence’ye geldiği zaman oradaki muhalifleri daha o zamandan daire-i nifâk ve ittihadına almağa çalıştığını haber”[86] alması nedeniyledir.

Velid Ebuzziya hakkında “canbaz, hokkabaz”[87] gibi ifadeleri de kullanan Sait Molla, Velid’in bir taraftan İsmet Paşa’yı karşılamak için Romanya’ya gelmişken aynı zamanda diğer taraftan da İsmet Paşa’nın bakan olduğu hükümetin reisini “yani Mustafa Kemâl Paşa’yı İzmit nutku dolayısıyla cinnet ve cinayetle itham”[88] etmekte olduğunu iddia etmektedir. Sait Molla'ya göre, dolayısıyla Velid Ebuzziya sahte bir “vatanseverdir.”[89]

Sait Molla, bu sözleri ile “İşte bu rezilin bu suretle muhalefeti iğfâl etmesi ihtimaline binaen bu defa da yüzündeki maskeyi yere indirerek veledi mel’unun pek müstekreh ve müteaffin olan çehresini”[90] gösterdiğini ileri sürmekte ve muhâliflere bu adamdan uzak durmalarını tavsiye etmektedir. Ona göre “Binaenaleyh muhalifler maişetini böyle sahte vatanperverlikle temin eden ve hiçbir dar-ül-ilimden şehadetnamesi olmayan bu gibi katillerin, canbazların iğfali karşısında metanet göstermeği ve onların rezilâne ithamlarına da ehemmiyet vermemeği ve hele bunlara darılarak oruç bozmamağı bilmelidirler.”[91]

Sait Molla söz konusu risalesinde Velid Ebuzziya/Tevhid-i Efkâr tarafından kendisi hakkında; İngilizlerden para aldığı, kalpazanlık yaptığı, yetimlerin parasını yediği ve evini yakıp sigortadan para aldığı şeklinde birçok iddiaların ortaya atıldığını söyleyerek bunlara da şöyle cevap vermektedir:

“Fakat onlar öyle bühtanlardı ki biri diğerinin yalan olduğunu gösterirdi. İngilizlerden o paraları alan diğer şeyleri yapmağa ihtiyacı kalır mıydı? Yahut istediği gibi evrâk-ı nakdiye tab’edip kasasını dolduran adamın İngilizlerden para almağa yahut para için siyasete girmeğe, diğer redaetleri irtikaba ihtiyacı kalır mıydı? Bükreş’deki münzeviyane hayatım ise ammenin gözü gözü önünde cereyan eylediği halde oradaki esafil ile müttehiden aleyhimde tasnî’ etmedikleri yalan kalmadı.”[92].

İddiaları bu şekilde reddeden Sait Molla'ya göre, “müdâfaanâmeler”i ve yayına hazır olan “hatırat”ı “bu şeylerin esasatını” gösterdiği için burada ayrıntıya girmeye gerek yoktur.[93]

Sait Molla, bu risalede ortaya koyduğu Ankara hakkındaki düşünceleri nedeniyle Velid Ebuzziya'nın kendisi hakkında “şimdi de Mustafa Kemâl Paşa’danpara alıyor” şeklinde yeni bir iddiayı gündeme getirebileceğini ileri sürmekte ve hem bu muhtemel iddiayı hem de diğer iddiaları şu şekilde reddetmektedir:

“Halbuki ben ne İngilizlerden, ne evrâk-ı nakdiyyeden, ne eytâmdan ne de kasdî bir cürümle sigortadan hiçbir şey almadığım gibi Mustafa Kemâl Paşa’dan da bir para almak benim için kabil değildir.”[94]

6. Sait Molla, İngiltere ve Fransa

Sait Molla, risalede kendisinin İngiliz taraftarlığına da değinmekte ve “Bizi İngilizler muhafaza ederse yaşayabileceğimize kani idim. Yine o kanâatimi muhâfaza ediyorum.”[95] demektedir. Sait Molla’ya göre, 1915 yılında müttefikler arasında yapılan Osmanlı topraklarını paylaşma antlaşmasının yürürlüğe girmesini önleyerek dörtler konferansında Türkiye’yi kurtaran İngiltere’den başkası değildir. Son dakikada Lozan görüşmelerinde Türkiye’ye yardım eden de İngiltere’dir. Bu sözlerden anlaşıldığına üzere, Sait Molla’nın İngiliz sempatisi devam etmektedir.

Sait Molla söz konusu risalesinde Türk-Fransız ilişkilerine de değinmektedir. Ona göre, Fransa, Ankara ile özel bir antlaşma imzalamış olmasına rağmen Lozan’da Türkiye’nin karşısına çıkmıştır. Bugün Fransa siyasetini yönlendiren kişi Balkan Savaşları’ndan sonra Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermek sayesinde Cumhurbaşkanı olmuştur. Gerek savaş sırasında ve gerekse mütarekenin başında bütün Fransız gazeteleri İttihatçıları eleştirirken bu kişi, bugün İttihatçıların başı olan Cavit Bey’e hürmetkâr davranmıştır. Bunun da nedeni Fransa’nın Türkiye’yi ebedî bir iktisadi esarete sürüklemek istemesidir. Sait Molla, bu sözleri ile amacının Fransız “millet-i necibesine” hakaret etmek olmadığını, amacının sadece bugün Fransa’yı idare eden “dimağın pek hafif”[96] olduğunu göstermek olduğunu ileri sürmektedir.

Sonuç

Sait Molla’nın “Muhâliflere Hitabım” adlı risalesi kanâatimizce birtakım amaç ve beklentilerle yazılmış bir risaledir. Bu amaç ve beklentileri şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Sait Molla bu risalesi ile Millî Mücadele dönemindeki muhâlefetinin aslında Ankara’ya karşı değil, İttihat ve Terakki Fırkası ile ittihatçı zihniyetine karşı olduğunu ispatlamak istemiştir. Sait Molla’ya göre, Türk Millî hareketinin liderleri arasında ittihatçılar bulunduğu ve Anadolu hareketini bir “ittihatçı cereyanı” olarak düşündüğü için bu harekete karşı olmuştur. Oysa Ankara Hükümeti bunun böyle olmadığını gösterdiği gibi, iki yüz yıldan beri “kimsenin temin edemediği bir muvaffakiyeti” elde etmiştir. Bu nedenle artık kendisi Ankara'ya muhâlif değildir.

2. Sait Molla bu risalesi ile Ankara hükümetinin başarılarını alkışladığını göstererek hükümetin gerçekleştirdiği siyasî inkılâpları, örneğin saltanatın kaldırılmasını, dünyadaki gelişmelerle bağlantılandırıp olağan gelişmeler olarak göstermek ve desteklediğini belirtmek istemiştir. Sait Molla, böylece, kendisinin de Ankara'dakilerden çok da farklı düşüncelere sahip olmadığını göstermiş olacak, aradaki buzlar eriyecek ve Sait Molla belki de af kanunundan istifade ederek 150'likler listesi dışında bırakılacaktır.

3. Tevhid-i Efkâr gazetesi Sait Molla ile en çok uğraşan gazetelerden biri olmuş ve sürekli olarak Sait Molla ile ilgili olumsuz haberler yayımlamıştır. İşte Sait Molla bu risalesi ile adı üzerindeki olumsuz havayı dağıtmak için Tevhid-i Efkâr gazetesinin kendisi aleyhinde yazdıklarına bir cevap vermiş oluyor ve Ankara'ya yakın görünen Tevhid-i Efkâr gazetesi sahibi Velid Ebuzziya'nın aslında Ankara'ya karşı olduğunu göstermek ve dolayısıyla aleyhinde yazılanların değersiz ve yalan olduğunu göstermek istiyordu.

4. Sait Molla'nın bir başka amacı da Türkiye dışına çıktıktan sonra Türkiye aleyhinde herhangi bir faaliyette bulunmadığını ispatlamak idi. Çünkü muhâliflerin bir çoğu Türkiye dışına çıktıktan sonra da muhâlefetlerini sürdürmüşlerdir. Sait Molla bu risalesi ile hem artık kendisinin muhâlif olmadığını ve siyasetten ayrıldığı göstermek istiyor hem de muhâlifleri uyararak Ankara'ya muhâlefetlerinin yersizliğini açıklayıp Ankara'nın gözüne girmek istiyordu.

5. Sait Molla'nın amaçlarından birisi de aslında kendisinin de bir vatansever olduğunu göstermektir. Çünkü eğer kendisi istemiş olsaydı, Ankara'ya karşı öyle güçlü bir muhalefet cephesi yaratırdı ki, Lozan Antlaşması'nın tasdiki bile tehlikeye girerdi. Ama bu hareket vatanın parçalanmasına ve başkalarının çıkarlarına hizmet edeceği için kendisi tarafından tercih edilmemiştir.

6. Sait Molla bu risalesi ile kendisinin ne kadar dürüst olduğunu da göstermek istemiştir. Çünkü mütareke devrindeki İngiliz taraftarlığını reddetmediği gibi hâlâ aynı fikri taşıdığını ve bunda da haklı olduğunu örneklerle ispatlamak istemiştir.

Sait Molla’nın sadece bu risalesini okuyanlar onun masum ve mazlum olduğunu düşünebilirler. Ama Türk Kurtuluş Savaşı dönemindeki faaliyetlerini yakından bilenler bu risalenin “bir kendisi savunma ve Ankara ile ilişkileri düzeltme girişimi” olduğunu hissedecekledir.

Fakat Ankara Hükümeti onun samimiyetine haklı olarak inanmamıştır. Nitekim Sait Molla’nın bu risalesi ele geçip Ankara’ya gönderildikten sonra risalenin Türkiye’ye girişi yasaklanmıştır. Risalenin yazılmasından ve ortaya çıkmasından yaklaşık 4-5 ay kadar sonra TBMM’nde hazırlanan 150’likler listesine Sait Molla Molla da eklenmiştir. Türkiye’yi idare edenler onun ileri sürdüğü düşünceleri dikkate almamışlardır.

Sait Molla bu risalesi ile hakkındaki iddialara cevap vermek, aleyhindeki yayınların asılsızlığını ileri sürerek kendini haklı göstermeye çalışmak ve Ankara Hükümeti ile arasını düzeltmek istemiş ise de adının 150’likler listesine alınması onun bu beklentilerinin boşa çıktığını göstermektedir. Kendisine kimse inanmamıştır. Nitekim daha sonraki dönemde Kıbrıs’a geldiği zaman Kıbrıs’taki Atatürkçü Türklerle çatışmaya düşmüş, bu kez de İngilizlerle arasını düzeltmek için çalışmaya ve mektuplar yazmaya başlamıştır.

EK 1.

EK 1

SAİT MOLLA’NIN ROMANYA’DAN VATAN GAZETESİNE GÖNDERDİĞİ MEKTUP[97]

Bükreş, 9 Nisan 923

Efendim,

Gazetenizin bir nüshasında menfâ hareketinizden bahs ederken Malta’ya gideceğiniz günlerde bana rast geldiğinizi ve bi-t-tabi’ en yakın merkezden Beyoğlu’na telefon ederek sizi ihbâr edeceğimi bildiğinizi yazdınız. Nüshayı çizip bana göndermişler. Ben de cevabımı yazıyorum. Acaba neşre cesaret edebilecek misiniz?

Muzaffer meselesi dolayısıyla Divan-ı Harb’e yazdığım mufassal bir tezkeremi okursanız, öğrenirsiniz ki ben İngilizlerin ne istihbarât dairelerini ne de askerî merci’lerini kat’iyyen bilmem ve ömrümde bir tek fert hakkında bunlara şikâyetim de sebk etmiş değildir. Ben yalnız İngiliz sefârethânesini tanırım ve bunlarla ale-l-ekser tahriren görüştüğüm cihetle sûret-i mürâcaâtlarım mazbûttur. Bunlar da derdest-i tab’ olan hatırât-ı müdellelemde görülür. Ne çabuk unutuldu ki, birinci Malta seferinde Dahiliye Nâzırı bulunan zâta gazetemde açıkça hücum ettiğim gibi bütün gazetelerin sükûtlarına rağmen yine gazetemde bu vaziyete yegâne itirâz eden ben idim. General Milne’in sağ eli mesabesinde olup ikinci Malta seferini idare ve tanzim eden Fabien Bennett ile en büyük hasım olarak yaşadım. İkinci Malta meselesinde de General Milne’e tahriren serd-i itirâz eden yine ben oldum. Sahte suikast beyân-nâmesinde ise beyân-nâmenin neşr olunduğu gün İngiliz Muhipleri Cemiyeti reisi olmaklığım sıfatıyla benimle görüşmek isteyen Kolonel Cromvel’e bunun men’ olduğunu delâiliyle söyleyen ben idim. Hatta bugün itirazâtta bulunmaklığımın mûcib-i teessüf olduğunu telefonla bana söyledikleri zaman beni tedavi etmek üzere yanımda bulunan Akil Muhtar Bey de verdiğim cevapları işitti.

Lütfen Doktor Adnan Bey’e sorunuz? Anadolu’ya ne zaman hareket etti? Celâl Muhtar Bey’den ne gibi bir haber aldı? Celâl Bey’e kim telefon etti? Müsteşarlığımda Divan-ı Harb-i Örfî mahbesinin adliye tevkif-hânesinde olması bahanesiyle nasıl bir gayretle bazı masumları tahlîs ettiğimi de kendi gazetenizin koleksiyonundan öğreniniz.

Müsteşarlığımda bana müthiş suretle hücûm eden bir şahsı bile belki muktedir olduğum halde husûsî kuvvetlerle te’dibe asla tenezzül etmedim. Bu şahıs benim akranım olmadığı halde onun aleyhinde mahkemeye mürâcaât ettim. Usûlen cürmü sabit oldu. Mahkûm oldu. Bilahire (siyâsî hasım)larım tarafından iğfâl olunduğunu resmen itiraf etti. Ben de davadan feragat ettim. Şimdi İstanbul’da, Anadolu’da bu kadar muârızlarım var. Bir kimse çıkıp diyebilir mi ki beni Molla İngilizlere veya Türk Divâ-ı Harbine şikayetle haps ettirdi? Ben, uğraşacağım kimse ile açıkça uğraşırım. Gizli intikamlardan, namussuzluklardan her zaman kaçtım ve kaçacağım. Benim itikadım budur. Bu mesleğimi Haydarîzade’den öğreniniz. Zannınızın butlânı sabit olmak için size bundan beliğ, bundan kavî delil olur mu?

Evet, gazetenizle ilân ediniz, böyle bir müştekî arayınız? Bilakis ben bu gibi mesâilde vicdanıma karşı pek müsterihim. Yave ve civarından İslâm muhâcirlerinin İstanbul’a ithâline müsaade olunmadığı bir dakikada Hilâli Ahmer’in bana mürâcaâtı üzerine teşebbüsât-ı lâzımemle o binlerce vatandaşımı kılletten, yağmadan kurtardım. Bu suretle Hilâl-i Ahmer’in ihzâr eylediği raporlara müsaade olundu. Bu noktada Celâl Muhtar Bey’in şahâdet-i vicdaniyyesine mürâcaât ederim. Görüyorsunuz ki sizi görüp de haber vermek tenezzülünden çok uzak bulunuyorum. Ne hacet, zannettiğiniz yahut kani olduğunuz gibi telefonla haber vermekliğim lazım gelseydi biraz sonra idare-hânenizin taharri olunması icap ederdi. Bereket versin hikâyenizde böyle bir şeyden bahs etmiyorsunuz.

Kendi kendinize gidip teslim olduğunuzu söylüyorsunuz. İşte sizinle rüfekânızın zânları hep böyle yanlıştır. Nitekim, (Tevhid-i Efkâr) da benim Sultanı iğva ve iğfâl ettiğimi yazmış. Halbuki sultan Vahidettin Han ile müddet-i hayatımda bir kere bile görüşmüş değilim. Orada bulunan Mabeyn-i Hümayun ricâli bu hakikate tamamen vakıftır. Tahkîk edip öğrenebilirsiniz.

Hatta mühim bir mevkiim olduğu halde Şûra-yı Saltanata iştirâk etmedim. Daha fazlasını söyleyemem. Eyyâm-ı resmiyyede bile Saray tebrikâtına iştirâk etmiş değilim. Sarayda bulunması lazım gelen resmî defterlere mürâcaât olunursa dört buçuk sene zarfında dört defa ismime ya tesadüf olunur, ya olunmaz. Bu da resmî bir vazifeyi kabulümden sonraki zamanlara maksuddur. Bunları kendimi tenzih ve tebriye için söylemiyorum, buna tenezzül etmem. Hâlâ söylüyorum: Kendi kanâatimden zerresini feda etmem. İngilizlerle bir tarîk-i i’tilâf bulunmazsa Türkiye’nin Avrupa Devleti halinde bulunmasına imkân göremediğim gibi Asya’da da teşettütten hali olarak yaşayıp müttehid bir halde bulunmaklığımızı müstahîl görürüm. Sulhü ve bilhassa ferdâ-yı sulhde takarrür edecek netice-i kat’iyyeyi bekleyelim. Bu kanâatte olan bir adamın idâre-i hazırâ nezdinde kendisini tenzîh ve tebriyeye kalkmak istemiyeceği bedihi olduğu gibi, hükûmetçilik işine kat’iyyen veda’ ettiğim bir sırada böyle bir maksat ve gayeye hâdim olmayacağımı da takdir edersiniz. Ma’mafih siz nasıl isterseniz öyle telakki etmekte muhtarsınız efendim.

Said Molla”

EK 2.








EK 2

MUHALİFLERE HİTABIM[98]

Muhalifler,

Siyasetten tamamen çekildiğim şu sırada cümlenize vakayi’i telhis ederek bir muhtıra yazmağa mecbûriyyet-i vicdâniyye hissediyorum. Muhâlifler, dikkat ediniz, aldanıyorsunuz, aldatılıyorsunuz. Memleketin inkısâmı için sizi İttihat ve Terakki alet etmek istiyor. Evet Karlsbad’da, Münih’de akd olunan mukavelelerde ey bîçare eski muhâlifler, ey İstanbul’un memuriyet, mevki küskünü yeni muhâlifleri sizlerin birer âlet-i şer’ ve nifâk olmaktan başka bir san’atınız yoktur. Memleketi, vatanı perişan eden, en güzel, en zengin kıt’alarımızı elimizden kaçıran, zavallı vatanı boğazına kadar borca sokan en büyük faciaları, cinayetleri bilâ-perva irtikâb eden, binlerce muhâlif ve masum kardeşlerinizi bil-iltizâm cephe-i harbe sevk ederek öldüren, köylerimizi erkeksiz bırakan, zavallı memleketimizi, halkımızı senelerden beri Fransız sermaye-dârlarına esir eden o İttihat ve Terakki sanâdidi bugün eski mevki’ini kazanmak için herkesi kandırırken sizleri de kandırmağa muvaffak oluyor.

Sizi aç, sefîl, vatandan mehcûr bıraktığı, toprak yedirdiği, tırnaklarınızı sökerek, sopalar altında ezerek diyar diyar süründürerek asarak, boğarak envâ’ı mezâlime ma’rûz bıraktığı günleri hilekârlıkla size unutturmak istiyor. Dikkat ediniz. Ömrünüzde onların irtikâb ettiği (s.2) enva’ı cinayât ve ihanâttan binde birini irtikâb etmediğiniz halde şimdi onlara kanarsanız onlardan daha fena bir mevkie düşeceksiniz.

Biz neye muhaliftik? Bir kere gayemizi düşünelim. Bu memleketi perişan eden o sefil İttihat ve Terakki sanâdidine değil mi? Ankara’ya neden muârız bulunuyorduk? Aralarındaki ittihatçıları görerek Anadolu cereyânının ittihatçı cereyânı olduğuna kâil olduğumuzdan değil miydi? Fakat kör müyüz ki bugün vaziyet değişti. Çünkü Anadolu erkânı; ittihatçıların sergerdelerini Lozan’da cürm-i meşhûd halinde yakaladı. İsmet Paşa; onları Fransız sermaye-dârlarına milleti esir etmek isterken tuttu. Hariciye Nâzırı sıfatıyla da millet meclisinde bu hakikati adeta hepimizin enzâr-ı ibretine vaz’ etti. Bu ihanet çetesi; yakayı ele vermeleri neticesinde nihayet bugün kendilerine has olan nifâk ve şerleriyle yaygaraya başladılar. Üzerlerine mes’uliyyet-i kanuniyye almamak için de sûret-i haktan görünmeği unutmadılar. Şimdi ise Anadolu’ya türlü türlü fırsat ve sebeplerle hücum etmek, Ankara’yı ezerek yerlerine geçmek, yahut onları kendi nüfuz ve emirleri altında bulundurmak için o kara günlerde baykuş gibi zavallı milletimizin başına üşen ma’hud şarlatan, şaklaban gazeteleriyle çalışmağa başladılar. Diğer taraftan sizin muhâlefetinizi Ankara’nın aleyhine çevirip sizleri ne yaptığını ve hangi gaye için muhâlefete girdiğini bilmeyen ahmaklardan addetti. Sizden çeteler toplamağa kalktı. İşte size gazeteleriyle “hıyânet cephesi” namını veren bu hakikî hain ve mel’unlar asıl şimdi sizi hıyânete sevk ediyorlardı. Çünkü rüesâ-yı ittihadiye memleketimize iki yüz seneden beri kimsenin temin edemediği bir muvaffakiyeti istihsâl eden Ankara kuvvetine karşı muvaffak olmazlarsa kendilerini mes’ul etmemek üzere muhâlefeti istihdâm ve isti’mâle kalktı. Efendiler, dikkat ediniz. Ben Ankara’nın kusursuz olduğuna (s.3) kani değilim. Fakat bugün ortada biri memleketi parçalayan diğeri memlekete namus ve mevki kazandıran iki parti var. Biri senelerden beri memlekete de muhâlefete de ihanet etmiştir. Diğeri hakkında henüz bu hükmü veremeyiz. Bilakis bugün memleketi tahlîs etmiştir. Ankara’ya isnâd edebileceğimiz fenalıklar icra olunurken ittihatçılar onlarla beraberdi. O fenalıkların hepsini o ittihatçılar irtikâb ettiğine şüphe edilemez. Zira gördüğümüz o fenalıklar vaktiyle rüesâ-yı ittihadiyeden gördüğümüz fenalıkların nev’inden idi ki bu nev’ler onların şahsiyetine mahsûstur. Ankara’yı bugün görüyorsunuz. Lozan’da en büyük ihaneti irtikâb eden İttihat ve Terakki sergerdesini Hariciye Nazırı Meclis-i Millî’de söylediği halde onu bir İstiklâl Mahkemesi’nin emir ve hükmü alabiliyor mu? Aralarındaki vahşiler ayrıldıktan sonra o kanla hareket etmek Ankara için kabil olamıyor. Hatta İstanbul’da bu şerîrler devleti parçalamağa doğru sürüklerlerken Ankara’da eski faaliyetin binde biri görülemiyor. Çünkü adam parçalayan, insan öldüren hunharlıktan zevk alan İttihatçılar Ankara’dan ayrıldılar ve Tevhid-i Efkârla Tanin’in etrafında toplandılar.

Şunu da itiraf etmelidir ki sanâdid-i İttihad yani caniler, katiller memlekete ihanet edenler Ankara’dan ayrılmakla vatana ilk defa olarak büyük hidmet göstermişlerdir. Çünkü bütün dünyanın Türk’e sürmek istediği lekenin hakikî sahipleri kendi hamileri, efendileri ile beraber Ankara’dan ayrılarak İstanbul’da teşhis ve tayin ettiklerinden Türk nâmını cihanda lâyık olduğu tahârete nail ettiler.

Şayet bunlardan vicdânını, hedefini saklayarak bir casus gibi Ankara’da hâlâ yaşayan varsa -ki ümit etmiyorum- o muhitin bunlara tahammül edemeyeceğini, onların da asıllarına iltihak edeceğini vaziyet-i hâzıradan istidlâl edebiliriz ki bu da vatan için bir beşâret olur.

Ankara'ya siz bir hareket atf edecekseniz, Ankara; padişahı kaldırdı, Cumhuriyeti ilân etti diyeceksiniz. Fakat Efendiler; evvel bu işin mes'uliyyeti bize râci değildir. Harpten sonra cihânın her tarafında görülen enva'-ı taklibât gibi biz de memleketimizde böyle bir inkılâbı emri vaki halinde görüyoruz. Almanya İmparatorluğu nerede? Avusturya İmparatorluğu, Rusya İmparatorluğu nerde?

İttihatçılar; Bağdad'ı, Basra'yı, Elcezire'yi, cihanın üzerine titrediği o sevgili Irak'ı, Suriye'yi, Şam'ı, Halep'i, Kudüs'ü, Maan'ı Beyrut'u, Cebeli Lübnan'ı, İslâmiyetin kıblegâhı olan Mekke-i Mükerreme'yi, Medine-i Münevvere'yi, Yemen'i, Asir'i, Havran'ı, Trablusgarb'ı, Bingazi'yi, Rodos'u, Girid'i, Sakız'ı, (s.4) Midilli'yi, bütün Cezayir-i Bahr-i Sefîd Vilayetini, Selanik'i, Kosova'yı, Yanya'yı, İşkodra'yı, Manastır'ı bütün Rumeli'yi otuz sekiz milyon ahâlisi, zengin madenleri, enva'ı menabi-i serveti ile on üç sene içinde Osmanlı padişahlığından ayırdıktan, Bosna ve Hersek'in Rumeli-i Şarkî'nin, Mısır'ın, Kıbrıs'ın padişahlıkla alâkasını kesdikten sonra üç dört milyon nüfusluk bir Türkiye'nin imparatorluk, padişahlık olarak kalmayacağı tabii değil miydi? Şimdi efendiler memleketi bu derece alçakça küçültenlerle beraber olup da küçülmüş bir devlete göre idare teşkil edenlere hücum edecekseniz hem gülünç bir hareketi ihtiyar etmiş olursunuz hem de vicdanınıza karşı hareket eylemiş bulunursunuz. Sonra da size hain-i vatan derlerse bu hükme tarih de iştirâk eder.

Efendiler; Bir noktada daha vicdanınıza mürâcaât edeceğim. Hanedân- ı Âl-i Osmanı pek güzel tanıyoruz. Mevcûdu içinde asr-ı hâzıra göre devlet idare edebilecek bir ferdi gösterebilir misiniz? Bu noktalarda lisân-ı ta'rizi uzatmayalım. Hepimizin bildiğimiz hakikatleri ortaya dökersek yine kendi izzet-i nefs-i millîmizi incitmiş oluruz. Dört buçuk sene makam-ı hilâfet-i İslâmiyye ve saltanat-ı Osmaniyyede bulunmuş olmasına binaen Vahidettin Han Hazretleri aleyhinde hiç bir şey söyleyemem. Fakat Lozan Ahitnâmesi'nden, ittihatçı cephesinin ayrılmasından, sonra hakan-ı müşarunileyh de kûşe-i vahdette bulunmağı tercih ettiklerini ve memlekette kan dökülmesini, nifâk zuhûrunu arzu etmediklerini hareketleriyle her birerlerimize gösteriyorlar ki bu bence kendileri iş başına gelseler bile haleflerinden nevmîd olduklarını binaenaleyh işi böylece meşiyyet-i ilâhiye bırakmakta memleket için hayır gördüklerini gösterir.

Biz muhaliftik ve muhalifiz. Fakat kendimizden başka iş başına gelenlerin hepsine muhâlif değiliz. Hayır Efendiler. Herkese muhâlefete muhâlefet demezler. Menfaatperestlik derler. Biz İttihat ve Terakki’ye muhâliftik. Ve ona hatta o isme muhâlif kalmakla mantıkî bir hareket takip etmiş oluruz. Yoksa Kaynarca Muahedesi’nden beri iki yüz sene mütemadiyen sukût eden Türkiye’yi Lozan Konferansı ile kurtaran ve bütün dünyanın nazar-ı ihtiramını kazanan rüesâ-yı ittihadiyeden ayrılarak da basiret ve kiyasetini ispat eden bir hükümete muhâlefet etmek artık aklımızdan geçmemelidir. Efendiler, şimdi “ biz eski hali isteriz” diye vatanı karıştırmağa hakkımız yoktur. Eğer karıştırırsanız muvaffak olsanız bile ne eski ve ne de yeni hali bulabiliriz efendiler. Efendiler, o zaman karşınıza öyle bir Anadolu ve İstanbul çıkacaktır ki hemen her vilayeti yekdiğerine zıd ve daima birbiriyle muharip racalardan, hükümdarlardan teşekkül etmiş bulunacaktır. İşte sizi hariçte bugün teşvik edenler Türkiye’nin (s.5) bu hale düşmesini isteyenlerdir. Vakıa bunu teşvik edenlerin bu arzularına da nail olacaklarını tahmin etmiyor değilim. Fakat bu menfur arzu ve emel mazallah mevkii icraya çıksa bile bu emel sahiplerinin aleti olmaktan kemâl-i ehemmiyetle sizleri tahzîr ederim. Vicdanınızı, isminizi, namusunuzu, ailenizi, ahlâfın lanetine hedef olmaktan kurtarınız. Size “Hıyânet Cephesi” diyen İstanbul’un Tevhid-i Efkâr gibi İttihat ve Terakki günlerinin ve bugünün hakikî hıyânet cephesi olan vesâit-i meş’umesine kapılmayınız. Görmüyor musunuz ki o Tevhid-i Efkâr’ın veled-i ma’rûf-ziyânı padişahı aldatmak için telgraf tasni’ ettiğini 7 Teşrin-i sâni tarihli gazetesinde itiraf ediyor. Aynı zamanda Ali Rıza Paşa kabinesinin istifası üzerine Anadolu’dan gelen telgrafları Refik Halid Bey’in verdirmediğini karıştırarak gazetesinde çevirdiği tekerlemelerle şimdiki Anadolu idaresini ahmak yerine koyup onları aldatmak istiyor. Çünkü o dakikada Refik Halid’in Posta Müdürü olmadığını taakkul edemeyecek kadar karşısındakileri budala addediyor. Hakikatte ise veled-i merkûm bu sözlerinin heyet-i mecmûasıyla kendisinin yalancı, muğfil, sahtekâr, namussuz bir adam olduğunu itiraf etmiş bulunuyor. Nasılsa elde ettiği belediye azalığını ömrümde ismini işitmediğim ve fakat İstanbul’a hayat verdiğini uzaktan öğrenerek herkes gibi kendisini vicdanen takdir ettiğim Şehremini vekili aleyhindeki ihtiras ve ağrâzına alet eden yani kendi garaz ve hırsını şehrin nef’ine tercih eyleyen bu gibi ağrâz-ı hissiyesini tatmin etmek için dünyanın hiçbir medenî memleketinde görülmeyen bir tarzda mahkemeleri, hakimleri, avukatları, vicdanları tahkîr ve tehdîde kalkan bu sokak piçinin hilelerine bütün milletin dikkat etmesi zamanı gelmiştir. Veled-i ma’rûf-ı ziyânı fazla teşhir ettiğimi, şahsî bir maksada atf etmeyiniz. Hayır, bu adam kendisi hakkında şahsî bir maksat beslemenin derecesinden pek alçaktır. Fakat İsmet Paşa’nın istikbâli bahanesiyle Köstence’ye geldiği zaman oradaki muhâlifleri daha o zamandan daire-i nifâk ve ittihadına almağa çalıştığını haber aldığım için burada bu canbazdan bahse mecbur oldum. Bu hokkabaz o dakikada idi ki bir taraftan İsmet Paşa’yı karşılamakla meşgul iken diğer taraftan muhâliflere hitaben karşıladığı adamın istinâd ettiği hükümetin reisini yani Mustafa Kemâl Paşa’yı İzmit nutku dolayısıyla cinnet ve cinayetle itham ederek taht-ı itirafında olan o sahte telgrafları gibi istikbâl için fırkasına ve kendisine mahsus olan sahte vatan-perverlikler hazırlamakla meşgul idi. İşte bu rezilin bu suretle muhâlefeti iğfâl etmesi ihtimaline (s.6) binaen bu defa da yüzündeki maskeyi yere indirerek veled-i mel’unun pek müstekreh ve müteaffin olan çehresini gösteriyorum. Binaenaleyh muhâlifler maişetini böyle sahte vatanperverlikle temin eden ve hiçbir dar-ül-ilimden şehadetnamesi olmayan bu gibi katillerin, canbazların iğfâli karşısında metanet göstermeği ve onların rezilâne ithamlarına da ehemmiyet vermemeği ve hele bunlara darılarak oruç bozmamağı bilmelidirler. Hatırlarsınız ki bu rezil bana neler isnâd etmedi. İngilizlerden binlerce altın alan, sahte evrâk-ı nakdiyye tab’ eden, eytâm parasını yiyen, evimi yakıp sigortadan para alan hep ben imişim! Başta Fransız parası, Fransız propagandası, olduğu halde azviyyât ve müfteriyyât için bu şerirler; ne vasıtalara, ne komisyon heyetlerine, ne köhne hakimlerin vicdanına nüfûz etmediler. Fakat onlar öyle bühtânlardı ki biri diğerinin yalan olduğunu gösterirdi. İngilizlerden o paraları alan diğer şeyleri yapmağa ihtiyacı kalır mıydı? Yahut istediği gibi evrâk-ı nakdiyye tab’ edip kasasını dolduran adamın İngilizlerden para almağa yahut para için siyasete girmeğe, diğer redâetleri irtikâba ihtiyacı kalır mıydı? Bükreş’deki münzeviyâne hayatım ise ammenin gözü gözü önünde cereyân eylediği halde oradaki esâfil ile müttehiden aleyhimde tasni’ etmedikleri yalan kalmadı. Müdâfaa-nâmelerim, derdest-i intişâr olan hatırâtım bu şeylerin esasâtını gösterdiğinden burada tatvîl-i makalı lüzumsuz addederim.

Bu şerir ihtimalki şimdi de Mustafa Kemâl Paşa’dan para aldığımı iddia veya işa’a edecektir. Fakat kendi iddialarınca İngilizlerden para aldığıma ve saireyi yaptığıma göre Mustafa Kemâl Paşa’nın parası beni ıtma’ edemeyeceğini yani eski iftiraları bu yeni iftirayı tekzib edeceğini düşünemeyeceklerdir. Halbuki ben ne İngilizlerden, ne evrâk-ı nakdiyyeden, ne eytâmdan ne de kasdî bir cürümle sigortadan hiçbir şey almadığım gibi Mustafa Kemâl Paşa’dan da bir para almak benim için kabil değildir. Hatta hükûmetin avfını kabul edemem. Ben Jöde’nin Fransa harbinden sonra Fransa’nın iade-i asâyiş ettiğini beklediği, ondan sonra Fransa’ya giderek beraatini istihsâl ettiği gibi avukatlığımda herkesin gözü önünde yazıhaneme kadar gelerek mahkeme-i temyiz mukarrerâtını fâş eden, müsteşarlığımda Faik ve Muhittin Beyler arasında tahaddüs eden bir davada hangi tarafa emr edersem onun lehine hükmedeceğini söylemek küstahlığında bulunan, Adliye merdiveninde Kozmidi Efendi’nin koltuğuna girerek mümaileyhden istimdâd eden reislerden İstanbul mahkemelerinin tathîr olunacağı, mehâkimde yalnız hak ve vicdânın hakim (s.7.) olacağı yakın bir zamanda beraatimi kendim istihsâl edeceğim. Başkalarının beni avfına ihtiyacım yoktur. Ben isteseydim bugün San Remo’dan başlayarak öyle bir muhâlefet cephesi tesis edebilirdim ki muahedemizin tasdiki bile tehlikeye uğrayabilirdi. Ve bilhassa rezil Velid’in bana isnâd eylediği cerâimden istihsâl olunacağını tahayyül ettiği servetin hakikîsini maaz-Allah meşru bir para gibi mes’uliyyetsizce temin edebilirdim. Fakat bunun hepsi vatanın parçalanarak ecnebi amâlini tatmin etmekten başka bir neticeye müncer olmayacağını takdir ve tayin ettiğim içindir ki San Remo’dan başlayarak bilakis nifâk ve şikakı kaldırmak ve bugün mülkümüzde teessüs eden hükûmete müşkilât göstermemek cihetini tercih etmeği namus, hamiyyet, vicdan borcu bildim. Efendiler! Benim de infialâtıma tâbi olduğum dakikalar oldu. İttihat ve Terakki şebekesinin tesiriyle İstanbul’da aleyhimde yapılan tesvilâta, vicdansızlığa, hasb-elbeşeriyye muğber olarak böyle bir hücuma davrandığım dakikaları geçirdim. Netice itibarıyla infialime galebe ettim.

Ben eskiden de şimdi de vicdânımın, kanâatimin adl ü mantıkın icab ettirdiği ahvâl ve harekâttan ayrılmadım. Bizi İngilizler muhafaza ederse yaşayabileceğimize kani idim. Yine o kanâatimi muhafaza ediyorum. Bütün cihan gördü ki 1915 mukavelesinin ahkâmına tevfiken parçalanmaklıktan bizi dörtler meclisinde İngiltere kurtardı. Son dakikada Lozan’da bize muavenet gösteren İngilizler değil miydi? Vakıa bu harekâtta birçok avâmil vardır ki neşr etmek üzere olduğum hatırâtımda bunları serd ediyorum. Fakat bütün bu avâmilin taht-ı te’sirinde olmasına Ankara ile husûsî bir muahedesi bulunmasına rağmen Lozan’da Fransa’nın hakikî cephesini görmedik mi? Lozan'da mağlup olan Fransa siyasetini idare edenler; şimdi adalardan, Karadeniz'den Anadolu'ya geçecek olan çetelere muavenet ederlerse bu muaveneti muhâliflerin kabul etmesi vatanlarına bir büyük ihanet olmayacak mı? Hatırlamalıyız ki bugün Fransa siyasetini idare eden zât; Balkan Muharebesi'nden sonra Türk menafiîni mahv etmek sayesinde Fransa Cumhuriyeti riyasetini temin eden kimseden başkası değildir. Aynı zâtın harb esnasında ve bidayet-i mütarekede bütün Fransız gazetelerinin müttefiken pek fena bir lisanla yâd ettikleri ittihatçılara ve onların bugünkü reisi olan Cavit Bey'e teveccüh-kâr olmasının da bizim için aynı akıbeti veya ebedî bir esaret-i iktisadiyyeyi hazırlamaktan başka bir maksadla vukua geldiğini zanneder misiniz? Fransa'da o büyük mevkilere gelmiş olan zât; o kadar küçük şeylere şahsî propagandalara (s.8) ve hatta muazzam bir Alman milletini batıracağını zannederek parlamento'da öyle çocukça tefahürlere tenezzül ediyor ki kendisiyle beraber büyük Fransa'yı da küçültüyor. Fransız millet-i necibesine hakaret etmek bir dakika hayalimizden geçmez. Ben yalnız bugün Fransa'yı idare eden dimağın pek hafif olduğuna kaniim ki bunu da zaman gösterecektir.

Bir silsile-i mantıkiyyeye tâbi olan ictihâd ve kanâatimi bugünkü Fransa'nın aleyhimdeki propagandasıyla inzivagâh addettiğim Bükreş'e kadar gelen hücumların hiçbirisi sarsamadı. Bugün siyasetten çekiliyorsam bu feragatim esbâb-ı saireye müstenittir ki atiyyen bu sebepler de anlaşılacaktır. Bu beyân-nâmemle siyasette az çok beraber çalıştığım rüfekaya, sizlere veda ederken muhtıramın mealini kemâl-i ehemmiyetle telakki ve der-pîş etmenizi bütün samimiyyet-i vicdaniyyemle tavsiye ve rica ederim. Efendiler, hatırlayınız ki mütarekenin daha çok ibtidalarında henüz bugünkü Cumhuriyet heyeti daha Ankara'ya gelmedikleri bir zamanda Hilafet ve Saltanatın yekdiğerinden ayrılacağını söylemiş ve Beyoğlu Mutasarrıfı Saadettin ve Hariciye Müsteşarı İhsan ve Bahriye Miralayı Enver ve Ahmet Rıfat Bey Efendilerin yanında bu kanâatimi yazarak bir ariza ile Sultan Vahidettin Han Hazretlerine irsâl ve takdim eylemiştim. Elbette bu mütalâam bir kerametten mülhem değildi. İstanbul ve Anadolu hakkında bugün söylediğim sözlerin de aynı muvazene ve aynı kuvvetle sadır olduğuna emin olunuz. Ümid ederim ki bu samimiyyet ve ihlâsımı nazar-ı dikkate alarak millet meclisi erkânı ricâl-i hükûmet bile aralarındaki vifâk ve ittifakı teşdîd edecekler ve her türlü nifâk ve teşettütten mücânebet eyleyecekler ve husûsuyla hükûmet kuvvetinin en küçük bir parçasını bile dinî ve millî nâmlarla İstanbul’da veya sair mahallerde yüksek mevki’ temin etmek isteyenlerden birine vermek ve bu suretle şîrâze-i hükümeti çözüp çorap söküğü vaziyetini istihzâr etmekten hazer, katiyyen hazer edeceklerdir. Efendiler; tekrar ediyorum: Pek mühim bir ân-ı tarihî yaşıyoruz. Şevseniz de sevmeseniz de bugün Ankara’da mevcut olan hükümetin bütün cihâz-ı hayatiyyesiyle takviyesine muvaffak olamazsanız buna mümânaat edenlere kat’iyyen iştirak etmeyiniz. Tarih karşısında hakikî hain olmaktan korkalım. Ve’s-selamü ‘ala men etteba’a’l-hüda.[99]

Nice:

3 Kanün-ı evvel 923

Sabık Adliye Müsteşarı

Şait

Kaynaklar

  1. Bkz. Fatih Mehmet Sancaktar, Said Molla ve Türkçe İstanbul Gazetesi, (İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1996.
  2. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, II. Clt, Mütareke Dönemi, İstanbul 1986.
  3. İlhami Sosyal, Kurtuluş Savaşı’nda İşbirlikçiler, İstanbul 1985, ve 150’likler, İstanbul 1985.
  4. Fethi Tevetoğlu, Millî Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK, Ankara 1988.
  5. Dr. Cengiz Dönmez, Millî Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet,: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999.
  6. Şaduman Halıcı, Yüzellilikler, Eskişekir 1998. (Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
  7. Bkz. Mehmet Demiryürek, Kıbrıs'ta Bir 150'lik: Sait Molla, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:XIX, Kasım 2003, Sayı:57, s.1213-1238. Sait Molla'nın Kıbrıs'taki hayatı için ayrıca Şaduman Halıcı'nın a.g.e. de değerli bilgiler bulunmaktadır.
  8. Kıbrıs'ta yayımladığı beyanname için bkz. Mehmet Demiryürek, Kıbrıs'ta Bir 150'lik: Sait Molla, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:XIX, Kasım 2003, Sayı:57, s.1213-1238.
  9. “Mehmet Sait Molla Bey”, Sicil Hülâsa Defteri, Cilt, 6, s.204-205’ten özetlenmiştir. Söz konusu defter İstanbul Müftülüğü Arşivi’nde bulunmaktadır.
  10. Damat Ferit Paşa
  11. Hürriyet ve İtilaf Fırkası merkezi
  12. TİTE Arşivi, Kutu No:67, Belge No:150.
  13. Cümle düşüklükleri raporun orjinalinde bulunmaktadır. Ancak “Kuva-yı Millîye buraya gelse ve beni fırkanın kapısı önüne assa da hiçbirinizi ele vermem” demek istemiş olmalıdır.
  14. “Adliye Müsteşarlığı sonunda ortaya çıkan yolsuzluklar dolayısıyla Adliye Nezaretinin açtığı dava sonuçlanma aşamasına geldiği gibi, Tevhid-i Efkâr başyazarı Velid bin Ziya tarafından açılan davalarla birlikte, özellikle de Millî Mücadele taraftarı gazetelerin sert eleştirileri karşısında artık İstanbul’da kalmak Sait Molla için iyice zorlaşmıştı. Ancak Molla’nın İstanbul’u terk edip Romanyaya gitmesinin en önemli sebebi, Mondros Mütarekesinden beri hararetle takip ettiği siyasetin iflas etmiş olmasıydı” Fatih Mehmet Sancaktar, Said Molla ve Türkçe İstanbul Gazetesi, (İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1996, s.14.
  15. TİTE Arşivi, Kutu No:62, Belge No:78.
  16. TİTE Arşivi, Kutu No:67, Belge No:150.
  17. Mehmet Demiryürek, Kıbrıs’ta Bir 150’lik: Sait Molla, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:XIX, Kasım 2003, Sayı:57, s.1215.
  18. TİTE Arşivi, Kutu No:65, Belge No:126
  19. Fatih Mehmet Sancaktar, a.g.e. s. 15.
  20. Mehmet Demiryürek, a.g.e., s.1235.
  21. Fatih Mehmet Sancaktar, a.g.e. s.15. Şaduman Halıcı ise bu konuda sadece “Sait Molla, ulusal zaferden sonra ülkeyi terk ederek Mısır’a gidenler arasındadır” demekte ve onun Romanya günlerine temas etmemektedir. Bkz. Şaduman Halıcı, a.g.e, s.214.
  22. “Firari Molla", Tevhid-i Efkâr, 4 Kânun-ı sani 1923, s.3.
  23. “Molla Mel’unu Nerede?”, Tevhid-i Efkâr, 18 Şubat 1923, s.3.
  24. “Kıbrıs’ta Bir 150’lik: Sait Molla," adlı çalışmamızda “Fransa-İtalya-Romanya-Mısır-Kıbrıs-Yunanaistan” şeklinde bir rota çizmiştik. Bkz. Mehmet Demiryürek, “Kıbrıs’ta Bir 150’lik:Sait Molla”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:XIX, Kasım 2003, Sayı:57, s.1215. Elde ettiğimiz bilgi ve belgeler bu rotayı tashih etmemiz gerektiğini ortaya koymuştur.
  25. “Molla Aleme Meydan Okuyor”, Vatan, 14 Nisan 1923, s.3. Mektubun tam metni için bkz. EK 1.
  26. İngiliz askerî makamlarından kimseyi tanımadığını iddia eden Sait Molla’nın sözünü ettiği ve Milne’in sağ kolu dediği Fabien Bennet’i, General Milne’i ve Kolonel Cromvel’i nereden tanıdığı sorulmaya değer sorular durumundadır
  27. “Cani Said Molla””, Tevhid-i Efkâr, 9 Teşrîn-i evvel 1923, s.2. Ayrıca bkz. Mehmet Demiryürek, a.g.e, s.1215.
  28. “Sait Molla”, Hakikat, 27 Teşrin-i evvel 1923, s.4.
  29. “Cani Sait Molla”, Tevhid-i Efkâr, 9 Teşrin-i evvel 1923, s.2.
  30. Bununla birlikte Vatan gazetesine göre, “Sait Molla bir müddet evvel Bükreş ’ten gönderdiği bir mektupta firarilere para yetiştiremediğinden bunların kendi aleyhine döndüklerini” iddia etmiştir. “Romanya’daki Firariler”, Vatan, 16 Ağustos 1923, s.1.
  31. “Romanya’daki Firariler”, Vatan, 16 Ağustos 1923, s.1.
  32. Bu iddiaların ne olduğu bugün için bilinmemektedir.
  33. Mehmet Demiryürek, a.g.e, s.1217, Şaduman Halıcı, a.g.e, s.217.
  34. BCA (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi), 18.86.33/1924.
  35. BCA, 18.86.33/1924.
  36. Şaduman Halıcı, a.g.e, s.217.
  37. BCA, 18.86..33/1924. (Bu yazışmalar ve risale tek dosya içinde bulunmaktadır.)
  38. Mustafa Kemâl Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1997, s.4-5 ve s.195-202.
  39. Türkçe İstanbul, 18 Eylül 1335-1919, s.1
  40. Şaduman Halıcı, a.g.e. s.214-215. Muhtemelen bu risalenin bir nüshası da E.G.M Arşivi'nde bulunmaktadır ve Şaduman Halıcı tarafından incelenmiştir.
  41. Mehmet Demiryürek, a.g.e, s.1238.
  42. Mehmet Demiryürek, a.g.e, s.1229.
  43. Bu konuda ayrıntı için bkz. Fatih M. Sancaktar, “Mütareke Döneminde Bir İngiliz Taraftarı:Said Molla", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Sayı:13, Güz 2005, s.61-86.
  44. Sait Molla, Muhâliflere Hitabım (MH), s.1.
  45. Sait Molla, MH, s.1.
  46. Sait Molla, MH, s.1.
  47. Sait Molla, MH, s.2.
  48. “Anadolu’daki Cür’etlerin Sonu ”, Türkçe İstanbul, 18 Eylül 1335-1919, No:282, s.1
  49. Sait Molla, MH, s.2.
  50. Sait Molla, MH, s.3.
  51. Sait Molla, MH, s. 3-4.
  52. Sait Molla, MH, s.4.
  53. Sait Molla, MH, s. 8.
  54. Sait Molla, MH, s. 8.
  55. Sait Molla, MH, s. 4.
  56. Sait Molla, MH, s. 4.
  57. Sait Molla, MH, s. 2.
  58. Sait Molla, MH, s. 3.
  59. Sait Molla, MH, s. 3.
  60. Sait Molla, MH, s. 3.
  61. Sait Molla, MH, s. 4.
  62. Sait Molla, MH, s. 4.
  63. Sait Molla, MH, s. 4.
  64. Sait Molla, MH, s.4-5.
  65. Sait Molla, MH, s. 5.
  66. Sait Molla, MH, s. 8.
  67. Sait Molla, MH, s. 8.
  68. Sait Molla, MH, s. 8.
  69. Sait Molla, MH, s. 6-7. Fakat Kıbrıs’ta iken yayımladığı beyannamede Ankara hükümetinin kendisini affetmeyerek 150’likler listesine koyması konusundaki kararını '“Türkiye Millî Meclisi’nin hem kendi Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na hem de bütün dünyadaki parlamentoların kavânîn ve talimâtına muhâlif olarak efrâd-ı milletten bazıları hakkında bila-muhakeme ceza kararı vermesi caiz-i ehemmiyet midir?” diyerek eleştirmektedir. Bkz. Mehmet Demiryürek, a.g.e, s.1235.
  70. Sait Molla, MH, s. 7.
  71. Sait Molla, MH, s. 7.
  72. Sait Molla, MH, s. 7.
  73. Sait Molla, MH, s. 5.
  74. Evi yakan milliyetçilerdi. Bkz. Kandemir, Sait Molla’nın Evi Nasıl Yakıldı, Tarih Hâzinesi, Yıl:1, sayı:3, Aralık 1950, s.135.
  75. “Firarî Molla” ,Tevhid-i Efkâr, 4 Kânun-ı sani 1923, s.3.
  76. “Molla Mel’unu Nerde?”, Tevhid-i Efkâr, 18 Şubat 1923, s.3.
  77. “Sait Molla Romanya’yı Karıştırmaya Başladı”, Tevhid-i Efkâr, 16 Ağustos 1923, s.1. Gazetenin ilk cümlesi şöyledir: “Bu alçak herif memleketimizde yaptığı hıyânetlerine Romanya’da da devam etmek suretiyle ne mel’un bir şerîr olduğunu bir daha isbat eylemektedir.”
  78. “Cani Sait Molla”, Tevhid-i Efkâr, 9 Teşrin-i sani 1923, s.2.
  79. Sait Molla eytâm idaresinden 10.000 lira almıştır. Bkz. Millîyet, 29 Mayıs 1926, s.2.
  80. Sait Molla, MH, s. 2.
  81. Bu ifade Sait Molla’nın Velid Ebuzziya’ya hakaret etmek için kullandığı özenle seçilmiş bir ifade olmalıdır.
  82. Sait Molla, MH, s. 3.
  83. Sait Molla, MH, s. 3.
  84. Sait Molla, MH, s. 3.
  85. Sait Molla, MH, s. 3.
  86. Sait Molla, MH, s. 3.
  87. Sait Molla, MH, s. 3.
  88. Sait Molla, MH, s. 5.
  89. Sait Molla, MH, s. 5.
  90. Sait Molla, MH, s.5-6.
  91. Sait Molla, MH, s. 6.
  92. Sait Molla, MH, s. 6.
  93. Sait Molla, MH, s. 6.
  94. Sait Molla, MH, s. 6.
  95. Sait Molla, MH, s. 7.
  96. Sait Molla, MH, s. 8.
  97. “Molla Aleme Meydan Okuyor”, Vatan, 14 Nisan 1923, s.3.
  98. Risale 8 sayfadır. BCA, 18 86 33 1924.
  99. “Hidayete uyana selam olsun”.

Şekil ve Tablolar