GİRİŞ
Başka bir ülkede ve yahut devletler arası toplantılarda ülkesini temsil etme sanatı olarak da tanımlanan diplomasinin[1] XIX. ve XX. yüzyılda en fazla başvurulan türlerinden biri zirve diplomasisidir[2] . Devletlerin, en üst seviyedeki karar alıcıları olan yöneticilerinin veyahut devlet başkanlarının doğrudan katılımıyla gerçekleşen bu diplomaside bir konunun/sorunun ilgili devletlerin en yetkin kişilerince ele alınıp en kısa sürede çözüme ulaşılması hedeflenmektedir. Diyaloglar vasıtasıyla en kısa sürede sonuca ulaşmayı ilke edinen bu diplomasinin hayat bulması ise ilgili devletlerin en yüksek temsilcilerinin gerçekleştirdiği karşılıklı ziyaretler ile mümkündür[3] . Devlet liderlerinin daha çok turistik gezi görünümünde gerçekleştirdiği bu ziyaretler esnasında gerek devlet başkanı gerekse de geziye katılan başbakan, dışişleri bakanı ve yahut heyet üyeleri söz konusu konuyu/sorunu masa başına yatırıp bir karara varmayı amaçlamaktadırlar[4] . Bu bağlamda 1950’li yıllarda Yunan Kralı I. Paul’un, Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, Yugoslavya Federal Demokratik Cumhuriyeti Devlet Başkanı Tito’nun gerçekleştirdiği karşılıklı ziyaretlerin zirve diplomasisine emsal gösterilebileceği ve bu zirvelerde ele alınan konunun Sovyet tehdidi ve bu tehdidin nasıl bertaraf edileceği olduğu söylenebilir. Esasında Yunanistan, Türkiye ve Yugoslavya arasında gerçekleşen böylesi bir durumun yeni bir şey olmadığı II. Dünya Savaşı öncesinde oluşturulan Balkan Paktı ile benzerlik gösterdiği de belirtilmelidir. Nitekim Türkiye, Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazandıktan sonra Megali İdea’yı gerçekleştirmek için büyük uğraş veren ve bu uğraşın bir sonucu olarak 1919’da İzmir’i işgal eden Yunanistan[5] ile arasındaki husumeti bir kenara bırakıp İtalya’nın Balkanlara yönelik yayılmacı politikası karşısında ortak bir duruş sergilemiştir. İtalya başta olmak üzere Almanya’ya karşı duyulan bu güvenlik endişesi her iki devleti birbirine yakınlaştırmış ve 1934 yılında Balkan Antantı’nın inşa edilmesine öncülük etmelerini sağlamıştır. Ayrıca Türkiye II. Dünya Savaşı’nda, Balkan Antantı ile gelişen bu dostane ilişkilerin bir neticesi olarak revizyonist politikalar takip eden İtalya’nın saldırısına uğrayan Yunanistan’a gıda ve sağlık yardımında bulunmayı da ihmal etmemiştir[6] . Türkiye ile ilişkilerini “güvenlik” kaygısı üzerine inşa eden Yunanistan, güvenliğini tehdit eden bir durum karşısında Türkiye’yle normal ilişkiler kurarken böylesi bir durum söz konusu olmadığında ise Türkiye’ye karşı yayılmacı bir politika takip etmiştir. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı andan itibaren geleneksel hâle getirdiği Türkiye’ye yönelik bu tavrı, II. Dünya Savaşı sonrasında beliren Sovyet tehlikesi içinde geçerliliğini korumuştur[7] . Nitekim dünyanın sayılı güçlerinden olan Fransa’nın II. Dünya Savaşı’nda çökmesi, İngiltere’nin ağır kayıplara uğraması Sovyetlerin savaşın sonundan itibaren Alman işgalinden kurtardığı devletlere komünizmi ihraç edip nüfuz alanını genişletmesine ve bölgede büyük bir otorite kurmasına sebep olmuştur. SSCB’nin Avrupa tesis ettiği bu hegemonyaya karşı direnen önemli bir gücün olmaması liberal sistemi benimseyen ABD’yi harekete geçirip bölgeye müdahale etmesini ve Batı Bloğunun liderliğine soyunmasını beraberinde getirmiştir. ABD’nin Truman Doktrini ile adeta kuruluşunu ilan ettiği Batı Bloğuna karşı Sovyetlerin de Doğu Bloğunu oluşturması dünyayı bıçak sırtında iki kutba ayırmıştır. Dünya devletlerinin liberaller ve komünistler olarak ikiye bölündüğü bu sancılı günlerde Sovyetlerin savaş sonundan itibaren Türkiye’ye yönelik takındığı tehditkâr tavrı, kabul edilemez talepleri Türkiye’nin demokrasi bloğuna dolayısıyla ABD’ye yaklaşmasına neden olmuştur[8] . Diğer taraftan II. Dünya Savaşı’nın sonlarından itibaren Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’nın büyük oranda Sovyet işgal ve nüfuz alanına girmesi Türkiye’de endişe yaratmıştır[9] . Sınırlarının yanı başında komünist yönetimlerin iktidara gelmesini SSCB’nin Ege ve dolayısıyla Akdeniz’e hakim olma politikasının bir parçası olarak değerlendiren Türkiye’nin bu haklı endişesi ve kaygısı Balkanlara yönelik izleyeceği siyaseti şekillendirmiştir[10]. Yugoslavya’da Tito’nun iktidara gelmesini bu kaygı ile değerlendiren Türkiye, bu devlet ile olan ilişkilerini 1950’li yıllara kadar temkinli ve mesafeli sürdürmüştür. Diğer taraftan SSCB’nin Balkanlarda rejimini ihraç etmek istediği devletlerden birinin Yunanistan olması Türkiye’nin bu ülkede meydana gelen gelişmeleri yakın markaja almasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın sebep olduğu yoksulluk halk kesimleri arasında komünist düşüncenin hızla yayılmasına neden olmuş ve savaştan sonra Kuzey Yunanistan’da komünist çeteler ile Yunan ordusu arasında bir iç savaş başlamıştır[11]. Mücadeleyi tek başına yürütemeyen Yunanistan konuyu Birleşmiş Milletler’e taşımış, kurulan komisyon Arnavutluk, Yugoslavya ve Bulgaristan gibi komünist devletlerin çetecilere yardımda bulunduğunu saptamıştır[12]. Komşu devletler ve SSCB tarafından desteklenen komünist gerillaların Yunanistan’daki yönetimi devirmek amacıyla başlattığı ve 1949 yılına kadar süren Yunan iç savaşına Türkiye olası sonuçları bakımından büyük alaka göstermiştir. Zira Türk kamuoyu Yunanistan’daki komünist gerillaları, SSCB’nin tarihî emeli olan Ege Denizi’ne inmek ve Balkanlara egemen olma politikasının bir parçası olarak değerlendirmiştir. Komünistlerin Yunanistan’da iktidara gelmesi, SSCB’nin Türkiye’yi komünist kıskacına alarak üzerinde ciddi bir baskı oluşturması ve güvenliğini tehdit etmesi anlamına gelmekteydi[13].
Balkanlarda komünist yönetimlerin iktidara gelmesi, komünist devletler arasındaki ittifaklar şebekesi ve nihayetinde Yunanistan’ı da bu blok içine çekmek için gösterilen çabalar bir Balkan devleti olan Türkiye’nin dış politikasını etkilemiş ve Batı Bloğu ile ilişkilerini geliştirmesine neden olmuştur[14]. Bu esnada Türkiye’yi Batı Bloğu ile sıkı iş birliğine iten diğer bir durumun Sovyet talepleri olduğunu da söylemek gereklidir. 9-20 Ekim 1944 tarihleri arasında Churchill ile Stalin arasında gerçekleşen II. Moskova Konferansı’ndan itibaren Sovyetler, Montreux Boğazlar Sözleşmesi üzerinde değişiklik yapılmasını öngören taleplerini Moskova Konferansı’ndan sonra gerçekleşen Yalta Konferansı’nda (4-11 Şubat 1945) da yenilemişlerdir[15]. Sovyetlerin bu aykırı talepleri Türkiye’nin, 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek[16] müttefikler grubunun yanında savaşa girmesinden sonra da devam etmiştir. Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’ye 19 Mart 1945’te, Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında 17 Aralık 1925’te imzalanan antlaşmayı tekrarlanmayacağını iletmiş[17] ve yeni bir paktın imzalanması için: Boğazlardan Sovyetlere üsler verilmesini, Türkiye’nin doğu sınırında değişiklik yapılmasını, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirilmesini şart koymuştur[18]. Stalin, Truman, Churchill arasında gerçekleşen ve savaşın son konferansı olan Potsdam’da (17 Temmuz-2 Ağustos 1945)[19] Sovyetlerin, boğazlar konusundaki taleplerini ve Doğu Anadolu’daki toprak isteklerini bir kez daha yenilemesi[20] sıcak denizlere boğazlar vasıtasıyla inmeyi hedefleyen Çarlık Rusya’sının benimsediği politikadan farklı bir şey değildi. Öyle ki Türk basını, Prag’da Temmuz 1947’de yapılan komünist ülkeler toplantısında Rusya’nın verdiği direktifler çerçevesinde Balkanların taksime dair bir antlaşmaya vardıklarını ve bu taksime göre Bulgaristan’a Çanakkale Boğazı’na kadar bütün Trakya’nın verildiğini duyurmuş ve yapılan bu taksimi pek tabii olarak Rus geleneksel politikanın bir parçası olarak mütalaa edilmiştir[21]. Öte yandan Bulgaristan’da komünist yönetimin kurulması ile gerginleşen Türk-Bulgar ilişkileri 1940 yılında karşılıklı sınır ve casusluk olayları ile daha da gerilmiştir. 1949 yılının sonuna doğru Bulgar hükûmetinin Türk okullarına, camilerine el koyması, tarımda kollektivizasyona gitmesi üzerine Bulgaristan’da yaşayan Türkler ana yurda dönmeye başlamıştır. Başlangıçta 860 kişiden oluşan bu göç hareketinin ileri günlerde 250.000 kişiye çıkması ve Bulgar hükûmetinin bu göçmenleri beş parasız Türkiye’ye yollaması iki devlet arasında karşılıklı verilen sert notalarla kopma noktasına gelmiştir[22].
Balkanlar bir yandan Batı Bloğuna bağlanmış Yunanistan, Türkiye ve Yugoslavya diğer taraftan SSCB’ye bağlanmış Bulgaristan, Romanya ve Arnavutluk olarak adeta iki kutba ayrılmış ve ABD ile Sovyetlerin egemenlik sahasını kurmak istediği bir coğrafyaya dönüşmüştür. Bu nedenle Türkiye, II. Dünya Savaşı sonlarından itibaren dış politikasını Sovyet emperyalizminin hamlelerine göre gardını alma üzerine inşa etmiş ve güvenliğini sağlama amacıyla NATO’ya girmiştir. Lakin Doğu Asya’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin ortaya çıkması, Kore Savaşı ve komünizmin dünyada giderek yayılması Türkiye’yi bölgesel ittifaklar kurmasına Balkan ve Bağdat Paktı gibi ittifaklar içerisinde yer almasına itmiştir[23].
Sovyetlerin Balkanlarda tesis ettiği hegemonyaya direnen Türkiye’den kabul edilemez taleplerde bulunmaları, Yunanistan’ın iç işlerine müdahil olmaları, Yugoslavya’yı kontrol altına alma girişimleri üç Balkan devletini bağımsızlık ve güvenlik kaygısı noktasında bir araya getirmiştir. Bu kaygıdan hareket eden söz konusu devletler aralarındaki ideoloji farklılıkları ve sorunları bir kenara bırakıp ortak tehdide karşı birlikte hareket etmeye karar vermişlerdir. Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye arasında başlayan bu girişimlerin ilk adımları taraf devletlerin gerçekleştirdiği mekik diplomasisi ile başlamıştır. Ağırlıklı olarak dışişleri bakanlarının yürüttüğü bu diplomasiyi üst seviyeye taşıyan ise Yunanistan, Yugoslavya ve Türk devlet başkanlarınca gerçekleşen zirve diplomasi ziyaretleri ile mümkün olmuştur.
Tito’nun, II. Dünya Savaşı sonrasında Stalin ile anlaşamayıp yol ayrımına girmesi ve 1948 Haziran’ında Cominform’dan ihraç edilmesi Balkan politikasına tesir eden bir dizi önemli olaya neden olmuştur. Bu olaylardan biri Balkan Paktı diğeri ise akabinde imzalan Balkan İttifakı’dır. Sovyetlerin, Balkanlarda ve Avrupa’da tesis ettiği egemenliğe karşı bir duruş olan bu oluşumlar ABD, İngiltere gibi Batı Bloğunun önde gelen devletleri tarafından da onaylanmaktaydı. Nitekim bu girişimleri Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’e yayılmasının önünde bir tampon olarak gören ABD, Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya’yı Marshall Planı çerçevesinde ekonomik/teknik olarak desteklemiştir[24]. Soğuk Savaş Dönemi’nde Amerikan politikasının sadık bir müttefiki olma prensibini sürdüren ve Kore’ye asker gönderen Türkiye bu politika da gösterdiği istikrardan dolayı 1952’de NATO’ya alınarak Amerikan ekonomik yardımlarını askerî ittifak boyutuna taşımıştır[25]. Diğer taraftan Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonlarından itibaren baş gösteren Sovyet taleplerini tek başına bertaraf edecek gerekli ekonomik, teknik ve askerî donanıma sahip olmadığı ABD’nin liderliğinde kurulan Batı Bloğu içerinde yer edinmek için uğraş verdiği bilinen bir durumdu[26]. Bu nedenle kendi güvenliğini Batı Bloğuna dahil olarak sağlamaya çalışan Türkiye, bu dönemde Ortadoğu’da Batı Bloğu yanlısı bölgesel ittifakların kurulmasında aktif bir rol oynamış, bölge ülkelerini ziyaret ederek onları Sovyetlere ve komünizme karşı Batı yanlısı ittifaklara dâhil olmaya çağırmıştır.
Soğuk Savaş Dönemi’nde Balkan coğrafyasında önemli bir denge oyunu ve SSCB’yi çevreleme politikasının da bir uzantısı olan bu karşı duruşun yazıya dökülmüş nihai metni olan Balkan İttifakı’nın önemli adımlarını Yunan Kralı I. Paul’un, Yunanistan Başbakanı Papagos’un, Yunanistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sofokles Venizelos ile Yugoslav Lider Tito’nun Türkiye[27]; Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, Başbakan Adnan Menderes’in ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün Yunanistan ziyaretleri oluşturmuştur. Aslında Balkan Paktı, Balkan İttifakı gibi konular araştırmacılar tarafından birçok kez ele alınmış cazibe merkezi bir konudur ve bu bağlamda söz konusu antlaşmaların bir kez daha ele alınıp araştırılması malumun ilamından başka bir şey değildir. Lakin bu evrede malum olmayan, eksik bırakılan, Balkan Paktı’nın Balkan İttifakı’na dönüşmesi esnasında taraflar arasında devlet başkanları düzeyinde gerçekleştirilen üst düzey zirve diplomasileridir. Yunan Kralı I. Paul’un Türkiye, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Yunanistan ve Yugoslav Lider Tito’nun Türkiye ziyaretleri esasında Balkan Paktı ile başlayan ve Balkan İttifakı ile sonuçlanan bir dizi tarihi olaylar silsilesidir. Üç devlet başkanının gerçekleştirdiği bu ziyaretler başlı başına bu ittifakların hayat bulma nedeni iken; araştırmacılar tarafından bu ittifakların gölgesinde kalmaktan öteye geçememiştir. Bu nedenle yapılan araştırma, Ankara Antlaşması ve Balkan İttifakı ile son bulan bu üst düzey zirve ziyaretlerini daha fazla gün yüzüne çıkararak konunun sebep sonuç bağlantısının daha net kurulmasına ve konunun bir bütün olarak algılanmasına katkıda bulunmayı hedeflemiştir.
I. Yunan Kralı I. Paul’un ve Kraliçe Frederika’nın Türkiye Ziyaretleri (7 Haziran-14 Haziran 1952)
Komünizmin etki alanını azaltmak isteyen ABD Truman Doktrini, Marshall Planı ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO) ile bu amacını uygulamaya koymuş ve SSCB’nin artan nüfuzunu azaltmaya dönük girişimleri alenen desteklemeye başlamıştır. 18 Şubat 1952’de NATO’ya kabul edilen[28] Türkiye ve Yunanistan’ın askerî malzeme ve teçhizat konusunda desteklenecek olması bu girişimlerin sonuçlarındandır[29]. Lakin ABD ve İngiltere başta olmak üzere liberal ülkeler Doğu Avrupa’da nüfuzlarını artırmak ve yahut Sovyet etkisini kırmak için aynı zamanda taraf devletleri bölgesel ittifaklar kurma noktasında cesaretlendirip yönlendirmeye başlamışlardır. Bu yönlendirmeler ve iteklemeler neticesinde Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında diplomasi trafiği ivme kazanıp üst seviyeye taşınmıştır. Yunanistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sofokles Venizelos’un 30 Ocak-6 Şubat 1952’de Türkiye’ye[30], Başbakan Adnan Menderes’in 27 Nisan-2 Mayıs 1952 tarihleri arasında Yunanistan’a[31] gerçekleştirdikleri ziyaretler bu trafik yoğunluğunun somut göstergelerindendir.
Venizelos ve Menderes’in bu ziyaretlerini Yunan Kralı I. Paul[32] ve Kraliçesi Frederika’nın 7-14 Haziran 1952’de gerçekleştirdikleri üst düzey ziyaretler takip etmiştir[33]. Yunan Kralı I. Paul’un yabancı bir devlete gerçekleştirdiği ilk ziyaret olan bu gezide Kral ve Kraliçe’yi İstanbul’da Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve İstanbul Valisi Kerim Gökay karşılamışlardır[34]. İstanbul’dan sonra Ankara’ya geçen ve halk tarafından büyük bir ilgi ile karşılanan Kral ve Kraliçe’yi bizzat garda Cumhurbaşkanı Celal Bayar karşılamış birlikte öğle yemeği yenmiştir. Yemekten sonra ise Kral ve Kraliçe Anıtkabir’i ziyaret edip çelenk koymuşlardır[35]. Anıtkabir ziyaretinden sonra Yunanistan Kralı şerefine Çankaya Köşkü’nde akşam resmi bir davet verilmiştir. Bu davette Bayar’ın: “...Sulhun ve umumi güvenliğin kaderi hürriyetlerimizi ve ortak mirasımızı muhafaza uğrunda gösterilmesi gerekli fedakarlığı kabul etmekteki müşterek azmimize bağlıdır. Bundan dolayıdır ki müşterek hudutlardan başlayarak mukadderat ve ideal birliğine kadar her şeyin birbirlerine bağladığı iki memleketimiz arasında günden güne daha faal bir dostluğun mevcudiyeti hayati bir zaruret hâlini almıştır...” sözleri Kral Paul’un: “...Vaktiyle iki memleketi ayıracak mahiyette hatıralar tenmiye edilirken şimdi bunları birleştiren hatıralar tenmiye edilmektedir...[36]” nutkundaki ifadelerine bakıldığında ortak bir tehdit algısını dışa vurdukları ve bu tehdidi bertaraf etmek içinde işbirliği ve ittifak girişimine ihtiyaç duydukları anlaşılmaktadır. Ayrıca Kral Paul’un yabancı sefirleri kabulü sırasında Yugoslavya büyük elçisine ayrı bir alaka gösterip zaman ayırması gerçekleştirilecek olan bu ittifaka Yugoslavya’nın da dahil edilmek istendiği şeklinde yorumlanabilir[37]. Diğer taraftan Kral Paul’un, büyükelçiye gösterdiği bu ihtimam ile Başbakan Menderes’in Atina ziyareti esnasında dillendirdiği Yugoslavya’nın da bu sürece katılması gereği[38] düşüncesini onayladığı da söylenebilir[39].
Kral ve Kraliçe, 10 Haziran’da Arkeoloji Müzesini gezdikten sonra Bayar, Menderes ve Köprülü’nün de katıldığı Meclis Başkanı Refik Koraltan tarafından verilen öğle yemeğine iştirak etmişlerdir. Kral Paul bu yemekte TBMM Başkanı Koraltan’a Yunanistan için kıymetli olan “Grand Croix de L’ordre Royal de George Premler ” nişanını tevdi etmiş[40], yemek sonrasında ise hipodromda düzenlenen resmi geçit törenine katılmıştır. Resmi geçit töreninden sonra Kral Paul Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a Yunanistan’ın en büyük nişanı olan ve yalnızca hükümdar ve devlet başkanlarına verilen “Saint Sauveur” nişanının büyük kordonunu takdim edip Bayar’ı, Yunanistan’a davet etmiştir[41].
Kral ve Kraliçe, 11 Haziran’da hava şartlarından dolayı tehir edilen 19 Mayıs Şenlikleri’ni Cumhurbaşkanı Bayar ile şeref tribününden izlemişlerdir. Kraliçe Frederika Keçiören Çocuk Yuvası’nı ardından Kral ile beraber Erkek Sanat Enstitüsü’nü ziyaret etmişlerdir. Kral ve Kraliçe gün içinde gerçekleştirdikleri çeşitli ziyaretlerin yanı sıra Menderes ve Köprülü’nün şereflerine verdikleri ve Cumhurbaşkanının da hazır bulunduğu ziyafetlere katılmışlardır[42]. Yunanistan ile Türkiye’nin ziyaretler diplomasisi ile adeta balayı yaşadığı bu günlerde Akşam gazetesi 12 Haziran’da “Türkiye-Yunanistan ve Yugoslavya İttifakı” başlıklı yazısında Menderes ve Köprülü’nün 7 Temmuz’da Londra’ya gideceklerini ve İngiltere Başbakanı Churchill ve Dışişleri Bakanı Eden ile Yunanistan-Türkiye ve Yugoslavya arasında bir paktın inşası üzerinde görüşeceklerini manşetinden duyurmuştur. Gazete ana sayfadan ilan ettiği bu haberiyle taraflar arasında gerçekleşen zirve diplomasinin sebebine de açıklık getirmiştir.
Kral ve Kraliçe, akşam yemeğinden sonra Cumhurbaşkanı Bayar ile birlikte İstanbul’a hareket etmişlerdir. İstanbul’da geniş bir devlet erkânı tarafından karşılan 21 pare top atışı ile selamlanan ve halkın büyük tezahüratlarına malik olan Kral ve Kraliçe adına akşam bir fener alayı tertip edilmiştir. Sarayburnu’nda Atatürk Heykeli önünde selam ve saygı duruşu yaparak Türk halkının kalbine dokunan[43] Kral Paul şerefine Cumhurbaşkanı Bayar Dolmabahçe Sarayı’nda bir kabul töreni akabinde ise bir balo tertip etmiş[44] ve bu baloda Cumhurbaşkanı Bayar tarafından Kral’a usta bir kuyumcu tarafından tasarlanıp altın işlemelerle bezenen bir sigara kutusu, Kraliçe’ye de bir pudriyer hediye edilmiştir[45].
Kral ve Kraliçe ertesi gün Kariye Camisi, Kapalıçarşı, Yerebatan Sarayı, Süleymaniye Camisi, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi’ni gezmiş ardından Vali Gökay’ın düzenlediği Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının da bulunduğu öğle yemeğine katılmışlardır. Yemekten sonra Yunanistan Başkonsolosluğu’nu ziyaret eden Kral Paul şehir fukaralarına dağıtılmak üzere valilik emrine beş bin liralık bir çek takdim ettirmiştir[46]. Ayrıca Kral Paul, Batı Trakya Türklerinin istifade etmesi için bir Türk lisesi açmaya karar verdiğini ve açılacak bu liseye Celal Bayar’ın isminin verileceğini Bayar’a bildirmiş Cumhurbaşkanı da bu teklifi memnuniyetle kabul etmiştir[47].
İstanbul’dan ayrılmadan önce Patrikhane’yi, Deniz Harp Okulu’nu, Heybeli Ada’yı ziyaret eden Kral ve Kraliçeye, Bayan Menderes değerli bir el işi örtü; İstanbul Belediye Başkanı Gökay 1312’de yapılmış antika bir vazo, işlemeli bir örtü ve ziyaret hatıralarını canlandıran bir albüm hediye etmişlerdir. Yunanistan’a son derece coşkulu bir tören ile uğurlanan Kral Paul ayrılmadan önce Celal Bayar’ı: “Gösterdiğiniz hüsnü kabule teşekkür ederim. Sizi memleketimde görmekle büyük bir zevk duyacağım.” sözleriyle Yunanistan’a davet ederek Türkiye’den ayrılmıştır[48].
II. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Yunanistan Ziyareti (27 Kasım2 Aralık 1952) ve Balkan Paktı
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 1952’de Yunanistan’a yaptığı gezinin ayrıntılarına geçmeden evvel böylesi bir diplomasi trafiğini 25 Ekim 1937’de başbakanlığa getirildikten sonra[49] Almanya’nın 11 Mart 1938’de Avusturya’yı topraklarına katarak Balkan devletleriyle doğrudan komşu olması üzerine Balkan Antantını korumak ve sürdürülebilir kılmak amacıyla[50] 27- 30 Nisan 1938 tarihleri arasında Atina’ya[51]; 9-12 Mayıs 1938 tarihleri arasında ise Belgrad’a[52] gerçekleştirdiğini küçük bir anekdot olarak hatırlatmakta fayda vardır.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar hem Yunan Kral ve Kraliçe’sinin yaptıkları ziyareti iade etmek hem de 1952 Haziran’ında Yunanistan’da seçimleri kazanan Mareşal Papagos’u[53] tebrik etmek maksadıyla 25 Kasım’da Savarona Gemisi ile İstanbul’dan hareket etmiştir[54]. Bayar, Atina ve Pire arasındaki caddenin iki tarafını dolduran ve ellerinde Türk ve Yunan bayrakları taşıyan halk tarafından büyük bir coşku ile karşılanmıştır[55]. Bu geçitten sonra saraya varan Bayar, Kral Paul ve Kraliçe Frederika ile öğle yemeği yemiş ve akşamına da adına düzenlenen ziyafete katılmıştır[56]. Bu ziyafette Yunan Kralı ve Kraliçesi tarafından Bayar ve maiyetindeki konuklara birtakım armağanlar takdim edilmiştir[57]. Kral Paul’un yemekte söylediği: “...Bizi birleştiren amillerin en başında iki milletimizin hürriyet ve sulh gayelerinin ön safında şeref mevkiinde yer almış bulunmasıdır...” nutku ile Bayar’ın: “...Coğrafi durumumuz dolayısıyla memleketlerimiz mevcudiyetlerini ve istiklallerini korumak için birleşmek mecburiyetindedirler....her iki devletinde ortak idealinin: sulh ve ahenk içinde yaşamaktan başka gayeleri olmayan istiklallerine aşık milletlerin idealidir[58].” söylevinde yer alan ifadelere bakıldığında her iki devlet başkanının barış vurgusu yaptıkları, bölgesel bir güvenlik ittifakına duyulan ihtiyacı bir kez daha dillendirdikleri ve böylesi bir ihtiyaca gereksinim duyulmasının nedeninin ise Sovyetler olduğu söylenebilir.
Yunanistan gezisini Atina ile sürdüren Bayar, burada büyük bir merasimle karşılanmıştır. Atina Belediyesi tarafından “Atina hemşerilik” ödülü takdim edilen[59] Bayar, Meçhul Asker Abidesi’ni ziyaret edip çelenk koymuş, Atina’daki Türk Büyük Elçiliği’nde Türk vatandaşlarını kabul etmiştir.[60] Bayar, 29 Kasım’da Başbakan Papagos’un verdiği ziyafete iştirak ettikten sonra Atina’dan Selanik’e geçmiştir[61]. Selanik’te muazzam bir tezahürat ve bayram edasıyla karşılanan Bayar, Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret etmiştir. Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye’ye davet edilen Papagos da gazetecilere verdiği demeçte yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğini dile getirmiştir[62]. Bayar, 2 Aralık’ta Gümülcine’ye geçerek Kral Paul’un Türkiye ziyareti sırasında söz verdiği “Celal Bayar Türk Lisesinin” açılışına katıldıktan sonra Yunanistan’dan ayrılmıştır[63].
Bu arada Bayar’ın, Yunanistan’ı ziyaretiyle ilgili Moskova Radyosu 4 Aralık 1952’de 18.30-21.30 saatleri arasında yaptığı yayınında:
“Sayın dinleyiciler, Celal Bayar’ın Yunanistan’ı ziyaretine dair makalemizi okuyoruz: Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Yunanistan’ı ziyareti, Türk ve Yunan basınının dikkatini çekmektedir. Gazeteler, hep Türk- Yunan dostluğundan dem vuruyor. Bu laf ebeliğinden güdülen biricik maksat, Balkanlarda ve bütün Akdeniz bölgesinde barışa ve güvenliğe karşı tertiplenmekte olan suikastı gizlemektir. Bayar, bu şüpheli Türk-Yunan dostluğunu sağlamlaştırmak için değil, AnkaraBelgrad-Atina saldırganlık blokunu pekiştirmek yolunda Amerika’nın kurduğu planları yerine getirmek için Yunanistan’a gitti... Belgrad’ı, Ankara’yı ve sonra da Atina’yı ziyaret etmiş olan Amerikan ordu bakanı Pace, Yunan-Türk-Yugoslav birliğini kurmak yolunda harıl harıl uğraşmışlardır... Geçenlerde Atina’da görüşmeler yapan Bayar ve Yunan makamları Washington’dan gelen emirleri uşakçasına yerine getirmekten başka bir şey yapmıyorlar...Bundan dolayı Bayar’ın Yunanistan’ı ziyareti, Atlantik saldırganlık bloku için asker devşirmekte Türkiye’nin yayılıcı Amerikalılara ajanlık yaptığını apaçık gösterir. Kayda değer bir şey de şudur: Yunan-Türk- Yugoslav askerî birliği çatıştırılırken top ağzına sürülecek erler devşirmek işinde başlıca rol Türkiye’ye ayrılıyor... [64]”
sarf ettiği sözleri ile Balkanlarda Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında askerî bir ittifakın yapılacağını ve bu ittifakın mimarının ise ABD olduğunu dillendirdiğini söylemekte fayda vardır. Moskova Radyosunun Türkiye’ye karşı diplomatik üslubu bir kenara bırakıp suçlayıcı ve aşağılayıcı bir dil kullanmasında hatta Türkiye’yi ABD’nin “uşaklığını” yapmak ile itham etmesinde ABD Ordu Bakanı Frank Pace’in 1952 Ağustos’unda Belgrad, Atina ve Ankara; İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden’in 17-23 Eylül 1952 arasında Yugoslavya ziyaretlerinin[65] etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Bu ziyaretleri Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün, 20 Ocak 1953 yılında Yugoslavya[66], 26 Ocak’ta Yunanistan ziyaretleri[67] takip etmiş ve ardından devletler arasında bir antlaşmaya vardıklarını kamuoyuna duyurmuşlardır[68]. Paktın askerî görüşmeler evresi 15-21 Şubat 1953 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşmiş ve bu amaç çerçevesinde 14 Şubat’ta Yugoslav 15 Şubat’ta ise Yunan askerî heyeti Türkiye’ye gelmiştir[69].
Paktın siyasi müzakereler aşaması ise 19 Şubat 1953’te Atina’da başlamıştır[70]. Gerçekleştirilen siyasi müzakereler sonunda tamamlanan pakt metni Atina’da parafe edilerek ilgili devletlerin onayına hazır hâle getirilmiştir[71]. Atina’da parafe edilen pakt, Türkiye’ye gelen Yunanistan Dışişleri Bakanı Stephanos Stephanopoulos, Yugoslavya Dışişleri Bakanı Koca Popoviç ve Türkiye Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü tarafından[72] 28 Şubat 1953’te Ankara’da imzalanmıştır[73]. Esas ismi “Türk- Yugoslav-Yunan Dostluk ve İşbirliği Andlaşması ” olan Balkan Paktı ve yahut “Ankara Antlaşması” 18 Mayıs’ta meclis tarafından onaylanmıştır[74]. Paktın ikinci maddesinde[75] yer alan “Âkıd taraflar, kendi mıntıkalarında sulh ve emniyetin korunması için müşterek gayretlerine devam etmek ve kendilerine karşı tahrik edilmemiş bir tecavüz vukuu hâlinde lüzumu hâsıl olabilecek müşterek savunma tedbirleri de dâhil olmak üzere, emniyetlerine mütaallik meseleleri birlikte tefkika devam etmek kararındadırlar[76].” hükmünün, açık adresinin SSCB başta olmak üzere peyk devletler[77] olduğu son derece açıktır. Diğer taraftan antlaşmanın dördüncü maddesinde yer alan: “Âkıd taraflar, ekonomi, teknik ve kültürel sahalarındaki iş birliğini inkaşaf ettirecekler, lüzumu hâlinde, ekonomik, teknik ve kültürel meselelerin hâlli işin gerekli anlaşmalar akdedilecek ve gerekli teşkilât kurulacaktır[78].” hükmü gereğince de Paktın imza aşaması sırasında Yugoslavya ile Türkiye arasında 26 Şubat 1953’te “Ticaret ve Seyriseferin[79]”, ve paktın onaylanmasından kısa bir zaman sonra da birtakım ticari antlaşmalar imzalanarak[80] iki ülke arasındaki ticari ve siyasi ilişkiler hız kazanmıştır.
Soğuk Savaş Dönemi’nde imzalan ve kapitalist ülkelerin de destek verdiği pakt, bir yıl sonra imza edilecek olan Balkan İttifakı’na giden yolu aralamıştır[81]. Nitekim Tito da “ Her iki memleket arasındaki münasebet bugün artık öyle bir dereceye vasıl olmuştur ki, tahmin ediyorum Türkiye ile Yugoslavya arasında, bundan sonra sadece iktisadi ve siyasi değil, askerî mevzulara müteallik bazı tedbirlerin de alınması lazım gelecektir. ”[82] sözleriyle böylesi bir ittifakın yapılacağının sinyallerini vermiştir. Zira askerî ve savunma içerikli yapılacak olan bir Balkan İttifakı olası bir SSCB saldırısına set çekebileceği gibi Yugoslavya’yı da doğrudan olmasa da dolaylı olarak NATO’ya dahil ederek elini güçlendirebilecekti. Kaldı ki NATO Konseyi’nin Paris’te 23-25 Nisan 1953’te bakanlar düzeyinde yaptığı toplantısında, Paktı gözden geçirdiği ve onayladığı görülmüştür[83].
Bu amaç çerçevesinde taraflar arasında ziyaret diplomasisinde büyük artış görülmüştür. Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Köprülü İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in Haziran 1953’te gerçekleşecek olan taç giyme törenine katılmak üzere yaptığı seyahati esnasında 31 Mayıs 1953’te Yunanistan’ı ziyaret etmiş[84], bu ziyaret akabinde Yunan Başbakanı Mareşal Papagos ve Dışişleri Bakanı Stefanopulos 16 Haziran’da Türkiye’ye gelmişlerdir[85]. Türkiye’de büyük bir coşku ile karşılanan Papagos Türk-Yunan işbirliğine Yugoslavya’nın da eklendiğini ve bu üçlü işbirliğinin Balkanlardaki barış ve istikrar için gerekli olduğunu vurgulamıştır. Papagos: “Sovyetler iyi niyetlerini ispat etmedikçe müttefik bir cephe hâlinde silahlanmaya devam etmeliyiz[86].” sözleriyle gerçekleştirilmesi istenilen bu işbirliğinin gerekçesine de açıklık getirmiştir. Türk-Yunan heyetleri arasında gerçekleşen görüşmelerde üçlü askerî savunma örgütünün sağlamlaştırılmasına karar verilmiş ve taraf devletlerin Dışişleri Bakanlarının görüşme tarihleri ele alınmıştır[87].
Papagos’un ziyaretinden çok kısa bir zaman sonra Balkan Paktı’nın dışişleri nazarında gerçekleşecek olan ilk toplantısına katılmak için Köprülü, 5 Temmuz 1953 günü Yunanistan’a bir kez daha gitmiştir[88]. Atina’da yapılan bu görüşmeler sonrasında Yunan, Yugoslav ve Türk Bakanlar yayınladıkları tebliğde Balkanlarda ortaya çıkacak bir durum karşısında müşterek hareket edeceklerini ve gayelerinin Balkanlarda sulh ve istikrarı sağlamak olduğunu kamuoyuna açıklamışlardır[89].
III. Yugoslavya Devlet Başkanı Josip Broz Tito’nun Türkiye Ziyareti (12- 16 Nisan 1954) ve Balkan İttifakı
Balkan Paktı ve İttifakı’na giden yolda farklı olan komünizmi benimseyen bir devlet olan Yugoslavya’nın Doğu Bloğundan ayrılarak Batı Bloğunun desteklediği böylesi bir bölgesel ittifak içinde yer alması olmuştur. Yugoslavya’nın sergilediği bu farklı durumu anlamak için geçmişe dönüp SSCB-Yugoslavya ilişkilerine biraz da olsa derinden bakmak gerekmektedir.
Almanya’nın, II. Dünya Savaşı esnasında (6 Nisan 1941’de) Yugoslavya’yı işgale başlamasına karşı oluşan direniş örgütlerinden biri her bir milletin eşit haklara sahip olması gereğini savunan Yugoslavya Komünist Partisi olmuştur[90]. Genel Sekreteri Josip Broz Tito’nun[91] önderliğini yaptığı bu direniş zamanla taraftar kazanarak partinin güçlenmesini sağlamış ve savaştan sonra yapılan seçimlerde (11 Kasım 1945) üstünlüğü ele geçirmiştir[92]. Seçimlerin hemen akabinde ise 29 Kasım 1945’te Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti[93] ilan edilmiştir[94].
Yugoslavya’nın Almanları kendi çabalarıyla topraklarından çıkarmasına rağmen Rus ordusunun Yugoslavya’ya girmesi ve Stalin’in kurtarıcı olarak lanse edilmesi, Rus teknik müşavirlerinin, orduya ve polise nüfuz etmeğe çalışması, Rusya’nın Yugoslavya’nın bir tarım ülkesi olması konusundaki ısrarı Tito’yu rahatsız etmiştir. Diğer taraftan Tito’nun bir Balkan Federasyonu kurma isteği, kendisini Stalin karşısında eşit bir lider olarak görmesi ve o doğrultuda adımlar atması da Stalin’i huzursuz etmiş ve iki devlet arasında ipler gerilmeye başlamıştır[95]. Bu gerginliğin üzerine Rusya, 18 Mart 1948’de Yugoslavya’daki bütün teknik ve askerî müşavirlerini geri çekme kararı almış[96], ardından Stalin 27 Mart günü Cominform üyesi bütün Komünist partilere yolladığı bir mektupta Tito ve arkadaşlarının yaptığı hataları dile getirmiştir.
Stalin’in, kendisine biat etmeyip kararlarını sorgulayan birini alaşağı edeceğini tahmin eden Tito harekete geçip merkez komitesini olağanüstü toplantıya çağırmış ve bakanlar başta olmak üzere ordu, polis ve partinin yüksek kademelerinde Rusya’ya bağlı eski komünistleri ihraç edip Sovyet taraftarlığı yapan kişileri de idama mahkûm etmiştir. Stalin, Tito’nun bu hamlesine Bükreş’in davet edilmediği Cominform toplantısı düzenleyerek (20 Haziran 1948) cevap vermiştir. Peyk devletler yaptıkları bu toplantı sonrasında yayınladıkları bildiride (28 Haziran 1948), Yugoslav idarecileri “revizyonist” olmakla suçlamış ve Yugoslav Komünist Partisi’nin aklı selim üyelerinin partiye yeni bir istikamet vermesini istemiştir. Stalin gerçekleştirdiği bu manevra ile Tito’nun yönetimden uzaklaştırılacağını hesaplarken; Tito bu duruma karşı gereken tedbirleri önceden almış ve Stalin’in planlarını bozmuştur. Tito’nun, iktidar koltuğunda oturmaya devam etmesini kabullenemeyen Stalin’in, Tito’yu etkisiz hâle getirmesi için başvuracağı tek bir yol kalmıştır: Askerî güç kullanmak. Ancak bu evrede yaşanan Rus-Amerikan gerginliği bu müdahalenin hayata geçmesini engelleyince Rusya, çözümü Yugoslavya’yı Cominform’dan çıkarmakla bulmuş[97] ve Yugoslavya Batıya yaklaşmaya başlamıştır[98]. Esasında Stalin ile Tito arasındaki yol ayrımının yeni bir şey olmadığı temelinin 11 Ekim 1944’te yapılan II. Moskova Konferansı’na dayandığını söylemek gereklidir. Stalin ile Churchill’in “Yüzdeler Antlaşması’yla” Balkanları nüfuz alanlarına ayırdığı söz konusu konferansta Yugoslavya, İngiltere ile SSCB arasında yarı yarıya taksim edilmiş[99] ve konferansta yapılan taksimlerin hepsi daha sonra Yalta Konferansı’nda üç büyükler tarafından onaylanmıştır[100]. Öte yandan Tito’nun da Batı Bloğuna yabancı olmadığı II. Dünya Savaşı esnasında İngiltere ve ABD tarafından istihbarat, silah, giyecek, gıda malzemesi vs. gibi ihtiyaçlar konusunda desteklendiği de belirtilmelidir[101].
İhraç sonrası Rusya, 1945 yılında Yugoslavya ile imzaladığı “Dostluk Anlaşmasını” Eylül 1949’da iptal etmiş,[102] Yugoslavya’ya ticari, teknik, askerî yardımlarını durdurmuştur. Rusya’dan sonra diğer sosyalist devletler de Yugoslavya’ya ağır ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamıştır[103]. Yugoslavya’nın uygulanan bu ambargodan dolayı SSCB ve Doğu Avrupa devletleri ile olan ticaret hacmi 1949’da ciddi oranda azalmış, 1950’de ise bitme noktasına gelmiştir[104].
Yugoslavya’nın 1948’de Cominform’dan çıkarılması Tito’nun Batı Bloğu ile ilişkilerini yeniden gözden geçirip yakınlaşmasına neden olmuştur. Bu yakınlaşma sonrasında Yugoslavya 1949’da IMF’den, Amerika’dan ve İngiltere’den krediler almıştır[105]. Yugoslavya, 1950’den sonra da devam eden ABD yardımlarının yanı sıra 1951’de ABD ile “Askerî Yardım Antlaşması” da imzalamıştır[106].
Yugoslavya sadece ABD ve İngiltere gibi devletlerle ilişkilerini geliştirmekle kalmamış Türkiye ve Yunanistan ile masaya oturup 1953’te Balkan Paktı’nı onaylamış ve bu paktın bir İttifaka dönüşmesi amacıyla da Yugoslav lider Tito, 12-16 Nisan 1954 tarihleri arasında Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir[107].
Tito’nun Türkiye gezisinden çok kısa bir zaman önce Bayar’ın ABD’ye uzun süreli bir ziyarette bulunduğu ve taraf devletler arasında gerçekleşecek olan bir ittifakın bu gezi esnasında gündeme geldiği ve desteklendiği de söylenmedir. Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında yaptığı yurtdışı gezileri arasında en uzun süreli olanı olan Amerika ziyareti olan bu gezi Başkan Eisenhower’ın daveti üzerine[108] 28 Ocak-27 Şubat 1954 tarihleri arasında gerçekleşmiştir[109]. ABD’de büyük bir ilgiyle karşılanan Bayar’a, Beyaz Saray’da verilen ziyafette Başkan Eisenhower tarafından -üstün başarı ve hizmet gösteren kişilere verilen- “chief comander (Başkomutan)” liyakat nişanı[110], Washington Belediye Başkanı tarafından şehrin anahtarı[111], Newyork Belediyesi tarafından Newyork Şeref madalyası[112], Columbia Üniversitesi tarafından Fahri Hukuk Doktora payesi[113], Toledo Belediye Başkanınca şehrin cam anahtarı[114], Birmingham Belediye başkanınca altın anahtar[115] gibi payeler ve hediyeler tevdi edilmiştir.
Bayar’ı, “...Memleketimizin ve milletimizin müşterek düşmana karşı gösterdiği şahane, cesurane ve asla kırılmayan mukavemeti karşısında büyük heyecan duyduk...” sözleriyle karşılayıp şehrin şeref madalyasını takdim eden New York Belediye Başkanı Robert Wagner’in[116] ifadeleri Bayar’ın neden bu denli imtina ve coşkuyla karşılandığını açıklar mahiyettedir. Diğer taraftan Bayar’ın, New York’ta Birleşmiş Milletler muhabirlerine: “...Biz müttefikimiz Yunanistan ve Yugoslavya ile tam bir itimad esasına müstenid Balkan paktı ile bağlı bulunmaktayız. Sadece bu paktın yeter bir şey olduğuna kani değiliz...[117]” demeci Wagner’in “müşterek düşman” olarak ifade ettiği Sovyetler ve yahut peyk devletlere karşı bölgesel iş birliğinin geliştirilerek bir ittifaka dönüşeceğinin emareleridir.
Bayar’ın, ABD gezisinden sonra 12 Nisan’da Galeb Kruvazörü ile İstanbul’a gelen Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito ve Dışişleri Bakanı Koca Popoviç Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü tarafından karşılanmış ve misafir devlet başkanı ve heyeti ertesi gün Ankara’ya geçmişlerdir[118]. Ankara’da top atışlarıyla selamlanan ve bizzat Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Meclis Başkanı Refik Koraltan tarafından karşılanan Tito Anıtkabir’i ziyaret ederek çelenk koymuş aynı günün akşamında ise şerefine Çankaya’da düzenlenen yemeğe katılmıştır[119]. 14 Nisan’da Harp Okulu’nu ziyaret eden Tito adına Meclis Başkanı Koraltan, Marmara Köşkü’nde öğle yemeği vermiştir. Yemeğin ardından hipodromdaki askerî geçit törenine katılan Tito, Bayar’a Yugoslavya’nın yalnızca devlet başkanlarına özgü en büyük rütbesi olan “ Büyük Yıldız ” nişanını tevdi edip Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes’i Yugoslavya’ya davet etmiştir. Günün akşamında ise Cumhurbaşkanı Bayar tarafından Yugoslav Büyükelçiliğinde misafir devlet başkanı adına bir yemek verilmiştir[120].
Ayrıca partinin resmi yayın organı olan Borba’da[121] Tito’nun bu ziyaretini: “Türkiye-Yugoslavya ve Yunanistan arasındaki samimi ve tabii dostluğun bir ifadesidir. İstiklal ve hürriyetimizi müdafaa uğrunda verdiğimiz azami karar bu dostluğun temel taşını teşkil etmektedir. Değerli Türk ve Yugoslav devlet adamları arasında teessüs eden dostluk Balkanların güvenliği ve cihan sulhu için kuvvetli bir teminat olacaktır...[122]” sözleriyle son derece olumlu değerlendirmiştir.
15 Nisan’da Ankara Kız Enstitüsü’nü ziyaret eden Tito, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve Başbakan Adanan Menderes’e “Büyük Kordon” nişanını vermiş, Yugoslav Bakan Popoviç ise Üçlü Paktın askerî mükellefiyetler içermesi konusunda görüş birliğine varıldığını, Tito’nun yakın zamanda Yunanistan’ı ziyaret ederek bu konuyu Yunan idareciler ile görüşeceğini ve Yugoslavya’nın NATO’ya üye olmamasının böylesi bir ittifaka mani olmadığını dile getirmiştir[123]. Üçlü İttifak müzakerelerinin Tito’nun Yunanistan ziyareti sonrasında başlayacağının belirtildiği 16 Nisan günü Yunan Dışişleri Bakanı Stefan Stefanopulos’un Balkan Paktı’nın Başkan İttifakı’na dönüşmesini müsbet karşıladığını içeren basın demecine de yer verilmiştir[124]. Ayrıca yine aynı gün Dolmabahçe ve Topkapı Sarayı ile Ayasofya Müzesi’ni ziyaret eden Tito’nun İstanbul’a ilk kez gelmediği, 1939 yılında Kontinental Oteline Makinist “Spiridon Yanko Mekas” ismiyle giriş yaptığı ve bu otelde üç ay boyunca kaldığı Akşam gazetesinin ana sayfasında yer almıştır[125]. Mareşal Tito, 7 Ağustos 1952’de Yugoslavya’yı ziyareti esnasında[126] kabul ettiği ve Yugoslavya ile Türkiye arasındaki dostane ilişkileri başlatan ilk kişi olarak selamladığı[127] İstanbul Valisi ve aynı zamanda Belediye Başkanı olan Fahrettin Kerim Gökay’a 17 Nisan 1954’te nişan takdim etmeyi de ihmal etmemiştir[128].
Tito, Balkan Paktı’nın, Balkan İttifakı’na dönüşmesi sürecini hızlandırmak için Türkiye ziyaretinin hemen sonrasında 2 Haziran 1954’te Atina’ya hareket etmiştir[129]. Tito’nun Atina’da “Ankara’da başlamış olan hayırlı çalışmalar burada tam bir ahenk ve antlaşma ile neticelenmiştir. Bu çalışma Ankara Antlaşmasının bir ittifak kalbine aittir. Bu hâlin her üç memleketin istiklal ve emniyetini takviye edeceği ve aynı zamanda da dünya sulhunun sağlam yer etmesini sağlayacağı şüphesizdir[130].” demeci ve imza edilecek olan antlaşmanın gazete manşetlerinde “Balkan Askerî İttifakı” olarak yer alması Balkan Paktı’nın bir savunma ittifakına dönüşeceğinin habercisi olmuştur[131].
Tito’nun hemen akabinde Başbakan Adnan Menderes’in Amerika ziyareti arifesinde132 ve sonrasında[133] Yunanistan’ı ziyaret etmesi imzalanacak olan ittifak sürecine iyiden iyiye ivme kazandırmıştır[134]. Başbakan Menderes Yunanistan’da Başbakan Mareşal Papagos ve birtakım bakan ve üst dereceli komutanlar tarafından karşılanmış[135], Menderes’in ABD’yi ziyareti ile Amerikan askerî ve ekonomik yardımını artırarak sürdürecek olmasını[136] Papagos’un parti gazetesi Estia Balkan İttifakı’nın askerî kanadının güçlenmesi şeklinde ve müsbet yorumlamıştır[137]. Bu gelişmeler sonrasında taraf devletlerin Dışişleri Bakanları 28 Haziran’da Atina’da bir araya gelip ittifak metnini hazırlamıştır[138]. Hazırlanan metin parafe edildikten sonra[139] Temmuz ayının sonunda “NATO Konseyi’ne” sunulmuştur[140]. Konseyin olurundan sonra 6 Ağustos’ta Yugoslavya’nın Bled şehrinde yan yana gelen Köprülü, Papoviç ve Stefanopulos[141] “İttifak, Siyasi İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması’nı” 9 Ağustos’ta imzalamışlardır[142]. 14 maddeden oluşan antlaşma metni 16 Şubat 1955’te Mecliste görüşülüp onaylanmıştır[143]. Mecliste gündeme gelen ve 28 Şubat 1953’te Ankara’da imza edilen antlaşmanın bir devamı olarak değerlendirilen Bled Antlaşması Hariciye Encümeni Mazbata Muharriri Füruzan Tekil, sulhsever milletler tarafından muhtemel taarruzlara karşı peşinen alman tesanüt ve yardımlaşma tedbiri[144]; Bahadır Dülger Türkiye’nin kendisini ve komşularını muhtemel bir taarruzdan korumak hususundaki azminin meydana getirdiği büyük bir sulh abidesi[145]; Dış İşleri Bakanı Fuad Köprülü ise “Bir devlete saldırı olması hâlinde mezkûr taraf veya tarafların bu taahhütlerini yerine getirmesi vaziyeti” olarak[146] mütalaa etmiştir. Meclisin 16 Şubat 1955’te görüşüp onayladığı resmî gazetenin ise 23 Şubat 1955’te ilan ettiği antlaşmanın imza edilmesinden[147] duyduğu memnuniyeti Amerikan Dışişleri Bakanı Foster Dulles’in, 10 Ağustos’ta: “Ben üç memleket arasındaki antlaşmaların daha geniş bir tatbik sahası bulacağını ümit etmiştim. Fakat bu antlaşmalar bugünkü hâliyle dahi Güney Avrupa’nın emniyeti için elzem bir unsur taşımaktadır[148].” sözleriyle dile getirmesi ittifakın arkasında olan gücün ABD olduğunu göstermesi bakımından son derece kıymetlidir.
20 senelik bir süre için imza edilmiş olan antlaşma ile taraflar dâhil olabilecekleri milletlerarası anlaşmazlıkları Birleşmiş Milletler Antlaşması şartlarına uygun barışçıl yollarla çözeceklerini, içlerinden birine veya birkaçına yapılacak saldırının hepsine yapılmış olduğu ve saldırıya uğrayan devlete silahlı kuvvetler dâhil olmak üzere tek tek ya da topluca yardım edeceklerini, birbirlerinin aleyhinde olan ittifaklara katılmayacaklarını, antlaşma hükümlerinin Birleşmiş Milletler (BM) ve NATO Antlaşmasındaki hak ve vecibelerine tesir etmeyeceklerini, ilgili devletlerin dışişleri bakanlarından meydana gelen ve yılda iki kez toplanacak olan daimi bir konseyin kurulacağı gibi hükümler karara bağlanmıştır[149]. Antlaşma maddelerinin özelliklerine bakıldığında Balkanlarda bölgesel bir savunma amacı tesis ettiği, bu amaçla da BM ve NATO ile uyuma özen gösterdiği ve yahut SSCB’ye karşı Batı Bloğunun desteğini sağlamaya çalıştığı söylenebilir. Diğer taraftan liberal devletlerin memnuniyetle karşıladığı ittifak[150] ile ilk kez sosyalist bir devlet Rusya’nın denetiminden uzaklaştığı ve millî çıkarları doğrultusunda Batı Bloğu içerisinde yer aldığı da hatırlatılmalıdır[151].
Batı Bloğu tarafından desteklenen Balkan Paktı’nın oluşmasında kilit rol oynayan Türkiye’nin Yugoslavya’yı da yanına alarak askerî bir ittifaka doğru yol alması Sovyetleri harekete geçirip Ankara, Atina ve Belgrad’a karşı bir barış taarruzu hareketine girişmesine neden olmuştur. Sovyetlerin, 30 Mayıs 1953 tarihinde yaptığı açıklama ile Türkiye’den toprak isteminde bulunmaktan vazgeçtiğini, Montreux Sözleşmesi’nin tadili hakkındaki görüşlerinin değiştirdiğini belirtmesi, Molotov’un Sovyet Yüksek Şurası’nda (8 Şubat 1954) yaptığı konuşmasında Türkiye’ye dostluk teklif etmesi152, 29 Ekim ve 29 Kasım 1954’ye Moskova Radyosu’nun Türk-Sovyet dostluğundan bahsedip taraflar arasında iş birliğinin geliştirilmesinden söz etmesi, 12 Kasım’da Sovyetler Birliği Savunma Bakanı Mareşal Bulganin’in Türkiye’ye ile dostluk ilişkilerini geliştirmek istediklerini dile getirmesi[153] bu barış taarruzunun somut göstergeleriydi. Lakin Sovyetlerin bu barış hamlelerine rağmen 1954 sonuna kadar Balkan Paktı güçlendirilmiştir. 3-12 Haziran tarihlerinde Atina’da yapılan askerî görüşmelerde, 4 -11 Temmuz tarihlerinde Atina’da dışişleri bakanları nazarında yapılan toplantıda ve 10-20 Kasım tarihlerinde üç devletin genel kurmayları nazarında Belgrad da yapılan kurulda muhtemel bir düşman tecavüzüne karşı ortak savunmanın güçlendirilmesi fikri karara bağlanmıştır[154]. Bu evrede taraf devletler arasında gerçekleşen yoğun diplomasi trafiğinin diğer ve önemli göstergelerinden biri de Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Yugoslavya’ya gerçekleştirdiği ziyaret olmuştur.
IV. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Yugoslavya Ziyareti (28 Ağustos-13 Eylül 1954)
Bled Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Tito’nun davetine icabet etmek amacıyla Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve mahiyeti Savarona yatıyla 28 Ağustos 1954 Yugoslavya’ya hareket etmişlerdir[155]. 1 Mayıs Rıhtımı’nda karaya ayak basan Bayar’ı Rijeka Limanı’nda Federal Meclis Başkan Vekili Rodoljub Colakoviç karşılamıştır[156]. Savarona üzerinden uçan Yugoslav uçaklarının ve Yugoslav harp gemilerinin selamladığı Bayar, Türk ve Yugoslav bayraklarıyla süslenen Mareşal Tito Caddesi’ndeki coşkulu halk kitleleri arasından geçerek Rejika istasyonuna varmış ve burada kendisini bekleyen özel tren ile Belgrad’a doğru yol almıştır[157].
Bayar, 653 kilometrelik süren tren seyahati zarfında, defne yapraklarıyla bezenmiş “Hoş geldiniz” levhaları ve Türk-Yugoslav bayraklarıyla süslenmiş istasyonlarda görkemli bir şekilde karşılanmıştır. Zagreb’de Tito ve kalabalık bir halk tarafından karşılanan Bayar, Üçlü İttifak’a ve kendisine yapılan methiyelere “Üçlü İttifakın dünyaya sulh ve selamet getireceğini eminim ...” diyerek cevap vermiştir[158]. Bir gün sonra Bayar, için tertiplenen yemekte Tito gerçekleştirilen bu ziyaretin Balkan Paktı’nı daha önemli kıldığını, taraflar arasında iş birliği ve dostluk ilişkilerini daha fazla güçlendiğini ifade etmiş, Bayar da Üçlü İttifak’ın dünyada ve Avrupa’da istikrarın sağlanmasına hizmet edeceğini dile getirmiştir[159]. Ayrıca aynı gün içinde Belgrad Üniversitesi tarafından fahri hukuk doktora unvanı verilen Bayar[160], teşekkür konuşmasında Dünya siyasi dengelerinin değişimine temas ettikten sonra bir kez daha Balkan Paktı’nın ehemmiyetinden bahsetmiştir[161].
Bayar, Belgrad’da gerçekleştirdiği temaslar ve karşılıklı hediyelerin tevdi edilmesinden sonra Saraybosna’ya hareket etmiştir[162]. Bosna-Hersek Cumhuriyeti Meclisi Başkanı ve azalarınca karşılanan Bayar, seyahati esnasında halkın kendisine gösterdiği büyük ilgiyi Paktın, müsbet emareleri ve halk nazarında kabulü olarak değerlendirdiğini ifade etmiştir[163]. Saraybosna ziyaretinden sonra Zagreb’e geçen Bayar ve heyeti burada da halk tarafından son derece samimi ve içten karşılanmıştır. Zagreb Fuarı’na uğrayan Cumhurbaşkanı, Hırvatistan Meclis Başkanı Viladmir Bakariç’in düzenlediği yemeğe Tito’yla birlikte iştirak etmiş, sonrasında ise iki lider çeyrek asırdan beri yabancı bir liderin ziyaret etmediği Lübliana’ya doğru hareket etmişlerdir[164]. Lübliana’ da büyük sevgi gösterileri ile karşılanan her iki lider buradan Balkan Paktı’nın imza edildiği Bled şehrine doğru yol almışlardır. Yugoslav ve Türk bayrakları ile bezenmiş yol güzergahında halk tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan her iki lider şehre gece girmelerine rağmen şehir gündüz gibi aydınlatılmış ve Tito, Bayar için 21:00’da resmî bir kabul töreni düzenlemiştir[165]. Bled’den sonra yeniden Lübliana’ya doğru hareket eden Bayar, bu esnada ağır sanayi fabrikasını ziyaret etmiş, Lübliana Kalesini gezmiş ve Slovenya Meclis Başkanının düzenlediği ziyafete katılmıştır. Bayar, bu ziyafette Balkan Paktı’na bir kez daha temas etmiştir. Yemek sonrasında Bayar, Tito’yla birlikte Postodia’ya (Postojna) Mağarası’nı ziyaret etmiş akabinde Tito ve Bayar Tula Limanı’ndan Brioni Adası’na geçmişlerdir[166].
Brioni Adası’ndaki Jadranka Köşkü’nde tertip edilen basın toplantısında Bayar: “Sulh yolunda mukadderat birliği yapan iki millet birbirini tanımak hususunda büyük birer fırsat elde etmişlerdir. Mareşal Tito’nun memleketimizi ziyaretle, Türk milletini görmüş ve onun görüşlerine vukuf kesbetmiş olması, bilmukabele benimde burada takip ettiğiniz politika hususunda Yugoslav milletinin görüş ve düşüncelerini tesbit etmiş olmaklığım çok kıymetli olmuştur[167].” diyerek Paktın halk nazarında kabul gördüğünden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. Bayar’ın bu memnuniyetinin karşılıklı olduğunu Mareşal Tito verdiği veda yemeğindeki: “Türk milletinin Balkan Antlaşması hakkındaki fikirlerini tespit etmekle de mesut olmuştum. Bu fikirleri eminim ki, Sayın Bayar’da burada Yugoslav milletinde tespit etmiş olacaktır. Balkan İttifakı görülüyor ki, yalnız siyaset adamlarının politikalarına değil milletlerin de hayat ve idealine dayanmaktadır[168].” sözleriyle onaylamıştır.
Brioni Adası’ndan dönüş yolculuğuna başlayan Bayar geldiği gibi uğurlanırken de top atışlarıyla selamlanmış ve Tito kendisine Savarona yatına kadar refakat etmiştir. Yugoslavya gezisi sonrasında her iki lider yayınladıkları ortak bildiriyle: “... Ankara Antlaşmasının gayet mesut bir şekilde kendini göstermiş olan bu iş birliği Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanmış bulunan ittifak, siyasi iş birliği ve karşılıklı yardım antlaşmasının intaciyle de kuvvetli bir şekilde teyit edilmiştir...[169]”. Paktın taraf devletler arasındaki ilişkileri güçlendirdiğini/ güçlendireceğini basına deklere etmişlerdir.
Taraf devletlerin Sovyetlere duyduğu güvensizliğinin bir sonucu olarak meydana gelen bu zirve diplomasilerine rağmen Rusya söz konusu devletlerle olan ilişkilerini düzeltme konusundaki girişimlerini kararlı bir şekilde sürdürmüştür. Dış politikada “Barış içinde bir arada yaşama” ilkesini benimseyen[170], 26 Mayıs’ta Belgrad’ı ziyafet eden[171] ve bu ziyareti sırasında Tito’ya “aziz yoldaş” diye hitap eden Kruşçev’in[172] bu hamleleriyle Yugoslavya ile ilişkilerini normalleştirmek istediği Tito’nun da bu doğrultuda bir eğilime sahip olduğu anlaşılmaktaydı. “Meydana gelmiş olaylardan dolayı bütün samimiyetimizle özür diliyoruz...[173]” diyen Kruşçev’in Yugoslavya için artık bir tehdit oluşturmadığını gören Tito, 1955 yılında: “Balkan İttifakı bizim ve diğer aktif tarafların tehlikede olduğu bir sırada imzalanmıştır… Harp tehlikesi ortadan kalkmıştır. Sovyetler Birliği’nin bize harp ilan etmesi ile tehlike artık mevcut değildir...[174]” ifadeleriyle paktın Stalin yönetiminin tehditkâr tavrına karşı tedbir amaçlı yapıldığını; lakin günün konjonktürel yapısına göre işlevini tamamladığını alenen ifade etmiştir[175]. Tito bu sözleri ile Ankara Antlaşması ve Balkan İttifakı’nın miadını doldurduğunu söylerken Yunanistan ile Türkiye arasında tırmanışa geçen Kıbrıs meselesi de paktın yaşamasına imkân vermemiştir. Zira Yunanistan Başbakanı Papagos’un 23 Mart 1954’te Kıbrıs konusunu BM götürmeye karar verdiğini açıklaması[176] ve ittifak antlaşmasının imzalanmasından bir hafta sonra (16 Ağustos’ta) Yunanistan’ın BM Genel Sekreterliği’ne gönderdiği mektup ile Kıbrıs meselesinin BM Genel Kurulu’nda müzakere edilmesi için ilk kez başvuruda bulunması[177] bu ittifaklara rağmen tarafların bazı sorunları aşılamadığını ve yahut taraflardan biri olan Yunanistan’ın gerçekleştirilen bu girişimlerde samimi olmadığını göstermiştir.
SONUÇ
İnsanoğlu için elzem olan güvenliğini sağlayıp hayatta kalma dürtüsü devletler için de geçerlidir. Lakin devletlerin güvenliğini tesis etme durumu insanoğluna nazaran daha hengameli, daha meşakkatli, daha badireli olup ülkeler arasında oynanan bir diplomasi oyunundan ibarettir. Bu oyunda dengelerin iyi gözetilmesi, ittifakların doğru seçilmesi, hamlelerin en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi gereklidir. Çok disiplinli bir çalışmayı gerektiren bu hassas oyunda rol alacak devletleri belirlemenin en iyi yolu ise aday ülkeler arasında yapılacak zirve diplomasileri ile mümkündür. Ülkelerin hayatta kalması için şart olan tehlikelere karşı tedbir alma güdüsü, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Balkan coğrafyasında beliren Sovyet tehdidi içinde de söz konusu olmuş Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya gibi devletler için yaşamsal bir sorun hâlini dönüşmüştür. Balkanlarda Sovyetlerin her geçen gün artan nüfuzundan tedirgin olan üç Balkan devleti bu sebeple ortak bir güvenlik ittifakı kurma düşüncesiyle 1950’lerden sonra mekik diplomasisine hız verip 28 Şubat 1953’te Ankara Paktı’nın, 9 Ağustos 1954’te ise Balkan İttifakının imza edilmesini sağlamışlardır.
Dünyanın iki kutba ayrıldığı, güç dengelerinin en ufak bir kıvılcım ile alt üst olduğu bu evrede gerçekleşen paktlar esasında devlet liderlerinin gerçekleştirdiği ve bizzat Batı Bloğu tarafından desteklenen zirve ziyaretlerinin bir sonucunda gerçekleşmiştir. Karşılıklı gerçekleştirilen bu ziyaretlerde devlet temsilcilerinin birbirlerine hediyeler verdikleri, nişanlar tevdi ettikleri, şereflerine balolar ve yemekler organize ettikleri, resmigeçit törenleri düzenledikleri düşünüldüğünde gerçekleşen bu ziyaretlerin taraflarca son derece önemsendiği söylenebilir. Yunan Kralı I. Paul ile Türkiye Cumhurbaşkanı Bayar’ın iki devlet arasında geçmişte yaşanan savaş durumunu bir tarafa bırakıp birbirlerine methiyeler düzüp barış mesajları vermeleri, Komin sistemi uygulayan Tito’nun da bu oluşumu onaylayıp içinde yer almak için çaba göstermesi ancak günün değişen konjonktürel yapısıyla izah edilebilir. Öte yandan taraf devletleri aralarındaki ideolojik farklılıklara, geçmişte yaşanan olumsuzluklara rağmen yan yana getirip birleştiren konjonktürel unsurun Stalin Dönemi Rus dış politikası olduğu da beyan edilebilir. Nitekim Stalin’in ölümü üzerine göreve gelen Nikita Kruşçev’in Rus dış politikasını yeniden şekillendirmesiyle imza edilen bu ittifakların çatırdamaya başlaması bu konjonktürel durumu ispatlar niteliktedir. Taraf devletler arasında askerî gereksinimler sonucu ortaya çıkan; lakin ekonomik, teknik, kültürel iş birliğine dönük ikili antlaşmaların da imzalanmasına vesile olan Balkan Paktı ve İttifakı güvenlik kaygısının son bulması ile yıkılmış, diğer alanlardaki iş birliğine ise imkân kalmamıştır.
KAYNAKÇA
Akşam, 1 Mart 1953.
Akşam, 10 Haziran 1952.
Akşam, 11 Haziran 1952.
Akşam, 1-2 Eylül 1954.
Akşam, 12 Haziran 1952.
Akşam, 12 Nisan 1954.
Akşam, 12-17 Nisan 1954.
Akşam, 13 Haziran 1952.
Akşam, 13-15 Nisan 1954.
Akşam, 14 Haziran 1952.
Akşam, 15 Haziran 1952.
Akşam, 15 Nisan 1954.
Akşam, 15-17 Haziran 1953.
Akşam, 16 Haziran 1952.
Akşam, 16 Nisan 1954.
Akşam, 16 Şubat 1953.
Akşam, 17 Kasım 1952.
Akşam, 18 Nisan 1954.
Akşam, 2 Şubat 1954.
Akşam, 20 Şubat 1953.
Akşam, 21-24 Ocak 1953.
Akşam, 23 Şubat 1953.
Akşam, 24 Şubat 1945.
Akşam, 25-28 Şubat 1953.
Akşam, 25-29 Ocak 1953.
Akşam, 25-30 Nisan 1952.
Akşam, 27-28 Ocak 1954.
Akşam, 28 Ağustos 1954.
Akşam, 28 Temmuz 1954.
Akşam, 29 Ocak 1953.
Akşam, 29 Ocak 1954.
Akşam, 29-30 Ocak 1954.
Akşam, 30-31 Ocak 1952.
Akşam, 31 Mayıs 1953.
Akşam, 4 Eylül 1954.
Akşam, 8 Eylül 1954.
Akşam, 8 Haziran 1952.
Akşam, 8 Haziran 1954.
Akşam, 8-10 Ağustos 1954.
Akşam, 17 Nisan 1954.
Armaoğlu, Fahir, “Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Sovyet Yorumu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, C 27, S 3, 1972, s.283-314.
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Kronik Kitap, İstanbul 2018.
Armaoğlu, Fahir, Kıbrıs Meselesi (1954- 1959) Türk Kamuoyunun Davranışları, Sevinç Matbaası, Ankara 1963.
Ataöv, Türkkaya, Amerika Nato ve Türkiye, 3 Baskı, İleri Yayınları, İstanbul 2006.
Aydın, Mithat, “Balkan Paktı (28 Şubat 1953)”, https://ataturkansiklopedisi. gov.tr/bilgi/balkan-pakti-28-subat-1953/
Ayhan, İsmail, Demokrat Parti Dönemi’nde Türkiye’yi Ziyaret Eden Devlet Başkanları ve Bu Ziyaretlerin Türk Basınına Yansımaları, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır 2014.
Ayın Tarihi, Ağustos 1954.
Bağcı, Hüseyin, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yay., Ankara 2001.
Belge, Murat, Başka Kentler, Başka Denizler 3, İletişim Yayınları, İstanbul 2011.
Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitapevi, Ankara 1999.
Churchill, Winston S., Triumph and Tragedy (The Second World War VI), Houghton Mifflin Company, USA 1981.
Cumhuriyet, 1 Aralık 1952.
Cumhuriyet, 1 Eylül 1954.
Cumhuriyet, 10 Haziran 1954.
Cumhuriyet, 12 Mayıs 1938.
Cumhuriyet, 12 Temmuz 1953.
Cumhuriyet, 1-3 Aralık 1952.
Cumhuriyet, 18 Şubat 1954.
Cumhuriyet, 2 Eylül 1954.
Cumhuriyet, 2 Şubat 1954.
Cumhuriyet, 21 Ocak 1953.
Cumhuriyet, 24 Şubat 1945.
Cumhuriyet, 25-31 Nisan 1938.
Cumhuriyet, 26 Ekim 1937.
Cumhuriyet, 26 Kasım 1952.
Cumhuriyet, 27 Mayıs 1955.
Cumhuriyet, 27-28 Kasım 1952.
Cumhuriyet, 28 Kasım 1952.
Cumhuriyet, 29 Kasım 1952.
Cumhuriyet, 31 Temmuz 1947.
Cumhuriyet, 3-4 Aralık 1952.
Cumhuriyet, 4 Eylül 1954.
Cumhuriyet, 4 Şubat 1954.
Cumhuriyet, 5-8 Haziran 1954.
Cumhuriyet, 6 Eylül 1954.
Cumhuriyet, 6 Temmuz 1953.
Cumhuriyet, 7 Haziran 1954.
Cumhuriyet, 8 Eylül 1954.
Cumhuriyet, 8 Haziran 1954.
Cumhuriyet, 8 Mayıs 1938.
Cumhuriyet, 9 Eylül 1954.
Çatal, Betül, Küresel Diplomasi: Prexenos’tan Dijital Diplomasiye, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2015.
Deringil, Selim, Denge Oyunu (İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2014.
Dış İşleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi, Fon No: 541, Kutu No: 44180, Gömlek No: 209471, Sıra No: 7.
Dış İşleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi, Fon No: 541, Kutu No: 44180, Gömlek No: 209471, Sıra No: 8.
“Diplomasi”, https://sozluk.gov.tr/
Düstur, 3. Tertip, C 35, s.1754-1758.
Erdaş, Sadık, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk Boğazları (1841-1953), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2000.
Erim, Nihat, Bildiğim Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Ajans Türk Matbaacılık, Ankara 1975.
Eroğul, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 4. Baskı, İmge Kitabevi Yay., İstanbul 2003.
Ertan, Temuçin Faik, Demirtaş, Bahattin, Türkiye’yi Ziyaret Eden Yabancı Devlet Adamlarının Ankara Günleri (1923-1960), Vekam Yayınları Araştırma Dizisi VII, Ankara 2022.
Gönlübol, Mehmet, Sar, Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), Cilt I ve II, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi, Ankara 1987.
Gönlübol, Mehmet, Ülman, A. Haluk, Bilge, A. Suat, Sezer, Duygu, Olaylarla Türk Dış Politikası, Cilt I, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1987.
Gürün, Kâmuran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze Kadar), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., 531, Ankara 1983.
Gürün, Kamuran, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara1991.
Hale, William, Türk Dış Politikası: 1774-2000, Çev. Petek Demir, Mozaik Yay., İstanbul 2003.
Hatipoğlu, M. Murat, Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954, Ankara 1997.
Horvat, Branko, The Yugoslav Economic System (The First LaborManaged Economy In The Making), M.E. Sharpe Inc. Publisher, New York 1976.
Işıklı, Alpaslan, Kuramlar Boyunca Özyönetim ve Yugoslavya Deneyi, Alan Yayıncılık, İstanbul 1983.
Kahramanyol, Mustafa, Emgili, Fahriye, “Tito ve Balkan Siyaseti”, Avrasya Etütleri, C 50, S 2, 2016, s.315-349.
Kılıç, Altemur, Türkiye ve Dünya- Türkiye’nin Dış Politikası, Akasya Kitap, Ankara 2010.
Korkmaz, Erdal, “Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın Türk Askeri Havacılığı Boyutuyla Değerlendirilmesi”, Bengi, 2023, S 1, s.1-34.
Köse, İsmail, “Yalta ve Potsdam Konferansları: Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazlarında Egemenlik Paylaşım Talepleri”, Karadeniz İncelemeleri Dergisi, S 19, 2015, s.241-276.
Milliyet, 1 Mart 1953.
Milliyet, 10 Eylül 1954.
Milliyet, 17 Haziran 1953.
Milliyet, 19 Şubat 1952.
Milliyet, 20-27 Mayıs 1954.
Milliyet, 26-28 Şubat 1953.
Milliyet, 27 Mayıs 1955.
Milliyet, 3 Eylül 1954.
Milliyet, 5 Temmuz 1954.
Milliyet, 5-6 Mart 1952.
Milliyet, 6 Mart 1952.
Milliyet, 7 Ağustos 1954.
Milliyet, 7 Eylül 1954.
Milliyet, 9-10 Ağustos 1954.
Nation, R. Craig, Black Earth, Red Star: A History of Soviet Security Policy, 1917-1991, Cornell University Press, Ithaca 1992.
Öztürk, Mehmet, Tito Dönemi Türkiye-Yugoslavya İlişkileri, Karabük Üniversitesi Uluslararası İlişkiler, Yüksek Lisans, Karabük 2022.
Perovic, Jeronim, “Josip Broz Tito”, Mental Maps in the Ealy Cold War Era (1945-1968), Ed. Jonathan Wright, Steven Casey, Basingstoke: Palgrave Macmillan 2011, s.131-159.
“Peyk”, https://sozluk.gov.tr/
Resmî Gazete, 23 Şubat 1955.
Resmî Gazete, 24 Temmuz 1953.
Sancaktar, Caner, Yugoslavya’da Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş: Özyönetim Uygulaması, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul 2009.
Sander, Oral, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye (1945-1965), AÜSBF Yayınları, Ankara 1969.
Sander, Oral, Türkiye’nin Dış Politikası, İmge Dağıtım, Ankara 2006.
Singleton, Fred, Twentieth-Century Yugoslavia, Macmillan Press, London 1976.
Son Posta, 12 Haziran 1952.
Son Posta, 24 Şubat 1945.
Son Posta, 9 Mart 1946.
Sosyal, İsmail, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye- Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yay., İstanbul 1997.
Soysal, İsmail, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları Cilt II (1945- 1990), 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000.
Şakir, Ziya, Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Yunanistan Seyahat Hatıraları, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul 1953
Ta Nea, 24-28 Kasım 1952.
Ta Nea, 29 Kasım 1952.
Ta Nea, 9 Haziran 1952.
Tanin, 24 Şubat 1945.
TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: IX, C 22, Seksen Dördüncü Birleşim, 18 Mayıs 1953.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon No: 030.01.00.00, Kutu No: 102; Gömlek No: 634, Sıra No: 7.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon No: 030.01.00.00, Kutu No: 102; Gömlek No: 634, Sıra No: 6.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon No: 030.01.00.00, Kutu No: 102; Gömlek No: 634, Sıra No: 5.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon No: 30-1-0-0, Kutu No: 102, Gömlek No: 639, Sıra No: 3.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30.01.0.0/111.703.3
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu: 30-18-1-2, Yer No: KUTU NO:137, GÖMLEK NO:79, SIRA NO: 9.
Ulus, 24 Şubat 1945.
Ulus, 3 Mayıs 1952.
Umar, Ömer Osman, “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türk-Sovyet İlişkileri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 20, 2004, s.369-412.
Unat, Kadri, “İkinci Dünya Savaşı Öncesindeki Güvenlik Endişesi Temelli Türk Dış Politikası Bağlamında Celal Bayar’ın Belgrad ve Sofya Ziyaretleri (9-13 Mayıs 1938)”, AVRASYA Uluslararası Araştırmalar Dergisi, C 9, S 28, 2021, s.334-352.
Uzun, Hakan, “1919-1950 Yılları Arasında Türkiye -Yunanistan İlişkileri”, Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, C 5, S 2, Kırşehir 2004, s.35-50.
Vakit, 17 Haziran 1953.
Vakit, 24 Şubat 1945.
Vatan, 12 Nisan 1954.
Vatan, 12-17 Nisan 1954.
Vatan, 13-15 Nisan 1954.
Vatan, 15 Nisan 1954.
Vatan, 16 Nisan 1954.
Vatan, 17 Nisan 1954.
Vatan, 18 Nisan 1954.
Vatan, 30 Mayıs 1954.
Vatan, 31 Mayıs 1954.
Vatan, 6-7 Haziran 1954.
Vatan, 7-8 Haziran 1954.
Vatan, 8 Ağustos 1952.
Vatan, 8 Haziran 1954.
Weisband, Edward, İkinci Dünya Savaşı’nda İnönü’nün Dış Politikası-III., Çev. M. Ali Kayabal, Cumhuriyet Yayınları, 2000.
Yazıcı Özel, Serra, Basında Türk-Yunan İlişkileri (1950-1954), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Balkan Çalışmaları Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne 2018.
Yeni Asır, 29 Kasım 1952.
Yılmaz, Samet, “Asya-Avrupa Diyaloğu: Zirve Diplomasisi Bağlamında Bir Değerlendirme”, Optimum Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 2022, 9(2), s.189-205.