Giriş
Bilindiği üzere, Mondros Mütârekesi’yle birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın “müstevliler” dediği emperyalistler, Anadolu’yu kendi aralarında parselleyerek işgallere başlamışlardı. Kolay değil, 2. Viyana’dan itibaren geri çekilme sürecine giren bir cihan devleti, özellikle son on yılda kolu kanadı budana, budana Anadolu’ya doğru sıkıştırılmış, ve gövde niteliğindeki bu son vatan coğrafyası da elden gitmek üzeredir.
Gerçekten Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum, milletin sahipsizliği ve perişanlığı, içler acısıydı. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığında ülkenin içinde bulunduğu durumu şöyle tasvir etmektedir;
“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir; Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütâreke imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve Hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabilmenin hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferid Paşa’nın başkanlığındaki hükümet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız Padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma râzı. Ordunun elinde silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
İtilâf Devletleri, mütarekenin hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faâliyette. Nihayet konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İtilâf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir’e çıkartılıyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar”[1].
Atatürk’ün bu tespitlerinden de açıkça görüleceği üzere, Türk milleti çok zor durumda idi. Adeta varolma veya yokolmanın sınırına gelmişti. Bu öyle bir sınır idi ki, Türk milleti, biyolojik olarak bile Arnadolu’da var olabilmenin endişesi içine düşmüştü. Çünkü, Trablusgarp’tan itibaren neredeyse kesintisiz devam eden 10 yıl savaş, insan kaynaklarımızı tükenme noktasına getirdi. Çanakkale’de 15-16 yaşında şehit olan çocuklar vardır. Millî Mücâdele’de ise bu yaş sınırı daha da aşağılara inecektir. Antepli Mehmet elinde silahı cepheye koştuğunda henüz 12 yaşındaydı. Asker üniformalı olarak altında atı elinde silahı İnönü Cephesi’nden diğer cephelere koşan Nezahat Hanım (Baysel) da 11- 12 yaşlarında idi. Yalvaç’ta ve Anadolu’nun hemen her tarafında benzer örnekleri görmek mümkündür[2]. Eğer bir millet 11- 12-13 yaşına varıncaya kadar çocuklarını cepheye sürmek durumunda kalıyorsa, bu durum, o milletin artık nesil olarak bile, devam edip edememe gibi, kritik bir çizgiye geldiğini gösteriyor. Atatürk’ün ifadesiyle, uzun savaş yılları milleti yorgun ve fakir düşürmüştü.
Nüfus faktörünün yanında bir diğer ciddî mesele de fakirlik idi. Bu fakirlik, karın doyurmaktan kendini savunacak silaha varıncaya kadar her alanda yaşanıyordu. Mondros Mütârekesi sonucu silahları elinden alınmış, adeta savunmasız bırakılmış fakir bir millet, elinde avucunda ne varsa bununla İstiklâl Savaşı’na girecektir. Savaşın devam eden yıllarında ise maddî kaynaklar tükenme noktasına gelecektir. Tekâlif-i milliye ile ortaya konan kaynaklar, artık son imkânlardır. Bu imkânlarla ya zafer kazanılacaktır! Ya zafer kazanılacaktır. Başka çare yoktur. Bir çift çarığın, bir çift çorabın - hem de kullanılmış- hesabı yapılmaktadır.
Bu iki ciddî problem yani nüfus ve ekonomik durumun yanı sıra, memleketi idare edenler arasında “şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit” edecek kadar “âciz, haysiyetsiz ve korkak” nitelikte yöneticilerin bulunması, “mütareke basını”nın ve “mütareke sermayesi”nin üç kuruşluk kendi menfaatleri için vatanı satma yolunda adeta birbiriyle yarış etmeleri mevcut durumun vehâmetini bir kat daha artırıyordu.
Böyle kritik bir ortamda, o zamânâ kadar Türk devletinin çatısı altında rahat ve huzur içinde yaşayagelmiş bazı azınlık unsurların, bulanık suda balık avlamak misâli işgalcilerle işbirliği yaparak devleti bir an önce çökertmeye çalışmaları da tablonun bir başka acı ama bir o kadar da ibret alınacak yüzünü teşkil ediyordu.
Hiç de abartılmayan bir ifade ile, Türkler, belki de tarihinde görmediği bir felâket ile karşı karşıya idi. Anadolu’da Türk siyasî hakimiyetine son vermek hedefine yönelik “şark meselesi” nin gerçekleşmesine ramak kalmıştı.
İşte böyle bir ortam içinde Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa ve kadrosunun öncülüğünde Millî Mücadele’ye girişerek, yeniden dirilişin destanını yazdı. Bu destanda diğer vatan beldeleriyle birlikte, Yalvaç’ın da fevkalâde hizmetleri olmuştur. Hatta öyle ki, daha Anadolu’da Yunan işgalleri başlar başlamaz Yalvaç’ta millî bir heyecan ve tepki oluşmaya başladı. Şimdi Yalvaç’taki gelişmelere bakıyoruz;
Millî Mücadele’de Yalvaç
15 Mayıs 1919 günü İzmir’in işgali haberi Yalvaç’a ulaşır ulaşmaz bütün Yalvaç halkı tepkisini ortaya koydu. Aynı gün Müftü Hüseyin Efendi, Belediye Reisi Abdullah, idare meclisi üyeleri, ulema ve eşrafın öncülüğünde Sadaret makamına gönderilen bir telgrafla Yalvaçlılar Yunan işgalini protesto ettiler. Protestonamede; Yalvaç kazası ahalisinin bu kadar haksız ve feci işgali kanının son damlasını akıtarak önlemek istediği, belirtiliyor ve bütün ahalinin bu uğurda ölmeye yemin ettiği yazılıyordu. Yine aynı protestonamede; “Biz namusumuz ile yaşayacağız, namusumuz ile öleceğiz. Türk milleti zilletle yaşayamaz. Bu kadar hakir bir zillete katlanarak yaşamak isteyen bir Türk ve Müslüman düşünülemez. Biz daha ölmedik. Büyük hakanımıza şanlı tarihimizin son kurbanı olacağız. Gayret borcumuz, ya İzmir ya ölümdür. Vatan için ölmeye amadeyiz”[3] deniliyordu.
Yalvaç’taki bu millî tepki çok geçmeden yerini milli teşkilatlanmaya bıraktı. Bu sıralarda Belediye Reisi değişmişti. Yeni Belediye Reisi İsmail Remzi Bey (Berkün) ve Müftü Efendi’nin öncülüğünde Yalvaç Heyet-i Milliyesi kuruldu. Bu Heyet-i Milliye muhtemelen 1919 Aralık sonları veya 1920 Ocak başlarında Yalvaç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını aldı ve Yalvaçlılar daha teşkilatlı bir şekilde mücadeleye başladılar.
16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildiği vakit, Yalvaçlılar Yalvaç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti önderliğinde işgale hemen tepki gösterdiler. Bir hafta sonra Belediye önündeki meydanda büyük bir miting yapıldı. 15 bin civarında Yalvaçlı’nın katıldığı mitingde ateşli nutuklar söylenerek İstanbul’un işgali protesto edildi. Miting sonunda hazırlanan protesto metni Antalya’daki İtalyan temsilcisi vasıtasıyla ilgili makamlara gönderildi. Protesto metninin bir sureti de “Miting Heyet-i Tertibiyesi Namına Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Belediye Reisi Remzi” imzası ile Heyet-i Temsiliye Riyaseti’ne takdim edildi[4]. Aynı günlerde BMM seçimleri için hazırlıklar yapılıyordu. Tabii ki bu seçimlerde Yalvaç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çok aktif idi. Seçimler sonunda Belediye Reisi Osmanağazade İsmail Remzi Bey milletvekili seçildi ve diğer Isparta milletvekilleriyle birlikte Ankara’ya gönderildi[5].
Millî teşkilatlanma ve buna bağlı siyasi faaliyetler devam ederken, Ispartalılarca Yunan'a karşı savaşmak üzere gönüllü olarak oluşturulan ve daha sonra Demiralay ile birleşecek olan Isparta Mücahitleri’ne, Yalvaç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti marifetiyle Yalvaç’tan da 1305 (1889), 1306 (1890) doğumlular yani o zaman 3132 yaşında olanlar gönüllü olarak katılmaya başladılar. Bu gönüllüler peyderpey, Denizli’nin batısındaki cepheye koştular[6]. Bölgedeki askerlik şubeleri yazışmalarından 1920 Eylül ayına doğru Yalvaç’ta bir Millî Bölük’ün kurulduğunu anlıyoruz. Şarkikaraağaç Askerlik Şubesi Başkanı Ziya, bağlı bulunduğu Akşehir Kalem Riyaseti’ne (Askerlik Dairesi Başkanlığı’na) gönderdiği 21 Eylül 1920 tarihli bir yazısında Yalvaç Şubesince bir Millî Bölük’ün teşekkül ettirildiğinden bahsetmektedir[7]. Öteyandan gönüllülerin ve cephenin iaşesinde de Yalvaçlılar, Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin taleplerini imkanları ölçüsünde karşılıyorlardı.
Batı Anadolu’da Yunan’a karşı mücadelenin devam ettiği bu günlerde, Millî Mücadele aleyhtarı propagandaların da tesiriyle !920 yılı Ekim başında Delibaş Mehmet isyanı patlak verdi. Bu isyan kısa sürede Şarkikaraağaç ve Yalvaç istikametine doğru yayılmaya başladı. Isparta Milletvekili ve Demiralay komutanı Hafız İbrahim’in (Demiralay) ifadesine göre, “Şarkikaraağaç’ta bazı kimseler cahillik sebebiyle, ne olacağını idrak edemeyerek” isyancılara katılmışlardı[8]. Yalvaç Askerlik Şube Başkanı Bnb. Rifat, 6 Ekim tarihiyle Akşehir Askerlik Dairesi Başkanlığı’na gönderdiği bir raporda; “Yalvaç muhitinde Milli Mücahede aleyhinde bir kamuoyu olmadığını” bildiriyor[9], bir taraftan da yaklaşan isyancılara karşı kendi imkanlarıyla tedbir almaya çalışıyordu. Ama hızla yayılan isyan karşısında 10 Ekim günü isyancıların Yalvaç'a girmesine engel olunamadı. İsyancıları tenkil ile görevlendirilen Yarbay Osman Bey[10] kendi Alayından bir taburu 11 Ekim'de Akşehir üzerinden Yalvaç'a gönderdi. Kendisi de Çiğil üzerinden hareket etti[11]. Yalvaç'a giren tabur, Yalvaç'ı isyancılardan temizledi[12]. Bu tenkil sırasında Yalvaç halkı da hükümet kuvvetlerinin yanında yer aldı ve isyancıların yakalanmasında üzerine düşen görevi yaptı. O günleri yaşayan Naci Kum, hatıralarında şöyle diyor; “Yalvaç halkı usâtın (isyancıların) 336 teşrin-i evvelindeki (Ekim 1920'deki) mezbûhane savletlerini dahi def ' ile yine hükümete ve gaye-yi milliyeye olan sadakatlerini maddî fedakarlıklarla ibraz ederek inkılap hükümetine müzaheret-i rububiyetle kesb-i şeref eylemişler(dir)”[13]. Gerçekler bu şekilde olmasına rağmen, o günlerin olağanüstü şartları içerisinde 15- 20 kadar kişi tenkil taburu tarafından Akşehir'e götürülmüş ve tam idam edilecekleri sırada, duruma İstiklal Mahkemesi elkoymuştur. Daha sonra Yalvaç'a getirilen bu kişilerin muhakemesi, Yalvaç'a gönderilen İstiklal Mahkemesi tarafından yapılmış ve zanlılar ilk mahkemede tamamen suçsuz görülerek serbest bırakılmışlardır[14]. Bu şekilde Delibaş isyanının Yalvaç üzerindeki tesirleri de ortadan kaldırılmış oldu.
Yalvaç'ta bu gelişmeler yaşanırken, aynı zamanda cephenin ikmaline yönelik maddî destek faaliyetleri de devam ediyordu. Bir taraftan Yalvaç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, bir taraftan da Yalvaç Askerlik Şubesi lojistik faaliyetlerde elinden geleni yapıyordu. Bu faaliyetlerin Askerlik Şubesi yazışmalarına da sıkça yansıdığını görüyoruz. Meselâ, Yalvaç Şubesi Başkan Vekili Ali Fuad, 30-31 Ekim 1920 tarihiyle Akşehir Askerlik Dairesi Başkanlığına gönderdiği telgrafta, Yalvaç’ın üzerine düşen hayvan tertibatının tamamlandığını, efradın peyderpey sevk edileceğini arz etmektedir[15]. Bilindiği üzere, İstiklal Savaşı’nda nakliye araçlarına, hayvan ve hayvan arabalarına ihtiyaç hat safhada idi. Bu bakımdan temin edilen hayvanlar çok önemli idi[16].
Bir taraftan Millî Mücadele lehinde kamuoyu oluşturmak, bir taraftan da maddî- manevî elinden gelen her türlü yardımı yapmakta adeta yarışan Yalvaçlılar, vatan savunmasında canlarını feda etmekten de kaçınmadılar. Çanakkale’de ve diğer cephelerde gösterilen kahramanlıklar ve fedakarlıklar[17] İstiklal Savaşı’nda da devam etti.
İstiklal Savaşı’nda Şehit Olan Yalvaçlılar
Araştırmamızda İstiklal Savaşı’nda şehit olan 86 Yalvaçlı’nın künyesine ulaşılmıştır. Yalvaç Vefayata Mahsus Vukuat Defterleri (=YVMVD)[18] esas alınarak ve MSB kayıtları[19] da dikkate alınarak tespit edilen şehitler listesini aşağıda veriyoruz;
Listede yer alan şehitleri köy ve mahallelere göre dağılımına baktığımızda, 41 şehitte köyünün adı, 11 şehitte de merkez mahalle adının kaydedildiğini görüyoruz. Bunun dışında 34 şehidin mahalle veya köy hanesi boş bırakılmıştır. Köy veya mahallesi sütunu boş bırakılan şehitlerin tamamının Yalvaç merkeze ait olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, sözkonusu sütunu boş bırakılan bu şehitler MSB yayını “Şehitlerimiz”de yer almakta olup, burada merkeze kayıtlı olanların sütunu genellikle boş bırakılmıştır. Öteyandan, lakapları belli olanlardan hareketle bu şehitlerin Yalvaç merkezden olduğu kanaatine varabiliyoruz. Bu değerlendirmeler ışığında, 86 şehidin 41’inin köylerden, 45’inin de şehir merkezinden olduğunu söyleyebiliriz.
Köylerden en fazla 6 kişiyle Sücüllü’den şehit verildiğini görüyoruz. Bunu; Kumdanlı 4 şehit, Hüyüklü, Terziler, Gemen, Eğirler 3’er şehit, Tokmacık, Örkenez, Manarga, Kırkbaş 2’şer şehitle takip etmektedir. Diğer köylerden de 1’er şehit verilmiştir (bkz., GRAFİK:1). Yalvaç Merkeze baktığımızda ise; mahallesi belli olanlardan en fazla Salur’dan şehit bulunmaktadır. Salur mahallesinden 3 şehit verilmiştir. Görgü Cami Mahallesinden 2 şehit vardır. Bunun dışında Abacılar, Görgü Bayram, Kaşhacıbey, Müderris, Pazar Yukarı ve Sofular mahallelerinden de şehitler bulunmaktadır. 34 şehidin mahalle kaydı bulunmamakla birlikte bunların Yalvaç’ın mahallelerine dağıldığını düşünebiliriz (Bkz., GRAFİK: 2).
Şehit olan Yalvaçlılar’ın isimlerine baktığımızda 12 kişiyle en fazla “Ali” ismi bulunmaktadır. Bunu; Mehmet, Mustafa (7’şer kişide), Hasan, İbrahim, Süleyman (5’er kişide), Ahmet, (4 kişide), Yusuf (3 kişide), Mevlüt, Durmuş (2’şer kişide) isimleri takip etmektedir (Bkz., GRAFİK:3). Şehitlerin baba adlarına baktığımızda ise yoğunlaşan ilk beş ismin; Mehmet (12 kişide), Osman (10 kişide), Ali (8 kişide), Halil (8 kişide), Ahmet (5 kişide) olduğunu görüyoruz. Burada şehitlerin anne isimlerine de bakmak istiyoruz. En fazla gözlenen anne isimleri; Ayşe (7 kişide), Fatıma (7 kişide), Şerife (6 kişide), Esmehan (5 kişide), Adile (4 kişide), Emine (3 kişide) olarak karşımıza çıkmıştır.
Burada ortaya çıkan şehit ve şehidin anne- baba isimlerini kısaca analiz edecek olursak; ilk üç sırada yer alan isimlerin Hz. Peygamber ve ailesine ait oldukları, bunu daha sonra “Durmuş, Esmehan, Adile” vb. mahalli örf ile alakalı isimlerin takip ettiği gözlenmiştir. Bu durum, şehidin bulunduğu kültür çevresini veya daha geniş anlamda Yalvaç’ın değerlerini anlama bakımından bize bir fikir verebilir.
Yine aynı çerçevede İstiklal Savaşı'nda şehit olan Yalvaçlılar'ın lâkaplarına bakmak istiyoruz. Birden fazla geçen lakaplar (ve köyleri) şunlardır; Mahmudoğulları (Kuyucak ve merkez) (3 şehit), Gökmenoğulları (Sücüllü ve Körküler), Gökömeroğlu (Sücüllü), Hatıpoğlu (Eğirler, Eyuplar), Hızıroğlu (Kumdanlı, Kırkbaş), İmamoğulları (Merkez), Müminoğlu (Terziler), Osmanoğulları (Merkez) (2'şer şehit) (Bkz., GRAFİK: 4). Bu tablo bize -eğer lakap benzerliği yok ise- aynı aileden birden fazla şehit verildiğini gösteriyor.
Şehitlerin yaşına baktığımızda, doğum tarihi bilgisi olmadığından yaşı tespit edilemeyenler bulunmakla birlikte, 21 yaşından 40 yaşına kadar değişik yaşlarda şehadet mertebesine ulaşanlar görülmüştür. Müderris mahallesi Zenneoğulları sülalesinden İbrahim oğlu Ahmet Kamil şehit olduğunda henüz 21 yaşında idi. Mahallesini tespit edemediğimiz Bilal oğlu Süleyman 40 yaşında, Abacılar mahallesinden Kodaloğlu Hacı Yusuf'un oğlu Ömer ise 37 yaşında şehit olmuşlardı. Bu en küçük ve büyük yaştaki örnekler arasında şehitlerin yoğunlaştığı yaşlar şunlardı: 23 yaşında 14 kişi; 22, 24, 26, 27, 33 yaşlarında 8'er kişi; 25, 31 yaşlarında 6'şar kişi; 30 yaşında 5 kişi bulunmaktadır (Bkz., GRAFİK:5).
Şehitler üzerine değerlendirmelerde, şehitlerin medeni durumları da dikkatimizi çekmiştir. YVMVD'deki kayıtlarda çoğunun medeni durumu hakkında bilgi bulunurken, MSB “Şehitlerimiz” yayınında bu konuyla ilgili bilgi sütunu bulunmamaktadır. Dolayısıyla, medenî durumu belli olanlar üzerinde yapabildiğimiz değerlendirmede, 28 kişinin evli, 19 kişinin bekâr olduğu kaydına ulaştık. 39 kişinin durumu belli değildir. Medeni durumu belli olanları % ile ifade etmek gerekirse, % 59.6'sı evli, %40.4'ünün bekar olarak şehadet mertebesine ulaştığını söyleyebiliriz.
Sonuç
Mondros Mütarekesi'yle, Anadolu'da Türk varlığına son vermek isteyen Emperyalistlere karşı, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Türk milletinin ortaya koyduğu diriliş destanında: Gerek, miting, protesto vd. siyasî faaliyetlerle Millî Mücadele ruhunun teşekkülü, gerekse gönüllü milis kuvvetlerin oluşumu, lojistik destekler ve vatan için canını feda etme noktasında, Yalvaçlılar’ın üzerlerine düşen millî sorumluluğu ve misyonu yerine getirdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. İstiklal Savaşı’nın Yalvaç’la ilgili tarihi olgu ve bilgilerinin Yalvaç’ın merkezi yerlerine abideler halinde dikilmesi veya başka bir şekilde coğrafyaya nakşedilmesinin, Yalvaç’ın tarihi değerlerinin yaşatılması ve yeni nesle aktarılması noktasında fevkalade önemli ve gerekli olduğunu düşünüyoruz.
EK:1. 1928 veya bir-iki yıl sonrasında tahmin ettiğimiz, parası Yalvaçlılarca toplanarak bağışlanan Yalvaç Tayyaresi (http://www.tayyareci.com/bagisucak/yalvac.asp)
Bu uçakların en büyük özelliği tamamının Türk Hava Kurumu vasıtasıyla vatandaşlardan toplanan bağışlarla alınmış olmalarıdır. Halkın bağışlarıyla alınan bu uçakların her birinin üzerinde hangi şehir veya ilçenin bağışlarıyla alındığını belirtmek amacıyla o yerleşim biriminin adı başlangıçta eski yazıyla, harf inkılabından sonra da yeni harflerle yazılmış bulunmaktaydı.