GİRİŞ
19. yüzyılda bilimsel tarihçilik alanında dünyada meydana gelen gelişmeler, Osmanlı tarih yazıcılığında bilimsel ve tarihî bir dönüşümün başlamasına neden olmuştur. Hatta ilk bilimsel Osmanlı tarihleri bu yüzyılın ilk yarısında Hammer ve Zinkeisen gibi yabancı tarihçilerce kaleme alınmıştır. Bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı tarihçileri tarafından kaleme alınan eserlerde tarih yazıcılığı açısından değişim ve dönüşümün başladığı görülür. Osmanlı eğitim sisteminin ıslahı amacıyla oluşturulan Meclis-i Muvakkat bünyesinde kurulan Encümen-i Daniş’in ikinci reisi Hayrullah Efendi tarafından bilimsel yöntemler kullanılarak kaleme alınan Osmanlı tarihi, Hammer tarafından takdir edilmiştir[1] . Encümen-i Daniş’in siparişiyle kaleme alınan Tarih-i Cevdet, metodu, dili, kaynak kullanımı, Doğu ve Batı kültürü ve müesseseleri üzerindeki düşünce ve tahlilleri, Osmanlı tarihini dünya tarihi içerisinde değerlendiren bakış açısıyla vakanüvislik geleneğini aşmış ve 19. yy. Osmanlı tarihçiliğine damgasını vurmuşur[2] . Ahmed Vefik Paşa’nın (ö. 1891) Fezleke-i Tarih-i Osmânî’sinde, Osmanlı tarihini kuruluş, büyüme, yükselme, gerileme, bozulma ve ıslahat çağı olarak altı devrede dönemlendirmesi, daha sonraki tarih çalışmalarını etkilemiştir[3] . Mansûrîzâde Mustafa Nuri Paşa’nın (ö. 1890) Netâyicü’l-Vukuâtı, kaynak kullanımı, sebepsonuç ilişkilerine önem veren yaklaşımı, eleştirel yöntemi, kolay ve akıcı üslubuyla dönemin en etkili eserlerinden biri olmuştur. Franz Babinger bu eseri, Osmanlı tarihi hakkında yazılmış Türkçe eserlerin en öğreticisi olarak nitelendirmiştir. Osmanlı’nın son vakanüvisi ve Tarih-i Osmânî Encümeni Reisi Abdurrahman Şeref, yüksek mekteplerde okutulmak üzere kaleme aldığı ve zamanının en iyi ders kitabı olarak nitelendirilen Tarih-i Devlet-i Osmâniyye’sini hazırlarken Mansûrîzâde’nin bu eserinden oldukça yararlanmıştır[4] . Yine 19. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı tarihçiliğinde bilimsel tarihçilik için önemli olan nümizmatik, arkeoloji ve epigrafi gibi tarihin yardımcı bilimleri ile ilgili çalışmaların başladığı dönem olmuştur. İlk bilimsel meskûkât çalışmalarıyla Abdüllatif Suphi Paşa (ö. 1886), [5] Osmanlı Müzesi Müdürü Edhempaşazade Hamdi Bey, kardeşleri İsmail Galip ve Halil Edhem, İsmail Galip’in oğlu Mehmet Mübarek ve Ahmed Tevhid bu alanlardaki çalışmalarıyla ön plana çıkan isimlerdir. Bu süreçte Osmanlı Müzesi bünyesinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılar ve meskûkât tasnif faaliyetleri üzerinden gerçekleştirilen neşriyat, ilmî açıdan Avrupa müzeleri neşriyatından geri kalmayacak derecede değerli bulunmuştur[6] .
Osmanlı tarihi ve tarihçiliği açısından II. Meşrutiyet Dönemi, değişim ve dönüşümün ivme kazandığı bir süreç olmuştur. Devlet yönetiminde rejim ve ideolojinin değişmesi, yayıncılıkta uygulanan sansürün kaldırılarak serbestiyetin gelmesiyle tarih çalışmaları çeşitlendi ve farklı boyutlar kazandı. Bu dönem tarihçiliği, vakanüvisler tarafından gerçekleştirilen resmî tarihçilik, halka dönük olarak yapılan popüler tarihçilik, müstakil bir tarih şubesinin teşekkül ettiği Darülfünun’da akademik tarihçilik, mükemmel ve mufassal bir Osmanlı tarihi yazmak için kurulan Tarih-i Osmânî Encümeni ve Türk derneklerinde kurumsal tarihçilik boyutlarıyla çeşitlendi. Bu dönem, tarih, tarihin faydası ve vazifesi, usulleri, tarih eğitimi, ilmi ve millî tarih konusunda kavrayışın derinleşmeye başladığı ve bilimsel tarihçiliğin kurumsallaştığı bir dönem olması açısından önemlidir[7] .
Bu çalışmada Osmanlı Devleti’nde ilk toplu ve kurumsal tarih çalışmalarının başladığı II. Meşrutiyet Dönemi’nde mükemmel ve mufassal bir Osmanlı tarihi yazmak amacıyla kurulan Tarih-i Osmânî Encümeni’nin 1910-1930 tarihleri arasında telafi sayılarıyla beraber toplam 101 sayı olarak yayımlanan Tarih-i Osmânî Encümeni (TOEM)/Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nda (TTEM) doğrudan Osmanlı ve Avrupa tarihlerine yöneltilen eleştiriler tespit edilmeye çalışılacaktır. Çalışmadan maksat, TOEM/TTEM’de Osmanlı ve Avrupa tarihlerine yöneltilen eleştiriler dikkate alınarak Osmanlı’dan Cumhuriyete tarih telakkisinde meydana gelen değişim ve dönüşümü tespit etmektir.
I. Tarih-i Osmânî Encümeni/Türk Tarih Encümeni Mecmuası
Osmanlı Devleti’nde ilk resmî toplu tarih çalışmaları, 27 Kasım 1909’da mükemmel, mufassal ve müdellel bir Osmanlı tarihi yazmak üzere kurulan Tarih-i Osmânî Encümeni ile başlamıştır[8] . Mükemmel bir Osmanlı tarihinin ancak akademi tarzı kurumsal yapılarla yürütülebileceği yönündeki tartışmalar,[9] 20 Haziran 1909 tarihinde önce bir komisyon olarak ortaya çıkan yapının, 12 asil ve 20 muavin üyesi olan bir Encümen olarak teşekkülünde etkili olmuştur. Encümen, bütün Osmanlı vilayetlerinde birer şube açmak istemiş ancak Bursa ve Konya vilayetleri dışında buna muvaffak olamamıştır. Cumhuriyet döneminde Türk Tarih Encümeni adıyla çalışmalarına devam eden Encümen’in yakın tarihin en sıkıntılı döneminde (1909-1931) Osmanlı tarih kaynaklarına ulaşarak tarihin hizmetine sunma konusundaki çalışmaları çok değerlidir. Encümen, yurt içi ve kısmen yurt dışındaki arşiv, kütüphane ve müzelerde başlattığı araştırmalar sonucu ulaşılabildiği yeni tarih kaynaklarını mecmuasında veya külliyat adı altında yayımlamıştır. Encümen, 1916 yılında yazmayı planladığı Osmanlı tarihinin birinci cildini yayımladıktan sonra gelen eleştiriler üzerine tarih yazma faaliyetinden vazgeçmiş ve bundan sonra Osmanlı tarihine katkı sağlayacak monografik çalışmalara ağırlık vermiştir[10]. Encümen’in bütün faaliyetleri değerlidir. Ancak en çok takdir gören faaliyeti aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin ilk resmî tarih dergisi olan mecmuasıdır[11] .
Encümen’in mecmua yayımından maksadı, yazılacak Osmanlı tarihinin metnine tamamen giremeyecek olan araştırmaları, belge ve kitabe suretlerini, Türkçe olarak yazılmış veya diğer dillerden tercüme edilmiş olup şimdiye kadar basılmamış risaleleri neşrederek tarihimize zemin hazırlamak, mütalaa meraklılarının bilgisini genişletmek, fikirlerin uyanmasına ve zihinlerin canlanmasına hizmet etmek olarak açıklanmıştır[12] . Telafi sayılarıyla beraber kâğıt üzerinde 101[13], gerçekte 74 sayı olarak yayımlanabilen TOEM/TTEM/TTEM-Yeni Seri’de, 44 yazar tarafından kaleme alınmış 291 makale (5048 sayfa) yer almaktadır. Mecmua’da 1.000 sayfayı aşan 10 eser[14] tefrika/ilave suretiyle yayımlanmıştır. 291 makalenin 232’si Encümen’in asil ve muavin üyeleri[15], 18’i Encümen namına[16], 41’i encümen dışındaki diğer yazarlar[17] tarafından kaleme alınmıştır.
Mecmua makalelerinin yarısından fazlasında Osmanlı/Türk tarih yazımına katkı sağlayacak arşiv belgeleri, kitabeler, meskûkât, yazmalar ve yabancı kaynaklardan yapılan tercümeler aktarılmıştır. Diğer makaleler ise daha çok tarih kitaplarında hiç veya yeteri kadar yer almayan konularla ilgili monografik, biyografik ve bibliyografik makalelerdir. Mecmua’da tarih metodolojisi ve felsefesiyle ilgili olarak kaleme alınmış müstakil bir makale yer almamaktadır. Ancak sayıları sınırlı da olsa Encümen’in bilimsel tarih yaklaşımından doğan makaleler de vardır[18] . Osmanlı döneminde TOEM ile başlayan ilk resmi bilimsel tarih mecmuası çalışmaları Cumhuriyet döneminde Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan Belleten ile devam ettirilmiştir[19] . Bu çalışmada mecmua yazarlarının Osmanlı ve Avrupa tarihlerine yönelttikleri eleştiriler tespit edilmeye çalışılacaktır.
II. TOEM/TTEM’de Osmanlı Tarihlerine Yöneltilen Eleştiriler
TOEM/TTEM’de Osmanlı ve Avrupa tarihlerine yöneltilen eleştirilerin mahiyetini tespit edebilmek, Encümen’in tarih anlayışı ve metodunu anlamak açısından önemlidir. TOEM/TTEM’de sırf eser tenkidi yapmak için kaleme alınmış makale sayısı oldukça azdır. Bunlar da daha çok Cumhuriyet Dönemi’nde kaleme alınmıştır. Osmanlı Dönemi’nde kaleme alınan makalelerde ise Osmanlı ve Avrupa tarihlerine yöneltilen eleştirileri ancak satır aralarında bulabiliyoruz. Mecmua’nın ilk sayısında yer alan ve Encümenin tarih yaklaşımı hakkında ipuçları veren “İfâde-i Merâm”da Osmanlı tarihlerine yöneltilen eleştiriler, bu konuda bir çerçeve oluşturmaktadır. Burada öncelikle dilimizde henüz mufassal ve mükemmel bir Osmanlı tarihi yazılmadığı ifade edilmiştir. Mufassal ve mükemmel ifadelerinden neyin kastedildiği ise sonraki ifadelerden anlaşılmaktadır. Buna göre vakanüvis tarihleri, tarihî olayları silsile hâlinde zapt etmiş olsalar da çoğu üslub-i kadim/tumturaklı ve mübalağalı üslup ile yazılmış, günlük olayları içeren salname tarzında eserlerdir. Bu eserlerde kaydedilen olaylar arasındaki bağlantıları, ancak erbabı kurabilir. Çok azı dışında bu eserlerde tenkit usulüne yer verilmemiş, dış gelişmeler ile idari ve sosyal değişimler takip edilmemiş olduğundan ilmî değerleri azdır[20]. Encümen Reisi Abdurrahman Şeref’in de gerek üslup ve gerekse tertip yönünden Osmanlı tarihlerinin zamanın ihtiyaçlarını karşılamadığını ifade etmesi, aynı yaklaşımın bir ürünü olarak görülebilir[21]. Bu açıklamalardan ana hatlarıyla Osmanlı tarihlerinin üslup, usul ve muhteva yönünden eleştirildiği anlaşılmaktadır.
Mecmua’daki 291 makale 44 yazar tarafından kaleme alınmış olsa da Osmanlı ve Avrupa tarihlerine usul, üslup ve muhteva yönünden eleştiri yönelten 13 yazar bulunmaktadır. Üslupla ilgili eleştirilerde Necip Asım, Mehmed Arif, Halil Edhem, Ahmed Refik ve Ali Fuat; usulle ilgili olanlarda Safvet Bey, Hüseyin Hüsameddin, Ahmed Refik, Meskûkâtçı Ali, Ali Fuat, Mükrimin Halil ve Akçuraoğlu Yusuf; muhteva ile ilgili eleştirilerde ise Safvet Bey, Necip Asım, Mehmed Arif, Efdaleddin Bey, Ahmed Refik, Ali Emîrî, Nahid Sırrı isimleri ön plana çıkmaktadır. Avrupa tarihlerine eleştiri yöneltenlerin sayısı ise oldukça azdır. Bu yazarlar Safvet Bey, Ahmed Refik, Halil Edhem ve Meskûkâtçı Ali’dir. Ali Fuat ve Nahid Sırrı dışındaki bütün yazarlar Tarihi Osmânî/Türk Tarih Encümeni üyeliğinde bulunmuştur.
II.1. Üslup İle İlgili Eleştiriler
Tarih yazıcılığını etkileyen en önemli faktör, dönemin tarih anlayışı ve bunu etkileyen unsurlardır. Osmanlı tarih yazıcılığı başlangıçta genel olarak gaza felsefesinin hâkim olduğu bir süreçte daha çok sözlü olarak rivayet edilen menakıpname, gazavatname ve destan türleriyle ortaya çıkmıştır[22]. Halkı gazaya teşvik etmeyi ve gaza ruhunu yaşatmayı hedefleyen bu rivayetler doğal olarak halkın anlayabileceği bir üslupta idi. Ancak devlet güçlendikçe ve ihtişamı arttıkça tarih yazımıyla ilgili yaklaşım da değişmeye başladı. Osmanlı Devleti’nin kurulup güçlü bir devlet olduğu süreçte doğuda ve batıda yer alan Timur ve Bizans imparatorluklarında edebî bir dille devletin şanına yaraşır tarih yazımı önemli bir uygulamaydı. Büyük ve kudretli devletlerin edebî değeri yüksek ağdalı, tumturaklı ve mübalağalı tarihlere sahip olması düşüncesi hâkimdi ve bu bir prestij meselesiydi. Çünkü dönemin tarih anlayışına göre büyük ve güçlü devletlerin tarihleri her türlü edebî sanatları içerir ve imparator veya hakanı yüceltirdi. Bu çerçevede Osmanlı yükseliş döneminde Farsça yüksek inşa diliyle yazılmış Zafernâme[23] adlı esere sahip Timur İmparatorluğu örnek alınarak devletin şanına yaraşır tumturaklı ve mübalağalı üslupla yazılmış eserlerin ortaya çıkmaya başladığı görülür. Fatih Dönemi’nde yarı resmî tarih yazıcısı olarak görev almaya başlayan Şehnameciler[24] tarafından kaleme alınan bu tür eserleri, 18. yüzyıldan itibaren resmî tarih yazımını gerçekleştiren vakanüvis tarihleri takip etmiştir. Vakanüvislerin[25] bazı istisnalar dışında inşa ve şiir sanatında mahir ve genellikle hâceganlık rütbesine ulaşmış kâtipler arasından seçilmiş olması, Osmanlı tarih yazıcılığının ana karakterini ortaya koyması açısından önemlidir. Mübalağalı ve ağdalı bir üslupla tarih yazımı, 19. yüzyıla gelindiğinde tarihin yazılma nedeni ve tarzı değiştiğinden doğal olarak eleştirilmiştir. Bugünün tarih anlayışıyla dünün tarih yazımını eleştirenlerce Osmanlı tarihleri; “suret-i Firdevsiyânede, iğrâgât ve mübalağât-ı acemâne ile dolu” olarak kaleme alınmaları, tarihin edebiyata feda edilmesi, olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisine dikkat edilmeyerek düzensiz bir tarih yazımı gerçekleştirilmesi, bazı istisnalar dışında tenkide yer verilmemesi ve Osmanlı tarih yazıcılığının kendi zamanı ve mekânı ile sınırlı kalması açısından eleştirilmişlerdir[26]. Sultan II. Bayezıd’ın emriyle İdris-i Bidlisî tarafından mübalağalı ve ağdalı bir üslupla kaleme alınan Heşt Behişt isimli eser, bu türün en etkili eserlerinden biri olmuş ve Osmanlı’da yüksek inşa diliyle tarih yazma geleneği uzun süre varlığını sürdürmüştür[27] .
Mecmua’da Osmanlı tarihlerinin üslubuyla ilgili en etkili eleştiriyi Encümen’in Türkçü üyelerinden Necib Asım[28] yapmıştır. O, Abbasiler gibi, Selçuklular ve Anadolu Selçuklularının da İranlıların usul ve âdetlerinden etkilendiklerini, her ne kadar Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra başta Karamanoğulları olmak üzere bütün Anadolu Beylikleri Türkçeyi resmî dil kabul etse de Arap ve Acem etkisinden kurtulamadıklarını ifade etmiştir. Ona göre İranlılar zekâları ve milliyetçi yaklaşımlarıyla Kadisiye’deki büyük hezimetten sonra Sasani medeniyetinden çok eser kalmamasına rağmen galip kavimler üzerinde etkili olabilmeyi başarmışlardır. Türkoğlu Türk olduğu halde Sultan Mahmud sebüktekin, Firdevsi-i Tûsî’ye Şehname’yi tanzim ettirmiş, bu ölümsüz eser ile İran, kadim hatıralarını kaybolmaktan kurtarmıştır. Necip Asım’a göre cinaslı, istiareli, uzun ve müselsel cümleli edebiyatımızın oluşumunda Bizans’ın da gizli bir etkisi vardır. Fatih Dönemi’nden itibaren Osmanlı’da görülmeye başlayan bu ağdalı üslup, İdris-i Bidlisî’nin açtığı yolda uzun yıllar etkisini sürdürmüştür. Necip Asım, Arap ve Fars kültürünün Osmanlı’daki etkisini, Mesîhî Dîvânı’ndan aktardığı şu beyit ile açıklamıştır:
Mesihî, gökten insen sana yer yok
Yürü gel ya Arap’tan ya Acem’den [29]
Necib Asım’a göre Türk dili ve edebiyatı, dolayısı ile Osmanlı tarih yazıcılığı Fars, Arap ve Bizans etkisi ile ağdalı ve mübalağalı bir üslup kazanarak milletin hissiyatına tercüman olmaktan uzaklaşmıştır. Bu süreç, Batı’da Sinan Paşa’nın Tazarruât’ı, Doğu’da Mir Ali Şir Nevâî’nin Mahbûbü’l-Kulûb’u ve Sultan Babür’ün Babürname’sinin görüldüğü Fatih asrından sonra başlamıştır[30] .
Necip Asım’ın talebesi, Encümen üyesi ve hafız-ı kütübü Mehmed Arif (1873-1919)[31] de hocasının Osmanlı tarihlerinin üslubuyla ilgili görüşlerini desteklemiş, şehnamecilerin tarihî olayları kronolojisine ve sebep-sonuç ilişkisine dikkat etmeden düzensiz bir şekilde, “suret-i Firdevsiyânede iğrâgât ve mübalağât-ı acemâne ile memlû olarak zabt ve nazm” ettiklerini ifade etmiştir[32] .
Halil Edhem[33], Osmanlı tarihlerinde padişahların abartılı bir üslupla yüceltilmeleri yanında düşman ve rakip olarak algılanan diğer beyliklerle ilgili kullanılan olumsuz dilin gerçeği yansıtmadığını ifade etmiştir. O, Karamanoğulları beylerinin silsilesini tespit ettiği makalesinde Osmanlı tarihlerinin Karamanoğlu hükümdarları için kullandıkları haydut, eşkıya yakıştırmasını doğru bulmamıştır. Ona göre Karamanoğulları’na ait eserler üzerindeki tertip ve hüsnühat ile sikkelerindeki yazılarının ve darp kalitesinin emsallerinden üstün olması, onların medeni ve gelişmiş bir toplum olduğunu ispatlamaktadır. Bu durumda o şu soruyu sormadan geçemez: Türkçeyi resmî dil olarak kullanarak Türk diline hizmet eden Karamanlılar eğer haydut ve eşkıya olsalardı Osmanlı padişahları defalarca kızlarını onlara verir miydi[34]?.
Encümen İkinci Reisi Ahmed Refik[35], Cumhuriyet Dönemi’nde kaleme aldığı makalelerinde Osmanlı tarihlerine yöneltilen eleştirilerin dozunu biraz daha artırarak bazı Osmanlı tarihçilerinin Padişahlara yaranmak için riyakârane davrandıklarını, bazılarının da belgeleri tahrif ettiklerini ifade etmiştir. Ona göre Nâimâ’nın, İslam’ın meşveretle ilgili ahkâmını unutarak Venedik Cumhuriyeti’nin yönetim şeklini yermesi, III. Selim’in Enderun Nazırı Ebu Bekir Efendi’nin Fransa’da krallığı ortadan kaldıran milleti, “kendi velinimetleri olan krallarını telef ve izâ’a eden kâfir bedbaht ve hain-i din ve devlet” ifadeleriyle tasvir etmesi bu tür bir yaklaşımın sonucudur[36]. Lütfi Efendi, II. Abdülhamid’e yaranmak için Midhat Paşa’nın Bulgar ihtilali sırasında aldığı tedbirleri küçümsemiş[37], Raşid ise eserine kaydettiği hatt-ı hümayunları tamamen tahrif etmiştir[38] .
Mecmuanın son dönem yazarlarından Ali Fuat Bey[39] ise içlerinde çok kıymetli zatların da bulunduğu geçmiş Osmanlı tarihçilerinin şahsi meziyetleri oranında tarihimize hizmet edemediklerini ifade etmiştir. Ona göre Hoca Sadeddin, tarihî hakikatlerle uyuşmayan hayal mahsulü izahlarda bulunmuştur. Mahir bir şair olan Râşid ile ilim ve fazlıyla bilinen Küçükçelebizâde İsmail Asım Efendi, bazı vukuatın izahında gereğinden fazla tekrara yer vermişlerdir. Damat İbrahim Paşa saray ziyafetleri, helva sohbetleri, düğün merasimlerinin tarifi ve buralarda cambaz ve hokkabazların gösterdikleri hünerler gibi lüzumsuz ayrıntılara girerek gereksiz açıklamalarda bulunmuştur. Subhî ve İzzi gibi vakanüvisler ise tarih bile denmeyecek eserler meydana getirmişlerdir. Eski zaman vakanüvislerinin sonuncusu olan Lütfi Efendi ise Takvim-i Vakâyî nüshalarını özetleyerek veya yer yer ele geçirdiği Hazine-i Evrak belgelerini aktararak güya vakaları zapt etmiştir[40] .
II.2. Usul İle İlgili Eleştiriler
Osmanlı tarihlerine usul ile ilgili olarak Encümence yapılan ilk eleştiri, Osmanlı tarihlerinin çok azı dışında tenkit usulüne yer vermemiş olmalarıdır. Bazı Encümen üyelerinin açıklamalarına göre Osmanlı tarihlerini tetkik ederken tenkit usullerini uygulamayı gerekli kılan bazı hususlar vardır. Bunlardan birisi, Osmanlının ilk yüz elli yılında sözlü olarak aktarılan rivayetlerin sonradan yazıya aktarılmış olmasıdır[41]. Bu rivayetlerden aklın ve naklin teyidine ihtiyaç duyanlar vardır. Osmanlı tarihçilerinin birbirlerinden alarak naklettikleri bu rivayetler/hikâyeler, tarihî anane şeklini alarak umumun kanaatini oluşturduğundan bunları bir vesikaya/delile dayanmadan reddetmek doğru olmaz. Fakat bu rivayetlerle çelişen güvenilir delillere ulaştıkça eski kanaatlerin düzeltilmesi gerekir. Osmanlı tarihinin sözlü rivayetler ve birbirinden nakil yoluyla yazılmış kısımlarının tahkik edilebilmesi için ise eski kayıtları/vesikaları inceleme zarureti vardır[42] .
Mecmua yazarlarından Hüseyin Hüsameddin[43], mecmuada kaleme aldığı beş makalesinde, vakıf kayıtları, şeriye sicilleri, asarıatika ve Arap tarihlerinden elde ettiği yeni bilgilerle ilk dönem Osmanlı tarihine ait bazı yanlış rivayet, nakil veya ananeleri ilmî usullerle düzeltmiştir[44]. Mesela bu yanlış nakillerden biri, Fatih Dönemi’ne kadar vezirlik vazifesini tamamen Çandarlıoğlu ailesinin yürüttüğü meselesidir. Hüseyin Hüsameddin’e göre bu kanaatin oluşmasındaki en büyük etken, belli aralıklarla Çandarlıoğlu sülalesinden Hayreddin Halil Paşa, sonra oğullarından Ali ve İbrahim Paşalar, sonra İbrahim Paşazade Halil Paşa daha sonra da Halil Paşazade İbrahim Paşa’nın Osmanlı Devleti’nde vezaret-i uzmâ/sadaret görevinde bulunmuş olmasıdır. O, Çandarlı ailesinden olmayan Koca Mehmed Paşa’ya ait iki vakfiyeyi tahlil ederek, onun da bu dönemde on sene kadar vezaret görevini icra ettiğini göstermiştir[45]. Hüseyin Hüsameddin, Osman Bey’in büyük oğlu Alaaddin Bey babasının vefatına kadar 22 yıl saltanat müşaviri olarak görev yapmasına rağmen, daha sonra kaleme alınan Osmanlı tarihçilerince bu dönem tarihi yazılırken ihtiyaten Orhan Bey’in ön plana çıkarıldığını ifade etmiştir[46] .
Mecmua yazarlarına göre, Osmanlı tarihlerini tenkit etmeyi gerektiren hususlardan birisi de bu eserlerin çok eksik ve yanlış bilgilerle dolu olmasıdır. Osmanlı tarihinin kaynaklarına ulaştıkça bu eksik ve yanlışların anlaşılması, bunun en büyük delilidir. Bu bakış açısı, Encümenin bütün çalışmalarının hareket noktasını oluşturmuştur. Çünkü faaliyetleri ve neşriyatı göz önünde bulunduğunda Encümen’in bütün çabasının yeni elde edilen kaynaklarla Osmanlı ve Avrupa tarihlerinin eksiklerini gidermek ve yanlışlarını düzeltmek olduğu görülür[47]. Bu nedenle TOEM/TTEM’deki makalelerin tamamına yakınının, Osmanlı tarihinin eksiklerini gidermek ve yanlışlarını düzeltmek için yazıldığını ifade etmek yanlış olmaz[48] .
Encümen İkinci Reisi Ahmed Refik, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar olan sürede mesmuata/kulaktan dolma bilgilere göre yazılan Tevârîh-i Âl-i Osman’ların pek çok yanlış ve eksik bilgiyi ihtiva ettiğini ifade etmiştir. Ona göre bu dönemin yeniden tetkik ve tashih edilmesi gerekir. Bilimsel bir tarih yazımı gerçekleştirebilmek için, arşiv belgeleri gibi güvenilir tarih kaynaklarının ilmî metotlarla tetkik edilmesi gerekir[49]. Ahmed Refik, bir kısmı kendisi tarafından neşredilen Fatih Dönemi’ne kadarki 153 senelik tarihimize ait sınırlı miktardaki belgenin Osman Bey zamanına kadar yürütülebildiğini ve Osmanlı Devleti’ne ait en eski ve en kıymetli resmî vesikalar olması hasebiyle bunlardan istifade edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ona göre birbirinden kopya edilerek muhtelif tahrifler ve ilavelerle yazılmış olan risaleler, muasır milletler ve özellikle Bizans tarihleriyle karşılaştırılarak hakikat mümkün olduğu kadar meydana çıkarılmalıdır[50] .
Mecmua’nın Bahriyeli Yazarı Safvet Bey’e[51] göre, Osmanlı tarihçilerinin en çok ihmal ettikleri alanlardan biri de Osmanlı bahriyesidir[52]. O, makalelerinde Osmanlı bahriyesi ile ilgili Osmanlı ve Avrupa tarihlerinde hiç veya yeteri kadar yer verilmeyen konular ile yanlış değerlendirilen konuları aydınlatmaya çalışmıştır. Makalelerinde genel olarak konusuyla ilgili arşiv belgeleriyle Osmanlı ve Avrupa tarihlerini karşılaştırmak suretiyle bu kaynakların yanlışlarını düzeltmiş veya eksiklerini gidermiştir.
Mecmua’da en çok rastlanan eleştiri yöntemi kaynakların karşılaştırılmasıdır. Meskûkâtçı Ali Bey[53] , Atâ Tarihi’ndeki bir rivayeti diğer tarihlerdeki rivayetlerle karşılaştırarak hatalı olduğunu tespit etmiştir. Ona göre bu hatalı rivayet, Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi’ne, ondan Medeniyet-i Osmaniye Tarihi ve Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Askeriyesi’ne intikal etmiştir[54] .
TOEM/TTEM’de Klasik Dönem Osmanlı biyografik eserlerine yöneltilen eleştiriler daha çok terâcim-i ahvale dair bilinen Osmanlı eserlerinin sayılarının çok az olduğu, bütün önemli ve faziletli insanların biyografilerinin yazılmadığı[55], özellikle askerî ve mülki rical hakkında çok az bilgi bulunduğu[56], geç olarak biyografisi yazılanlardan bir kısmına efsanelerin karıştığı yönündedir[57]. Ancak bu tür eserlere yöneltilen en önemli eleştiri, klasik dönem biyografi yazım usulüne yöneltilmiştir. Eski biyografilerde kişilerin çoğunlukla doğum tarihlerinin kaydedilmeyerek sadece resmî görevlerinin ve sonunda ölüm tarihinin kaydedilmesi çok yetersiz bulunmuştur. Bu tür eserlerde kişilerin karakter, mizaç, ahlak, davranış, çalışma ve eserleriyle ilgili bilgi verilmediği için gerçek kimliklerinin bilinemediği ifade edilmiştir[58]. Bazı mecmua yazarları ise terâcim-i ahvale dair eserlerin azlığını yazılmamış olmalarına değil, İstanbul yangınlarında heba olmalarına, ödünç verilen kitapların iade edilmemesine veya bu eserlerin hasetçi/cimrilerin elinde tılsımlı birer defineye dönüşmesine ve Avrupa’nın yazma ve nadir eserlerimizi toplayıp götürmesine bağlamaktadır[59] .
Mansûrîzâde Mustafa Paşa ve eseri Netâyicü’l-Vukuât’ı değerlendirdiği makalesinde Ali Fuat, Mustafa Paşa’nın muvaffakiyetini, İbn-i Haldun’un fikir ve nazariyeleriyle aydınlanmış olmasına, önceki tarihçilerin eserlerinde yer almayan birçok bilgiye sahip olmasına ve devletin eski kayıtlarını inceleme imkânı bulmasına, bir de tarihe öteden beri merakı dolayısıyla basılmış eserlerin dışında basılmamış risale ve mecmuaları elde ederek onları gözden geçirmesine bağlamaktadır[60]. Bununla beraber Mustafa Paşa’nın yabancı dil bilmediği için Avrupa tarihlerinden yararlanamamasını bir eksiklik olarak görür. Eğer yabancı dili olsaydı Rum fetreti, Yunan devletinin kuruluşu ve Mısır meselesi hakkında daha etraflı açıklamalarda bulunabileceğini ifade eder. Eserinde kaynak göstermemesini ise o devrin cari bir usulü olarak görür ve bunun bir kusur olarak görülemeyeceğini vurgular. Osmanlı tarihleriyle ile ilgili yaptığı genel değerlendirmede ise Ali Fuat Bey, içlerinde çok kıymetli tarihçilerin bulunduğu Osmanlı tarihçilerinin şahsi meziyetleri oranında eser bırakamadıklarını belirtir. Ancak Naima, Ahmed Cevdet ve Mahmut Celaleddin Paşa gibi tarihçileri ve eserlerini bu değerlendirmenin dışında tutar[61] .
Cumhuriyet Dönemi’nde Mükrimin Halil Yinanç tarafından kaleme alınan iki makale ile Yusuf Akçura tarafından kaleme alınan bir makale Türk tarihçiliğinin usul konusunda aldığı mesafeyi göstermesi açısından oldukça önemlidir. Mükrimin Halil[62], mükemmel bir tenkit örneği gösterdiği ilk makalesinde Osmanlı’nın ilk dönem kaynakları arasında önemli yeri olan Feridun Bey Münşeâtı’nı tenkit etmiştir. O, makalesinde bu eserde aktarılan belgeleri atfedildikleri dönemin dili, diplomatikası ve olaylarıyla karşılaştırmak suretiyle çoğunun sahte ve intihal mahsulü olduğunu ispatlamıştır. Bu eserdeki Osman Gazi, Orhan Gazi, I. Murad dönemlerine isnat olunan menşurları tek tek ele alan Yinanç, Feridun Bey’in münşeatındaki menşur ve fermanları tamamen Harzemşahlı Mehmed bin el-Müeyyed’in münşeatından birkaçını özel isimler dışında hiçbir şey değiştirmeyerek, bir kısmını tahrif ederek veya yerlerini değiştirerek, bazılarını da sadece tercüme ederek eserinde aktardığını tespit etmiştir[63]. Yinanç’ın, daha 25 yaşında iken iç ve dış tenkit yöntemlerini çok etkili bir şekilde kullanarak kaleme aldığı bu makalesi, hem onun gelecekte çok büyük işler çıkaracağını hem de Türk tarihçiliğinin metodoloji konusunda aldığı mesafeyi göstermesi açısından önemlidir.
Mükrimin Halil’in, memleketi Maraş’ın Hz. Ömer Dönemi’ndeki fethinden Dulkadiroğulları Beyliği’ne kadarki tarihini kaleme aldığı mecmuadaki ikinci makalesi ise[64] onun geniş perspektifli tarih yaklaşımını ortaya koyması açısından daha büyük bir değere sahiptir. Zira Yinanç’ın bu makalesi, âdeta bir Anadolu tarihi mahiyetindedir ve bu tarih, bu coğrafyada etkin rol oynamış olan İslam, Bizans, Türk, Rum, Ermeni ve Süryani kaynaklarına göre yazılmıştır[65]. Bu yaklaşım onun Annales okulunun tarih anlayışında yer alan geniş perspektifli tarih anlayışına sahip olduğunu gösterdiği gibi kullandığı kaynakların çeşitliliği kadar, olayların cereyan ettiği yer ve zamana göre kaynakları derecelendirmesi ve yaptığı kaynak tenkidi[66] ile Türk tarihçiliğinin dünya standartlarında ulaştığı yüksek seviyenin güzel bir örneğidir.
Türkiye’de tarih usulünün gelişimine önemli katkılar sunan Akçuraoğlu Yusuf’un[67] mecmuada kaleme aldığı ilk makalesi, âdeta bir usul dersi mahiyetindedir. Akçuraoğlu, Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umûmiyesi tarafından 1921 yılında hazırlanan ve Fransa Erkan-ı Harbiye binbaşılarından M. Larcher’in Cihan Harbinde Türk Harbi isimli eserinde hiçbir tenkide tabi tutmadan yer verdiği eseri tenkit ettiği makalesinde, tarihi olayların hangi yöntemlerle ele alınması gerektiğini izah etmiştir. Buna göre, I. Dünya Harbi’nin açılmasında ve bu savaşa Osmanlı Devleti’nin girmesinde mesuliyeti olanları tespit ederken sadece harbin birkaç gün veya birkaç hafta öncesindeki olaylarla yetinmeyip belki birkaç on senelik olaylar dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte sadece bir tarafın belgeleriyle yetinmeyip bütün tarafların ve hatta taraf olmayanların belgelerinin tetkik ve tenkit edilmesi gerekir. Ancak Birinci Dünya savaşı ile ilgili ilmî bir hüküm verecek miktarda vesika henüz araştırmaya açılmadığından bu mesele ilmen çözümlenemez. Bu şartlarda ortaya konan yaklaşımlar, ilmî olmayıp her devletin menfaatine göre ortaya konan siyasi yaklaşımlardan ibarettir[68]. Bu konu ile ilgili objektif ve ilmî karar vermeyi sağlayacak yeteri kadar belge bulunmadığını ifade eden Akçuraoğlu şu soruyu yöneltmektedir: Osmanlı Devleti’nin harbe katılmasını hazırlayan olaylar acaba devletin bugünkü ve gelecekteki menfaatlerini temin edecek şekilde tertip ve telif edilmiş midir[69]? Eserde ortaya konan yaklaşımın itilaf devletleri yazarlarının dillendirdiği Osmanlı Devleti bu savaşta tarafsız kalabilirdi tezini desteklemesi, bu soruya olumlu cevap vermeyi mümkün kılmamaktadır[70]. Makalesinde bu eseri hiçbir tenkide tabi tutmadan kullanan Larcher’i de tenkit eden Akçuraoğlu’na göre Rusya’da Bolşevik İhtilali sonrasında mecmua hâlinde yayımlanan Hariciye arşivi gizli belgeleri[71] bu bakış açısını tamamen değiştirebilecek mahiyettedir [72]. Akçuraoğlu’na göre bu belgeler, Rusya’nın Boğazlar’daki emellerini gerçekleştirmek amacıyla dokuz ay öncesinden plan yapıp Karadeniz’de hazırlık yaptığını göstermektedir. Bu şartlarda Osmanlı’nın tarafsız kalamayacağı aşikârdır[73]. Akçuraoğlu makalesinde uyguladığı yöntemle olayları yatay ve dikey düzeyde daha geniş ilişkiler ağı içerisinde ele almaya çalışmıştır[74] .
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e yukarıda referans gösterilen Mecmua makaleleri göz önünde bulundurulduğunda usulle ilgili kavrayışın derinleştiği, kaynakların karşılaştırılması yönteminden iç ve dış tenkit yöntemlerinin etkili bir şekilde kullanılmaya başlandığı ve olayların daha geniş bir çerçeve içerisinde farklı boyut ve ilişkiler ağı içerisinde incelenmeye başladığı görülür.
II.3. Muhteva İle İlgili Eleştiriler
Bazı mecmua yazarlarının muhteva yönünden Osmanlı tarihlerine yönelttikleri ilk eleştiri, bu eserlerin sadece siyasi ve askerî olaylara yer verip içtimai, iktisadi ve kültürel gelişmeleri ihmal ettikleri yönündedir. Şüphesiz bu yaklaşımın ortaya çıkmasında olayları daha geniş ilişkiler ağı içerisinde incelemeyi öngören yeni tarih anlayışının etkisi vardır. Bu yaklaşımı sergileyen bazı mecmua yazarları makalelerinde Osmanlı tarihinin ihmal edilen yönlerini aydınlatmaya yarayacak kaynakları aktarmaya özellikle önem göstermişlerdir[75] .
Ahmed Refik, Osmanlı içtimai hayatının bir parçası olarak padişahların özel hayatını yazmak isteyen bir tarihçinin Osmanlı tarihlerinde bu konuda yeteri kadar bilgi bulunmadığı için zorlanacağını ifade etmiştir. Ona göre Osmanlı tarihçileri, bu tür bilgilerin çokça yer aldığı hatırat türü eserler kaleme almayı düşünememişlerdir. Osmanlı tarihlerinin çoğunda padişahların hususi hayatları, fikirleri ve sözleri tesadüfen kaydedilmiş bir iki cümleyle sınırlı kalmıştır. Ahmed Refik, Osmanlı tarihlerince ihmal edilen bu konuların Avrupalı sefirlerin seyahatnameleri, Osmanlı padişahlarını gören ve huzura çıkan sefirlerin resmî sefaretnameleri ve özel seyahatnamelerle kısmen aydınlatılabileceğini ifade etmiştir. Bu nedenle mecmuadaki bazı makalelerinde Osmanlı tarihine bu konularda katkı sağlayan Madam Montequ’nun[76] ve Sultan Abdulmecid’in doktoru Spitzer’in mektuplarını aktarmıştır[77]. O, Osmanlı tarihlerine bu yönde katkı sağlayabileceği düşüncesiyle hatt-ı hümayunların önemine vurgu yapmıştır. Ona göre hatt-ı hümayunlar, padişahların devlet idaresindeki iktidarları, düşünce tarzları ve kanun devleti uygulama şekillerini kısmen göstermeleri açısından kıymetlidirler[78]. Ahmed Refik, mecmuada kaleme aldığı bazı makalelerinde Fatih Dönemi’ne ait Mevâcib-i Mülâzımân-ı Dergâh-ı Âlî, Matbah-ı Âmire, Kocaeli, Sultanöyüğü, Teke vilayeti vakıf defterleri ve Kanuni Sultan Süleyman’ın son dönemine ait İstanbul’un iaşe ve ticari durumunu içeren belgeleri aktarmış ve bu belgelerden ait oldukları yerlere dair ticari, iktisadi, siyasi, coğrafi ve zirai durumlarıyla ilgili çok çeşitli bilgilerin elde edilebileceğini uygulamalı olarak göstermeye çalışmıştır[79] .
Efdaleddin Bey[80], İbrahim Mütereffika matbaasından önce ve sonra basılan eserleri tetkik ettiği makalesinde, Osmanlı tarihçilerinin daha çok siyasi olaylarla alakadar olup içtimai ve medeni tarihe önem vermemeleri dolayısıyla bu konuyla ilgili yeterli bilgiye ulaşamadığını ifade etmiştir[81] .
Necib Asım, III. Selim’in şiirlerini aktardığı makalesinde, edebiyatımızda fetihname ve zafername türü eserlere çokça rastlandığı hatta en adi vakalar büyütülerek abartıldığı halde vatanın düçar olduğu felaketlere hemen hiç yer verilmediğini ifade etmiştir[82] .
Ali Emîrî Efendi’nin[83] Osman Bey’den Fatih’e kadar Osmanlı şehzadelerinin eğitimi ve Sultan IV. Mehmed ile Afife Kadın’ın birbirlerine yazdıkları şiirleri aktardığı makaleleri de tarihlerimizde bahsedilmeyen konular kapsamında kaleme alınmıştır[84] .
Encümen’in Bahriyeli üyesi Safvet Bey, Katip Çelebi dışında bütün Osmanlı tarihçilerinin bahriye olaylarını ihmal ettiklerini, arşivlerimizde bu olaylarla ilgili birçok belge bulunduğu halde Osmanlı tarihlerinde yeteri kadar yer almadığını, yazılanların ise çok yüzeysel olup çoğunun da yanlış olduğunu ifade etmiştir. Ona göre bunun nedeni, bu olayların çoğunlukla kulaktan dolma bilgilerle veya Avrupalıların yazdıklarından ağır sözlerin temizlenmesi suretiyle yazılmış olmasıdır[85]. Osmanlı bahriyesinin üzerine çöken sis perdesinin ancak arşiv belgeleriyle kalkabileceğini ifade eden Safvet Bey, bütün makalelerinde Osmanlı ve Avrupa kaynaklarındaki yanlış bilgileri belgelerle tashih etmeye çalışmıştır[86]. Eski kayıtlarımızı tutan ve saklayan atalarımıza rahmet dileyen Safvet Bey’e göre eğer müverrih ve tarihlerimize kalsaydık ne tam bir şey okuyabilir ne de doğruca bir şey yazabilirdik[87] .
Mehmed Arif’in ifadelerinden Osmanlı tarihlerinde özellikle sakıncalı bazı konularda yeterli bilgi yer almadığı hatta bu konularda eksik ve yanlış bilgilerin aktarıldığını anlıyoruz. O bu konuya Şehzade Sultan Cem’in Avrupa’da geçirdiği hayatını örnek vermiştir. İdris-i Bidlisi tarafından kaleme alınan Heşt Behişt, bu olaya yakın bir zamanda yazılmış olmasına rağmen konu ile alakalı verilen bilgi çok az, eksik ve hatta hakikate uygun değildir[88] .
Mecmua’da ilk dönem Osmanlı tarihlerinin yetersizliği dolayısıyla üzerinde durulan konulardan birisi de, Anadolu Beylikleri tarihi olmuştur. Bununla özellikle asarıatika ve meskûkât bilgilerine ulaşmak suretiyle dönemin kaynaklarının zenginleştirilmesi hedeflenmiştir. Çünkü Osmanlı Beyliği’nin kurulup devletleştiği coğrafyada iletişim içerisinde olduğu komşu beyliklerle ilgili Osmanlı tarihlerinde yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır[89]. Diğer beyliklerle ilgili elde edilecek bilgiler Osmanlı Devleti’nin kuruluş şartlarının bilinmesi açısından da ayrıca önemlidir. Mecmua’da Anadolu Beylikleri ile ilgili makaleleri daha çok Ahmed Tevhid kaleme almıştır[90]. Ancak Halil Edhem de bu konuyla alakalı çok kıymetli makaleler yazmıştır[91]. Her iki yazarın kaleme aldığı makalelerde Osmanlı tarihine kaynaklık edebilecek çok sayıda asarıatika/kitabe ve meskûkât bilgisine yer verilmiştir. Evliya Çelebi dışında Osmanlı tarihlerinde asarıatika/kitabe bilgisi aktaran Osmanlı tarihçisi hemen hemen yok gibidir[92] .
Mecmua’nın son dönem yazarlarından Nahid Sırrı[93] tarafından özetle aktarılan iki yabancı eser de Osmanlı sosyal tarihine ışık tutması açısından önemli bulunmuştur. Bu eserlerden ilki Bükreş Üniversitesinin dünyaca ünlü profesörlerinden Nicolae Iorga’nın(1871-1940)[94] Sorbon’da verdiği beş konferansın Doğu Avrupa’daki Fransız Seyyahları[95] adıyla kitaplaşmış hâlidir. Eserde, 15-19. yüzyıllar arasında Osmanlı topraklarında seyahat etmiş ve buna dair eser bırakmış Fransız seyyahlarının biyografileri ve seyahatnameleri tetkik edilmiştir[96]. Makalede, 15-19. yüzyıllar arasında Osmanlı topraklarında seyahat etmiş toplam 86 seyyah ve seyahatnameleri ile ilgili özet bilgi verilmiştir. Bu bilgiler arasında seyyahların kim oldukları ve Osmanlı memleketinin nerelerine seyahat ettikleri, buralarla ilgili ne tür bilgiler verdikleri ve bu bilgilerin kıymeti ile ilgili tespitler yer almaktadır. Her yüzyılın sonunda bahsedilen seyyahların yaklaşımları genel olarak değerlendirilmiştir.
Nahid Sırrı, diğer makalesinde Romanyalı Andre Otetea’nın Oslo’da gerçekleşen Uluslararası Altıncı Tarih Kongresi’nde sunduğu çalışmayı konu almıştır[97]. Otetea, Napoli’de yaptığı araştırmada devletin arşivinde muhafaza edilen Sicilyateyn Krallığı Hariciye Evrakı 183-259 arası ciltlerinden yararlanmıştır. Bu ciltler üzerinde “Dışişleri-İstanbul” yazmaktadır ve sefaretin kuruluşundan lağvına kadarki evrakı (1740-1860) kapsamaktadır. Bunun dışında Otetea, “societa Napoletana di storia Patria” ismiyle kurulan tarih kurumunda bulunan ve üç mensubu 1747-1820 arasında İstanbul’da sefaret görevinde bulunmuş Ludolf ailesinin bütün evrakını da görmüştür. Otetea’nın bu çalışması da Osmanlı sosyal hayatı hakkında önemli veriler içermesi açısından kıymetli bulunmuştur[98] .
Yukarıda referans gösterilen Mecmua makaleleri göz önünde bulundurulduğunda anlaşılmaktadır ki Osmanlı tarihlerinin ihmal ettikleri konulara ilgi artmış, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tarihin konuları ve kaynakları genişlemiş, önceki tarihlerde değinilmeyen konulara daha çok yer verilerek eksikler giderilmeye çalışılmıştır.
III. Avrupa Tarihlerine Yöneltilen Eleştiriler
Mecmua’da Osmanlı tarihlerine yöneltilen eleştiriler boyutunda olmasa da Avrupa tarihlerine de eleştiriler yöneltilmiştir. Bu kapsamda Avrupa tarihlerini en çok eleştiren mecmua yazarı Safvet Bey’dir. O, makalelerinde Osmanlı tarihleri ile beraber Avrupa tarihlerinin eksik, yanlış ve yanlı rivayetlerine dikkat çekmiştir. Safvet Bey makalelerinde Avrupa tarihlerinin içine düştükleri çifte standardı, büyük olayları küçük sebeplere bağlamalarını, düzmece masallarını ve asılsız iddialarını eleştirmiştir. Ona göre Avrupa tarihlerinin Malta şövalyelerinin İslam hacı ve tüccarlarına yaptıkları zulümleri alkışlarken Garp Ocaklarında faaliyet gösteren Oruç, İshak, Hızır/Barbaros ve Turgut Gazilerin Akdeniz yalılarını kasıp kavurduklarını iddia etmeleri bir çifte standarttır. Yine Fransızların bizimle anlaşmalarına rağmen düşmana yardım etmeleri aynı şekilde çifte standarttır[99]. Kıbrıs’ın fethinin gerçek nedenleri arşiv belgelerinde aşikâr bir şekilde görülürken bu büyük olayın uydurma masallarla izah edilmesi doğru değildir[100]. İnebahtı Deniz Muharebesi ile ilgili anlatılanlar, diğer Avrupa tarihleri ile bile çelişmektedir[101]. Kendi arşiv belgelerimiz yanında Avrupa tarihlerinin el sözü mesabesinde olduğunu ifade eden Safvet Bey, elbette kendi vesikalarımıza güvenmemiz gerektiğini ifade eder. Çünkü vesikalarımız, devletin o günlerde güttüğü siyaseti ve Divan-ı Hümayun’dan çıkan resmî kararları açıkça göstermektedir[102] .
Meskûkâtçı Ali Bey, sancağımızdaki ay-yıldızın menşeini tetkik ettiği makalesinde, Tarih-i Kostantiniye adlı eserde yer alan hilalin Bizanslılara mahsus bir alamet olup oradan Rumlara ve sonra Türklere geçtiği iddiasını mesnetsiz bulmuştur. Ay ve yıldızın hem doğuda hem de batıda kullanımını ayrıntılı bir şekilde inceleyen Ali Bey, ay-yıldız ilk defa Orhan Bey Dönemi’nde Osmanlı sancağında görüldüğünde Bizanslılarda hilalin çoktan bırakılıp haçın hâkim olduğunu, dolayısıyla Bizans’tan geçtiği tezinin doğru olamayacağını, Osmanlı hilalinin ayrı bir serüveni olduğunu ortaya koymuştur. Aynı makalede Osmanlı sancaklarının rengini tartıştığı bölümde, Hammer’in Türklerin kan dökmeyi sevdiklerinden sancak ve bayraklarında kan kırmızısını tercih ettiği safsatasını yine Osmanlı’da kullanılan renklerin çeşitliliğini ayrıntılı bir şekilde inceleyerek reddetmiştir[103]. Bu durum bilimsel usullerle yazdığı Osmanlı tarihi takdir edilse bile Hammer’in de zaman zaman hislerine kapıldığını ve rivayetlerine ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini göstermektedir[104] .
Ahmed Refik, Avrupa tarihlerinin III. Selim ve II. Mahmut’ta görülen yüksek düşünce ve ıslahat kabiliyetlerinin yabancı kökenli annelerine bağlamalarını eleştirmekte, diğer padişahlar ve anneleri ile bu padişahların icraatlarını karşılaştırmak suretiyle bu iddianın asılsızlığını göstermektedir. Ancak Ahmed Refik’e göre bu efsane artık bir kere ortaya çıkmıştır ve ortadan kalkması mümkün değildir[105] .
Halil Edhem, Avrupalıların Osmanlı memleketlerine düzenledikleri seyahatlere dair yazmış oldukları seyahatnamelerde çoğunlukla garaz ve tarafgirlik yapmakla birlikte bazen bilmediğimiz bazı bilgileri de aktarabildiklerini ifade etmiştir. Reınhold’un seyahatnamesini bir dereceye kadar tahrifattan uzak bulan Halil Edhem, onun Osmanlı şehirleriyle ilgili verdiği bilgilerin bizim için kıymetli olabileceğini hatırlatmıştır[106]. Bu tespitler, Avrupa tarihlerinden yararlanılması gerektiğini ancak garazkâr ve tarafgir yaklaşımlara karşı da uyanık olunması gerektiğini göstermektedir.
SONUÇ
Mecmua’da Osmanlı ve Avrupa tarihlerine yönelik olarak yapılan eleştiriler göz önünde bulundurulduğunda şu hususlar dikkat çekmektedir: Özellikle ilk dönem Osmanlı tarihleri çoğunlukla belgelere göre değil rivayetlere göre yazıldığı için eksik ve yanlışlarla doludur. Lüzumsuz tekrar ve gereksiz teferruat çok fazladır. Buna dönemin felsefesi ve kişisel zafiyetler de eklendiğinde sorun daha da büyümüştür. Bu yaklaşım Encümen’in tarihin kaynaklarına ulaşarak tarihin hizmetine sunma konusuna yoğunlaşmasına neden olmuş, bunun sonucunda Mecmua makalelerin yarısından fazlasında Türk tarihine katkı sağlayacak arşiv belgeleri, kitabeler, meskûkât, yazmalar ve başka dillerden yapılan tercümeler aktarılmıştır.
Osmanlı tarihleri, Osmanlı hanedanı merkeze alınarak yazılmıştır. Hatta bey, padişah veya sultan merkezli bir tarih yazımı gerçekleştirildiğini söylesek yanlış olmaz. Bu nedenle Osmanlı tarihlerinde Karamanoğulları Beyliği ile ilgili objektif bilgiler yer almaz. Osman Bey’in büyük oğlu Alaaddin Bey ile ilgili yetersiz ve çelişkili bilgilerin yer alması, bu bakış açısının bir ürünüdür. Cem Sultan’ın Avrupa’daki hayatıyla ilgili Osmanlı tarihlerinde yeterli bilgiye ulaşılamaması da bu bakış açısının bir ürünüdür. Osmanlı tarihlerinin Padişah merkezli bir bakış açısıyla yazılması, diğer hanedan üyelerinin hayatı ve faaliyetleriyle ilgili detayların göz ardı edilmesine ve devlet için tehlike oluşturan diğer Anadolu beyliklerinin yerilmesine, tarafgir ve mübalağalı yaklaşımlar sergilenmesine neden olmuştur. Yine devlet ebed müddet anlayışının hâkim olması, devletin yönetim şeklinin kutsanmasına, ortaya çıkan diğer yönetim anlayışlarının yerilmesine neden olmuştur. Osmanlı tarihlerindeki hanedan merkezli, tarafgir ve yer yer mübalağalı bu yaklaşım, tarihin objektiflik ilkesine aykırı bulunmuştur. Bu durum Mecmua’da Osmanlı tarihlerince ihmal edilen konulara daha çok yer verilmesine neden olmuştur.
Fatih Dönemi’nden itibaren İran’dan gelen şehnameciler yoluyla Osmanlı tarihçiliğine giren mübalağalı ve tumturaklı üslup, uzun yıllar etkili olmuş, bu şekilde yazılan eserlerde tarih edebiyata feda edilmiştir. Dil ile ilgili eleştirilerde ön plana çıkan bu yaklaşım, tarihin halk için yazılmaya başladığı süreçte, sade ve anlaşılır bir üslupla tarih yazma gayretlerinin artmasına neden olmuştur.
Çok azı dışında Osmanlı tarihlerinde tenkit usulü uygulanmamıştır. Vakanüvisler eserleriyle bir vukuat silsilesi oluştursalar da sebep sonuç ilişkisi ile dünden bugüne, bugünden yarına intikal yolunu tutmamışlardır. Usulle ilgili bu eleştiriler, tenkit yöntemlerinin zamanla daha etkili bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır. Bunun sonucu olarak Mecmua’da Osmanlı tarihlerinde yer alan rivayetlerin ulaşılabilen yeni kaynaklarla tashih edilmesi yöntemine önem verilmiştir. Mecmua’da en çok görülen tenkit yöntemi kaynakların karşılaştırılması yöntemidir. Bu nedenle kaynaklar tenkit süzgecinden geçirilmeye ve edisyon-kritik yapılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde özellikle Mükrimin Halil ve Akçuraoğlu Yusuf tarafından kaleme alınan makalelerde daha geniş ilişkiler ağı içerisinde ve daha etkili tenkit usullerinin uygulandığı görülmektedir.
Osmanlı tarihleri daha çok siyasi ve askerî olaylara yer vermiş, içtimai, iktisadi, ticari, edebî, medeni ve kültürel konuları ihmal etmişlerdir. Tarihin kapsamı ile ilgili bu eleştiri, zamanla başta sosyal ve ekonomik hayat olmak üzere diğer alanlardaki monografik çalışmaların artmasını sağlamıştır.
Avrupa tarihlerinde eksik, yanlış, uydurma bilgi ve iddialarla beraber garazkâr ve tarafgir yaklaşımların yer aldığı eleştirisi, bilimsel tarihçilik alanında meydana gelen büyük gelişmelere rağmen Avrupa tarihlerine ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini göstermektedir.
Yazılış tarzı ve muhtevası itibariyle nispeten kıymet atfedilebilecek eserler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlanmıştır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Mecmua yazarlarından Abdurrahman Şeref, Ahmed Tevhid, Safvet Bey, Necib Asım, Ahmed Refik, Halil Edhem, Meskûkâtçı Ali, Ali Fuat, Mükrimin Halil ve Akçuraoğlu tarafından kaleme alınan makalelerde eleştirilerin kaynağa dayalı tarih yazımı, kaynakların karşılaştırılması, edisyon kritik yöntemlerinden iç ve dış tenkit yöntemlerinin etkili bir şekilde kullanıldığı sürece doğru bir gelişme göstermektedir. Bu süreçte tarih telakkisinin gelişimine paralel olarak olayların geniş perspektifli bakış açılarıyla ve geniş ilişkiler ağı içerisinde ele alınmaya başlandığı, tarihin alanının yatay ve dikey düzeyde genişlediği görülür. Bu durum, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bilimsel tarih yazıcılığında alınan mesafeyi göstermektedir.
KAYNAKÇA
Abdurrahman Şeref, Tarih Musâhabeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1339.
Abdurrahman Şeref, “Sokullu Mehmed’in Evail-i Ahvali ve Ailesi Hakkında Bazı Malumat-Cevherü’l-Menakıb”, TOEM, S 29, s.258.
Abdurrahman Şeref, “Tarih-i Osmani”, Sabah, No: 7071, 2 Haziran 1909, s.2.
Abdurrahman Şeref, “Topkapı Saray-ı Humayûnu”, TOEM, S 5, 1 Kanun-ı Evvel 1326/ 14 Aralık 1910, s.279.
Ahmed Refik, “Ahmed-i Salis Devrine Dair Madam Montequ’nun Mektupları”, TOEM, S 19, 1 Nisan 1329/14 Nisan 1913, s.1207.
Ahmed Refik, “Sultan Abdulmecid Han’ın Sarayında Doktor Spitzer Hatıratı”, TOEM, S 34, 1 Teşrin-i Evvel 1331/14 Ekim 1915, s.599.
Ahmed Refik, “Fatih Devrine Ait Vesikalar”, TOEM, S 49:62, s.1-58.
Ahmed Refik, “Tevarih-i Âl-i Osman”, TTEM, S 14 (91), 2, 69.
Ahmed Refik, “Fatih zamanında Kocaeli”, TTEM, S 1 (78), s.25-36.
Ahmed Refik, “Hazine-i Evrak Tetkikatı: 1284/1867 Bulgar İhtilali”, TTEM, S 9 (86), s.164.
Ahmed Refik, “Fatih Zamanında Sultan Öyüğü”, TTEM, S 3 (80), 1 Mayıs 1340/ 1 Mayıs 1924, s.129-141.
Ahmed Refik, “Fatih Zamanında Teke İli”, TTEM, S 2 (79), s.65-84.
Ahmed Refik, “Sultan Süleyman-ı Kanuni’nin Son Senelerinde İstanbul’un Usul-i İaşe ve Ahval-i Ticariyesi”, TOEM, S 37, s.23-42.
Ahmed Refik, “Hazine-i Evrak Vesaikine Nazaran Türkiye’de Katolik Propagandası”, TTEM, S 5 (82), 1 Eylül 1340/1 Eylül 1924 (14. Sene), s.267.
Ahmed Refik, “Mahmud-ı Sâni’nin Validesi”, TTEM, S 10 (87), 1 Temmuz 1341/1 Temmuz 1925, s.217-224.
Ahmed Refik, “Osmanlı İmparatorluğunda Meskûkât”, TTEM, S 7 (84), 1 Kanun-ı Sani 1341/1 Ocak 1925; S 10 (87), s.248.
Ahmed Refik, “Sultan Abdulmecid Han’ın Sarayında Doktor Spitzer Hatıratı”, TOEM, S 34, s.599, 602.
Ahmed Refik, “Sultan Murad-ı Râbi’in Hatt-ı Humayunları”, TOEM, S 39, s.129.
Ahmed Tevhid, “Bursa’da Umur Bey Camii Kitabesi”, TOEM, S 14, s.865.
Ahmed Tevhid, “Rum Selçuki Devletinin İnkırazıyla Teşekkül Eden Tevaif-İ Mulûk”, TOEM, S 1, s.35.
Ahmed Tevhid, “Saruhan ve Aydın Oğulları”, TOEM, S 10, s.621-622.
Akbayrak, Hasan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tarih Yazımı, Kitabevi, İstanbul 2012.
Akçuroğlu Yusuf, “Asr-ı Hâzır Tarihine Dair Araştırmalardan: Osmanlı Devleti Umumi Harpte Bî-taraf Kalabilir miydi?”, TTEM, S 13:18, 1927, s.2- 11.
Akpınar, Turgut, “Iorga, Nicolae”, DİA, 22. Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, s.359-361.
Akün, Ömer Faruk, “Ahmed Vefik Paşa”, DİA, 2. Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, s.143-157.
Akyıldız, Ali, “Subhi Paşa, Abdüllatif”, DİA, 37. Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, s.450-452.
Ali Emiri, “Şahane bir Fıkra-i Tarihiye ve Edebiye-I”, TOEM, S 27, s.129- 134.
Ali Emiri, “Şahane Bir Fıkra-i Tarihiye ve Edebiye-II”, TOEM, S 29, s.266- 271.
Ali Fuat, “Mansurîzade Mustafa Paşa ve Netâyicülvukuât”, TTEM-Yeni Seri, S 1, s.42-66.
Ali, “Sancağımız ve Ay Yıldız Nakşı”, TOEM, S 46, 1 Teşrin-i Evvel 1333/1 Ekim 1917; S 47, 1 Kanun-ı Evvel 1334/1 Aralık 1918; S 48, s.378-379.
Arıkan, Zeki, “Târih-i Cevdet”, DİA, 40. Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, s.75.
Çalen, Mehmet Kaan, II. Meşrutiyet Döneminde Türk Tarih Düşüncesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2013.
Dilek, Kaan, “Şerefeddin Ali Yezdî”, DİA, 38. Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, s.550-552.
Efdaleddin, “Memalik-i Osmaniye’de Tabâatin Kademi”, TOEM, S 40.
Gökman, Muzaffer, Tarihi Sevdiren Adam: Ahmed Refik Altınay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1978.
Halil Edhem, “Âl-İ Germiyan Kitabeleri”, TOEM, S 2, s.112.
Halil Edhem, “İstanbul’da En Eski Osmanlı Kitabesi”, TOEM, S 8, s.484.
Halil Edhem, “Karaman oğulları Hakkında Vesaik-i Mahkûke”, TOEM, S 14, s.881.
Halil Edhem, “Kara Mustafa Paşa’nın Şopron Şehri Ahalisine Beyannamesi”, TOEM, S 15, s.924-937.
Halil Edhem, “Sultan Kayıtbay Namına Bir Top”, TOEM, S 45, s.132.
Halil Edhem, “Bibliyografya”, TOEM, S 26, 1 Haziran 1330/14 Haziran 1914.
Halil Edhem, Fihrist-i Umûmî, Devlet Matbaası, İstanbul 1928.
Hasan Baktir, “Lady Montagu’nun Türkiye Mektuplarına Etnografik bir Bakış”, Uluslararası Karşılaştırmalı Edebiyat Dergisi, S 1, 1 Temmuz 2016, s.13.
Hüseyin Hüsameddin, “Koca Mehmed Paşa”, TOEM, S 37, s.43-49; S 38, s.117-122.
Hüseyin Hüsameddin, “Alaaddin Bey”, TTEM, S 5 (82), s.307-318; S 6 (83), s.380-384.
Hüseyin Hüsameddin, “Sultan Altunbaş”, TTEM, S 11 (88), s.305-326.
Hüseyin Hüsameddin, “Orhan Bey Vakfiyesi”, TTEM, S 17 (94), s.284-301.
Hüseyin Hüsameddin, “Molla Fenari”, TTEM, S 18 (95), s.368-383.
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihçiliği Üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1991.
İbnülemin Mahmud Kemal, “Meşâhir-i Mechûle”, TTEM, S 13:18, 1927, s.37-38.
İnalcık, Halil, “Tükiye’de Modern Tarihçiliğin Kurucuları”, Muhafazakar Düşünce, S 7, Kış 2006, s.1-44.
İnalcık, Halil, “Osmanlı Tarihinde Dönemler”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, S 51, Kasım, Aralık, Ocak 2009, s.15-16.
İnalcık, Halil-Arı, Bülent, “Klasik Dönem Osmanlı Tarihçiliği”, Türkiye’de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin, Ahmet Şimşek, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013, s.110-112.
İskender Yanko Hoçi, “Şehzade Halil’in Şergüzeşti”, TOEM, S 7, s.445.
Mehmed Arif, Tefrika: Vakıât-ı Sultan Cem-Mukaddime, TOEM, S 25, s.33.
Mehmed Arif, “Hamid Oğulları”, TOEM, S 15, 1 Ağustos 1328/14 Ağustos 1912, s.947.
Mehmed Arif, “Silsile-i Vukuat-ı Devlet-i Aliyye’de 1142 Senesi Hadisatı”, TOEM, S 1, s.54-63.
Mehmed Arif, “Vâkıât-ı Sultan Cem, Mukaddime”, TOEM, S 25, s.A.
Mirgün, Ali Seydi, “Sadrazam Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, Tanin, No: 265, 29 Mayıs 1909, s.3.
Nahit Sırrı, “Şark-ı Karipteki Fransız Seyyahları Hakkında Bir Eser”, TTEMYeni Seri, S 1 s.71.
Nahit Sırrı, ” İstanbul’da Sicilyateyn Elçileri”, TTEM-Yeni Seri, S 3, s.67- 72.
Necib Asım, “Osmanlı Tarihnüvisleri ve Müverrihleri”, TOEM, S 1, 1 Nisan 1326/14 Nisan 1910, s.41.
Necib Asım, “Mesihi Divanı, Divanlarımızdan Tarihçe Nasıl İstifade Edilir?”, TOEM, S 5, s.300.
Necib Asım, “Hoca Tahsin”, TTEM, S 13:18, 1927, s.57.
Necib Asım, “Vatanperverlik Temasil-i Şahanesi”, TOEM, S 28, s.198.
Necib Asım, “Tarih-i Osmani, Hüseyin Cahid Bey’e”, Tanin, No: 268, 1 Haziran 1909, s.3.
Oral, Mustafa, Türkiye’de Romantik Tarihçilik, Asil Yayın, Ankara 2006.
Ortaylı, İlber, Tarih Yazıcılık Üzerine, Cedit Neşriyat, Ankara 2011.
Özcan, Abdülkadir, “Mustafa Nuri Paşa”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, C 31, s.342-343.
Özgen, Yüksel, “Belleten Dergisinin Cumhuriyet Dönemi Türk Tarihçiliğindeki Yeri”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı Sempozyumu Bildiriler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2011, s.619-628.
Safvet, “Bahreyn’de Bir Vak’a”, TOEM, S 18, s.1139-1145.
Safvet, “Bahr-i Hazar’da Osmanlı Sancağı”, TOEM, S 14, s.857-861.
Safvet, “Bir Osmanlı Filosunun Sumatra Seferi”, TOEM, S 10, s.604-614.
Safvet, “İkinci Cerbe Harbi Üzerine Vesikalar”, TOEM, S 1, 1 Nisan 1326/14 Nisan 1910, s.20-26.
Safvet, “Koyun Adaları Önündeki Deniz Harbi ve Sakız’ın Kurtarılışı”, TOEM, S 3, s.155-177.
Safvet, “Nakşe/Naksos Dükalığı, Kiklad Adaları”, TOEM, S 23, s.1444- 1457.
Safvet, “Ragoza/Dubrovnik Cumhurluğu”, TOEM, S 17, s.1063-1065.
Safvet, “Sıngın/İnebahtı Donanma Harbi Üzerine Bazı vesikalar”, TOEM, S 9, 1 Ağustos 1327/14 Ağustos 1911, s.560.
Safvet, “Yusuf Nâsî”, TOEM, S 16, 1 Teşrin-i Evvel 1328/ 14 Ekim 1912, s.982.
Safvet, “Zeyl”, TOEM, S 4, s.217-222.
Şakiroğlu, Mahmut, “Memleketimizde Toplu Tarih Çalışmaları-I”, Tarih ve Toplum, Aralık 1986, S VI/36, s.45.
Şeşen, Ramazan, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul 1998, s.20-21.
Tarih-i Osmani Encümeni Talimat Sureti, TOEM, S 1, 1 Nisan 1326/14 Nisan 1910, s.5.
Tarih-i Osmanî Encümeni, “İfade-i Meram”, TOEM, S 1, 1 Nisan 1326/14 Nisan 1910, s.1.
Yinanç, Mükrimin Halil, “Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik”, Milli Tarihin İnşası, Haz. Ahmet Şimşek, Ali Satan, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2017, s.89-120.