GİRİŞ
1864 Cenevre Sözleşmesi[1] ’nden sonra savaşta yaralanan veya hasta olan askerlerin tedavisi için başta Avrupa olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde birbiri ardına Kızılhaç/Kızılay toplulukları kurulmaya başlanmıştı. Bunların önde gelenlerinden Alman Kızılhaç’ı (Das Deutsche Rote Kreuz[2] ) kuruluşundan kısa bir süre sonra Avrupa’nın en büyük yardım organizasyonları arasına girmeyi başarmış ve yürüttüğü çalışmalarda sosyal yardım (Volkswohlfahrt) prensibini esas aldığı için ülkedeki pek çok kesimden destek görmüştü. Bu destek sayesinde Afrika’dan Japonya’ya, Rusya’dan Trablusgarp’a kadar birçok bölgeye gönüllü sağlık personeli gönderen DRK, yardım sağladığı ülkelerdeki Kızılhaç/Kızılay topluluklarıyla da büyük bir uyum içerisinde çalışmıştı[3] .
Alman Kızılhaç’ı kuruluş amacına sadık kalarak örneğin Sırp-Bulgar Savaşı (1885), Boer Savaşı (1899-1902) ve Rus-Japon Savaşı (1904-05)’nda her iki tarafa sağlık personeli ile sağlık ve gıda malzemesi desteğinde bulunduğu gibi Osmanlı-Rus Savaşı/93 Harbi (1877-78), Osmanlı-Yunan Savaşı (1897), Trablusgarp Savaşı (1911-12) ve Balkan Savaşları (1812-1813)’nda da Cenevre Sözleşmesi uyarınca cephelerde yer almıştı. Osmanlı cephelerinde ilk tecrübesini 93 Harbi ile yaşayan Alman Kızılhaç’ı, savaşın hemen başında her iki tarafa da yardım teklifinde bulunmuş; hem Rus Kızılhaç’ı, hem de Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti bu yardım teklifini kabul etmişti. Bunun üzerine biri St. Petersburg’da diğeri de İstanbul’da olmak üzere iki ayrı bölgede istasyon oluşturan DRK’nin Türk tarafına bu savaşta yaptığı destek, sonraki savaşlarda yaptığı desteklerle kıyaslandığında, oldukça düşük seviyede kalmıştı. Ancak her hâlükârda, ilki 27 Ağustos 1877’de (34 sandık), ikincisi 1878 yılının ilk günlerinde (70 sandık) ve üçüncüsü de 13 Şubat 1878’de (21 koli) İstanbul’a başta sağlık olmak üzere gıda ve giyecek malzemelerinin yanında toplam 12 bin Mark da nakit para göndermişti[4] .
Aynı şekilde Osmanlı-Yunan Savaşı’nda da, her iki tarafa yaptığı yardım teklifine olumlu yanıt alan DRK, Almanya’nın farklı üniversitelerinde görev yapan doktorların yönetiminde Atina ve İstanbul’a sağlık ekipleri göndermiştir. Prof. Dr. Nasse (Berlin) yönetiminde İstanbul’a gönderilen ekipte Tübingen’den Dr. Küttner ile Rauhen-Hause Hamburg’dan üç hasta bakıcı (Vollmer, Haun ve Koch) ve Kızılhaç Bayern Kadın Birliği (Bayerischen Frauenverein vom Roten Kreuz)’nden beş hemşire bulunuyordu. DRK ekibi, Merkez Komitesi’nin emriyle 9 Mayıs’ta Berlin’den hareket etmiş ve 12 Mayıs 1897 tarihinde İstanbul’a gelmişti. Ekip İstanbul’a gelirken beraberinde gerekli miktarda sargı malzemesinin yanında dezenfeksiyon makinesiyle bir de röntgen cihazı getirmişti. Sultan’ın özel misafiri olarak Yıldız Sarayı’na yakın bir yerde ikamet eden Alman sağlık çalışanları Yıldız Hastanesi’nin hemen yanında inşa edilen bir askerî hastanede (baraka) cepheden getirilen 88’i ağır, 116’sı hafif olmak üzere toplam 204 yaralı askerin tedavisiyle ilgilenmişlerdi[5] .
Trablusgarp Savaşı başladığında Alman Kızılhaç’ı yine geleneksel yardım anlayışına bağlı kalarak her iki tarafa da yardım teklifini iletmişti. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti bu teklife olumlu cevap vermişken, İtalya yardım kabul etmeyeceğini duyurmuştu. DRK Merkez Komitesi’nin 4 Aralık 1911 tarihli kararıyla Osmanlı cephesine gönderilecek sağlık ekibinde üç doktor (Başhekim Tübingen Üniversitesi’nden Prof. Dr. Göbel, Dr. Fritz Ludwigsburg ve Berlin Şehir Hastanesi’nden Prof. Dr. Schütz), on iki hasta bakıcı ve hemşire, üç eczacı, bir kimyacı, bir elektrik teknisyeni, bir tesisatçı, bir boyacı ve bir de marangoz bulunuyordu. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti ve bölgedeki askerî yetkililerin önerisiyle Aziziye yakınlarındaki Garyan Kasabası’nda yaklaşık beş aylık bir çalışma yürüten ve kendi imkânlarıyla oluşturdukları Alman Askerî Hastanesi’nde (sahra) yaralı askerlerin yanında sivil halkın da tedavisiyle ilgilenen DRK ekibi, bölgede kaldığı süre zarfında 11’i Alman (bunların 8’i DRK çalışanı), 2’si İngiliz, 7’si İtalyan olmak üzere toplam 20 Avrupalı; 251’i asker, 49’u subay ve memur, 11’i sivil (askerî birimlerde çalışan) olmak üzere toplam 311 Türk ordusu mensubu ile bölge halkından (Arap ve Berberiler’in tamamı, Sudan’dan Tunus’a giden kervan yolu üzerindeki Bedeviler, Şerifler ve Tuaregler) toplam 719 hastayı tedavi etmişti[6] .
Balkanlar’da savaş rüzgârları esmeye başlayınca yardım hazırlıklarına başlayan Alman Kızılhaç’ı ilk defa aynı savaşta dört devlete birden yardım teklifinde bulunmuştu. Osmanlı’nın dışında Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’a yardım yapmayı planlayan DRK’nin teklifine bütün bu ülkelerden olumlu yanıt gelince beşi Osmanlı, beşi Sırbistan, ikisi Bulgaristan ve biri de Yunanistan’da olmak üzere toplam 13 istasyonda hizmet edecek sağlık ekipleri oluşturuldu. Osmanlı topraklarına gönderilecek ekipler (üçü İstanbul’da, ikisi Edirne’de) Harbiye Nezareti ve Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin uygun göreceği yerlerde sağlık hizmeti verecekti. Dr. Liebert (Berlin), Dr. Heinrich Luxembourg (Köln) ve Dr. Lothar Dreyer ile Bakteriyolog Dr. W. Geißler (Breslau) yönetiminde farklı tarihlerde İstanbul’a gelen üç DRK ekibi Gümüşsuyu, Haydarpaşa ve Beylerbeyi gibi büyük hastanelerin yanında kendilerine tahsis edilen Vefa Mektebi, Baytar Mektebi ve İstanbul Mekteb-i Sultanisi gibi savaş şartlarına bağlı olarak geçici bir süre hastaneye çevrilen mekânlarda hizmet etmişlerdi[7] .
Diğer yandan Prof. A. Hildebrandt ve Prof. Kirschner (Königsberg) gibi alanında uzman doktorların yönetiminde iki sağlık ekibini de Edirne’ye gönderen Alman Kızılhaç’ı her iki bölgede binlerce Osmanlı askerinin tedavisiyle ilgilenmiş; Berlin’de iyi bir eğitimden geçerek bölgeye gelen sağlık ekipleri, modern silahların askerlerin vücudunda meydana getirdiği ağır tahribatı (schußverletzung) cerrahi müdahalelerle tedavi etmeye çalışmışlardı. Bu şekilde sadece Gümüşsuyu Askerî Hastanesi’ne 753 kurşun yarası olan asker getirilmişti ki, bunların 425’i küçük kalibreli silahlarla, 311’i şarapnel topuyla ve 17’si Martini ve benzeri tabanca mermisiyle yaralanmıştı. Balkan Savaşları askerin düşmanla mücadelesinin yanında salgın hastalıklara karşı da amansız bir mücadele verdiği bir savaş olduğundan Harbiye Nezareti’nin girişimiyle Ayastefanos’ta oluşturulan Karantina Merkezi’nde DRK ekipleri toplam 1.030 hastayı tetkik etmiş ve bunlardan 349’unu kolera, dizanteri ve tifüs gibi rahatsızlıklardan dolayı tedavi altına almıştı[8] . Dolayısıyla bu savaş esnasında Alman Kızılhaç’ı Osmanlı cephelerinde yaklaşık 5-6 aylık süre boyunca binlerce askerin tedavisiyle ilgilendiği gibi Alman sağlık çalışanları tedavi sürecinde Türk askerinin metanetini ve Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti ile müşterek yürüttükleri çalışmalar vesilesiyle de Türk insanının yardımseverliğini yakından tanıma fırsatı bulmuşlardı.
Bu çalışmada, Balkan Savaşları’nın hemen akabinde başlayan ve Osmanlı Devleti’nin de dahil olduğu Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti’nin Erzincan, Bağdat ve İstanbul’da yürüttüğü sağlık çalışmaları[9] detaylı bir şekilde değerlendirilecektir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı cephelerinde yürütülen sağlık çalışmaları ve hususiyle de Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin faaliyetleri ile ilgili son zamanlarda oldukça fazla sayıda araştırma yapılarak ortaya çok değerli eserler konulmuştur. Ancak, bu eserlerde Alman Askeri Misyonu veya Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti’nin Osmanlı cephelerinde yürüttüğü sağlık çalışmalarına dair bilgiler birkaç cümleyi geçmemektedir. Bu yüzden ağırlıklı olarak Almanca kaynaklardan faydalanılarak hazırlanan bu çalışma ile belirtilen alanlardaki eksikliğin giderilmesi hedeflenmektedir.
I. Alman Salib-i Ahmer (Kızılhaç) Cemiyeti’nin Osmanlı Topraklarına Sağlık Ekiplerini Göndermesi
Osmanlı Devleti, Balkan Savaşları’ndan daha yeni çıkmış ve yenilginin etkisi ile ordu ve donanmasını ıslah çalışmalarına girişmişken Avrupa’daki ittifak teşebbüsleri büyük oranda şekillenmişti. Savaş öncesi iki bloka ayrılmış olan Avrupa’da kendisini yalnızlıktan kurtarmak isteyen Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa ile giriştiği ittifak teşebbüslerinden herhangi bir netice alamayınca Almanya ile görüşmelere başlamış ve 2 Ağustos 1914’te TürkAlman ittifakı imzalanmıştı. Aslında Osmanlı Devleti, savaş patlak verdiğinde tarafsızlığını ilan etmişti. Ancak Ağustos’un ilk haftasından itibaren gelişen olaylar ve Almanya’nın çabaları (ilki Goben/Yavuz ve Breslau/Midilli adlı gemilerin 28-29 Ekim 1914 gecesi Ruslara ait Odesa ve Sivastopol limanlarını bombalaması) Osmanlı’yı savaşa katılmaya sürüklemiş; bu olay üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişlerdi[10] .
Bu çerçevede genel seferberliğini ilan eden Osmanlı Devleti, askerî hazırlıklara hız vererek birliklerin ihtiyaçlarını temin etmek için gerekli tedbirleri de almaya başladı. Osmanlı ordusu Birinci Dünya Savaşı’na katılan ordular içinde askerî sağlık yapılanması ve donanımı bakımından kötü durumda değildi. Ordunun en üst sağlık yönetim birimi Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi Riyaseti’ydi ve savaşın başlamasıyla birlikte bu birim, hızlı bir yapılanma sürecine girerek her orduya tabip korgeneral rütbesinde bir müfettiş, her kolorduya tabip albay rütbesinde bir başhekim, her tümene tabip albay veya yarbay rütbesinde bir başhekim, her alaya tabip yarbay veya binbaşı rütbesinde bir hekim ve her tabura yüzbaşı veya üsteğmen rütbesinde bir tabip verilmesini planlamıştı. Harbiye Nezareti 5 Ağustos 1914’te yayınladığı talimat ile İstanbul’da bütün hastalıklar için kapasitesi toplam 10.000 kişiye ulaşacak hastanelerin tesis edileceğini duyurmuştu. Bu hastanelerin 7.000 yataklık kapasitesinin ordu, 3.000 yataklık kapasitenin ise Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından açılması düşünülmüş; yaralı ve hastaların sevkinde Ayastefanos (Yeşilköy) , Tekirdağ, Gelibolu ve Çanakkale’nin sevkiyat iskeleleri olarak kullanılmasına karar verilmişti[11] .
Bütün bu hazırlıklara rağmen Osmanlı Devleti, birden fazla cephede mücadele verdiği için cephe gerisinde yürütmeye çalıştığı sağlık hizmetlerinde kimi zaman büyük zorluklar yaşayacaktı. Bilindiği gibi Hilal-i Ahmer Cemiyeti, Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nda hasta ve yaralı askerlerin tedavi ve bakımı hususunda Harbiye Nezareti’ne büyük destek sağlamıştı. Aynı desteği Birinci Dünya Savaşı yıllarında da verecektir ancak, bu savaşta İstanbul, Çanakkale, Erzurum, Erzincan, Bağdat ve Filistin gibi farklı bölgelerde verilen mücadele nedeniyle mevcut olanakların hızla tükenmesi, Alman Salib-i Ahmer (Kızılhaç) Cemiyeti gibi uluslararası kuruluşların vereceği desteğin önemini artırıyordu[12]. Alman Kızılhaç’ı, 93 Harbi’nden itibaren Osmanlı Devleti’nin girmiş olduğu her savaşta Osmanlı cephelerinde sağlık çalışmaları yürütmüştü ve bu şekilde Alman sağlık personelinin hem Osmanlı topraklarına, hem de Türk askerlerine bir aşinalığı oluşmuştu. Birinci Dünya Savaşı başladığında Berlin’deki Merkez Komitesi yine Osmanlı cephelerine sağlık ekipleri gönderme kararı aldı. Bu kararın alınmasında Berlin’deki Genelsekreter Ludwig Kimmle’nin büyük etkisi olmuş[13] ve onun girişimiyle alanlarında her biri uzman doktor, bakteriyolog, hemşire ve hastabakıcı gibi sağlık personelinin yanında büyük miktarda sağlık malzemesi gönderilmişti[14] .
Enver Paşa 20 Aralık 1914’te Türk kuvvetlerine Sarıkamış-Umraniye istikametinde Ruslara karşı taarruz emrini verdiğinde Kafkas Cephesi’nde mücadele başlamıştı[15] ve 1915 yılının ilk günlerinde Hilal-i Ahmer Cemiyeti, beş yüz yataklı bir hastane teşkil edilecek malzemelerle birlikte Dr. Mehmed Emin Bey idaresindeki bir sağlık heyetini Gülnihal Vapuru ile Erzurum’a sevk etmişti. Trabzon üzerinden Erzurum’a gelen heyet burada teşkilatını kurduktan sonra hasta ve yaralıların tedavisiyle ilgilenmeye başladı. Bu sıralarda cephede askerler arasında hüküm süren tifüs/lekeli humma (Flecktyphus) hastalığı heyetin en büyük meşguliyetlerinden birini oluşturuyordu. Bu nedenle hastanenin laboratuvarında ordunun ihtiyacına cevap verecek şekilde bakteriyolog kursu açılarak uzman sağlık personeli yetiştirilmeye çalışıldı. Türk ordusunun soğuk, açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle büyük kayıp vermesi üzerine heyet yüz yatakla birlikte birkaç sağlık personelini Erzurum’da bırakarak malzemenin büyük kısmıyla Erzincan’a geçmiştir[16] .
Kafkas Cephesi’nde mücadelelerin başladığı ilk günlerde Alman Kızılhaç’ı savaşta gönüllü olarak hizmet edecek bir sağlık ekibini Berlin’den yola çıkarmıştı. İstanbul üzerinden Erzincan’a gidecek ekipte beş doktor (Cerrah Dr. Friedrich C. Colley[17], Charlottenburg’dan Dr. J. Joseph Stutzin, Kiel’den Dr. Paul R. Neukirch, Berlin’den Dr. Theodor Zlocisti ve Rostock’tan Dr. Hans Lindenberg), altı hemşire (Marienhaus zu Coburg’dan gelen hemşirelerden biri bakteriyoloji konusunda eğitim almıştı) ve bakım hizmetleri için DRK’nin gönüllü üyelerinden altı hasta bakıcı yer alıyordu. 21 Aralık 1914’te İstanbul’a gelen ekip üyelerini istasyonda Alman Büyükelçisi’yle birlikte Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi ve Hilal-i Ahmer üyeleri karşılamış ve ekip daha sonra Selamlık’ta Sultan tarafından kabul edilmişti[18] .
Erzincan’a gidecek Alman sağlık ekibi 9 Ocak 1915 tarihinde İstanbul’dan hareket etmiş ve zorlu kış şartları nedeniyle uzun bir yolculuktan sonra şehre ulaşabilmişti. Yaklaşık bir aylık çalışmalar neticesinde şehirde bulunan Süvari Kışlası, Alman Salib-i Ahmer Hastanesi olarak tanzim edilerek 8 Şubat 1915’te hasta kabulüne başlandı[19] .
DRK ikinci sağlık ekibini İstanbul’a gönderdi. Mayıs (1915) ayında şehre gelen ekipte beş doktorun yanında on bir hemşire ve hasta bakıcı bulunuyordu. Aynı yılın yazında ekibe üç doktor ve on hemşire/hasta bakıcı daha katıldı. Bu ekip 1916 yılında bir askeri hastane açılana kadar daha evvel Fransız Okulu olan St. Pulcherie’de görev yaptı. Alman Askeri Hastanesi’nin açılmasıyla birlikte burada göreve devam eden DRK ekibi içinde cerrahi müdahale uzmanı da bulunuyordu. DRK İstanbul İstasyonu, özellikle Çanakkale’ye yakınlığı ve kimi zaman burayı personel ve malzeme bakımından desteklemesi nedeniyle önemli bir yere sahipti ve buradaki çalışmalar savaşın sonuna değin devam etmişti[20] .
Alman Askeri Misyonu, Çanakkale Cephesi’nde kara savaşlarının başlamasıyla birlikte Alman askerler[21] için sağlık birimleri oluşturma kararı almıştı. Zira 1915 yılının sonbahar aylarında Sırpların yenilmesiyle Almanya-İstanbul arasındaki kara yolu serbest kaldığı için Almanya’dan Osmanlı topraklarına personel ve sağlık malzemesi daha rahat sevk edilebilir hale gelmişti. Askeri misyon ilk olarak Gelibolu’da bulunan Alman ve Avusturyalı askerler için bir sahra hastanesi kurma girişiminde bulundu. Hastane barakalardan inşa edilecekti ve bünyesinde salgın hastalıklarla mücadele etmek için bir de dezenfeksiyon birimi bulunacaktı[22]. Grafen Hochberg öncülüğünde kurulan Bigalı Alman Sahra Hastanesi (Deutsches Feldlazarett Bighali) Mayıs (1915) ayında faaliyete başlamıştı. Bigalı Köyü yakınlarında kurulduğu için bu isimle anılan hastane Maltepe yakınlarında bulunuyordu ve “Gelibolu Alman Kızılhaç Kampı (Feldlager der Deutschen Expedition des Roten Kreuz auf Gallipoli)” olarak da biliniyordu. Grafen Hochberg, İstanbul’daki Alman Askeri Misyonu’yla iş birliği içerisinde burada oldukça yoğun çalışmalar yürütmüş, DRK’nin daha sonra gönderdiği ekipler buraya ek barakalar inşa ederek hastanenin daha fazla yaralı ve hasta askere tedavi olanağı sunmasını sağlamışlardı[23] .
Osmanlı Devleti’nin mücadele ettiği bir diğer cephe de Irak Cephesi’ydi. Bu cephe, İngilizlerin Abadan petrollerini korumak, Türk birliklerinin Hindistan’a ulaşmasını ve bölgedeki Alman tehlikesini önlemek, Hindistan ile deniz bağlantısını sağlamak ve kuzeye çıkıp Ruslarla birleşmek amacıyla 15 Ekim 1914 tarihinde Bahreyn’i ve 23 Kasım 1914’te Basra’yı işgal etmesi üzerine açılmıştı[24]. Irak’ta savaş başladığında Hilal-i Ahmer Cemiyeti Dr. Sami Bey’in başkanlığında Bağdat’ta çalışmalara başlamış ve ilk olarak şehirde bulunan hastanenin idaresini üstlenmişti. Bundan başka, 3.000 yatak kapasiteli altı hastanenin yanında Dicle Nehri’nde sallar ve kayıklar içinde iki seyyar hastane kurulmuş; 150 yataklı başka bir hastane de ordu emrine verilmişti. Neticede Hilal-i Ahmer Cemiyeti Bağdat’ın İngilizler tarafından işgal edilişine kadar yaklaşık 20.000 hastanın tedavisiyle ilgilenmişti[25] .
DRK’nin Bağdat’a sağlık personeli gönderme durumu Berlin’deki Merkez Komitesi’nin kararından çok Harbiye Nezareti’nin talebi doğrultusunda şekillenmişti. Aslında, Genel Sekreter Prof. Ludwig Kimmle’nin isteğiyle Çanakkale’de çalışma başlatılması için bir ekip teşkil edilmiş ve Kasım (1915) ayı içerisinde İstanbul’a gönderilmişti. DRK personeli İstanbul’a ulaştıklarında Harbiye Nezareti, Irak Cephesi’nde sağlık çalışmalarına daha çok ihtiyaç duyulduğunu ve oluşturulacak bir ekibin Bağdat’taki 6. Ordunun emrinde çalışma yürütmesinin daha faydalı olacağını kendilerine iletmişti. Neticede, gerekli malzemeler temin edildikten sonra Dr. Stutzin (başhekim), Kutze (muhasip), yedi hemşire ve iki Türk tercüman 17 Şubat 1916’da İstanbul’dan Bağdat’a hareket etmiş; malzemelerin taşınması, yeni bir askeri hastanenin tesisi ve tanziminden sonra sağlık çalışmalarına ancak temmuz ayında başlanabilmişti[26] .
DRK’nin Osmanlı sınırları içerisinde sağlık çalışması yürüttüğü bir diğer bölge de Filistin’di. Kanal (Filistin/Süveyş) Cephesi, Almanların isteği üzerine açılmıştı ve bununla Osmanlı Devleti’nin Süveyş Kanalı’nı, dolayısıyla Mısır’ı yeniden ele geçirmesi amaçlanmıştı. Yapılan plana göre, Osmanlı Devleti buradaki mücadelelerde başarılı olduğu takdirde İngilizlerin Uzak Doğu’daki sömürgeleri ile bağlantısı kesilecekti. Ancak beklenen başarı sağlanamadı ve Osmanlı ordusu Suriye topraklarına kadar çekilmek zorunda kaldı. Kanal Cephesi’nde mücadeleler başladığında Hilal-i Ahmer Cemiyeti 1915 yılının Şubat ayı içerisinde Dr. Neşet Ömer Bey başkanlığındaki bir heyeti Kudüs’e göndermiş ve bu şekilde çalışmalara başlanmıştı. Kudüs dışında Hafir ve Vadi-i Sarar gibi bölgelerde teşkil edilen hastanelerde de sağlık hizmeti sunan Hilal-i Ahmer, bölgedeki faaliyetlerini 1917 yılının sonlarına kadar devam ettirmiştir[27]. Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti’nin de Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kudüs’te sağlık çalışması yürüttüğü bilinmektedir. Bu çalışmalar 1915 yılının ilk aylarından itibaren başlamıştı ve DRK, personeli içerisinde büyük tecrübeye sahip ve Çanakkale Cephesi’nde önemli hizmetlerde bulunan Grafen Hochberg’i Kudüs’e göndermekle bölgeye verdiği ehemmiyeti göstermiş oluyordu[28] .
II. Erzincan Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi
Dr. J. Joseph Stutzin, İstanbul’a geldikten sonra ekipten ayrılarak Harbiye Nezareti bünyesinde yürütülen sağlık çalışmaları kapsamında cerrahi müdahalelere danışmanlık yapmak üzere Suriye’ye geçmişti[29]. Ekibin diğer üyeleri ise Dr. Colley idaresinde 9 Ocak 1915 günü Erzincan’a hareket etti. Üç günlük tren yolculuğunun ardından Ulukışla’ya ulaşan ve bundan sonra yola atlarla devam eden DRK ekibine bu zorlu yolculukta üç Türk subayı da refakat etmişti[30]. Nihayet Erzincan’a ulaşan Alman sağlık ekibini Dr. Kenan Bey ile Dr. Rıza Bey karşılamış; daha sonra buradaki idari ve askeri makamlar, yerleşim yerlerinin biraz dışında kalan ve şehrin en güzel binalarından olan Süvari Kışlası’nı onlara tahsis etmişti. Bu binada hizmet verecek olan Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi sekiz odada elli yatak kapasitesine sahip olacaktı ve hastanenin dışında ayrıca enfeksiyon barakaları da kurulacaktı[31] .
Erzincan’a ilk olarak doktorlar gelmiş ve kendilerine tahsis edilen binada 8 Şubat 1915 tarihinde çalışmalara başlamıştı. Hemşireler ile hastane için gerekli malzemeler ise daha sonra bir Amerikan vapuruyla Trabzon’a gelmişti. Onları Trabzon’da Alman ordusundan Binbaşı Schröder ve eşi karşıladı. Burada 14 günlük beklemenin ardından atlarla Erzincan’a hareket eden hemşireler 11 Şubat’ta Erzincan’a ulaştı. Malzemelerin getirilmesi biraz meşakkatli olduysa da Trabzon’dan kiralanan hayvanlarla uzun bir uğraşının ardından Erzincan’a taşınabildi. Beklenen malzemelerin gelmesiyle Alman Hastanesi hızlı bir şekilde hazır hale getirildi ve başlangıçta iki odada 50 yatak kapasitesiyle hizmet verilen hastane, Mart ayında altı koğuşta 300 yatak kapasitesiyle daha fazla hastayı kabul etmeye başladı. DRK ekibi şehirdeki askeri ve mülki makamlarla yürütülecek çalışmalar hakkında bir bilgi alışverişinde bulunmuştu. Alman sağlık personelinin ifadesiyle, bu süreçte DRK ekibine Türk makamları daima destek olmuştur[32] .
Bağdat’a gelen DRK ekibindeki doktorlardan ikisi (Colley ve Hans Lindenberg) cerrah iken, diğer ikisi de (Neukirch ve Zlocisti) dâhiliye uzmanıydı. Hastane açılınca doktorlar daha etkin sağlık hizmeti verebilmek amacıyla kendi aralarında bir görev paylaşımı yapmışlardı. Buna göre Dr. Colley acil vakalarla ilgilenecek, Dr. Lindenberg ise ameliyathaneden sorumlu olacaktı. Dr. Neukirch ile Dr. Zlocisti şehir ahalisinden değişik şikâyetlerle hastaneye gelenleri muayene edecekti. Dr. Neukirch zamanının bir kısmını şehirdeki merkezi hastanenin laboratuvarında tifüs hastalığına dair araştırmalarla geçiriyordu. Hemşire Elisabeth röntgen odası, ameliyathane ve laboratuvarla, Hemşire Else tifüs hastalarıyla, Hemşire Hedwig humma-i racia (rückfallfieber/ relapsing fever)[33] hastalarıyla, Hemşire Anna diğer hastalarla, Hemşire Klara ikinci ameliyathaneyle ve Hemşire Emmi Mestwerdt ise laboratuvarla ilgilenecekti. Hasta bakıcı Krug hastanenin gelir ve gider işlerinin yanında malzemelerin tedarikiyle, Hasta bakıcı Kreuscher laboratuvardaki çalışmalara yardım edip enfeksiyon bölümünün ihtiyaçlarıyla, Hastabakıcı Heinze, Krause ve Fischer günlük hasta bakımları dışında hastane dışındaki işlerle ve Hasta bakıcı Gehlsen hastaneye ait eczaneyle ilgilenecekti. Gehlsen aynı zamanda hastaların yıkanması ve temizliğine refakat edecekti[34] .
Aslında, Alman Kızılhaç Hastanesi Kafkas Cephesi’ne yaklaşık 200 km uzaktaydı ve DRK ekibi Erzincan’a geldiğinde Kafkas Cephesi’ndeki mücadele neticelenmiş, Osmanlı ağır kayıplar vermişti. DRK açısından sağlık hizmetleri için Erzincan’ın tercih edilmesinin sebebi savaş yaralılarının burada daha rahat bakımını yapmak ve tedavi süreçlerini takip etmekti. İlerleyen günlerde Alman Hastanesi savaş yaralılarından çok salgın hastalıklarla mücadele etmeye başlamıştı ki, bu süreçte hastanedeki yatakların neredeyse üçte ikisi enfeksiyon hastalıklarına ayrılmıştı[35] .
Birinci Dünya Savaşı esnasında Erzincan ve genel olarak Doğu Anadolu’nun büyük bir kesiminde ortaya çıkan salgın hastalıklar önemli bir sorundu. Bu hastalıklar içerisinde tifüs, Erzincan’da hergün ortalama 50-60 askerin ölümüne neden oluyordu ve “lekeli humma”, “lekeli tifo” gibi farklı isimlerle anılan bu hastalığa hangi mikrobun sebep olduğu da o dönem için anlaşılamamıştı[36]. Ancak, ilerleyen zaman içerisinde, Türk doktorları tarafından bakteriyoloji laboratuvarlarında yapılan çalışmalar neticesinde hem ordunun hem de halkın muzdarip olduğu tifüs hastalığına karşı aşılar geliştirilmeye başlanmıştı. Diğer yandan, DRK doktorlarından Neukirch de Erzincan’da görülen bulaşıcı hastalıklar üzerine uzun süreli çalışmalar yaparak, tifüs ateşi ve nükseden ateşin (rückfallfisbers) kaynağını bulmaya çalışmış ve tifüse bağlı olarak üreyen bir tür salgın hastalığı (paratifo) tespit etmişti. Erzincan’da sadece tifüsle değil, kolera ve dizanteri gibi diğer hastalıklarla da mücadele edilmişti[37] .
Alman doktorlarının her biri bölgede ortaya çıkan hastalıkların kökeni ve bunu önlemenin yollarını bulabilmek için farklı konularda araştırma yapmaya çalışmışlardı. Örneğin, Dr. Zilocisti tifüs ateşinin sebep olduğu fiziki sorunlara odaklanmış, Dr. Colley bölgede yaşayanların apandisitlerindeki yapıyı incelemiş, Dr. Lindenberg, güneş ışığının hastalara etkisini araştırmış ve Dr. Neukirch de, biraz evvel ifade ettiğimiz gibi, tifüs ateşinin kaynağını bulmaya çalışmıştı. Özellikle salgınla mücadele, doktor ve diğer Alman personelin en büyük meşguliyetleri arasında yer almıştır. Alman sağlık ekibinin salgın hastalıklar konusundaki hassasiyeti, Erzincan’da görev yapan dört Türk doktorunun lekeli humma (fleckfieber) hastalığına yakalanıp birkaç hafta içerisinde hayatını kaybetmesiyle daha da artmış ve hastaların temizliği, beslenmesi, odaların hijyeni gibi hususlara ayrı bir ehemmiyet verilmeye başlanmıştı[38] .
Erzincan Alman Salib-i Ahmer Hastanesi özellikle salgın hastalıklarla mücadele hususunda Erzincan Askeri Hastanesi ile Hilal-i Ahmer Hastanesi’nin yükünü hafifletmeye çalışmıştı. Ayrıca hastanede donanımlı bir ameliyathane ve uzman sağlık ekibi bulunduğu için diğer hastanelerde bakılamayan ağır hastaların muayene, cerrahi müdahale ve tedavileri de burada yapılabilmişti. DRK ekibi 1915 yılının Ağustos ayına kadar sorunsuz bir şekilde çalışmalarını devam ettirdi. Ancak, salgın hastalıkların doktorları etkilemesi ve malzeme tedarikinde yaşanan sorunlar nedeniyle Eylül ayında İstanbul’a dönen Alman sağlık personeli ateşkes imzalanıncaya kadar İstanbul’da kalmış ve buradaki Alman Askeri Hastanesi’nde çalışmalarını sürdürmüştür[39] .
III. Bağdat Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi
DRK Genel Sekreteri Prof. Ludwig Kimmle’nin girişimiyle Merkez Komitesi 1915 yılının sonlarına doğru Çanakkale Cephesi’ndeki çalışmalara yardım etmek ve Bigalı’daki sağlık birimini büyütmek amacıyla aralarında baraka inşa edebilecek uzmanın da bulunduğu bir sağlık ekibini İstanbul’a göndermişti. Dr. Schwenninger liderliğinde ve beş personelden oluşan ekip İstanbul’a ulaştığı günlerde DRK Merkez Komitesi Prof. Michels[40] başkanlığında on hemşire ve beş hasta bakıcıdan oluşan ikinci bir ekibi daha yola çıkarmıştı. Her iki ekip de İstanbul’a ulaşınca Alman Büyükelçiliği’nin himayesi altında birkaç gün dinlendikten sonra Çanakkale’ye gitmek için Harbiye Nezareti’nin müsaadesini beklemeye başlamıştı. Harbiye Nezareti ise, İstanbul’da bulunan ve DRK’nin önde gelen üyelerinden Dr. J. Joseph Stutzin aracılığıyla Bağdat’taki 6. Ordu emrinde çalışacak bir sağlık ekibine acilen ihtiyaç olduğunu ve Merkez Komitesi’nin oluşturacağı yeni bir ekibin gerekli malzemelerle birlikte Bağdat’a hareket etmesinin uygun olacağını bildirdi. Bunun üzerine Dr. J.J. Stutzin yanına Dr. Gundelfinger, Hemşire Anna Knaaf ve Hasta bakıcı Barune’yi de alarak 4 Ocak 1916’da Berlin’e döndü. İstanbul’da kalan ekibin bir kısmı da Bağdat’ta yapılacak çalışmalar için gereken hazırlıkları tamamlayacaktı[41] .
Harbiye Nezareti’nin Bağdat’a bir DRK ekibi gönderme isteği Dr. J.J. Stutzin ve arkadaşları daha yoldayken Berlin’e ulaştığından Merkez Komitesi Bağdat’a gönderilecek ekip ile gerekli malzemelerin belirlenmesi için çalışmalara başlamıştı. Bağdat’a gönderilecek ekip Dr. J. Joseph Stutzin (Başhekim) başkanlığında iki yardımcı doktor, altı hemşire ve dört hasta bakıcıdan oluşacaktı. Bunlara İstanbul’dan on beş Türk askeri (sıhhiye eri) de katılacaktı[42] .
Berlin’deki Merkezi Komite ile İstanbul’daki Alman Askeri Misyonu arasında yapılan görüşmeler neticesinde Gelibolu’da inşa edilmesi için daha evvel getirilen baraka malzemelerinin 5. Ordu’ya bırakılması (zaten böylesine ağır yükün Bağdat’a götürülmesi zor olacaktı), onun yerine Grafen Hochberg ekibine ait Galata’daki gümrük deposundan 16 adet yeni çadır, 4 büyük hasta çadırı, yeni uyku çadırları, bir mutfak çadırı, bir yemek çadırı ve bir de ameliyat çadırı alınması kararlaştırıldı. Ekibe ayrıca, 100 adet demir yatak takımı ile sinek koruyucu malzemeler (file, tül vs.) de verilmişti. Bu şekilde Bağdat İstasyonu için malzeme tedariki büyük oranda tamamlanmıştı. Şubat ayının başlarında ise Dr. Stutzin ve Hemşire Anna Knaaf, yanlarında cerrahi müdahale hususunda uzman iki hemşireyle birlikte Berlin’den dönmüştü. Bütün eksikliklerin giderilmesiyle Dr. Stutzin ve ekibi, malzemelerin vagonlara yüklenmesinden sonra Haydarpaşa İstasyonu’ndan Bağdat’a hareket etti. DRK, Bağdat’taki sağlık çalışmalarına önem verdiğini göstermek için Berlin’den dört vagon dolusu malzeme daha yola çıkarmıştı ve bu malzemeleri Haydarpaşa İstasyonu’nda Dr. Gundelfinger, Dr. Diesing, R. Burggraf, hasta bakıcılar Braune ve Schwandt teslim alarak Bağdat’a hareket etmişlerdi. Nihayetinde, zahmetli bir yolculuktan sonra her iki grup da Haziran (1916) ayının sonlarına doğru Bağdat’a ulaştı[43] .
DRK ekibi Bağdat’a ulaştığında kendilerine tahsis edilen binada[44] çalışmalara başladı. Getirilen yedi vagon dolusu sağlık malzemesinin binaya taşınması biraz zahmetli olsa da odaların düzenlenmesi (bu işlerden R. Burggraf sorumluydu), ameliyathane ve bakteriyoloji odaları ile mutfak, banyo ve çalışanların ikamet yerlerinin hazırlanması yaklaşık iki haftayı bulmuştu. Aynı bahçe içerisinde yer alan ve üç bağımsız binadan oluşan hastane şu şekilde tanzim edilmişti: Birinci binada, iki ameliyathane ve toplam 50 yatak kapasiteli birkaç hasta odası; ikinci binada, 95 yatak kapasiteli birkaç oda ile büyük bir sargı odası; üçüncü binada ise doktor ve diğer Alman sağlık personelinin ikamet odaları, mutfak (çalışanlar için), eczane ve bir de malzeme odası bulunuyordu. Hazırlıkların devam ettiği süreçte Kumandan Halil Paşa başta olmak üzere bölgede görev yapan Alman subay ve doktorlar da buraya gelerek çalışmaları takip etmişlerdi. Bütün odaların hazır hale gelmesiyle Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi (Deutsche Rote Kreuz-Lazarett) 9 Temmuz 1916 tarihinde hasta kabulüne başladı[45] .
Hastenenin ameliyethanesi her türlü cerrahi müdahaleyi gerçekleştirebilecek düzeyde hazırlanmıştı. Herşeyden önce bu odanın/ameliyathanenin enfeksiyon açısından düzenli olarak temizliği yapılıyor, cerrahi müdahaleden evvel doktor ve hemşireler odanın bir köşesinde bulunan kaynatılmış su ile ellerini yıkıyorlardı. Ekip Almanya’dan gelirken özellikle ameliyathane için gereken malzemeleri beraberlerinde getirmişti. Odada modern bir ameliyat masasının yanında cam şişelerin bulunduğu bir dolap ve cerrahi müdahale esnasında kullanılacak melzemelerin konulduğu bir masa bulunuyordu. Cerrahi müdahale yapılırken en büyük sorun pencerelerin kapatılmasıydı. Yaz aylarında sıcaklık kimi zaman 50°’ye ulaştığından odaların pencereleri genelde açık tutulurdu. Ne var ki, Bağdat ve çevresi tozlu olduğu için sıhhi açıdan operasyon esnasında pencerelerin kapatılması gerekiyordu[46] .
Aslında Bağdat’ın iklimi şehre geldikleri ilk günden itibaren Alman sağlık ekibini çok zorlamıştır. DRK personeli farklı coğrafyalara gönderilirken gidecekleri yerlerdeki beslenme alışkanlıklarına veya kültürel farklılıklara uyum hususunda eğitiliyordu ancak, iklime uyum sağlama konusunda önceden eğitim verilemezdi. Bu yüzden yaz ve kış aylarının çetin geçtiği bölgelere gönderilecek personeller önceden uyarılıyor ve bunu kabul edenler gönüllü olarak ekibe dahil ediliyordu[47] .
Dr. Stutzin, Bağdat’a gelmeden evvel DRK’ye ait İstanbul’da bulunan hastanede bir çok ameliyat gerçekleştirmişti. Bu yüzden cerrahi müdahale[48] konusunda oldukça deneyimliydi. Hastane açılır açılmaz cepheden gelen ağır yaralı askerlerin büyük bir kısmı buraya sevk edilmeye başlandı. Hastane nehrin kenarında bulunduğu için vapurla getirilen yaralılar doğrudan hastaneye alınabiliyordu. DRK’nin daha önceki çalışmalarında görülen ve daha fazla can kurtarma hedefine dayalı olan uygulamaya göre, ağır yaralılar hastaneye kabul edilirken hafif yaralılar diğer hastanelere yönelendiriliyordu. Çalışmaların başladığı ilk günlerde onlarca yaralı getirilmiş ve birçoğu ameliyata alınmıştı. Ameliyathane her gün saat 06.00’da açılırdı ve sıcak günlerde neredeyse 40° sıcaklığın etkisinde çalışılırdı. Bunun için erken saatlerde başlamak gerekiyordu[49] .
Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi’nde tedavi edilen askerler sağlıklarına kavuşunca tekrar birliklerine dönebiliyordu. Alman sağlık personeline göre, tedavi sürecinde Türk askerleri kızgın ve sabırsız görünüyordu. Bazı askerler saatlerce yalnız ve neredeyse hareketsiz bir şekilde oturuyordu. Sigara askerlerin en büyük eğlencesiydi ve ağızlarında daima sigara bulunurdu. Askerlerin gözlerinde genelde görme problemi vardı. Özellikle Araplarda bu sorun bariz bir şekilde görülüyordu. Hastanede bir de diş tedavisine bakan bölüm vardı. Yapılan muayenelerde Türk askerinin dişleri genel olarak yıpranmış ve bakımsız olarak tespit edilmişti[50] .
Hastanede tedavi gören hastaların yeterince beslenmesine önem veriliyordu. Bu yüzden mutfak ve yemek işlerinin tek elden yürütülmesi ve düzenin sağlanması adına bu bölümün sorumluluğu personelin tecrübelilerinden Başhemşire Anna Knaaf’a verilmişti. Alman personel ve Alman hastalarına yemekler ayrı pişirilirdi. Hastanede Türk askerleri için de ayrıca bir mutfak bulunuyordu. Yemeklerin pişirilmesinde Halep’ten getirilen bir fırın ve birkaç mangaldan yararlanılırdı. Bölgede temin edilebilen temel tüketim maddeleri buğday ve arpa (ekmek yapımında kullanılırdı), koyun eti, tavuk, yumurta, yoğurt, inek sütü ve tereyağı idi. Ayrıca meyve (erik, şeftali, ayva, kavun, üzüm, limon ve hurma) ve sebze (domates, salatalık, fasulye ve İran’dan düzenli olarak getirilen patates) de mutfağın satın aldığı ürünler arasında yer alıyordu. Dicle Nehri’nden sağlanan balık ise hastaların beslenmesinde önemli bir besin kaynağıydı[51] .
Savaş yıllarında orduların cephede birbirleriyle mücadelesi kadar cephe gerisinde ortaya çıkan ve binlerce askerin ölümüne neden olan salgın hastalıklar da sağlık çalışmaları açısından önemliydi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bit ve pire salgını yüzünden Kafkas Cephesi’nde binlerce asker tifüs, lekeli humma ve humma-i raciadan , yaklaşık 6.000 kişi dizanteriden, tüm cephelerde ise 20.000’den fazla asker sıtmadan hayatını kaybetmiş; Hicaz, Irak gibi sıcak bölgelerden dönen askerler malarya tipi sıtmayı ülke geneline yaymışlardı[52]. Aslında salgın hastalıklar, savaş şartlarına bağlı olarak bütün cephelerde uygun yayılma ortamı buluyordu. Temiz su kaynaklarının yetersiz oluşu, gıda ürünlerinin temizliğine dikkat etmeme ve enfeksiyon üreten ortamların yaygın oluşu gibi nedenler yüzünden kolera, tifüs, dizanteri ve sıtma gibi hastalıklarla mücadele oldukça zor oluyordu. Bu tür hastalıklar Bağdat ve çevresinde de görülüyordu ve hijyene dikkat edilmediği için salgın hastalıklar sadece askerler arasında değil halk arasında da yaygındı. Bunun için Alman sağlık personeli bu hususa ayrı bir önem vermiş ve salgın hastalıklarla mücadele etmek için hastanenin bahçesinde bir enfeksiyon çadırı oluşturmuştu. Yaralı gelen hastalar, eğer cerrahi müdahale gerekmiyorsa önce bu çadırlara alınır, belirli bür süre burada bekletilirdi. Karantina görevlisi olarak istihdam edilen sağlık personelinin refakatinde tedavileri sağlanır ve daha sonra hastanedeki odalara nakledilirdi. Salgınla mücadelede elbiselerin temizliği önemli bir yere sahip olduğundan teşkil edilen buhar odasında kullanılan elbiseler sterilize edilirdi[53] .
Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi su ihtiyacının büyük bir kısımını Dicle Nehri’nden pompa yardımıyla karşılıyordu. Ana su kaynağı bu nehir olduğu için Alman sağlık personeli geldiği ilk günlerde nehir kenarında gördükleri çöp, insan dışkısı ve hayvan leşlerini temizlemeye çalışmıştı. Nehirden alınan su önemli miktarda kil içerdiğinden önce kurulan düzenekle filtreden geçiriliyor, daha sonra büyük kazanlarda kaynatılıyordu. Temizlenen suyun sıcak havalarda bozulmaması için hastanenin birkaç yerinde buz dolapları oluşturulmuştu. Bu dolaplarda kullanılan yapay buzlar dışarıdan satın alınıyor ve bu sayede suyun yaklaşık 24 saat serin kalması sağlanıyordu. Ameliyathanelerde kullanılan suyun kaynatılmış olmasına azami dikkat edilirdi. Buna rağmen hem sağlık personeli, hem de askerler arasında bulaşıcı hastalıklar tamamen önlenememişti. Aslında, Alman sağlık personeli temizlik konusunda sıkı bir çalışma planı uyguluyordu ancak, odalarda bite (tifüs hastalığının en önemli taşıyıcısı) rastlanıyordu. Ne yazık ki, hastaneye gelen ziyaretçiler, muhafızlar, malzeme getirenler ile yardımcı görevlilerin ihmali nedeniyle enfeksiyonla mücadele disiplini çoğu zaman aksıyordu. Buna rağmen Alman ekibinin temizlik işini sıkı tutması ve enfeksiyonla mücadele konusunda katı ve düzenli bir kontrol sistemi sayesinde 1916 yılının sonbahar aylarında bulaşıcı hastalıklarda hissedilir bir azalma görülmüştü[54] .
Hastanede sadece Alman personel çalışmıyor, onlara tercümanlarla birlikte toplam 51 Türk askeri (sıhhiye eri) de yardım ediyordu. Bu yardım sadece hastanenin içiyle sınırlı değildi. Gıda ve yakacak temininden hastanenin temizliğine, yaralıların hastaneye taşınmasından nehirden su pompalamaya kadar pek çok hususta Türk askerinin Alman personeline desteği oluyordu. Bu arada DRK Merkez Komitesi, çalışma şartlarının ağır olduğu bölgelerdeki sağlık personelini yenileriyle değiştirerek verimin düşmesini engelleme politikasına uygun olarak 11 Ekim’de Dr. Stutzin’e Berlin’e dönme emri vermiş, onun yerine Dr. Ruschaupt (Stabarzt/Cerrah)’u Bağdat’a göndermişti. Diğer yandan, Dr. Stutzin ile birlikte Bağdat’a gelen ve onun en büyük yardımcılarından olan Dr. Dienst ve Dr. Gundelfinger bir süre sonra ağır bir dizanteri hastalığına yakalanıp Kasım ayının ortalarında Almanya’ya dönmek zorunda kalınca onların yerine de Dr. Reith (Stabarzt/Cerrah) gönderilmişti. Yine Kasım ayının ortalarında Dr. Stutzin ile birlikte gelen altı hemşire de Berlin’e dönünce hastanede çalışan Alman personel sayısı azalmıştı. 8 Ocak 1917 tarihinde Prof. Dr. Reich’in Bağdat’a gelip çalışmaya başlamasıyla hasta kabulü tekrar eski günlerdeki gibi artış göstermiş, Dr. Reich’in gelişiyle ameliyathane belki de en yoğun günlerini yaşamıştı. DRK ekibinin bu şekilde çalışması İstanbul’daki askeri misyonun dikkatini çekince kendilerine destek olması için beş hasta bakıcı ile birlikte bir röntgen cihazının da gönderildiği Bağdat’taki hastane yönetimine bildirilmişti. Ancak takviye olarak gönderilen personel ve malzemenin hastaneye pek de bir faydası olmadı. Çünkü İngiliz birliklerinin şehre yaklaşması nedeniyle Alman çalışanlar hastaneyi boşaltmak zorunda kalacaktır[55] .
Kutü’l-Amâre yenilgisi sonrasında İngilizler yeni bir taarruz için hazırlık yaptılar. General F.S. Maude komutasındaki İngiliz birliklerinin 1917 yılı başlarından itibaren giriştiği taarruz harekâtı 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ın İngilizler tarafından işgal edilmesiyle neticelenmişti[56]. İngiliz taarruzu devam ederken Alman sağlık personeli de çalışmalara devam ediyordu. Aslında DRK ekibi, Osmanlı kuvvetlerinin İngiliz saldırılarına karşı koyacağını ve Bağdat’ın hiçbir şekilde İngiliz kontrolüne geçmeyeceğini düşünerek şehirden ayrılmamış ve hasta tedavisine devam etmişti. Ancak, 27 Şubat’ta Bağdat’tan ayrılıp Samara’ya geçmek üzere hazırlık yapmaları yönünde emir gelince Alman sağlık personeli hastanedeki malzemeleri paketlemeye başlamış ve ağır yaralıları şehirdeki diğer askeri hastaneye nakletmişti. Nakledilenler arasında iki de Alman askeri vardı. Hareket için bütün hazırlıklar tamamlanınca 4 Mart 1917’de Bağdat’taki bütün DRK çalışanları trenle Samarra’ya (Bağdat’a 120 km uzaklıkta) geçti. Alman ekibini bundan sonra oldukça zor bir yolculuk beklediğinden yanlarındaki sağlık malzemelerini İstanbul’a kadar götürmenin imkânı yoktu. Bu yüzden malzemeleri Samarra’da bulunan bir Türk tabibine bıraktılar. DRK ekibinin 10 Mart’ta başlayan dönüş yolculuğu 13 Nisan’da Haydarpaşa’ya 29 Nisan’da ise Almanya’ya ulaşmalarıyla sona erdi[57] .
IV. İstanbul’daki Alman Kızılhaç Askeri Hastaneleri
Birinci Dünya Savaşı esnasında DRK’nin Osmanlı topraklarında sağlık çalışması yürüttüğü bir diğer merkez de payitaht İstanbul’du. Çanakkale’de bir cephe açılma ihtimali artınca Harbiye Nezareti ve Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti İstanbul’daki hastanelerin personel ve malzeme eksikliklerini gidermeye çalıştıkları gibi, cepheden gelecek çok sayıda yaralı askerin tedavisi için yeni sağlık birimleri de oluşturmuştu. Nitekim bu dönemde İstanbul’daki hastanelerin sayısı elli ikiye ulaşmıştı. Savaşın ilerleyen günlerinde cepheden İstanbul’a çok sayıda yaralının gönderilmeye başlanması üzerine Ordu Sahra Sıhhiye Müfettişliği, Hilal-i Ahmer’e yeni hastaneler açması yönünde talepte bulundu. Bunun üzerine, Müttefik donanmasının Çanakkale Boğazı’na hücumu nedeniyle daha evvel İstanbul’dan Eskişehir’e nakledilen merkez ambarı yeniden İstanbul’a taşındı. Bunun dışında, Çanakkale Savaşları bütün şiddetiyle devam ederken Hilal-i Ahmer Cemiyeti, İstanbul’da Tıp Fakültesi (Dârulfünûn), Galatasaray Sultanisi, Taksim, Cağaloğlu, Kadırga ve Darüşşafaka hastanelerini de faaliyete geçirdi[58] .
Bu savaş esnasında Almanya, müttefiki Osmanlı Devleti’ne iki ülke arasında yapılan anlaşma gereğince, askerî desteğin yanında çok sayıda doktor, hemşire ve hasta bakıcı gibi personel göndermek suretiyle sağlık alanında da destek sağlamıştı. Yapılan bir araştırmaya göre, Birinci Dünya Savaşı boyunca Almanya’nın Osmanlı topraklarına gönderdiği doktor sayısı[59] (bu sayıya Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti’ne mensup doktorlar da dahildir) yaklaşık 250’yi buluyordu[60] .
Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti için İstanbul’da askeri hastaneler açmak veya devlete ait hastanelerdeki çalışmalara destek olmak hem müttefik iki ülkenin dostluğu açısından hem de Çanakkale Cephesi’nde mücadele ederken yaralanan Alman askerlerine sağlık hizmeti sunabilme olanağı açısından büyük bir öneme sahipti. İşte böyle bir misyonla İstanbul’a sağlık çalışanı gönderme kararı alan DRK, 1915 yılının Mayıs ayında beş doktor, on hemşire ve hasta bakıcıdan oluşan sağlık ekibiyle İstanbul’daki ilk askeri hastanesini daha evvel Fransız Okulu olarak hizmet veren St. Pulcherie’de[61] faaliyete geçirdi. Şehid Muhtar Bey adını taşıyan bu ilk Alman Askeri Hastanesi’ndeki sağlık çalışmalarını çok geçmeden gönderdiği üç doktor ve on bir hemşire ve hasta bakıcıdan oluşan ikinci bir sağlık ekibiyle destekleyen Alman Kızılhaç’ı hastanenin yönetimine Münih Üniversitesi’nden Prof. Hermann Dürck’ü getirmişti. Burada daha sonra J.J. Stutzin ve Prof. Ernst Michels gibi tanınmış doktorlar da bir süre görev yapmıştır[62] .
Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti’nin İstanbul’da sağlık hizmeti yürüttüğü bir diğer mekân da Beyoğlu’nda bulunan Defterdar Alman Askeri Hastanesi (Deutschen Roten Kreuz-Lazarett)’dir. Alman Kızılhaç ekipleri bu binada savaşın sonuna kadar sağlık çalışması yürütmüştür. Erzincan’a giden DRK ekibi İstanbul’a dönünce buradaki çalışmalara dahil olmuş ve T. Zlocisti, P.R. Neukirch ve Diesing gibi doktorlar bu hastanede görev yapmıştı. Çanakkale’de ağır yaralanan Türk ve Alman askerlerinin tedavisinde önemli bir yere sahip olan Alman Askeri Hastanesi, İstanbul’da ortaya çıkan salgın hastalıklara karşı da büyük mücadele vermiştir[63] .
Bağdat’taki Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi’nde önemli hizmetlerde bulunan Dr. J.J. Stutzin İstanbul’a döndükten sonra çalışmalarını burada sürdürmüş ve Çanakkale’den ağır yaralı olarak getirilen onlarca Türk ve Alman askerini ameliyat etmişti. İstanbul’a geldiğinde Harbiye Nezareti tarafından kendisine “başhekim (Oberarzt)” ve “5. Ordu’nun danışman cerrahı (Beratende Chirurg)” unvanları verilen[64] Dr. Stutzin, İstanbul’da çalıştığı dönemde Dr. Diesing ve Dr. Gundelfinger’in de yardımıyla birçok Türk ve Alman yaralı askeri tedavi etmiştir. Örneğin, 1915 yılının sonlarına doğru Çanakkale’de silahla kolundan yaralanan Osman Halil (42) adındaki bir Türk askeri hastaneye getirilmiş ve hemen ameliyata alınmış, yarası ağır olmasına rağmen tedavisi yapıldıktan sonra taburcu edilmişti. Yine aynı günlerde, sırtından yaralanan bir Türk askeri hastaneye getirilerek ameliyata alınmışsa da ne yazık ki kurtarılamamıştı[65] .
Dr. Stutzin ve ekibi Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi’nde gerçekleştirdikleri cerrahi müdahalelerde kaburga kemiğinden kafatasına, karın boşluğundan el ve ayak eklemlerine kadar her türlü silahlı yaralanmalara müdahale etmişlerdi. Dr. Stutzin ekibiyle birlikte toplam 222 askeri ameliyat etmiş ancak, bunların 25 (%11)’i hayatını kaybetmişti. Yaralanmaya bağlı olarak hastaneye getirilen 19 askerin uzvu kesilmiş, bunların da 8’i kurtarılamamıştı[66] .
Erzincan Alman Askeri Hastanesi’nde çalıştıktan sonra İstanbul’a dönen Dr. Neukirch ve Dr. Zlocisti ise daha çok salgın hastalıklarla ilgilenmişti. DRK’nin Erzincan ekibi İstanbul’a döndüğünde şehirdeki hastane, okul ve camilerin Çanakkale’den getirilen yaralılarla dolu olduğunu görmüşlerdi. Diğer yandan, hem cepheden getirilen askerler arasında[67] hem de şehirde ciddi bir tifüs salgını vardı. Aslında DRK ekibi Erzincan’da salgın hastalıklar ve özellikle tifüsle mücadele konusunda önemli bir tecrübe edinmişti. Savaş şartlarına bağlı olarak temizliğe riayet edilmediği[68] için salgın hastalıklar daha çabuk yayılıyordu ve benzer durumun İstanbul’da da bulunduğunu gören Alman sağlık personeli salgınla mücadele için bakteriyoloji laboratuvarında önemli çalışmalar yürütmüşlerdi. Dr. Neukirch tifüs ve dizanteri vakalarıyla yakından ilgilenmiş, 1915-1917 yılları arasında başta cepheden getirilen askerler olmak üzere ahaliden bu hastalığa yakalananları da tedavi etmeye çalışmıştır[69].
Dr. Zlocisti yaptığı araştırmalarda Osmanlı askerleri ve İstanbul ahalisi arasında salgın hastalıkların fazla olmasının nedenleri olarak yetersiz beslenme ve temizliğe riayet etmemeyi göstermiştir. Bunların yanında, bazı hastalıkların göçlerle birlikte İstanbul’a taşındığını ve gerekli önlemlerin alınmadığını da tespit etmişti. Ayrıca, askerlerin kıyafetleri düşük kalitede olduğu için tifüsün en önemli taşıyıcısı olan bitin bu elbiselerde daha iyi barınma imkânı bulduğu anlaşılmıştı. İstanbul Alman Kızılhaç Askeri Hastanesi’nde 1916-1918 yılları arasında tedavi edilen tifüs hastalarıyla ilgili toplam 1.716 vaka kayıt altına alınmış, bunların 310’u hayatını kaybetmişti. Dr. Zlocisti’nin yaptığı bir istatistikte tifüs vakası ve bu hastalıktan ölenlerin aylara göre dağılımı şu şekildeydi:[70]
Tabloya göre, vaka ve ölüm sayısı yaz aylarında azalıyordu. Zlocisti, vaka ve ölüm oranındaki bu düşüşün iklimden kaynaklanmadığını, yani sıcak veya soğuk havanın hastalığın azalması veya artması üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olmadığını belirtmişti. Ona göre, tifüsü yayan bitler kışın oldukça kalın giyme alışkanlığna sahip Türklerin vücutlarında daha rahat barınma olanağı bulurken, yaz aylarında bu imkân azalıyordu. Dolayısıyla yaz aylarında ölüm oranındaki düşüş giyme alışkanlığından kaynaklanıyordu. Askerler arasında vaka sayısının fazla olmasının nedeni ise daha çok kalitesi düşük giysiler kullanılması ve yetersiz beslenmeydi. Dr. Zlocisti tuttuğu bir başka istatistikte hem asker hem de halktan salgın hastalığa yakalanıp ölenleri milliyetlerine göre de incelemiş ve buna dair bilgileri şu şekilde tespit etmişti:[71]
Zlocisti, Yahudiler’deki ölüm oranının düşüklüğünü onların beslenme alışkanlığına bağlamaktadır. Yahudilerin herhangi bir hastalığa yakalandıklarında hekime gitmekte çabuk davranmaları ve alkol alışkanlıklarının oldukça düşük olması da salgın hastalıklara karşı dayanıklıklarını artırıyordu. Rumlar’daki ölüm oranının yüksek oluşunu Zlocisti, bu millete mensup olanların fazla alkol tüketmesine bağlamaktadır. Ona göre, alkol kullanan insanların vücut dirençleri düştüğü için ağır hastalıklarla mücadele hassasiyeti de azalıyordu. Müslümanlar arasındaki ölüm oranının da ortalamanın altında kaldığı görülüyor ki, salgın hastalıklara karşı bu kesimin hem beslenme alışkanlığı, hem de vücut direçlerinin yüksek oluşu ölüm oranlarını düşürüyordu.
Alman sağlık ekibi tifüsle mücadele ederken tedavi esnasında hastaların bir kısmı vücutlarında meydana gelen komplikasyonlara bağlı olarak da hayatını kaybedebiliyordu. Hastaneye getirilen tifüslü hasta sayısı oldukça fazla olunca bunlar için ayrı bir birim (Flecktyphusstation) teşkil edilerek daha planlı bir tedavi süreci takip edilmeye başlanmıştı. Bu birime ayrıca bir istasyon sorumlusu/denetmeni (Stationsaufseher) atanmış, bir hemşire ile yedi hasta bakıcı da bu sorumlunun emrine verilmişti. Nihayetinde buradaki çalışmalar savaşın sonuna kadar sorunsuz devam etmiştir[72] .
Alman Salib-i Ahmer Cemiyeti’nin yardımlarıyla İstanbul’da sağlık hizmeti yürütülen bir diğer merkez de Üsküdar’da bulunan Zeynep-Kamil Hastanesi idi. Yüzbaşı B. Fritz von Trützschler’in idaresi altında açılan bu hastanede üç doktor, on hemşire ve iki de hasta bakıcı görev yapmıştı. Ekibin rahat bir çalışma yürütmesi için hastaneye her türlü sağlık malzemesi[73] sipariş edildi. İlerleyen zamanlarda hastaneye çok sayıda yaralı gelmeye başlayınca ekibe iki okul binası daha tahsis edildi. Ayrıca, Tekirdağ (Rodosto)’da bulunan bir sahra hastanesi ile cepheden yaralı taşıyan bir hastane vapuru (Lazarettschiff Olga/Olga Hastane Vapuru) da bir süre bu ekibin sorumluluğuna verilmişti.[74]
SONUÇ
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya ile yaptığı ittifak neticesinde dahil olmuş ve açılan cephelerde düşmana karşı büyük mücadeleler vermiştir. Almanya ile yapılan antlaşma gereğince Osmanlı cephelerinde Alman subay ve askerleri de vazife almıştı ve savaşın başlamasıyla birlikte, İstanbul’daki Alman Askeri Misyonu bu Alman askerlerine sağlık hizmeti sunmak amacıyla hemen her cephede sağlık birimi oluşturmak için çalışma başlatmıştı. 93 Harbi’nden itibaren hemen her savaşta Osmanlı cephelerinde sağlık hizmeti sunan Alman Kızılhaç’ı da Osmanlı’nın savaşa dahil olmasıyla seferber olmuş; askeri misyonun isteği doğrultusunda Erzincan, Bağdat ve İstanbul’da açtığı askeri hastanelerde çalışma yürütmüştü.
Bu dönemde, Avrupa’nın en gelişmiş askeri sağlık hizmetlerine Almanlar’ın sahip olduğu gerçeğinden hareketle, Osmanlı topraklarına gönderilen cerrah, bakteriyolog, hemşire ve hasta bakıcı gibi personel Almanya’nın önde gelen kurumlarından seçildiği gibi röntgen, dezenfeksiyon makinesi ve cerrahi müdahale malzemeleri de bu personelin hizmetine verilmişti. Bu savaşta tahrip gücü ağır silahların kullanılması askerlerin vücutlarında ağır yaraların açılmasına neden olduğu için cephelerde oluşturulan sağlık birimlerinin donanımı ve uzman ekiplerce doğru müdahalelerin önemini artırmış; savaş şartlarına bağlı olarak gelişen salgın hastalıklara karşı alınacak yerinde tedbirlerin de savaşın mukadderatına önemli etkisi olmuştur. Örneğin, Erzincan Kızılhaç Askeri Hastanesi’nde görev yapan Dr. Paul R. Neukirch tifüs salgınına karşı önemli araştırmalar yapmış ve bölgede tifüsün yeni bir türevini tespit ederek buna göre aldığı önlemler sayesinde daha fazla can kaybının önüne geçilmişti. Aynı şekilde, önce Bağdat’ta daha sonra sırasıyla İstanbul, Çanakkale ve Filistin’de görev yapan Dr. J. Joseph Stutzin ise yapmış olduğu başarılı ameliyatlar ile ağır yaralı bir çok Türk ve Alman askerini tedavi etmişti. Alman Kızılhaç Askeri Hastaneleri’nin donanımlı ve hijyen açısından disiplinli bir yapıda olması hizmet ettikleri bölgelerdeki devlete ait hastanelere ve Türk sağlık personeline de örnek teşkil etmiş; Alman sağlık ekiplerinin çalışmalarını sona erdirip bölgeden ayrılırken beraberlerinde getirdikleri malzemeleri Türk meslektaşlarına bırakmaları o bölgelerdeki çalışmalar için önemli bir destek olmuştur.
Netice itibariyle, hem geçmişten gelen Osmanlı-Alman dostluğunun hem de bu savaşta askeri ittifaka bağlı olarak Alman Askeri Misyonu’nun koordinasyonu ile Alman Kızılhaç sağlık ekipleri Osmanlı cephelerinde yaralanan askerlere ve imkân dâhilinde, o bölgedeki ahaliye sağlık hizmeti sunmuşlar; gerek savaş esnasında, gerekse ülkelerine döndükten sonra Osmanlı topraklarında yaptıkları çalışmaları ve hastalıklara dair tecrübelerini kaleme alarak birikimlerini Alman tıp literatürüne aktarmışlardır.
EKLER
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları
Osmanlı Arşivi (OA), Hariciye Nezareti Siyasi Kısım Evrakı (HR.SYS), 2180/1, 2180/2.
Kızılay Arşivi (KA), 18/132; 73/54; 73/61; 93/43; 94/76; 94/90; 94/105; 94/122; 94/130; 96/86; 168/53; 193/56; 397/24; 397/72; 398/189; 578/68; 714/324.
Gazeteler (Zeitungen)
Allgemeine Deutsche Lazarett-Zeitung
Deutsche Levante-Zeitung
Kriegs-Zeitung der Elften Armee
Kitap ve Makaleler
Akpınar, Deniz, “20. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Erzincan Şehrinde Sağlık Alanında Gelişmeler”, Uluslararası Erzincan Sempozyumu (28 Eylül-01 Ekim 2016), Bildiriler Kitabı, C I, Erzincan 2016, s. 33-44.
Akgün, Seçil Karal ve Murat Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a, C I, Ankara 2002.
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, C 1-2, Alkım Yayınevi, İstanbul 2007.
Baer, C. H. (Hrgs), Der Völkerkrieg, Eine Chronik der Ereignisse seit dem 1. Juli 1914, Band 5, Verlag von Julius Hoffmann, Stuttgart 1916.
Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Irak-İran Cephesi 1914–1918, C III/II, Genelkurmay Basımevi, Ankara 2002.
Burggraf, Richard, “Meine Reiseerlebnisse und Tätigkeit bei der IrakExpedition des Deutschen Roten Kreuzes Bagdad”, Unter dem Roten Kreuz im Weltkriege, Hrsg: Eduard Senstleben, Wolfgang Foerster und Gerhard Liesner, (Unter Mitwirkung des Deutschen Roten Kreuzes), Vaterländischer Verlag C. U. Weller, Berlin 1934, s. 235-236.
Çalık, Ramazan ve Muzaffer Tepekaya, “Birinci Dünya Savaşı Esnasında Anadolu’daki Salgın Hastalıklar ve Ermeniler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S 16, 2006, ss. 205-228.
Çapa, Mesut, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türkiye Kızılay Derneği, Ankara 2010.
------- , “Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin (Kanal) Cephesi’nde Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti’nin Çalışmaları”, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C 8, S 16, 2018, ss. 57-73.
“Das Deutsche Rote Kreuz in Tripolis”, Das Rote Kreuz: Offizielles Organ des Schweizerischen Centralvereins vom Roten Kreuz, des Schweiz Militärsanitätsvereins und des Samariterbundes, Band 20, 1912, s. 333-336.
Erdemir, Lokman, “Çanakkale Muharebe Meydanlarından İstanbul Hastanelerine: Sağlık Hizmetleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S 15, 2012, ss. 91-113.
Etker, Şeref, “Bir Bakterinin Biyografisi - S. Paratyphi Erzincan (Neukirch)”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, ‘Savaş ve Bilim’ Özel Sayısı, S XIX, 2018, ss. 87-109.
Eulenberg, Herbert, “Unsere türkischer Freunde”, Kriegs-Zeitung der Elften Armee, Nr. 3, A.H.Qu., den 28 Oktober 1915, s. 4.
Fritz, Dr., “Die Poliklinische Wirksamkeit und ihre wissenschaftlichen Ergebnisse”, Beiträge zur Kriegsheilkunde, Aus den Hilfsunternehmung der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz Während des ItalienischTürkischen Feldzuges 1912 und des Balkankriegs 1912-13, Hrsg: CentralKomitee der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz. Springer Verlag, Berlin 1914, s.98-118.
Gabriel, Richard A. und Karen S. Metz, A History of Military Medicine, From Ancient Times to The Middle Ages, C. I-II, Greenwood Pres, New York 1992.
Geißler, W, “Die III. Hilfsexpedition nach Konstantinopel, Die Colerabekämpfung in San Stefano”, Beiträge zur Kriegsheilkunde, Aus den Hilfsunternehmung der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz Während des Italienisch-Türkischen Feldzuges 1912 und des Balkankriegs 1912- 13, Hrsg: Central-Komitee der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz, Springer Verlag, Berlin 1914, s. 633-660.
Deutsche Levante-Zeitung, Band 5.1915, 15/16, den 1. August 1915 (Hamburg), s. 373.
Hüdepohl, Astrid, Organisationen der Wohlfahrtspflege, Eine ökonomische Analyse ausgewählter nationaler und internationaler Institutionen, Duncker & Humblot, Berlin 1996.
Hans Kannengiesser, Gallipoli: Bedeutung und Verlauf der Kämpfe 1915, Schlieffen Verlag, Berlin 1927.
Khan, Daniel-Erasmus, Das Rote Kreuz, Geschichte einer Humanitären Weltbewegung, Verlag C.H. Beck, München 2013.
Kimmle, Ludwig, Das Deutsche Rote Kreuz, Centralkomitee der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz, Landesvereine vom Roten Kreuz, Band 1, Verlag Boll & Pickardt, Berlin 1910.
-------, Das Deutsche Rote Kreuz im Weltkriege, Berlin 1919.
-------, “Die Hilfsexpeditionen des Deutschen Roten Kreuzes nach Tripolitanen (1912) und nach dem Balkan (1912-1913)”, Beiträge zur Kriegsheilkunde, Aus den Hilfsunternehmung der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz Während des Italienisch-Türkischen Feldzuges 1912 und des Balkankriegs 1912-13, Hrsg: Central-Komitee der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz,Springer Verlag, Berlin 1914, s. 12-31.
Liebert, Dr., “Die I. Hilfsexpedition nach Konstantinopel”, Beiträge zur Kriegsheilkunde, Aus den Hilfsunternehmung der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz Während des İtalienisch-Türkischen Feldzuges 1912 und des Balkankriegs 1912-13, Hrsg: Central-Komitee der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz, Springer Verlag, Berlin 1914, s. 455-537.
Machalett, Gerd und Ernst-Jürgen Finke, “Die Medizinische Versorgung der Deutschen Militärmission in Vorderasien 1914-1918”, Wehrmedizinische Monatschrift, 59/2015, s. 248-258.
Mühlmann, Carl, Der Kampf um die Dardanellen 1915, Druch und Verlag von Gerhard Stalling, Berlin 1927.
Neukirch, Paul R, “Über menlische Erkrankungen durch Bazillen der Glässer-Voldagsengruppe in der Türkei”, Zeitschrift für Hygiene und Infektionskrankheiten, 85/1, 1918, s. 103-145.
Neukirch, Paul R. und Theodor Zlocisti, “Epidemiologische und klinische Erfahrungen bei Fleckfieber in Ostanatolien”, Medizinische Klinik, 12/10 (587), 5 März 1916 (Berlin), s. 256-259.
Notizen zur Hamburger Rotkreuzgeschichte, Newsletter des DRK Landesverbandes Hamburg e. V., Themenblatt 5 Juni 2018 (Hamburg).
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hilal-i Ahmer İcraat Raporları 1914- 1928, Haz: Murat Uluğtekin, M. Gül Uluğtekin, Ankara 2013.
Stutzin, J. Joseph, “Das Lazarett des Deutschen Roten Kreuzes in Bagdad”, Deutsche Medizinische Wochenschrift, 44/13, 1918, s. 358-359.
-------, “Das Lazarett des Deutschen Roten Kreuzes in Bagdad”, Deutsche Medizinische Wochenschrift, 44/14, 1918, s. 382-383.
-------,“Das Lazarett des Deutschen Roten Kreuzes in Bagdad”, Deutsche Medizinische Wochenschrift, 44/15, 1918, s. 414-415.
-------, “Zwei Jahre kriegschirurgische Tätigkeit in der Türkei,” Bruns’ Beiträge zur Klinische Chirurgie, 160/5 (8. Kriegschirurgischer Bd., Heft 33), 1917, s. 709-724.
Stutzin, J. Joseph und Diesing, “Statistisches über 222 Kriegschirurgische Eingriffe”, Deutsche Medizinische Wochenschrift, 42/7, 1916, s. 190-191.
Stutzin, J. Joseph und Gundelfinger, “Kriegsverletzungen des Urogenitalsystems”, Deutsche Medizinische Wochenschrift, 42/08, 1916, s. 227- 228.
Riesenberg, Dieter, Das Deutsche Rote Kreuz, Eine Geschichte 1864- 1990, Ferdinand Schöning, München 2002.
Teilhaber, Felix, “Die II. Hilfsexpedition nach Adrianopel, Beobachtungen und Tätigkeit auf dem Gebiete der Inneren Medizin”, Beiträge zur Kriegsheilkunde, Aus den Hilfsunternehmung der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz Während des Italienisch-Türkischen Feldzuges 1912 und des Balkankriegs 1912-13, Hrsg: Central-Komitee der Deutschen Vereine vom Roten Kreuz, Springer Verlag, Berlin 1914, s. 754-759.
Unter dem Roten Kreuz im Weltkriege, Hrsg: Eduard Senstleben, Wolfgang Foerster und Gerhard Liesner, (Unter Mitwirkung des Deutschen Roten Kreuzes), Vaterländischer Verlag C. U. Weller, Berlin 1934.
“Vom Roten Kreuz”, Allgemeine Deutsche Lazarett-Zeitung, Nr. 16, A.H.Qu., den 20 April 1918, s. 5.
Zlocisti, Theodor, “Zur Epidemiologie des Fleckfiebers (Nach Erfahrungen aus der Türkei)”, Zeitschrift für Hygiene und Infektionskrankheiten, 89/3, 1919, s. 387-415.
İnternet Kaynakları
https://www.scribd.com/document/80987994/aerzte1wk-1 (Erişim Tarihi: 24.01.2020).
https://www.gallipoli1915.de/feldlazarett-bighali (Erişim Tarihi: 24.01.2020).
https://military-medicine.com/article/2536-zahnmedizinische-betreuungdeutscher-soldaten-im-ersten-welt krieg.html (Erişim Tarihi: 29.01.2020).
https://www.szukajwarchiwach.gov.pl/ru/jednostka/-/jednostka/6994488/ obiekty/485653 (Erişim Tarihi: 10.02.2020).