GİRİŞ
1873 yılında dünyaya gelen Mehmet Akif, 1936 yılında 63 yaşında vefat etmiştir. Hayatı boyunca mütevazi bir yaşam sürmüş olan Mehmet Akif mücadelesiyle, fikirleriyle, yazıları ve şiirleriyle tarihimizde kendisine özgü önemli bir yere sahip olmuştur. Devletimiz ve halkımız ona olan sevgisini ve saygısını birçok kamu kurumuna, sivil müesseseye, yerleşim yerlerine, mahalle ve sokaklara ismini vererek göstermiştir. 2006 yılında Burdur’da “Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi”nin kurulmasıyla Mehmet Akif’in eğitime, bilime verdiği değer taçlandırılmıştır. 2011 yılı, Başbakanlık tarafından, Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 75’inci ve İstiklal Marşı’nın kabulünün 90’ıncı yılı olması münasebetiyle “Mehmet Akif Ersoy Yılı” olarak kabul edilmiştir.
Ülkemizde her yıl 12 Mart tarihinde “İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet AkifErsoy’u Anma Günü” etkinlikleri yapılmaktadır. Bu etkinliklerde İstiklal Marşı ve Mehmet Akif’in hatırlanması ve yaşatılması amaçlanmaktadır. Her ne kadar bu anma etkinliklerinde Mehmet Akif’in cehalete ve hurafelere karşı olan tavrı, tasavvuf karşıtlığı, divan edebiyatı eleştirileri, emperyalizm karşıtlığı gereği kadar işlenmiyorsa da, bu anma etkinliklerinin halkımız ve yeni nesiller nazarında Mehmet Akif’in unutulmamasına ve İstiklal Marşımızın genç nesiller tarafından öneminin anlaşılmasına katkı sağlamaya devam ettiği söylenebilir. 12 Mart etkinlikleri dışında da birçok kurum, kuruluş veya sivil toplum örgütlerince zaman zaman Mehmet Akif’i anmaya yönelik farklı etkinlikler de yapılmaktadır.
Mehmet Akif’i konu alan çok sayıda yayın (kitaplar, makaleler, kongre ve sempozyum bildirileri, tezler, özel sayılar, konferanslar vb.) mevcuttur. Hatta bu yayınların çokluğu nedeniyle çeşitli Mehmet Akif bibliyografyaları da hazırlanmıştır[1]. Mehmet Akif’le ilgili yapılmış olan çalışmalarda birçok farklı hususun işlenmiş olduğu, hatta bazılarının birbirini tekrar ettiği görülmüş olmakla birlikte, onun Meclis çalışmalarına ayrıntılı olarak değinilmediği görülmüş ve bu eksikliği gidermek amacıyla, Meclis Zabıtlarından yararlanarak, bu konuda bir çalışma yapılmıştır.
Bu çalışmada Mehmet Akif’in Millî Mücadeleye katılmasına kadar olan hayatı ile Birinci TBMM sonrası yaşamı üzerinde durulmamış[2], çalışmaya Mehmet Akif’in 1920 Ocak ayında Balıkesir ziyareti ile başlanmıştır. Ancak Mehmet Akif Milli Mücadeleye katılmadan önce Birinci Dünya Savaşı içinde de devlet hizmetinde görevler almıştır. 1915 yılının ilk aylarında Almanya’ya giden Akif, Almanlar tarafından esir alınan askerler arasında yer alan Müslüman askerlere propaganda faaliyetleri icra ederek onları kendi yanlarına çekmeye çalışmıştır. Almanya dönüşü Necid seyahatine çıkmıştır. Amaç bu bölgedeki aşiretlerin İngiliz propagandasından etkilenmemelerini ve Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in isyan girişimine katılmamalarını sağlamak ve Osmanlı’ya sadakatlerini devam ettirebilmektir. Mehmet Akif, Temmuz 1918’de de Lübnan’a gitmiştir. Akif’in bu faaliyetlerde devlet hizmetinde ve Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde görev alması kendisine Milli Mücadele’de yine benzer görevler verilmesine neden olmuştur denilebilir.
A. MEHMET AKİF’İN MİLLÎ MÜCADELE’YE KATILMASI VE MEBUS SEÇİLENE KADAR OLAN FAALİYETLERİ
1. İstanbul’dan Ankara’ya Geçilmesi
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihli “Mondros Mütarekesi”nin ardından İtilaf Devletleri’nin uyguladıkları işgal, kontrol ve baskı hareketlerine karşı Anadolu’nun birçok yerinde halk örgütlenmeleri başlamış, Kuvayımilliye birlikleri kurulmuş ve yerel kongreler toplanmıştır.
Bu dönemde Balıkesir’de düzenlenen kongreler ve Balıkesir halkının örgütlenmesi, Balıkesir’de başlayan hareketin sesinin kısa sürede duyulmasını sağlamış ve Anadolu’da başlayan işgal karşıtı hareketlerden etkilenen Mehmet Akif de bu hareketin içinde yer alma düşüncesiyle Balıkesir’e gitme kararı almıştır. 1920 yılı Ocak ayının ortalarında Balıkesir’e giden Mehmet Akif, 23 Ocak 1920 tarihinde Cuma namazından sonra Zağanos Paşa Camii’nde, millî birlik ve beraberliğin önemi ile kurtuluş çareleri üzerinde halka vaaz vermiştir. Mehmet Akif, vaazının ertesi günü Hasan Basri Bey’le (Çantay) beraber Balıkesir’deki okulları ziyaret etmiştir[3].
Mehmet Akif’in Balıkesir’den İstanbul’a dönüşünden bir süre sonra İstanbul işgale uğramış ve Meclis-i Mebusan 16 Mart 1920’de İngilizler tarafından basılmıştır. Meclis-i Mebusan 18 Mart 1920’de aldığı bir kararla faaliyetlerine son vermiştir. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de yayınladığı bir bildiri ile, olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclis’in Ankara’da toplanmasının ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara’ya gelebileceklerin de bu Meclis’e katılmalarının gerekli olduğunu bildirmiştir[4]. Son Osmanlı Meclis-i Mebusânı üyelerinden bazıları, Ankara’da açılacak Meclis’e katılmak üzere İstanbul’dan ayrılmıştır. Bu süreçte Mehmet Akif’in millî mücadeleye katılma ve Ankara’ya gitme düşüncesinin fiiliyata geçmesinde Mustafa Kemal Paşa’nın bir girişimi etkili olmuştur. Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa tarafından 8 Nisan 1920 günü İstanbul Heyet-i Merkeziye Teşkilatı’ndan Zafer Bey’e hitaben yazılan bir şifre telgrafın 10’uncu ve son maddesinde, “Burada ulemaya ihtiyaç vardır. Ali Bey’le görüşülerek Hoca Fatin, Şair Mehmet Akif Efendilerin ve sair tensip edileceklerin sür’at-i sevkleri” talimatıyla Mehmet Akif Ankara’ya çağrılmıştır[5].
Mehmet Akif, 10 Nisan sabahı oğlu Emin’le birlikte İstanbul’dan ayrılmıştır. Oğlu Emin (Ersoy)’in aktardığına göre[6] Çengelköyü’ndeki evlerinden ayrılarak Üsküdar'da Karacaahmet Mezarlığı'na gitmişler, burada Ali Şükrü Bey'le buluşup, Kısıklı üzerinden Alemdağı arkalarında bir çiftliğe varmışlardır. Kendilerine yol gösteren bir süvariyi takip etmişler ve geceyi civar köylerin birinde geçirmişlerdir. Ertesi gün İzmit ile Adapazarı arasında bir köye ulaşılmış, orada Kuvayımilliye'ye cephane götüren bir kafileye dahil olunmuştur. Kafile Geyve Boğazı'na yaklaşırken bir köyde Kuşçubaşı oğlu Eşref Bey'le buluşulmuştur. Eşref Bey'le birlikte Enver Paşanın yaveri, Binbaşı Yenibahçeli Şükrü Bey de vardır[7].
Mustafa Kemal Paşa 17 Nisan 1920'de İstanbul Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi adına Havali Komutanı Oğuz Bey'den “İstanbul'dan gelenlerden orada kalanların kimler olduklarının iş’arı”nı istemiş, Havali Komutanı aynı gün verdiği cevapta, Şair Mehmet Akif Bey, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Kütahya Mebusu Ragıp Bey, Soysallıoğlu İsmail Bey ile (Lahey) Şehbenderi Ferid Hâlid Bey ve evvelce Eşref Bey’le de Eczacı Hulusi Bey Kadıköy Daire Müdürlüğü ’nden mazul Rıfat Bey, Nuri Bey, Hamdullah Suphi Bey ’in biraderi Kerim Bey, Binbaşı Çolak İbrahim Bey, İhtiyat Zabiti Halil Beyler’in hareket ettiklerini yazmış; Fevzi, Yakup Şevki ve Nurettin Paşaların hareketlerini ayrıca arz edeceğini belirtmiştik.[8]
Yolculuğun devamında Mehmet Akif, oğlu Emin ve Ali Şükrü Bey, Kuşçubaşı Eşref Bey'le Binbaşı Şükrü Bey'den ayrılarak Eskişehir'e ulaşmıştır. Eskişehir'den Ankara'ya tren ile gidilmiştir. Ankara'da trenden inilmesini müteakip Meclis'e gidilmiş, Meclis'in önünde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşılmıştır. Mustafa Kemal Paşa önce Ali Şükrü Bey'in elini sıkarak “hoş geldiniz” demiş, ardından Mehmet Akif'e iltifat ederek, “Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim” diyerek ayrılmıştır[9]. Mehmet Akif'le Ali Şükrü Bey'in Meclis'in 24 Nisan tarihli oturumunda ikinci celse ile üçüncü celse arasında verilen arada (13.00-15.00) Meclis'e ulaştıkları anlaşılmaktadır[10].
2. Eskişehir, Burdur ve Antalya Seyahatleri
Meclis’in açılışından sonraki hafta 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Veli Camii’nde vaaz verdiği bilinen Mehmet Akif, kendisinden beklenen görevi, yani halkı millî mücadele tarafına sevk etmek, bilinçlendirmek, olumsuz propagandaların etkisini zayıflatmak amaçlarıyla çeşitli vilayetlere ziyaretlerde bulunmuştur.
Oğlu Emin’in aktardığına göre Mehmet Akif Ankara’dan ilk olarak Eskişehir’e gitmiştir. Oğlu Emin’le birlikte çıktığı bu ziyarette yanlarında Mümtaz Bey isminde bir Yüzbaşı da onlara refakat etmiştir. Eski Pendik Bak- teriyolojihane Müdürü Şefik Bey tarafından misafir edilmişlerdir. Eskişehir’de Kuşçubaşı oğlu Eşref Bey Mehmet Akif’in ziyaretine gelmiştir. Eskişehir eşrafından Osman Bey isimli bir kişinin, Kuvayımilliye’ye katılanların talimhanesi haline getirilmiş olan çiftliği de ziyaret edilmiştir. Eskişehir’den Ankara’ya dönülmüştür[11].
Ankara’da on beş yirmi gün kadar kaldıktan sonra, Mehmet Akif, oğlu Emin ve Antalya Mebusu Süleyman Efendi güneye Burdur’a gitmiştir. Mehmet Akif Burdur’da hükümet konağında halka hitap etmiştir. Burdur’dan Sandıklı’ya geçilmiş, Mehmet Akif, burada da cemaate vaaz vermiştir. Sandıklı’dan Dinar’a, Dinar’dan da Antalya’ya geçilmiştir. Burada on beş gün kalındıktan sonra tekrar Ankara’ya hareket edilmiştir. Kafile Ankara’ya gitmek için Burdur’dan geçerken ahalinin ısrarı karşısında Burdur’da bir hafta daha kalmıştır[12].
Ankara Hükümetini ve Millî Mücadeleyi desteklemesi nedeniyle, İs-tanbul Hükümeti tarafından Darü’l-Hikmet’ül-İslamiye’deki görevine son verilen[13] Mehmet Akif, Ankara’ya gelişinin ardından, yaklaşık 35-40 günlük bir süre içerisinde Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Antalya gibi yerleşim yerlerini dolaşmış, şehirlerin ileri gelenleriyle görüşmüş, Kuvayımilliyecilerle temas kurmuş, vaaz ve konuşmalarla halka ulaşmaya çalışmıştır.
3. İrşat Encümeni Kurulması ve Konya’ya İrşat Heyeti Gönderilmesi
Meclis'in 26.04.1336 (1920) tarihli oturumunun birinci celsesinde, Çorum Mebusu Sıddık Bey'in, encümenler teşkiline dair takriri okunmuş, yapılan görüşmede kurulacak encümenlerin sayısının belirlenmesi ve ardından seçim yapılması kabul edilmiştir. İkinci celsede Bursa Mebusu Muhiddin Baha Bey ve arkadaşlarının, on encümen (1- Umuru Şer'iye - Evkaf, 2- Dahiliye, Emniyeti Umumiye - Posta, Telgraf, 3- Hariciye, 4- Maliye, Rüsumat, 5- Ticaret, Ziraat, Orman, Maadin, Umuru İktisadiye, 6- Adliye ve Mezahip, 7- Maarif, 8- Müdafaai Milliye, 9- Nafıa, 10- Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye) teşkiline dair takriri okunmuş ve yapılan görüşme sonrası takrir kabul edilmiştir[14]. Meclis'in bir gün sonraki oturumunda Bursa Mebusu Şeyh Servet Efendi tarafından, kurulması kabul edilen encümenlere ilaveten, bir “İrşat Encümeni” teşkiline dair takrir verilmiştir. Şeyh Servet Efendi, düşmanların yaptıkları propagandanın olumsuz tesirleriyle mücadele edebilmek için irşat encümeni teşkilinin zaruri olduğunu belirtmiştir. Takrirle ilgili yapılan oylama sonucu “İrşat Encümeni” teşkili kabul edilmiştir. Şeyh Servet Efendi'ye göre yapılacak irşat vazifesinin üç temel esası vardır[15]:
“Birincisi: Düşmanlarımızın yaptıkları propagandalar vasıtasıyla karışıklık çıkan bir miktar yerler vardır. Bunlar nekahetteki hastalar gibidir, ruhları henüz hastadır. Onların ruhları takviye edilmezse o yerler fırsat buldukça o hastalığa müptelâ olabilirler. Kurulacak encümenin alacağı tedbirler ve icab ederse Meclisten verilecek karar gereği, ya bu yerlerin eşraf, ayan ve uleması Ankara'ya çağrılarak İrşat Umumi Heyeti Vekâleti tarafından terbiye edilir veyahut münasip olan yerlere heyet gönderilir ve bu suretle onların ruhları takviye edilir.
İkincisi: Memleketimizde asayiş sorunu olduğunda derhal sevk edeceğimiz asker, jandarma ve polis kuvvetleri vardır. Bunların da mâkul, hakimane irşat ile aydınlatılması ve kalplerinin daima takviye edilmesi lazımdır.
Üçüncüsü: Düşmanlar tarafından esaret altına alınmayan bütün yerleşim bölgelerine ulaşmak, ya onların eşraf ve ayanını getirtmek, ya bir heyet göndermek veya mahallerinde birer şube teşkil etmek suretiyle, bütün memleket ahalisini irşat etmek lazımdır''
Konya Mebusu Arif Bey, 17.05.1336 (1920) tarihli 17’nci oturumda, Konya’da sıkıyönetim ilânına sebep olan olayların nedenlerini incelemek ve hadiseyi yakından görmek üzere Meclis içinden 5 üyeden oluşacak bir heyetin Konya’ya gönderilmesini teklif etmiştir[16]. Teklif 19.05.1336 (1920) tarihli oturumda görüşülmüştür. Görüşmede söz alan Antalya mebusu Hamdullah Suphi Bey, Mehmed Akif Bey gibi bütün memlekette büyük hürmet kazanan bir büyük adamı Meclis içinden seçilecek bir iki kişi ile beraber Konya’ya yollamanın, halkı aydınlatmak hususunda faydalı olacağını, böylelikle memleketin bir köşesinde uyanacak bir fitnenin vaktinde bastırılmış olacağını söylemiştir. Ar-dından, Elâziz Mebusu Hüseyin Bey tarafından, “Heyeti İcraiyenin vazifesine müdahale etmemek üzere Konya'ya bir heyeti irşadiyenin gönderilmesi”ne yönelik bir takrir verilmiştir. Yapılan oylama sonucu takrir kabul edilerek Konya’ya bir “irşat heyeti" gönderilmesi kararlaştırılmıştır[17].
Hamdullah Suphi Bey, Ali Şükrü Bey, Refik Bey ve Mehmet Akif Bey’den oluşturulan “İrşat Heyeti” 25 Mayıs 1336 (1920) günü Konya’ya hareket etmiştir[18]. Mehmet Akif, Konya’da Kuvayi Milliye’yi takviye edebilecek gönüllü kafilelerini çoğaltmak ve milletin gönlünde heyecanlar yaratmak maksadıyla konuşmalar ve sohbetler yapmıştır. Konya'dan ayrılmalarını müteakip oğluyla birlikte tren ile Afyon ve Eskişehir'e, oradan da Ankara'ya dönmüşlerdir[19].
B. MEHMET AKİF’İN MEBUS OLMASI VE MECLİS’TEKİ FAALİYETLERİ
1. Mehmet Akif’in Burdur Mebusu Olması
Mehmet Akif'in mebus olması Burdur vilayeti mebus kontenjanında oluşan eksiklik üzerine gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın 29 Nisan 1920 tarihli bir telgrafı ile Mehmet Akif Bey'in mebus namzedi yazılması, Burdur'un bağlı bulunduğu Konya Vilayeti Vali Vekili Kolordu Kumandanı Albay Fahrettin Bey'e bildirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın Fahrettin Bey'e yazdığı telgrafın metni şöyledir:[20]
“Ankara, 29.04.36
Konya’da 12. K. K. Fahrettin Bey Efendi’ye,
İstifasında musir bulunan Burdur livası Büyük Millet Meclisi azasından ve Ahz-ı Asker Reisi Miralay İsmail Bey Efendi’nin yerine livayı mezkur Büyük Millet Meclisi azasından Ankara’da bulunan Şair Mehmet Akif Efendi’nin intihabının temin ve neticenin iş’ar buyrulmasını rica ederim.
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal (imza)”
Burdur Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nce oluşturulan bir heyet, 25 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da vefat eden Halil Hulusi Efendi, Burdur Milletvekilliklerinden istifa eden Çilzade Fahrettin Efendi ve Miralay İsmail Hakkı Beylerin yerine yeni Burdur mebuslarını seçmek için 17 Mayıs 1336 (1920) tarihinde toplanmıştır. Yapılan seçimde Soysallı İsmail Suphi ve Şair Mehmet Akif Beyler 58'er oy almış, Mutasarrıf-ı Sabık Ali Ulvi Bey ise 56 oy alarak seçilmiştir[21].
Meclis'in 5 Haziran 1920 tarihli oturumda Kütahya Mebusu Katip Haydar Bey tarafından Mazbata Tetkik Encümeninin bir mazbatası okunmuştur. Bu mazbatada, Mehmet Salih Efendi'nin Erzurum'dan, Hasan Hayri Bey'in Dersim'den, Nüzhet Efendi'nin Ergani'den, İsmail Subhi Bey, İslâm Şairi Mehmet Akif Bey ile Ali Ulvi Bey’in Burdur’dan mebus seçildikleri, bunların seçilmelerine engel bir halleri olmadığı belirtilmektedir. Mazbatanın okunmasının ardından, bu seçilen kişilerin mebusluklarının kabulüne dair yapılan oylama sonucu mebuslukları kabul edilmiştir[22].
3 Temmuz 1920 tarihli oturumda Kütahya Mebusu Katip Haydar Bey tarafından Mazbata Tetkik Encümenince mazbataları incelenerek Heyeti Umumiyeye arz edilen kişilerin listesi okunmuştur. İsimleri okunan 21 kişilik liste içinde Mehmet Akif Bey’in ismi de “İslâm Şairi Mehmet Akif Bey (İzmit)” şeklinde yer almaktadır. İsimleri okunan kişilerin mebusluklarının kabulü Heyeti Umumiyeye teklif edilmiştir. Okunan mazbatada Biga’dan seçildiği görülen İsmail Suphi Bey’in, kendisinin Burdur’u tercih ettiğini söylemesi üzerine Meclis İkinci Başkanı Biga’ya yeniden seçim için yazılabileceğini, ancak Mehmet Akif Bey’in Meclis’te olmadığını, onun için bir şey söyleyemeyeceklerini belirtmiştir. İzmit mebusu Sırrı Bey, bu kişilerin Biga’yı tercih etmelerini, Burdur’da ise yeniden seçim yapılması isteğini ifade etmiştir. Meclis İkinci Başkanı bu kişilerin kararlarını sonra söyleyebileceklerini belirtmiş ve oylamaya geçilmiştir. Oylama sonucu listede isimleri bulunan kişilerin mebuslukları kabul olunmuştur[23].
Aynı oturumda Kâtip Haydar Bey tarafından Biga Mutasarrıfı ve Kumandanı Avni Bey’in, Biga mebusluklarına Mehmet Akif, İsmail Suphi, Hamit, Mehmet, Hafız Hamdi beylerin intihap edildiklerine dair telgrafı okunmuştur. Mehmet Akif’in 146 oyla Biga’dan en çok oyu alarak seçilmiş olduğunu gösteren telgrafın içeriği şöyledir[24]:
“Ankara’da Dahiliye Vekâletine
Ankara’da Büyük Millet Meclisi Mebusluğuna Biga Livasının tekmil kazalarında bugün aynı saatte icra edilen intihabatta namzetliklerini vaz ve ilan eden on yedi zattan İslâm Şairi Mehmet Akif Bey yüz kırk altı, üdebadan Soy- sallıoğlu İsmail Suphi yüz yirmi altı, liva müddeiumumii sabıkı Dava Vekili Hamit beylerle Ezine eşrafından Mehmet 109, Ayvacık eşrafından Hafız Hamdi 57, efendilerin ihrazı ekseriyet eyledikleri ve harcırahlarının mahalli mal sandıklarından tesviyesiyle Ankara’ya hareketleri lüzumu ait olanlara emir ve tebliğ edildiği.
3, 4 Haziran 1336
Mutasarrıf ve Kumandan Avni"
6 Temmuz 1920 tarihli oturumda mebuslukları boşalan yerlerin isimleri okunmuş ve bu yerlerde yeniden seçim yapılması için yazı yazılacağı belirtilmiştir. Söz konusu vilayetler arasında Burdur da bulunmaktadır. Burdur Mebusu İsmail Hakkı ve Fahreddin Beylerin istifa edenler arasında isimleri okunmuştur. Bu konuda söz alan Burdur mebusu Ali Ulvi Bey, bahsi geçen Burdur mebuslukları için zaten tayin yapılmış olunduğunu, bunlardan birisinin kendisi, diğerlerinin de İsmail Suphi Bey'le şair Mehmet Akif Bey olduğunu söylemiştir[25].
Meclis'te yapılan çeşitli yoklama ve oylamalarda Mehmet Akif'in mebus seçildiği yer olarak, iki farklı yerin, yani hem Biga, hem Burdur'un yazıldığı görülmektedir.[26] Mehmet Akif'in, Burdur Mebusluğunu tercih ederek Biga Mebusluğundan istifa ettiğine dair takrir ise 18 Temmuz 1920 tarihli oturumda gündeme alınmış ve Katip Haydar Bey tarafından Mehmet Akif Bey'in aşağıda yer alan tezkeresi okunmuştur[27]:
“B. M. Meclisi Riyaseti Celilesine
14-VII-1336 tarih ve 270 numaralı emirnamei riyasetpenahileri cevabidir. Evvelce Burdur livasından intihap edilmiş ve livai mezkûre giderek müntehip ve müvekkillerimle temasta bulunmuş olduğumdan Burdur livası azalığını tercihan Biga azalığından istifa ettiğimi arz ile teyidi hürmet eylerim efendim.
17-VII-1336
B. M. M. Burdur livası Azasından Mehmet Akif
Mehmet Akif'in Biga mebusluğundan istifası sonrası, bu konudaki karışıklık son bulmuş ve bundan sonraki Meclis çalışmalarına Mehmet Akif Burdur mebusu olarak devam etmiştir.
2. Mehmet Akif’in Çankırı ve Kastamonu Seyahatleri
Meclis'in 9.10.1336 (1920) tarihli oturumunda Burdur Mebusu Mehmet Akif Bey'in izinli sayılmasına dair aşağıdaki evrak okunmuş ve okunan bu evraktan sonra Meclis Reisi tarafından Mehmet Akif Bey’in bir buçuk ay izinli sayılması oylanmış ve kabul edilmiştir[28]:
“B. M. Meclisi Riyaseti Celilesine
Burdur Mebusu Mehmet Akif Beyin berayi irşat Kastamonu havalisine izam edilmesi mucibi fevait görülmüş mumaileyh müttehii azimet bulunmuş olduğundan kendisine mezuniyet itasiyle keyfiyetin Heyeti İdareye tebliği istirham olunur efendim.
4 Teşrinievvel 1336
Matbuat ve istihbarat Müdürü Umumisi
Galip Bahtiyar”
Divanı Riyaset Celilesine
Merbut tahrirat 7 Teşrinievvel sene 1336 tarihinde münakit Divanı Riyasette tezekkür edilerek âtideki karar verilmiştir:
Karar: Tahsisat ve tazminatını buradan almak üzere bir buçuk ay mezuniyeti Heyeti Umumiyeye.”
Mehmet Akif, yanında Çankırı (Kengırı) mebusu Hacı Tevfik Bey, Binbaşı Halim Bey ve oğlu Emin ile Kastamonu’ya yola çıkmıştır. Kafileyi Kalecik ilçesi yakınlarında Çankırı Kafkas Topçu Alayı Kumandanı Yahya Bey karşılamıştır. Mehmet Akif yol üzerindeki köylerde vaazlar vererek halkı Millî Mücadele’ye katılmaya davet etmiştir[29].
Mehmet Akif, Çankırı’da bulunduğu günlerde Çankırı Müdafaa-ı Hukuk Teşkilatı ve Çankırı Gençler Mahfeli ile temasa geçmiş ve bu cemiyetlerin yaptığı çalışmalarla ilgilenmiştir. 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı’nın en büyük camisi olan ve Büyük Cami olarak bilinen, Ulu Cami’de bir vaaz vererek, ibadetten önce hürriyetin geldiğini ve hürriyet olmadan yapılan ibadetlerin kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan halifenin de esir olduğu dolayısıyla gerçek halife olamayacağını, Yunanlılara ve kâfirlere karşı cihad bayrağını açan Mustafa Kemal etrafında toplanmak gerektiğini vurgulamıştır[30].
Mehmet Akif ve oğlu Çankırı'dan ayrılıp 19 Ekim 1920 tarihinde Kastamonu'ya gelmiştir[31]. Mehmet Akif, İstanbul'dan gelecek ailesini karşılamak üzere Kastamonu'dan İnebolu'ya geçmiştir. İnebolu'da beş gün boyunca İstanbul'dan gelecek gemi beklenmiş, beşinci günün akşamüzeri gelen gemi fırtınada yolcularını indirememiş, Sinop'a doğru yoluna devam etmiştir. Mehmet Akif ve oğlu Emin Kastamonu'ya geri dönmüştür[32].
Bu gemi her ne kadar kıyıya yanaşıp yolcularını indirememişse de, sahilden sağlam bir kayık vapura dalgalar içerisinde yanaşarak gemiden Hintli Mustafa Sagir isimli bir yolcuyu almış ve karaya çıkarmıştır. Mehmet Akif ile Mustafa Sagir'in yolları bir müddet sonra Ankara'da kesişecek ve bu süreç sonunda Mustafa Sagir'in ajan olduğu anlaşılacaktır[33].
Mehmet Akif'le beraber başyazarı bulunduğu Sebilü'r-Reşad dergisi de Kastamonu'ya taşınmış; 464, 465 ve 466'ncı sayıları Kastamonu Vilayet Matbaası’nda basılmıştır[34]. 11 Kasım 1920 tarihli Kastamonu Açıksöz gazetesinde Mehmet Akif’in “EyMüslüman!” ve 25 Kasım tarihinde de “Ey Cemaat Uyanın!” makaleleri yayınlanmıştır[35].
Mehmet Akif halkla ve şehrin aydınlarıyla münasebetler kurmuştur. İlk konuşmasını 19 Kasım 1920 günü Nasrullah Camii’nde yapmıştır. Kastamonu konuşmalarında Kur’an’dan seçtiği sûre ve âyetler üzerinde durmuş, âyetleri tefsir etmiş ve günün siyasal ortamına uygun biçimde yorumlamıştır. İngiliz- lerin İslâm dünyasında yaptığı kötülükleri, vahşetleri; böl, parçala ve yönet siyasetini bütün çıplaklığı ile anlatmıştır. İçinde bulunulan durumdan kurtulmak için birlik ve beraberlik içinde hareket edilmesi gerektiğini özellikle vur- gulamıştır[36]. Akif’in Nasrullah Camii’ndeki va’azının basıldığı Sebilürreşad sayıları, çoğaltılıp dağıtılmak üzere Anadolu’nun bütün illeri ile sancak ve kazalarındaki valilere, mutasarrıflara, kaymakamlara ve müftülere gönderilmiştir[37].
Mehmet Akif Kastamonu’ya hareketinden önce Meclis’ten bir buçuk aylığına izin almış ve Kastamonu’da bulunduğu süre içerisinde izin süresini doldurmuştur. Bu nedenle Meclis’ten tekrar izin istemiştir. Meclis’in 7.12.1920 tarihli oturumunda aralarında Burdur Mebusu Mehmet Akif Bey’in de bulunduğu beş kişinin izin taleplerine dair aşağıda yer alan evrak okunmuştur[38]:
“Heyeti Umumiyeye
Merbut listede isimleri muharrer Âzayi kiramın izin taleplerini havi takrirleri 5 kânunuevvel 1336 tarihinde münakit Divanı Riyaset içtimaında tezekkür edilerek isimleri hizasındaki erkam miktarınca izinleri tensip edilmiştir. Heyeti umumiyenin nazarı tasvibine arz olunur.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Hasan Fehmi
Trabzon Recai Bey, şubat nihayetine kadar temdiden,
Denizli Hasan Efendi, iki mah, temdiden,
Burdur Akif Bey, bir mah, temdiden,
Muş Rıza Bey, üç mah, tahsisat devresini ikmalinden sonra,
Muş Hacı Ahmet Efendi, üç mah, tahsisat devresini ikmalinden sonra”
Okunan bu evraktan sonra Meclis Reisi tarafından izin talepleri oylanmış ve kabul edilmiştir. Bu evrakta yazan “temdiden” ifadesi, Mehmet Akif'in daha önce almış olduğu bir buçuk aylık izni uzatmak için izin istediği anlamına gelmektedir.
Mehmet Akif Kastamonu'da iken burada bir ev kiralamış, kendisinden iki hafta sonra Kastamonu'ya gelen eşi ve çocukları bu eve yerleşmiştir. Mehmet Akif, Ankara'ya dönerken ailesini Kastamonu'da bırakmıştır[39]. Kastamonu'daki çalışmalarını bitiren Mehmet Akif 24 Aralık'ta şehirden ayrılmıştır[40].
3. Londra Konferansına Temsilci Gönderilmesi Hususunda İstanbul Hükümeti İle Yapılan Yazışmalar, Mehmet Akif Bey’in İstanbul’a Yazılacak Telgrafla İlgili Kaleme Aldığı Metin ve Bu Metne Mustafa Kemal Paşa’nın Tepkisi
TBMM'nin Londra Konferansına İstanbul Hükümeti vasıtasıyla davet edilmesi üzerine Sadrazam Tevfik Paşa'nın Mustafa Kemal Paşa'ya yazdığı telgraflar ve karşılıklı yazışmalar konusunda Meclis'te uzun tartışmalar yaşanmıştır. 8 Şubat 1921 tarihli 147'nci oturumunun üçüncü celsesinde “Sevr muahedenamesi hakkında İstanbul’da Tevfik Paşa'ya çekilen telgraf” başlıklı görüşme de bunlardan birisidir. Görüşmelerin başında söz alan Heyeti Vekili Reisi Fevzi Paşa, daha önce İstanbul ile muhaberenin neticesini arz ettiğini, bunun için Meclis'in cevap vermek için bir karar aldığını, ancak üç dört gündür bunun ertelenmesinin İstanbul ile ilişkilerde karışıklıklara sebebiyet verdiğini, bu nedenle cevabın verilerek İstanbul ile hesabın kesilmesini istemiştir[41].
Fevzi Paşa'dan sonra söz alan Mehmet Akif, İstanbul'la aradaki yanlış anlamaların kalkması ve ikiliğin bertaraf edilmesi için Meclis'in karar verdiğini, bu kararda İstanbul’a Meclis tarafından bir telgraf yazılmasının ve bu telgrafın son cevap olması kararının alındığını hatırlatmıştır. Antalya Mebusu Hamdullah Suphi, bunun yazılmış olduğunu ve Meclis’te okunduğunu belirtmiştir. Mehmet Akif bu müdahaleye cevap olarak, kendisinin o telgraf müsveddesinde söylenilmesi uygun olmayacak birçok hakikatler gördüğünü, metnin lisanının gayet sert olduğunu, daha uzlaşmacı yazılması gerektiğini söylemiştir. Eğer Meclis’in talepleri ılımlı bir lisanla, yumuşak bir üslupla ifade edilirse ve talepler İstanbul hükümeti tarafından kabul edilmezse o zaman mesuliyet ve vebal onların omuzlarına yüklenecek, kabul ederlerse de iş bitmiş olacaktır. Mehmet Akif bu kısa açıklamasının ardından kendisi tarafından karalanmış olduğunu belirttiği metni okumaya başlamıştır. Söz konusu metin şöyledir[42]:
“Ankara ile İstanbul arasında cereyan eden muhaberattan İstanbul’un henüz gerek kendi vaziyetini, gerek Anadolu’nun vaziyetini layıkıyla ihata edemediği kanaati hasıl oluyor. Milletin beratı idamından başka bir şey olmayan Sevr muahedenamesiniİstanbul’a kabul ettiren esbabın burada mevzubahis edilmesini münasip görmüyoruz. Ancak milletin istiklâli o muahedename- nin birkaç maddesinin tadil ve tebdiliyle temin olunamayıp, büsbütün ortadan kalkmasına mütevekkıf bulmasına nazaran vaktiyle o muahedenameyi kabul edenlerin bugün konferansta lazım gelen vak-ü tesiri haiz olamayacakları pek tabidir. Mütarekeden beri devam eden ve inayeti Hakla hayat ve istiklâlimizin halâsına kadar devamı muhakkak olan mücahedei milliye sayesinde bugün lehimize olarak bir vaziyet inkişaf etti. Bu müsait vaziyetten istifadeye koşmak bütün kuvvayı Devlet için bir vecibei hayatiye iken, İstanbul’un hakayiki ahvale göz yumarak ruhtan ziyade şekil ile meşgul olduğu nazarı teessüfle görülüyor. Zaman, geçmiş vakayii tahlil ile uğraşacak zaman değildir. Ecnebiler Devletimizin bütün varlığını payimal etmişler, en tabii hukukunu çiğnemekten sıkılmamışlardır. Bu tecavüzlere diğer taraflardan evvel maruz kalan ve el’an ecnebi tahakkümü altında baş bile kaldıramayan İstanbul’un bu ahvali göz önünde tutarak ona göre bir vaziyet ittihaz etmesi zaruri iken, makûs bir istikamet alması cidden mucibi teessüftür. İstanbul nazarında henüz resmen âsi telakki edilen Anadolu bugün istiklâli için, Makamı Hilafet ve Saltanatın tahlisi için canla başla uğraşıyor, düşmanların muhacematına göğüs geriyor, bu yolda kanını döküyor. Binaenaleyh bugün söz sahibi ancak kendisi olmak icabedeceğini itiraf ve kabul etmek ve aradaki sui tefehhümü bertaraf ederek B.M.M. ’ne tefvizi umur eylemek kendisinin ve bütün memleketin selameti namına İstanbul için en mütekaddim ve en mütehattim bir vazifedir. Bugün İnayeti Hakla millet vahdetini temin etmiş, meşru Meclis ve Hükumetini teşki ile ordularını tanzim eylemiş, her türlü müdahalatı ecnebiyeden âzade olarak tenfizi ahkâm ve kazada bulunmuş iken, bütün bu şeraitten tamamiyle mahrum bulunan İstanbul’un hâlâ eşkal ve merasim ile uğraşması menafi millet ve maslâhatı ümmetle katiyen kabili telif değildir. Bugün İstanbul’un uhdei hamiyetine düşen en mühim vazife derhâl B.M.M.nin meşruiyetini tasdik ve konferansa murahhas göndermek hakkının münhasıran bu Meclise ait olduğunu ilân etmektir. Bunun hilâfında hareket milletin halâsına set çekmek, tefrika ve inkisama bâdi olmak, Makamı Hilafet ve Saltanatı (papalık) gibi kuvvayı mad- diyeden mahrum ve gayrimeşru bir şekle sokarak ecnebilerin amâline bâziçe derekesine indirmek demektir. Buna ise Şeriatı garrayı İslâmiyenin katiyen müsaadesi yoktur. Kaldı ki Müslümanlık nazarında pek büyük bir mevkii dinisi olan Makamı Muallâyı Hilafeti vaz’ı meşruundan çıkarmaya hiçbir ferdin, hatta o makamı işgal eden Zatı Şahanenin bile salâhiyeti olamaz. İradei Şahane maslâhatı ümmet üzerine ibtina ederse muteber ve muta olur. Evet, zatı Şahanenin arzuyu zâti ve emri hususileri başkadır; Ümmetin emini olmak haysiyetiyle der’uhte buyurdukları emaneti Hilafetten mütehassıl şahsiyeti ma- neviyenin iradesi başkadır. Binaenaleyh bugün Zatı Şahâne bütün amali hu- susiyelerinden tecerrüt etmek ve o, der’uhte buyurdukları emaneti kübradan mütehassıl şahsiyeti maneviye namına maslâhatı Ümmet muktezası veçhile iradatı âliyede bulunmak mecburiyeti şeriyesindedirler. Maslâhatı Ümmetin muktezası ise (icmaı ümmet) mahiyetinde olan ve bir kuvvei maddiyeye istinad eden B. M. Meclisi, evet ancak bu Meclis izhar etmek mevkiinde bulunuyor. Malûmdur ki dini İslâmın kıyam ve bekası için zaruri olan teçhizi cüyûş, sed- di sugur, tenfizi ahkâm ve kaza şeraiti esasiyesini bilkülliye iptal ile Makamı manâyı Hilâfeti mühmel bir hâle koyan (Sevr) muahedenamesini kabule cevazı şer’i yoktur. Şayet İstanbul’u böyle gayrimeşru bir vaziyete sokan sebep cebrü ikrah ise bugün o sebebin zâil olduğu iddia olunamaz. Binaenaleyh ecnebilerin cebrü ikrahiyle bütün şeraiti esasiyei şeriyesinden tecrit edilen Makamı Hilâfet ve Saltanat için o şeraiti temin eden B. M. M.’ni derhâl Makamı Celili Hilâfetin kuvvei müeyyidesi olarak tasdik ve bu Meclisin icmai ümmet mahiyetinde olan mukarreratını kabul ile kendi vaz’ı meşruunu iktisap etmek bir vazifei şeriye olduktan başka beynelmüslimin büyük bir mevkii ihtiramı bulunan Hanedanı Ali Osmanın ilelebet bu mevkii mümtazı muhafaza edebilmesi için de elzemdir. Gerek Zatı Şahanenin, gerek bütün Cihanı İslâmın malumu olmalıdır ki B. M. Meclisince bugün Makamı Hilafet ve Saltanatın halâsını ve milletimizin istiklâli tamını temin etmekten başka hiçbir gaye mutasavver değildir ve bunun böyle olduğunu her milletvekili ferden feda yemin ile teyit etmiştir. Onun için bugün İstanbul'un mânasız vesveselerle nazarı ecanipte milletin vahdetini kesredecek gayrimeşru bir tavır takınmasına B. M. Meclisi son derece müteessiftir. Artık bu gayrimeşru vaziyete bir an evvel hâtime vermek; bu zavallı, bu fedakâr milletin mukadderatını idare etmekte bulunan B. M. Meclisiyle tevhidi mesai etmek, aynı gayenin husulüne elbirliğiyle çalış-mak dinî, vatanî, millî vazaifin akdemidir. Binaenaleyh gayemizin husulünden sonra aramızda halli pek kolay olan mesaili dahiliyeye ait bir takım noktai nazar ihtilâflarının bugün katiyen mevzubahsedilmemesini ve yalnız dinü milletin menafi âliyesi düşünülerek derhâl B. M. Meclisinin meşruiyetini kabul ve intihap ettiği murahhasların tasdik edilmesini, bu suretle aradaki ikiliğin kaldırılarak Kur 'an'ın ve sünneti Resulün emri veçhile Devlet ve milletimizin ecanibe karşı yekpare bir bünyanı marsus hâlinde tecelli ettirilmesini selâmeti dinü devlet namına son defa olarak temenni ederiz. İşbu kararımız Tevfik Paşa'ya aynen tebliğ olunmak üzere Heyeti Vekileye tevdi olundu. ”
Mehmet Akif’in okumuş olduğu bu metnin ardından bazı mebuslar söz alarak konuyla ilgili görüşlerini açıklamışlardır. Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey kendisinin de ilk zamanlarda yumuşaklıkla işi halletmek taraftarı olduğunu, ancak sarayın davranışları sonrası İstanbul’u aklü mantık dairesinde harekete geçirmenin imkânsız olduğunu gördüğünü söylemiştir. Mersin Mebusu İsmail Safa Bey, İstanbul’un bazen fetvalarıyla, bazen silahlarıyla Ankara Hükümetini mağlup etmeye çalıştığını, Meclis’e murahhas gönderme hakkını çok gördüğünü, buna karşın Meclis’in murahhaslarını seçip gönderdiğini, meselenin böylece kapandığını söylemiştir. İzmit Mebusu Hamdi Namık Bey, Mehmet Akif’in İstanbul’a yazılacak telgrafın Heyeti Vekilece kabul edilen şeklinin şiddetli olduğu yönündeki ifadesine katılmadığını, Mehmet Akif’in cevabı içerisinde yer alan, İstanbul’un Meclis’in meşruiyetini tanımasına yönelik isteğin, bir zaaf olduğunu, İstanbul’un zaten Sevr’i kabul ettiğini ve şimdilik hilafet ve saltanattan bahsetmenin de yersiz olduğunu belirtmiştir. Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey, iki üç kelime değişikliğiyle beraber, Mehmet Akif’in müsveddelerinin cidden tercih edilebilir olduğunu söylemiştir. Sivas Mebusu Emir Bey ise, Heyeti Vekilenin aldığı vaziyetin bir beyanname şeklinde duyurulmasını talep etmiştir. Bu beyanname zaten İstanbul’a da ulaşacak ve bütün dünya da İstanbul’un aldığı vaziyetin gayri münasip olduğunu tasdik edecektir[43].
Bu konuda söz alan Ankara Mebusu Mustafa Kemal Paşa ise öncelikle heyeti murahhasa meselesinin kendilerince kati surette halledilmiş olunduğunu belirterek, bu konuda Meclis'in son ve kati kararını tebliğ mecburiyeti olduğunu söylemiştir. Meclis'in kararını tebliğ hususunda Mehmet Akif'in yazmış olduklarında bazı mühim değişiklikler yapılmasının gerekli olduğunu söyleyerek aşağıdaki açıklamayı yapmıştır[44]:
“... Baş tarafta Sevr muahedesinin bazı maddelerini kabul etmektense, Sevr muahedesinin heyeti umumiyesini tadil etmek lazımdır, diyor. Bunu bugün B.M. Meclisinin beyannamesinde zikretmek diplomatik bir hatadır. Biz Sevr muahedesini kabul etmediğimizi ilân ettik ve bu azimde bulunduğumuzu birbirimize söylüyoruz. Fakat bundan sonraki muamelemizin kati ifadesi baş murahhasımızın sözüyle başlayacaktır. Bunun zamanı mıdır, değil midir? O ayrı, başlı başına bir meseledir.
Sonra mesela ikinci sayfasında (“...bugün lehimize olarak bir vaziyet inkişaf etti. Bu müsait vaziyetten istifadeye koşmak bütün kuvayı devlet için bir vecibeyi hayatiye iken İstanbul'un hakayiki ahvale göz yumarak...” deniyor.) Vaziyet böyle değildir efendiler. Elhamdülillah bizim vaziyetimiz iyidir. Muz- tar vaziyette değiliz, koşma vaziyetinde de değiliz. Henüz bize yapılan teklifin ciddiyetine emniyet yoktur. Biz koşmuyoruz, fakat bazı hukukumuzu dünyaya ilân etmek için gidiyoruz. Bu manada kabul, tabii Tevfik Paşa'nın dediği olmuştur, aman fırsat zuhur etmiştir. Hayır efendiler; böyle değildir. Yani bu gibi ufak şeyler vardır.
Sonra burada deniliyor ki bu meclis meşrudur. Sonra burada deniliyor ki, (“Bugün İstanbul'un uhtei hamiyetine düşen en mühim vazife derhâl Büyük Millet Meclisinin meşruiyetini tasdik ve konferansa murahhas gönderme hakkının münhasıran bu Meclise ait olduğunu ilân etmektedir.”) Efendiler bu Meclis meşrudur ve bunun meşruiyetini kimseye tasdik ettirmek lazım değildir. İkincisi; bu meşru Meclis, meşru ve salahiyattar olan murahhaslarını göndermiştir. Bu heyetin Avrupaca tanınması için Tevfik Paşaya ricaya ihtiyacımız yoktur. Binaenaleyh böyle bir şeyi beyannamemizde söylemek, giden heyeti murahhasamızın kıymetini sıfıra indirmek demektir.
Sonra efendiler; makamı Hilafet ve Saltanatın tabiri sırasında Papalık kullanılmıştır. Makamı Hilafet ve Saltanatın Papalık kelimesiyle heyetimiz tarafından ifade olunmasına ve bu kelimenin kullanılmasına bendeniz şahsen taraftar olamam.
Yine altıncı sayfada bazı izahat vardır. “Sevr muahedesini kabul etmeye cevazı şer 'i yoktur” deniliyor. “Edilirse makamı muallayı Hilafeti mühmel bir hâle getirir” deniyor. Hâlbuki Sevr muahedesi kabul edilmiş ve makamı hilafeti mühmel bırakmıştır. Malumu alinizdir ki efendiler, Şurayı Saltanatta Sevr muahedesini Zatı Şahane bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir. Binaenaleyh vaki bir şeydir. Eğer bu vaki gibi kabul edilirse, zaten Makamı Hilafet ihmal edilmiştir. Hâlbuki biz bunu itiraf etmek istemiyoruz. Onun için bunun da ifadesi zamanı gelmiş ise ...
Sonra yedinci sayfasında yine Zatı Şahaneden B.M. Meclisinin tasdiki ta- lebediliyor. Evvelki başka bir manada idi, bu da başka bir manadadır. Hâlbuki efendiler biz Zatı Şahane, İstanbul’da düşman süngüsü altında iradesini istimale gayri muktedir, yani esirdir, dedik. Binaenaleyh bizim Meclisimizi bir esir tasdik edemez. Bu da doğru değildir. Olsa olsa o zat Meclisi kabul ettiğini ve tanıdığını -dikkatle yazılmak lazım geleceğine dair bir fikir vermek için söylüyorum, tanımak başkadır, tasdik etmek başkadır. Çünkü herkes tanıyabilir- ilân etmesini.
Sonra efendiler, sekizinci sayfasında “bugün şöyle böyle anlaşalım ve bunun husulünden sonra aramızda pek kolay olan idarei dahiliyeyi...” Şimdi efendiler, iki şahıs konuşmuyor. Bir milletle bir şahıs konuşmuyor. Öyle pazarlık olmaz zannederim. Malumu aliniz hakimiyet bila kaydü şart milletindir. Artık bunda pazarlık hakkı bizde mevcut değildir. Böyle bir pazarlık olmaz zannederim. Azmü imanımızda bir tereddüt ve teşevvüş olduğunu bugünden ilân etmiş oluyoruz. Binaenaleyh kimse ile pazarlığımız yoktur. Meşruiyet üzerinde bulunuyoruz. Akıl ve mantık üzerinde bulunuyoruz. Bunlardan sarfı nazar etmek doğru bir şey olamaz.
Sonra, son sahifesinde bazı ifadeler var. Şöyle böyle olursa mevcut olan ikilik bertaraf edilmiş olur. Bu da tabii siyasi bir ifade değildir efendiler. Biz ikilikten bahsetmedik ve etmeyiz efendiler. Biz vahdeti tamme hâlindeyiz. İkilik iddia eden onlardır. Onu biz iddia etmekle sarahaten onların vaziyetini kabul etmiş oluyoruz. Bu tabiri yazmakla onların vaziyetini tasdik etmiş oluruz. İkilik yoktur. Vahdet vardır ve bu vahdeti tanımayan hâli delalette bulunanlar vardır. Binaenaleyh görülüyor ki, bu gibi icrai hususatta teferruata girişmek doğru değildir …”
Bu konuşmalardan sonra Mehmet Akif tarafından hazırlanan cevap metni gündemden çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa konuşmasının sonunda, Meclis’in kararı ne ise, Tevfik Paşa'ya son yazdığı telgrafa cevaben iki üç madde olarak münasip bir surette ve kısaca yazılmasını teklif etmiştir.
4. İstiklal Marşı’nın Kabulü
İstiklal Marşı yazılması talebi, bu konuda bir yarışma açılması, yarışma sonuçlarının değerlendirilmesi süreci Mehmet Akif'in Meclis faaliyetleri haricindedir. Mehmet Akif, kendisinden İstiklal Marşı yazılması talebi sonrası bu konuya dahil olmuştur. Marşın kabulü ve Meclis'te okunması sürecinde de, kendi kişiliğine ve mütevaziliğine uygun olarak, herhangi bir etkide bulunmamıştır. Bir Meclis faaliyeti olarak gerçekleşen İstiklal Marşı'nın kabulü süreci, Birinci TBMM'nin önemli icraatlarından birisi olmuş ve Mehmet Akif'in milli marş yazarı olarak ebedileşmesini sağlamıştır. Milli marşın yazılma ve kabulü süreci kısaca şöyle cereyan etmiştir:
Erkanı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet (İnönü) Bey'in Maarif Vekili Rıza Nur Bey'den, millî heyecanı kuvvetlendirecek tarzda bir milli marş hazırlanması isteği üzerine, Mehmet Akif'in Kastamonu'da bulunduğu günlerde, Maarif Vekaleti bir millî marş yarışması açmıştır. Yarışmayı kazanacak esere para ödülü de vaat edilmiş, ancak yarışmaya katılan şiirlerin hiçbiri Millî Marş olmaya layık görülmemiştir. Rıza Nur'dan sonra Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi Bey Mehmet Akif'i yarışmaya dahil etmeye çalışmıştır. Mehmet Akif yarışmaya, para ödülü olduğu için katılmayı kabul etmediğinden, Hamdullah Suphi Bey'in ödül konusunda kendisinin istediği değişikliğin yapılacağı teminatı sonucu Mehmet Akif marş yazmaya başlamıştır.
Meclis'in 26 Şubat 1921 tarihli 157'nci oturumunda “İstiklâl Marşı hakkında Maarif Vekaletinden mevrut tezkere” görüşülmüştür. Meclis Reisi tarafından tezkerenin Maarif Encümenine gönderilmesinin teklif edilmesi sonrası İzmit mebusu Hamdî Nâmık Bey, marş yazarları arasında Maarif Encümeninden bir zatın da bulduğunu söyleyerek Mehmet Akif'i kastetmiş ve bu nedenle ayrı bir encümen seçimini teklif etmiştir. Hamdî Nâmık Bey'in bu teklifi Meclis'te gürültülere neden olmuş, Karesi mebusu Hasan Basrî Bey, “Mehmet Akif o zilleti irtikâp etmez, katiyen ona tenezzül etmez” diyerek Mehmet Akif'in kendi şiiri de aralarında olduğu için taraflı davranabileceğinin ima edilmesine tepki göstermiştir. Hamdî Nâmık Bey, “Maarif encümeniyle olmaz, bunu erbabı ihtisastan mürekkep bir encümen tetkik etsin” diyerek ayrı bir encümen isteğinde ısrar etmiştir. Bu tartışmaların sonunda Kırşehir mebusu Yahya Galip Bey'in İstiklâl marşı hakkında Maarif Vekâletinden gönderilen parçaların basılması ve mebuslara dağıtılması önerisi oylanarak kabul edilmiştir[45].
Meclis’in 1 Mart 1921 tarihli 1’inci oturumunda, Karesi Mebusu Hasan Basri Bey’in, İstiklâl Marşı güftesinin Hamdullah Suphi Bey tarafından Meclis kürsüsünden okunmasına dair takriri görüşülmüştür. Henüz milli marş kabul edilmemiş olduğundan Bursa mebusu Muhiddîn Baha Bey, "Hangi istiklal marşı?" sorusunu yöneltmiştir. Karesi mebusu Hasan Basrî Bey kürsüye çıkıp İstiklal Marşı’nın yazımı süreciyle ilgili kısa bir açıklama yaptıktan sonra, kendi oyunu açıklamakta olduğunu söyleyerek Mehmet Akif tarafından kaleme alınan “İstiklal Marşı”nın tamamını okumuştur. Marşın okunması sırasında Meclis’te bir coşku hasıl olmuş, hemen her kıtanın sonunda alkışlar gelmiş, marşın sonunda ise mebuslar tarafından sürekli alkışlarla mukabele edilmiştir[46].
Mehmet Akif tarafından yazılan “İstiklal Marşı”nın milli marş olarak kabulü ise “Maarif Vekâletinin İstiklâl Marşı hakkındaki tezkeresi”nin görüşüldüğü Meclis’in 12 Mart 1921 tarihli 6’ncı oturumunda gerçekleşmiştir. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey konu ile ilgili konuşmasında “İstiklal Marşı” hakkında ne kadar evvel bir karara varılırsa o kadar fazla fayda sağlanacağını ifade etmiştir. Maarif Vekilinin bu konuşması sonrası İstiklâl Marşının ruznameye alınarak müzakeresi oylanmış ve kabulü sonucu konuyla ilgili görüşmeye geçilmiştir[47].
Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey’in, “ısmarlama yazılan şiirler yaşamaz, ısmarlama şiirlere verilecek memleketin parası yoktur” şeklindeki eleştirisi üzerine Hamdullah Suphi Bey, para meselesi ile bu şiirler arasında bir münasebet bulmanın yanlış bir düşünce olduğunu, şiirlerini yollayan şairlerin, senelerce bütün memleketin kederlerini, ıstıraplarını, bütün mefahirini söyleyen şiirler yazdıklarını, şairlerin hiçbirisinin para hakkında, bir şey sölemediklerini, Mehmet Akif’in yazmaktan çekinmesinin bazılarının hatırına para gelmesinden korkmasından olduğunu söylemiştir. Kastamonu Mebusu Dr. Suat Bey, yazılan marşların içindeki en güzel marşın Mehmet Akif’in yazmış olduğu İstiklâl Marşı olduğunu, bundan evvel de Mecliste büyük bir vect uyandırdığını, bu nedenle bu marşın tasvip edilmesini teklif etmiştir. Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey ise, Mehmet Akif tarafından yazılmış marşı kastederek, bu marşın milletin ruhundan doğma bir marş olmadığını, kabul edilecek marşın milletin ruhuna tercüman olacak bir marş olması gerektiğini söylemiştir[48].
Bazı mebuslar tarafından verilen İstiklâl Marşı seçiminin Maarif Vekâletine ait olmasına; İstiklâl Marşı seçilmesi ve kabulü için erbabı ihtisastan mürekkep bir encümen kurulmasına; İstiklâl Marşının şubelerce teşkil edilecek bir encümeni mahsus tarafından tetkik ve tasdik olunmasına; şair ve bestekârlardan mürekkep bir encümen teşkiline yönelik takrirler yapılan oylamalar sonucu reddedilmiştir. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey de yeni bir encümen teşkili fikrine karşı çıkmış, mevcut yedi şiirin riyasetçe ayrı ayrı oya sunulmasını ve en çok takdir görülenin kabulünü talep etmiştir[49].
Kastamonu Mebusu Dr. Suat Bey, Karesi Mebusu H. Basri Bey, Ankara Mebusu Şemseddin Bey, Bursa Mebusu Operatör Emin Bey, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Isparta Mebusu İbrahim Bey tarafından, her biri ayrı ayrı olmak üzere, müzakerenin kifayetine ve Mehmet Akif’in İstiklâl Marşının kabulüne dair takrirler verilmiştir. Ayrıca Kırşehir Mebusu Yahya Galip Bey tarafından da Mehmet Akif tarafından yazılan marşın kendisi tarafından kürsüde okunması teklif edilmiştir. Mehmet Akif tarafından yazılan marşın İstiklâl Marşı olarak kabulü oylanmış ve kabul edilmiştir. Kırşehir mebusu Müfit Bey, Hamdullah Suphi Bey’in bu marşı kürsüden bir daha okumasını; Konya mebusu Refik Bey ise istiklâl Marşının ayakta okunmasını teklif etmiştir. İstiklal Marşı, Hamdullah Suphi Bey tarafından kürsüde tekrar okunmuş, mebuslarca sürekli alkışlar arasında ayakta dinlenmiştir[50].
5. Meclis’te Matbuat ve “Sebilürreşad” Tartışmaları
1337 (1921) yılı Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi bütçesi görüşmelerinde, Konya Mebusu Vehbi Efendi ve Kırşehir Mebusu Yahya Galip Efendi yaptıkları konuşmalarda, Matbuat ve İstihbarat Müdüriyetinin lüzumsuz kadrolaştığını, bu teşkilata ayrılan paraların gereği gibi kullanılamadığını, böyle bir teşkilata gerek olmadığını belirtmişlerdir. Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey, bu dairenin vazifesini hakkiyle ifa edip edemediği hususunda kendisinin de mütereddit bulunduğunu, Ankara merkezinde bir propagandaya lüzum olmadığını, aydınlanmaya muhtaç olan yerlerin köyler olduğunu söylemiştir. Merkezde birçok gazete çıkmakta, ancak bunlardan livalara, gitse gitse sekiz on tanesi gitmekte ve bunları da muayyen bir iki kıraathaneye devam edenler okumaktadır. Çıkarılan ajanslardan köylünün haberi yoktur. Ayrıca ajanslar da köylünün anlayacağı tarzda değildir. Hakkı Hami Bey’e göre Matbuat ve İstihbarat Müdüriyetinin bugün yapacağı vazife, süngünün yapacağı işten mühimdir, fakat maatteessüf bu vazife sözde kalmıştır[51].
Karesi mebusu Abdülgafur Efendi, Matbuat Müdüriyetinin kendisine mahsus bir matbaası ve memurları bulunduğu halde niçin kendisinin günlük bir gazete çıkarmadığını ve niçin diğer gazetelere destek sağlandığını sormuştur. Desteğin aleyhinde olmadığını ancak lüzumundan fazla para verildiğini söylemiştir. Yenigün ve Hakimiyeti Milliye gazetelerine destek verilip verilmediği konusunda konuşurken bir mebus tarafından “Sebilürreşad'a da muavenet ediyorlar.” şeklindeki ilave üzerine Abdülgafur Efendi, Matbuat Müdüriyetinin İslam âleminin yegâne bir dergisi olan Sebilürreşad’a zorluk çıkarmayı reva gördüğünü, ancak sonradan destek vermeye başlayarak, kağıt vesaire verdiğini söylemiştir. Ertuğrul Mebusu Hamdi Bey’in “Etti, etti pekâlâ etti.” şeklinde, Sebilürreşad’a destek verildiğini teyit etmesi üzerine Burdur mebusu Mehmet Akif konuya müdahil olmuş ve Hamdi Bey’i “Bilmeyerek söyleme.” diyerek uyarmıştır. Hamdi Bey’in “Pekâlâ biliyorum.” şeklinde karşılık vermesi üzerine kısa süreli bir tartışma çıkmış, Mehmet Akif, Hamdi Bey’i önce dalkavuklukla itham etmiş, ardından ‘rezil herif’ ifadesini kullanmıştır. Hamdi Bey de aynı ifadelerle Mehmet Akif’e karşılık vermiş, Mehmet Akif’in “Dalkavuksun hergele, sus.” şeklindeki hitabı sonrası Meclis Başkanı bu atışmaya müdahale etmiş ve iki tarafı da susturmuştur[52].
Matbuat Umumi Müdürü Muhittin Bey konuşmasında, matbuatın İstanbul’da fazla olduğunu, Ankara’da ve Anadolu’da matbuat olmadığını söyleyince Mehmet Akif müdahale ederek “Kastamonu 'da bir matbaa vardır ki emsâli İstanbul'da yoktur” demiştir. Muhittin Bey, bu matbaanın motoru olmadığını söylemiş, Mehmet Akif de “Zarar yok, el ile çevirirler. Yevmiye (2030) bin gazete basılabilir.” karşılığını vermiştir. Muhittin Bey bunun imkânı olmadığını saatte nihayet bin tane basılabileceğini söylemiş ve gazetelerin durumlarını açıklamaya devam etmiştir[53].
Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi bütçesinin devam eden görüşmelerinde Sebilürreşad gazetesine destek konusu gündemde kalmış, Malatya Mebusu Feyzi Bey, tartışmanın sadece Sebilürreşad için yapıldığını, destek yapılacaksa diğerlerine de yapılması gerektiğini söylemiştir. Bursa Mebusu Muhittin Baha Bey konuşmasına, “Şair Mehmet Akif Beyefendiyi içinizde benim kadar seven pek çok adam olmadığına kaniim” sözleriyle başlayınca mebuslar arasından “Akif Beyi sevmeyen yoktur". “Hepimiz severiz" sesleri yükselmiştir. Muhittin Baha Bey, Mehmet Akif Bey'in namı muhtereminin, Sebilürreşad hakkında Hükümetin muavenetini temin edecek kadar yüksek olduğunu, binaenaleyh Meclis'in böyle şeylerle meşgul olmaması gerektiğini söylemiştir. Bu noktada konuya müdahale etme gereği duyan Mehmet Akif “Meclis bu husus için zaten evvelce karar vermiştir Bu mesele bitmiştir O takriri ben vermedim. Kim vermiştir, rica ederim söyleyiniz? Bu zaten mukarrerdir. Tekrar takrir vermeğe hacet yoktur. ” demiş ve Meclis Başkanı tarafından da bu meselenin evvelce görüşüldüğü belirtilerek, farklı bir konuya geçilmiştir[54].
20.2.1338 tarihli Meclis oturumunda sabık Maarif Vekili Hamdullah Subhi Bey hakkında inceleme yapan encümenin mazbatası görüşülmüştür. Görüşmede söz alan Hamdullah Suphi Bey konuşmasının bir bölümünde, kendisinin belirli itikada sahip olanlara dindarane hürmet gösterdiğini, örneğin Burdur mebusu Mehmed Akif Bey'le kendisinin birbirine mütenakız görülen bir yolda senelerce çarpıştıklarını, Mehmed Akif Bey'in milliyetperverliğin daima aleyhinde enfes şiirler yazmış olduğunu söylemiştir. Hamdullah Suphi'nin bu sözlerine Mehmed Akif “Ben kavmiyet aleyhinde bir adamım, milliyet aleyhinde değil!” karşılığını vermiştir[55].
1338 (1922) yılı Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi bütçesi görüşmelerinde, Sebilürreşad konusu tekrar gündeme gelmiş, Karesi mebusu Hasan Basri Bey'in, “Matbuat ve İstihbaratın memlekete yaptığı hizmetler varsa, bu hizmetlerin birinci numarasını Sebilürreşad teşkil eder” sözü üzerine Antalya mebusu Hamdullah Subhi Bey, gazetenin köylerde jandarmalar tarafından cebren sattırıldığını, Türk milletini kahır altında eşeğe benzeten şeyler yayınlandığını söylemiştir. Hamdullah Subhi'nin bu ifadelerine tepki gösteren Mehmet Akif, “Çıkar, göster, müfterisin.” şeklinde karşılık vermiştir. Hasan Basri Bey, Hamdullah Subhi'nin Sebilürreşad'a altı bin lira verildiğini iddia ettiğini, ancak bunun yalan olduğunu söylemiş ve Matbuat Müdüriyetinin Sebilürreşad'a kağıt ve masraf olmak üzere verdiği desteğin 1336 senesinde (190) lira, 1337 senesinde (910) lira, 1338 senesinde (559) lira, ki toplam (1 659) lira olduğunu açıklamıştır. Hasan Basri Bey devamla şunları söylemiştir[56]:
“Sebilürreşad’ın en kara günlerde ifa ettiği hidematı ben söylemeyeceğim. Sebilürreşad’ın herkesin oraya kaçtığı zamanlarda, Kayseri’deki neşriyatı, sonra Kastamonu’ya geldiği zamanda (Nasrullah) Camii Şerifinde, Sevr Muahedesini parça parça, madde madde, fıkra fıkra cerh ve nakzeden o müthiş ve muazzam vaiz ve nasihat ve bütün neşriyatı meydandadır. Bu neşriyatın memlekette icra ettiği tesiri zannederim, inkâr edecek kimse yoktur. Sebilürreşad on dört senedir, hiçbir siyasi emele, hiçbir siyasi fırkaya ve hiçbir siyasi fikre, keyfe ve hiçbir şahsa boyun eğmemek suretiyle, kemali istiklâl ve hürriyetle çalışmış yegâne İslâmî ceridedir. Bu cerideyi İslâmiye hakkında bilittifak muavenet icra edilsin diye karar veren bu Meclisi Alidir. Bu kararı kaldırın, üç yüz elli milyon Müslümanın ruhuna hitabeden ve üç yüz elli milyon İslâmın mahbubu kulübü olan bu cerideyi İslâmiye elbette yaşar efendiler, ölmez... İslâmiyet yaşadıkça, bu ceridei İslâmi neşriyatta devam edecektir. Şimdi hatırlıyorum. Demin hücum ettikleri Sebilürreşad’ınMüdürü ve Başmuharriri mücadelâtı milliyenin ilk başladığı zamanlarda İstanbul’dan kalkıp Balıkesir’e gelmişler ve bu mücadelei milliyenin kutsiyetini takdir ile irşadatta bulunmuşlardır. O vakit acaba diğer babayiğitler niçin gelmiyorlardı? Efendiler Mazhar Müfid Bey burada iseler kanaatlerini söylesinler. Sebilürreşad’ın Sakarya muhasebatı esnasında memleket üzerinde icra ettiği tesiratı lütfen söylesinler. Sebilürreşad Türklere sövmemiştir. Yalandır. Bu hücumlar çoktan beri müretteptir. Efendiler Sebilürreşad’a ben de yazıyorum, hem beş para almamak şartıyla ve yazmayı da bir vazifei diniye ve milliye addediyorum. Efendiler ben Türküm; Sebilürreşad ile her vakit temastayım. Türkü tahkir benim ve onların hatırlarından bile geçmemiştir. Efendiler bugün İstiklâl marşını yazan kimdir? Öteden beri bu mücahedatımıza iştirak eden Muhterem Akif Beyefendi işte burada; müşarünileyh Sebilürreşad’ın Başmuharriridir. "
16 Eylül 1922 tarihli oturumda, devam eden Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi bütçesi görüşmelerinde, Hamdullah Suphi Bey tarafından Sebilürreşad’a Matbuat Müdüriyetinin ne kadar masrafta bulunduğu sorulmuştur. Matbuat Müdürü Umumisî Ağaoğlu Ahmed Bey’in, Sebilürreşad’a katiyen para verilmediği, fakat her hafta bu gazetelere altı top kağıt verildiği şeklindeki ifadesine Mehmet Akif karşı çıkarak bunu “Dört buçuk top” olarak düzeltmiştir[57].
7 Ekim 1922 tarihli oturumda, Karesi Mebusu Abdülgafur Bey, Burdur Mebusu Mehmet Akif Bey ve Karesi Mebusu Hasan Basri Bey tarafından aşağıdaki teklif yapılmıştır[58]:
“Riyaseti Celileye
Mevzuubahis ve müzakere olan 344’ncü faslın sekizinci -Anadolu matbuatına muavenet- maddesinin tayyını teklif eyleriz.
16 Eylül 1338”
Bu teklifle birlikte Anadolu matbuatına destek faslındaki paranın kaldırılması, yani matbuata destek için bütçeye konulacak 30 bin liranın kaldırılması teklif edilmiş, yapılan oylama sonucu bu teklif kabul edilmiştir. Matbuata verilecek desteğin kaldırılması sonrası aralarında Sebilürreşad'ın da bulunduğu yayınlara verilen destekle ilgili konuların gündemden düştüğü görülmektedir.
6. Mehmet Akif Bey ve Arkadaşlarının İstanbul’daki Ahlaki Çöküşe Karşı Meclis’in Bir Beyanname Yayınlanmasına Dair Teklifleri
Meclis'in 31.12.1337 (1921) tarihli 137'nci oturumunda Burdur Mebusu Mehmed Akif Bey'le arkadaşlarının İstanbul'daki ahlaki çöküşe karşı millet meclisince bir beyanname yayınlanmasına dair aşağıdaki teklifleri okunmuştur[59]:
“B. M. Meclisi Riyaseti Celilerine
Büyük Millet Meclisi Hükümetinin tevfikatı ilâhiyeye istinaden kurtarmak için uğraştığı eczayı vatan arasında müessesatı İslâmiyeyi en büyük mikyasta ihtiva eden İstanbul’da dinî ve millî ahlâkımızın ve kavaidi medeniyetimizin pek elîm bir surette ihlâl edilmekte bulunduğu her gün vâsılı sem-i teessürümüz oluyor. Bu şayanıesef mübalâtsızlıklar Türk ve Müslüman kadınlarının düşmanı hayatımız olan ecnebi işgal kuvvetlerine mensup zabitlerle hususi ve umumi cemiyetlerde hembezm olmak ve bunlarla dans etmek gibi millî haysiyetimize ne kadar mugayir ise dinî akidelerimize ondan daha ziyade muhalif olan bir dereceye vardırılmıştır. Büyük Millet Meclisi âlemi İslâmın en büyük merakizinden biri olan İstanbul’u Türk olduğu derecede Müslüman olmak üzere istirdad etmek azminde bulunduğu cihetle İstanbul ahalisini Müslümanlık ve Türklükten ayırmak gayesine matuf olan dahilî ve haricî her gûna cereyanlara ahvali haziranın müsaid olduğu mertebede mâni olmaya gayret etmek elzem olduğuna şüphe yoktur. Binaenaleyh; Büyük Millet Meclisi tarafından kendisinin tahtı velayetinde bulunan İstanbul ahalisinin bu kısmına hitaben bir beyanname ısdarı ve bu beyannamede gerek bu türlü fezahetlere cüret eden kadınların ve gerek bu kadınların harekâtının ayna derecede mesulü olan erkeklerinin inşallah bir âtii karipte şiddetli mesul tutulacağının tebliğini teklif ederiz.
26 Kânunuevvel 1337”
Teklifin okunması sonrasında söz alan mebuslardan Karesi Mebusu Abdülgafur Bey, bu takrire kendisinin de imza koyduğunu belirterek, İstanbul’daki ahlâksızlıkların, namussuzlukların son zamanlarda tüyleri ürpertecek bir hale geldiğini, Türk ve Müslüman namını taşıyan birtakım kadınların maalesef hususi ve umumi cemiyetlerde, eğlence âlemlerinde ecnebi zabitleriyle düşüp kalktıklarını, onlarla kol kola, sine sineye dans ettiklerini, bunların Müslümanlığı, Türklüğü aşağılamak ve küçük düşürmek için türlü türlü iğrençlikler rezillikler ve alçaklıklar yaptıklarını söylemiştir. Bir taraftan Yunanlıların zulmüne tahammül edemeyerek gelen yüz binlerce göçmen kafileleri yatacak bir yer, yiyecek bir lokma ve giyecek bir arşın bez bulamazlarken diğer tarafta Beyoğullarında, Kadıköy’lerinde Türk ve Müslüman namını taşıyan birtakım rezillerin işgal kuvvetlerine mensup ecnebi zabitleriyle umumi mahallerde kol kola dans etmeleri, Türk ve Müslüman kalplerini parça parça edecek elîm ve feci bir hâdisedir[60].
Abdülgafur Bey’in bu sözlerine Kırşehir Mebusu Yahya Galîb Bey, “Orada Halife diye bir herif var, baksın yahu!” şeklinde karşılıkta bulunmuştur. Abdülgafur Bey konuşmasına devamla, İstanbul’u düşmana terk etmediklerini, diğer şehirlerle birlikte İstanbul’u da düşman işgalinden kurtarmak için bu kanlı mücadeleye giriştiklerini; Anadolu evlâtları milletin varlığını, namusunu müdafaa için düşmanla canıyla, başıyla uğraşırken, ecnebi işgal kuvvetlerine mensup zabitlerle kol kola dans eden kadınların ve erkeklerin, Büyük Millet Meclisinin adalet mahkemeleri huzurunda bütün hıyanetlerinin, bütün cinayetlerinin hesaplarını vereceklerini söylemiştir. Abdülgafur Bey, şimdilik düşmanı tepelemekle meşgul olunduğu için İstanbul’daki bu rezillikleri yapanlara karşı yalnız bir ihtar ile yetindiklerini, verilen takririn kabulü sonrası Meclis tarafından yayınlanacak bir beyanname ile bu rezil durumun protesto edilmesini teklif etmiştir[61].
Bir beyanname yayınlanmasına/yayınlanmamasına yönelik konuşmalar sürerken Erzurum Mebusu Salih Bey konunun Şer’iye Vekâletine havale edilmesini teklif etmiştir. Meclis Başkanı tarafından, tanzim edilecek beyannamenin Şer’iye Vekâletine havalesi oylamaya sunulmuş, yapılan oylama sonucu teklif kabul edilmiştir[62].
7. Mehmet Akif’in Meclis Bünyesinde Almış Olduğu Diğer Görevler
Burdur Mebusu Mehmet Akif, irşat encümeni ve irşat heyetleri dahilinde çeşitli vilayetlere yaptığı ziyaretlerle halkı aydınlatmak ve milli mücadele lehine sevk etmek için yaptığı faaliyetler ve bazı isyan hareketlerinin bastırılmasındaki katkısı dışında Meclis bünyesinde başka görevlerde de bulunmuştur.
İrşat Encümeni dışında görev aldığı bir diğer encümen, Maarif Encümeni’dir. Belirli bir süre bu encümenin başkanlığını da yapmıştır. 13.1.1337 (1921) tarihli 133’üncü oturumda, Maarif Encümeni Reisi namına Mehmet Akif’in Maarif Encümeninde bulunan boş üyeliklerin doldurulmasına yönelik takriri okunmuştur[63]. Maarif Encümenine üye seçilmesi hususunda 28.9.1338 (1922) tarihli 110’uncu oturumda, bu defa Maarif Encümeni Reisi imzasıyla Mehmet Akif’in bir takriri okunmuştur[64]. Mehmet Akif 9 Aralık’ta Maarif Encümeninden istifasına dair başvurusunu Meclis Başkanlığına vermiş, başvuru 16.12.1338 (1922) tarihli 157’nci oturumda okunarak işleme konuşmuştur[65].
Mehmet Akif’in 1922 yılı Kurban Bayramı için Meclis namına tebrik amacıyla cepheye gönderilen heyette de yer aldığı görülmektedir. Büyük Millet Meclisi namına hem Kurban Bayramını tebrik etmek hem de ordunun moralini yükseltmek üzere cepheye bir heyetin gönderilmesi hakkında Erzurum Mebusu Salih Efendi tarafından Meclis Başkalığına verilen önerge üzerine Başkanlıkça söz konusu heyet için Ankara Mebusu Ali Fuad Paşa, Karesi Mebusu Abdülgafur Efendi, Burdur Mebusu Akif Bey ve Kayseri Mebusu Âtıf Bey seçilmiştir[66].
Amacı 1’inci ve 2’nci Ordularla, Kolordu ve Tümen karargâhlarını ziyaret ederek, Meclis’in tebriğini iletmek olan heyet, 1 Ağustos sabahı erken saatlerde Ankara’dan ayrılmıştır. Meclis’in tebriği ve başarı dilekleri heyetin başkanı olan Ali Fuat Paşa tarafından tebliğ edilmiştir. Çalışmalarını tamamlayan heyet 9 Ağustos 1922 günü Ankara’ya dönmüştür[68].
8. Burdur Mebusu Mehmet Akif Bey’in (ve Arkadaşlarının)TBMM’de Verdiği Takrirler (Önergeler), Teklifler ve TBMM Çalışmaları Dâhilinde Katıldığı Oylamalar
Önceki bölümlerde bahsedilen Meclis çalışmaları yanında Mehmet Akif’in altında imzasının bulunduğu takrir ve teklifler şöyledir:
Meclis’in 19.8.1336 (1920) tarihli 53’üncü oturumunda, hukuku esasiye ve tahsisat hakkında Hukuku Esasiye Encümeninin Kanun teklifi ve mazbatasının Meclis’te görüşülmesi sırasında Mehmet Akif’in aralarında bulunduğu bazı milletvekilleri tarafından bir takrir verilmiştir[69].
Karahisarı Sahib Mebusu Mehmed Şükrü Beyle arkadaşlarının, Kars’ta toplanacağı haber alınan konferans hakkında bir gizli celse yapılarak Hükümetten izahat alınmasına dair takririnin altında Mehmet Akif’in de ismi bulunmaktadır. Bu takririn oylaması sonucu gizli celse yapılması kabul edil- miştir[70].
Karesi Mebusu Vehbi Beyle arkadaşlarının, Meclis’in 15.9.1337 (1921) tarihli 76’ncı oturumunda, Sakarya zaferi münasebetiyle orduya bir teşekkür- name yazılmasına veya bir heyet gönderilmesine dair verdikleri takririn altında Mehmet Akif’in de ismi bulunmaktadır. Bu takririn görüşülmesi sonucu orduya bir teşekkürname yazılması kabul edilmiştir[71].
Meclis’in 7.3.1338 (1922) tarihli 4’üncü oturumunda, İdarei Kura ve Nevahi Kanun Lâyihası ve Dahiliye Encümeni Mazbatasının görüşülmesi esnasında “Nahiyelerin Vazaifi” başlıklı Üçüncü Faslın 52’nci maddesinin 14’üncü fıkrasının “Kabristanın hüsnü muhafazası ve icap ederse mahalli âhara nakli”; “Kabristanın hüsnü muhafazası ve zaruret görüldüğü takdirde hâkimüşşeri tarafından verilecek ilâmı şer’î üzerine mahalli âhara nakli” şeklinde değiştirilmesi konusunda Karesi Mebusu Abdülgafur, Burdur Mebusu Mehmed Akif, İzmir Mebusu Hacı Süleyman, Karesi Mebusu H. Basri ve Aydın Mebusu Emin Beyler tarafından bir takrir verilmiştir[72].
İcra Vekillerinin intihabına dair kanun lâyihasındaki ikinci maddenin değiştirilmesiyle ilgili teklif veren vekiller arasında Mehmet Akif de yer almaktadır[73].
Bayram münasebetiyle Meclisin 1922 Ağustosunun on yedisine kadar tatil edilmesine dair Meclis Başkanlığına verilen kırk imzalı takririn altında imzası olan kişilerden birisi de Mehmet Akif’tir. Konu kurulda görüşülmüş ve yapılan oylama sonucu Meclis’in Ağustosun on dördüne kadar tatili kararlaştırılmıştır[74].
Meclis’in 28.8.1338 (1922) tarihli 92’nci oturumunda, Şeriye ve Evkaf Vekâleti bütçesi görüşmelerinde, Fetva Heyetinin adedine dair, aralarında Mehmet Akif’in de olduğu vekillerce verilen takrirde, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti Çelilesi bütçesinde üç âza ve bir de Fetva Emini unvanı altında bir Fetvahane teşkilinin teklif olunduğu, bu dairenin âlemi islâmın mercii olduğu gibi diğer devletlerin ve anasırı gayrimüsliminin de hini hacette müracaatgâhları olduğu belirtilmiş ve bu nedenlerle üç aza ile bu gayeye ulaşılamayacağından on zat ve bir de Fetva Emininin bulunması teklif edilmiştir. Yapılan oylama sonucu takrir kabul edilmiştir[75]. Aynı görüşmede, oluşturulması düşünülen Tetkikat ve Telifatı İslâmiye Heyetiyle ilgili olarak, aralarında Mehmet Akif’in de olduğu elli vekil tarafından verilen takrir ile, heyetin bir reis sekiz azadan oluşması teklif edilmiş ve teklif kurulda oylanarak kabul edilmiştir.[76]
Yine aralarında Mehmet Akif’in de olduğu bazı vekillerce, Gaziantep ve Artvin dâhilinde Şavşat kazası merkezinde açılacak Darülhilâfe medreseleri tahsisatının Şer'iye bütçesinde 115’nci fasla ilâvesi teklif edilmiş, takrir dikkate alınmış ve konunun Muvazenei Maliye Encümenine gönderilmesi kararlaştırılmıştır[77].
Meclis'in 28.9.1338 (1922) tarihli 110’uncu oturumunda, aralarında Mehmet Akif Bey'in de bulunduğu bazı mebuslar tarafından, memaliki müs- tahlasaya gönderilecek İstiklâl Mahkemeleri hakkındaki Encümeni Mahsus mazbatasının birinci maddesinin kaldırılmasına dair verilen teklif oylanmış ve oylama sonucu madde kaldırılmıştır.[78]
Meclis'in 14.10.1338 (1922) tarihli 119'uncu oturumunda, yine aralarında Mehmet Akif Bey'in de bulunduğu bazı mebuslar tarafından, Ankara Mebusu sabıkı Atıf Beye hidematı vataniye tertibinden bin kuruş maaş tahsisine dair Kanunun acil olarak görüşülmesi teklifi yapılmış, yapılan oylama sonucu teklif kabul edilmiştir[79].
Mehmet Akif Bey ve arkadaşları tarafından, Meclis'in 28.10.1338 (1922) tarihli 128'inci oturumunda, Kırşehir sabık Mebusu Bekir Efendiye ait İstida Encümeni mazbatasının acil olarak müzakere edilmesine dair takrirleri Meclis'te oylanmış ve reddedilmiştir[80].
“Mebuslara, Meclisin toplanmasını etkilemeyecek tarzda izin verilmesi hususunun bir karara bağlanmasına dair Büyük Millet Meclisi Riyaseti Saniyesi Tezkeresi”nin Meclis'in 5.4.1339 tarihli oturumunda görüşülmesi sırasında Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey tarafından müzakerenin yeterli olduğu ve Meclis Başkanlığından izin almadan ayrılanların tahsisat ve harcırah alamayacaklarının karara bağlanması teklif edilmiştir. Bu tekliften sonra da görüşmelerin ve tartışmaların devam üzerine Mehmet Akif ve arkadaşları tarafından, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Beyin takririnin oylamaya sunulması teklif edilmiştir. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Beyin takriri tekrar okunmuş, ardından yapılan oylama sonucu takrir reddedilmiştir[81].
Mehmet Akif’in katılmış olduğu Meclis çalışmalarında kullandığı oylar ise şöyledir:
Burdur Mebusu Mehmet Akif’in Meclis çalışmalarında, yasama faaliyetlerinde genellikle olumlu yönde tavır takındığı ve bu tür oylamalarda “kabul” yönünde oy kullandığı görülmektedir. Dikkat çeken hususlardan birisi İstiklal Mahkemeleri ile ilgili iki adet takrire red oyu vermiş olmasıdır[82]. Ayrıca Başkumandanlık süresinin 5 Mayıs 1338 tarihinden itibaren 3 ay daha uzatılmasına yönelik Kanun’a da çekimser oy kullanmıştır[83].
31.1.1337 (1921) tarihinde İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa’nın Heyeti Vekileye itimat talebi oylaması ile 4.2.1338 (1922) tarihinde Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’e itimat beyanı oylamasında “itimat” yönünde; 27.3.1338 (1922) tarihinde Adliye Vekili Refik Şevket Beye itimat beyanı, 25.4.1338 tarihinde İktisat Vekili Sırrı Beye itimat beyanı ve 10.6.1338 (1922) tarihinde Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey’e itimat beyanı oylamalarında “ademi itimat” yönünde oy kullanmıştır. 14.4.1339 (1923) tarihinde Şer’iye Vekili Vehbi Efendi için yapılan istizah (gensoru) oylamasında ise “itimat” yönünde oy kullanmış, ancak bu oylama sonucu Meclis’in kararı “ademitimat” yönünde olmuştur.
9. Birinci TBMM’de Muhalefet, Gruplar ve Mehmet Akif’in Bu Oluşumlarla İlişkisi
Birinci TBMM’de oluşan teşkilatlı ilk grup, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’dur. Grubun amaçlarını bir “Maddei Esasiye” ile saptayan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’teki özel grupları ve mebusların çoğunluğunu davet ederek bu ilkeler üzerinde birleşmelerini sağlamış ve hazırlanan grup dahili nizamnamesi, 10 Mayıs 1921’de kabul edilerek grup başkanlığına Mustafa Kemal Paşa seçilmiştir. 15 Mayıs 1921 tarihinde grup esas defterinde isimleri yazılı olan mebuslar arasında Burdur Mebusu Mehmet Akif de bulunmaktadır. Ancak grup esas defterindeki 14 Nisan 1923 tarihli listede grup üyesi olarak adının yazılı olmaması nedeniyle bu süreç dahilinde gruptan ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır[84].
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde yer almayan veya zaman zaman bu grupla fikir ayrılığı içine düşen bazı mebuslar 1922 yılı başlarında “İkinci Grup” olarak örgütlenmiştir. İkinci Grubu oluşturan milletvekilleri arasında her ne kadar Mehmet Akif’in ismi gösterilse de, İkinci Grup içerisinde yakın arkadaşları olmasına rağmen, Mehmet Akif’in bu grubun toplantılarına katılmadığı, hatta bu nedenle istifa edilmiş sayıldığı belirtilmekte- dir.[85] Mehmet Akif’in çeşitli teklif, oylama ve gensoru gibi çalışmalarda İkinci Grup’un düşünce ve hareketlerine yakın tavır gösterdiği görülmekte ise de bu durumun aksine olarak zaman zaman Birinci Grup’un tavırları doğrultusunda hareket ettiği de görülmektedir. Bu nedenle onu herhangi bir grup içerisine dahil etmeye çalışmanın objektif bir sonuç doğurmayacağı değerlendirilmek-tedir.
C. MEHMET AKİF’İN EDİRNE VE İSTANBUL ZİYARETLERİ, PRENS ABBAS HALİM PAŞA İLE GÖRÜŞMESİ VE MISIR’A GİTME KARARI
Büyük Taarruzun hemen sonrasında Mehmet Akif, oğlu Emin’i de yanına alarak Ankara’dan Eskişehir’e oradan da Afyon’a gitmiştir. Muharebe meydanını oğluyla birlikte dolaşmış, yanan yıkılan kasabaları, şehirleri görmüş, halka yapılmış zulümlere tanık olmuştur. Bilecik ve havalisine vardıklarında henüz söndürülemeyen yangınlara kovalarla su taşımışlardır. Mehmet Akif ve oğlu Bilecik’ten Eskişehir’e hareket etmiş, Eskişehir’de fazla kalmayarak oradan Ankara’ya dönmüştür[86].
Mehmet Akif Ankara’ya dönüşünden bir süre sonra bu defa, oğlu Emin’le birlikte, Edirne’ye gitmek üzere Ankara’dan ayrılmıştır. Ankara’dan hareketlerinin ardından önce İstanbul’a uğramışlar, burada bir hafta kaldıktan sonra trenle Edirne’ye hareket etmişlerdir. Edirne’de bu dönemde geçici bir sınır tespit edilmiştir, şehirde Türk Bayrağı dalgalandığı halde, şehrin biraz ilerisindeki tren istasyonu Yunanlıların elinde kalmıştır. Edirne’de treni terk eden Mehmet Akif ve oğlu bir Yunan subayının karşısına çıkarılmıştır. Bu görüşmede kendisini tüccar olarak tanıtan Mehmet Akif, Türk hududuna geçmeye ve Edirne’deki yurttaşlarıyla buluşmaya muvaffak olmuştur[87].
Mehmet Akif ve oğlu Edirne’de on beş gün kadar kalmıştır. Burada iken, Kahire’den İstanbul’a gelmiş olan Prens Abbas Halim Paşa’dan kendisini Heybeliada’daki köşküne davet eden bir telgraf almıştır. Abbas Halim Paşa Mehmet Akif’le yaptığı görüşmede onu ısrarla Mısır’a davet etmiştir. Mehmet Akif’in oğlu Emin hatıralarında babasının, ömrünün arta kalan yıllarını Mısır’da geçirmek, kendisini şiirlerine ve eserlerine tamamen vermek kararında olduğunu yazmaktadır. İstanbul’da bir süre kalan Mehmet Akif Ankara’ya dönüş yapmıştır[88].
Mehmet Akif Ankara’ya dönüşünden sonra, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek, Maarif Encümeninden istifa etmiştir. Mehmet Akif’in Maarif Encümeninden istifa ettiğine dair aşağıda yer alan 9 Kânunevvel 1338 (9 Aralık 1922) tarihli dilekçesi Meclis’in 16 Kânunevvel 1338 (16 Aralık 1922) tarihli 157’nci oturumunda okunmuş ve yürürlüğe konulmuştur:
“Riyaseti Celileye
Min gayrihaddin Riyasetinde bulunduğum Maarif Encümenine şu günlerde rahatsızlığım sebebiyle devam edemiyorum. Binaenaleyh bu hizmetten affımın Heyeti Celileye arzını rica ederim.
9 Kânunevvel 1338 Burdur, Mehmed Akif”[89]
Mehmet Akif, birinci devre dördüncü içtima senesinin açılışında şubelere kura ile yapılan üye seçiminde Birinci Şubeye seçilmiştir[90]. 8.3.1339 (1923) tarihli yedinci içtimada ise, şubelerden encümenlere seçilen üyelerinin isimlerinin okunmasında, Mehmet Akif’in yeniden İrşat Encümenine seçildiği görülmektedir[91]. Son katıldığı oylama, 14.4.1339 (1923) tarihinde Şer'iye Vekili Vehbi Efendi için yapılan istizah (gensoru) oylamasıdır[92].
Mehmet Akif 1 Nisan 1923 tarihinde yeniden seçim kararı alan Meclis'te bir sonraki dönem için milletvekilliğine aday olmamıştır. Son toplantısını 21 Mayıs'ta yapan Birinci TBMM ile birlikte Mehmet Akif'in milletvekilliği de son bulmuştur.
Mehmet Akif'in Meclis çalışmalarından uzaklaşmasında, yeniden milletvekilliğine aday olmamasında ve Ankara'da ikamete devam etmemesinde Trabzon Mebusu ve arkadaşı olan Ali Şükrü Bey'in 27 Mart 1923 günü Muhafız Tabur Komutanı Topal Osman tarafından öldürülmesinin de etkili olduğu belirtilir[93]. Ancak sadece bu olayın tek başına etkili olmadığı, bu kararın bir sürecin ürünü olabileceği de düşünülebilir.
Mehmet Akif, ailesini de alarak Ankara'dan ayrılmış ve İstanbul'a taşınmıştır. 1923 senesi Eylül sonlarında ise Prens Halim Paşa ile birlikte Mısır'a gitmiştir[94].
SONUÇ
Meclis’in açılışının hemen ertesi günü, 24 Nisan’da Ankara’ya gelen Mehmet Akif, bir süre sonra Burdur ve Biga’dan milletvekili seçilmiş, kendisi Burdur milletvekilliğini tercih ederek Birinci Meclis’te Burdur milletvekili olarak görev almıştır. Birinci Meclis’in önemli faaliyetleri arasında olan, halkı Ankara Hükümeti tarafına çekebilmek, çıkan isyan hareketlerini bastırabilmek, İstanbul Hükümeti’nin ve işgalci devletlerin olumsuz propagandalarını bertaraf edebilmek amacıyla oluşturulan İrşat Encümenlerinde görevler alarak ülkenin birçok yerine ziyaretlerde bulunmuştur. Bu ziyaretlerde halkla iç içe geçerek, konuşmalar, sohbetler, vaazlar, gazete ve dergi yayınları vasıtasıyla amaca ulaşmaya çalışmıştır. Birinci Meclis’te İrşat Encümeni dışında Maarif Encümeninde de görev almıştır. Mehmet Akif’i, Millî Mücadele döneminde yaptığı bu gibi faaliyetler yanında, ön plana çıkaran ve ölümsüzleştiren husus ise millete eşsiz bir İstiklal Marşı yazmış olmasıdır. İstiklal Marşı gerek Meclis’te gerek ülkede coşkuyla karşılanmıştır.
Burdur Mebusu Mehmet Akif, Meclis’te sıklıkla kürsüye gelmemiş olmakla birlikte, çeşitli takrir ve teklifler yoluyla veya birtakım oylamalarda düşüncesini göstermiştir. Yasama faaliyetlerinde genellikle olumlu yönde tavır takınmıştır. Mehmet Akif zaman zaman muhalif görüşlere sahip milletvekil- leriyle birlikte hareket etmişse de, siyasi tartışmaların dışında kalmaya gayret etmiş, Meclis’te taraf olmaktan ziyade, kendi düşünceleri ve inandıkları doğrultusunda hareket etmiştir.
Mehmet Akif’in Millî Mücadele içinde ve Birinci Meclis’te yer almasının nedenleri; vatanseverlik duygusu, bağımsızlık aşkı ve millete olan inancıdır. Hiçbir siyasi ve şahsi menfaat peşinde koşmamış, maddi kaygı duymamış, Millî Mücadele başarıyla sonuçlandırıldıktan sonra da makam beklentisi içinde olmamıştır.
Mehmet Akif 1 Nisan 1923 tarihinde yeniden seçim kararı alan Meclis’te bir sonraki dönem için milletvekili olma girişiminde bulunmamış, Abbas Halim Paşa’nın teklifi ve ısrarı üzerine, önce ailesiyle birlikte Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a taşınmış, 1923 senesi Eylül sonlarında ise Prens Halim Paşa ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Mısır’a gidişinin nedeni veya nedenleri konusunda farklı fikirler ortaya atılmış, sürgün olarak gönderildiği, Mustafa Kemal’le fikir ayrılığına düştüğü, yapılan inkılaplara karşı çıktığı gibi nedenler öne sürülmüştür. Halbuki Mehmet Akif’e Birinci TBMM sonrası da görev verilmiş ve Kur’an-ı Kerim’in Türkçe mealini hazırlaması kendisinden talep edilmiştir. Mehmet Akif'in, şapka yeniliği de dahil olmak üzere, diğer yeniliklere karşı bir düşünce ve siyasi hareket içinde olmadığı da görülmektedir. Akif gibi batı dünyasından geri kalışımızı yazdığı şiirlerle sık sık eleştiren ve gerçekçi gözlemler yapan bir fikir adamının Atatürk inkılaplarına karşı çıktığını söylemek ve Mehmet Akif'i Atatürk inkılaplarını içlerine sindiremedikleri için bu inkılapları ortadan kaldırmak isteyen gerici çevrelerle aynı kefeye koymak, Mehmet Akif'e yapılmış en büyük haksızlık ve saygısızlıktır.
Ülkenin, devletin ve milletin içine düştüğü kötü durumda ve hayati ortamda Kuvayımilliye, Millî Mücadele ve Ankara Hükümeti tarafında yer alıp, kendisine verilen görevleri layıkıyla yaparak Millî Mücadeleye destek sağlayan, halkın, ordunun ve Meclis'in moral ve motivasyonunun artmasında olumlu katkıları olan Mehmet Akif her ne kadar Birinci Meclis dışında devlet ve siyaset hayatı içerisinde yer almamışsa da bu dönemde yaptığı faaliyetlerle tarih ve millet nezdinde kendisine önemli ve ölümsüz bir yer edinmiştir.
KAYNAKÇA
Akyol, İbrahim, “Mehmet Akif Ersoy’un Milli Mücadele Yıllarında Çankırı’ya Gelişi ve Çankırı Vaazı”, I. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu (19-21 Kasım 2008) Bildiriler Kitabı, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, C I, Burdur 2009.
Arslan, Betül, “Milli Mücadele Döneminde Halkı Aydınlatma ve Propaganda Faaliyetleri Yürüten Önemli Bir Komisyon: ‘İrşad Encümeni’”, Atatürk Dergisi, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, C 4, S 2, Temmuz 2004.
Atatürk, Kemal, Nutuk 1919-1927, Yayına Hazırlayan: Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000.
Avşar, B. Zakir, “Siyasal İletişim Bağlamında Bir Biyografi Çalışması: Mehmet Akif Ersoy”, İletişim: Kuram ve Araştırma Dergisi, Bahar, S 30.
Aydoğan, Erdal, “Paramiliter Bir Kuruluş Olan Bir Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin Kuruluşu ve I. Dünya Savaşı’nda Bazı Çalışmaları”, Atatürk Dergisi, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, C 3, S 3, Ocak 2003.
Çağlar, Yusuf, “Heyet-i İrşadiye’den Haber(iniz) Var(mı)!”, Zaman Gazetesi, 25 Nisan 2009 Cumartesi.
Çağlar, Yusuf, “Heyet-i İrşadiye’den Haber(iniz) Var(mı)!”, Aile Albümünden Fotoğraflarla Mehmet Akif Ersoy, Zaman Kitap, İstanbul 2011.
Ersoy, Emin Âkif, Babam Mehmet Akif, Derleyen Yusuf Turan Günaydın, Denizli Belediyesi Kültür Yayınları, Denizli 2011.
Eski, Mustafa, Milli Mücadele’de Mehmet Akif Kastamonu’da, Ankara 2010.
Güler, Ali, “Mehmet Akif’i Ankara’ya Gazi Mustafa Kemal Paşa Çağırdı, İşte Belgesi”, Düşünce Tarih, S 3, Aralık 2014
Güler, Ali, “Yeni Arşiv Belgelerinin Işığında Mehmet Akif’in Ankara’ya Gelişi ve İlk Günleri”, Devlet, Yıl: 11, S 452, Mart-Nisan 2014.
Güler, Ali, Bayraklaşan Akif, Mehmet Akif Ersoy’un Soyu, Ailesi ve Hayatı, Halk Kitabevi, İstanbul 2017.
Karakaya, Mustafa, “Mehmet Akif'in Milli Mücadeledeki Seyahatleri”, Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu, Balıkesir Valiliği, 2011.
Kış, Salih, “İşgal İle İstiklal Arasında Anadolu'da Bir İngiliz Casusu: Mustafa Sagir”, Tarihin Peşinde, Yıl: 2009, S 1.
Koçıbay, Osman, Mehmet Akif Ersoy ve Burdur, http://www.kocibay. net/mehmetakif.html
Meydan, Sinan, Vaiz, Öteki Mehmet Akif, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2015.
Semiz, Yaşar - Akandere, Osman, “Milli Mücadele'de Mehmet Akif (Ersoy) Beyin Faaliyetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C XVIII, S 54, Kasım 2002.
Semiz, Yaşar, “Millî Mücadele ve Mehmet Akif”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S 7, Konya 2000.
Türk Parlamento Tarihi, Milli Mücadele ve TBMM I.Dönem, I. Cilt.
Yıldırım, Tahsin, Milli Mücadelede Mehmet Akif, Selis Yayınları, İstanbul 2013.
Yiğit, Yücel, “İki Hatip Bir Kent: Mustafa Kemal ve Mehmet Akif Balıkesir'de”, I. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu (19-21 Kasım 2008) Bildiriler Kitabı, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, C I, Burdur 2009.
TBMMGZC, 147. İnikat, 8 Şubat 1337 (1921) Salı, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1. TBMM Gizli Görüşme Zabıtları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, C 1, Ankara, 1985, s.410.
TBMMZC, 2. İçtima, 24.4.1336 Cumartesi, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 4. İçtima, 26.4.1336 Salı, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 5. İçtima, 27.4.1336 Salı, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 15. İçtima, 13.5.1336 Perşembe, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 16. İçtima, 15.5.1336 Cumartesi, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 17. İçtima, 17.5.1336 Pazartesi, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 18. İçtima, 19.5.1336 Çarşamba, Devre: 1, C 1, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 24. İçtima, 5.6.1336 Cumartesi, Devre: 1, C 2, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 26. İçtima, 3.7.1336 Cumartesi, Devre: 1, C 2, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 29. İçtima, 6.7.1336 Salı, Devre: 1, C 2, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 36. İçtima, 17.7.1336 Cumartesi, Devre: 1, C 2, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 37. İçtima, 18.7.1336 Pazar, Devre: 1, C 2, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 53. İçtima, 19.8.1336 Perşembe, Devre: 1, Cilt: 3, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 80. İçtima, 9.10.1336 Cumartesi, Devre: 1, C 5, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 110. İçtima, 7.12.1336 Salı, Devre: 1, C 6, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 133. İçtima, 13.1.1337 Perşembe, Devre: 1, C 7, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 157. İçtima, 26.2.1337 Cumartesi, Devre: 1, C 8, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 159. İçtima, 28.2.1337 Pazartesi, Devre: 1, C 8, İçtima Senesi: 1.
TBMMZC, 1. İçtima, 1.3.1337 Salı, Devre: 1, C 9, İçtima Senesi: 2.
TBMMZC, 6. İçtima, 12.3.1337 Cumartesi, Devre: 1, C 9, İçtima Senesi: 2.
TBMMZC, 65. İçtima, 22.8.1337 Pazartesi, Devre: 1, C 12, İçtima Senesi: 2.
TBMMZC, 76. İçtima, 15.9.1337 Perşembe, Devre: 1, C 12, İçtima Senesi: 2.
TBMMZC, 137. İçtima, 31.12.1337 Cumartesi, Devre: 1, C 15, İçtima Senesi: 2.
TBMMZC, 162. İçtima, 20.2.1338 Pazartesi, Devre: 1, C 17, İçtima Senesi: 2.
TBMMZC, 40. İçtima, 6.5.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 19, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 70. İçtima, 8.7.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 21, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 82. İçtima, 29.7.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 22, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 83. İçtima, 31.7.1338 Pazartesi, Devre: 1, C 22, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 99. İçtima, 9.9.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 22, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 92. İçtima, 28.8.1338 Pazartesi, Devre: 1, C 22, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 110. İçtima, 28.9.1338 Perşembe, Devre: 1, C 23, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 119. İçtima, 14.10.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 23, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 128. İçtima, 28.10.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 24, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 151. İçtima, 6.12.1338 Çarşamba, Devre: 1, C 25, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 157. İçtima, 16.12.1338 Cumartesi, Devre: 1, C 25, İçtima Senesi: 3.
TBMMZC, 1. İçtima, 1.3.1339 Perşembe, Devre: 1, C 28, İçtima Senesi: 4.
TBMMZC, 7. İçtima, 8.3.1339 Perşembe, Devre: 1, C 28, İçtima Senesi: 4.
TBMMZC, 18. İçtima, 5.4.1339 Perşembe, Devre: 1, C 28, İçtima Senesi: 4.
TBMMZC, 24. İçtima, 14.4.1339 Cumartesi, Devre: 1, C 29, İçtima Senesi: 4.